Dogru_Yol

Çalınan Ayaklar

Önerilen İletiler

3458.jpg

"Ayaklarımı çaldılar…" pazartesi günü MSN adresime gelen anlık iletide böyle yazıyordu. Doğal olarak ilgimi çekmişti, sürdürdüm okumayı; "iki ayda ikinciye akülü tekerlekli sandalyemi çaldılar. Adımın bu şekilde duyulmasını istemezdim; ama yapacak bir şeyim yok!"

İletisini yayımlamamı istiyordu, ben de bana daha fazla bilgi verirse konuyla ilgili bir makale yazabileceğimi söyledim. Ertesi gün yanıt verdi iletime, Star TV Ana Haber Bültenini izlememi söylüyordu yanıtında. Hemen televizyonun karşısına geçtim ve pür dikkat izledim haberleri.

Nurten Aktaş... Sekiz buçuk milyon engelliden biri. Onun tekerlekli sandalyesini çalan hırsız iş sahibi olmayı belki de hiç düşünmezken, Nurten Hanım bir üniversitede çalışıp aile ekonomisine katkı sağlıyor. Yani gölge etmeyin başka ihsan istemem diyor adeta. Gözlerinde iki gündür dışarıya çıkamamanın acısından çok, böyle bir konuyla anılacak olmanın burukluğu var. İçimden bu duygu bana hiç de yabancı değil, diyorum. İnsanların eserlerimden ziyade yazma şeklimle ilgilendikleri zamanı anımsıyorum o an, yüreğim daralıyor.

Derin bir nefes alıp kendimi rahatlatmaya çalışıyorum, o sırada görüntü akıp gidiyor ekranda. Nurten Hanım, annesinin yanında koltukta oturuyor ve ikisi birden çalınan sandalyelerin yegâne kalıntısı şarj aletlerine bakarak acı acı gülümsüyorlar. İnsanın yaşamı boyunca alabileceği en büyük cezadır, dört duvar arasına mahkûm olmak… Nurten Hanım, hiç hak etmediği halde kırk sekiz saat boyunca çekmiş bu cezayı. Eğer Uğur Dündar ve ekibi, haykırışlarına kulaklarını tıkasalardı belki de şu an “ayaklarım” dediği tekerlekli sandalyesine kavuşamayacaktı.

O yayından sonra beni bir düşünceler yumağı kapladı; sağlıklı insanların gözünde biz neyiz, toplumun neresindeyiz, televizyonda binlerce kişi görmeden akülü tekerlekli sandalye alınıp Nurten Hanımın gereksinimi sessizce giderilemez miydi, sandalyeyi karşılayan rektör ya da arkadaşları iki gündür işe gelememesinin nedenini bilmiyorlar mıydı, o gizlemiş olsa bile, bir kişi dahi neyin var arkadaş diye kapısını çalmaz mı ve bunlar gibi yüzlerce soru beynimin içinde oynaşırken hiçbir şeye adapte edemiyorum kendimi. İşin en acı yanı ise avunmak için sığındığım yanıtlar daha çok acıtıyor benliğimi. Öyle anlarda umutsuzluk denilen o dipsiz kuyuya düşüyor insan ve ne denli çırpınırsa çırpınsın yukarıya çekemiyor bedenini. Yani hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.

Tıpkı; "adımın bu şekilde anılmasını istemezdim ama başka çarem yok," diyen beyinden bu dramatik olayı silemeyeceğimiz gibi, gün içinde kaç olay yerleşiyor engellilerin beyinlerine? Ne olacak canım iyilik yapıyoruz dediğiniz kaç konu kanatıyor yürekleri, yüzünde gülümseme eksik olmasa da için için ağlıyor engelli. Belki de sırf bu yüzden yaşamdan soğuyor ve binlerce kez doğduğu güne lanet okuyor. Ele baktıran devlete karşı olan hisleriyse burada yazamam.

“Aslında hiç düşünmemiştim, ne yapsam bilmiyorum. bi taraftan insanlığa ders olsun istiyorum. Diğer taraftan böyle bi vakayla anılmayı sindiremiyorum, aydın biri olarak bu cahil ötesi bencillik ağrıma gidiyor...” Nurten Hanımın bana gönderdiği anlık iletideki son sözleriydi. Kırgındı, çünkü azmiyle ve yazdığı onlarca şiirle anılmak istiyordu. Kırgındı, çünkü daha önce bir kez olsun eserlerini okumayanlar başka bir zihniyetle telefona sarılmışlardı. Evet, görevini en iyi şekilde yapan Uğur Dündar'ın duyarlılığı ve rektörün hayırseverliği sayesinde çalınan ayaklar yenilendi belki ama ya hiç alınamayan ayaklar? Ya incinen gururlar? Giden, gelir mi geri?

Kaynak

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

işte buda türkiye gerçeklerinden bir klasik kimse yanlış anlamasın ben vatanımı çok seven birisiyim ama bu bir gerçek bizim millet hep birilerinden geçinme derdinde malesef .

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap