Can Sengul

Türkiyenin’nin ‘Kök Hücre’ Üssü KÖGEM,

Önerilen İletiler

TÜRKİYE’NİN ‘KÖK HÜCRE’ ÜSSÜ

turkiye-nin-kok-hucre-ussu-473106.Jpeg KÖGEM, hücre çeşitliliğiyle Avrupa’da bile söz sahibi. Türkiye’de ilk kez uygulanan ‘onkogram’ yöntemiyle kanserli hastalara en uygun ilacı ve dozu tespit ediyorlar.

Kocaeli Üniversitesi bünyesindeki Kök Hücre ve Gen Tedavileri Araştırma ve Uygulama Merkezi (KÖGEM), hücre çeşitliliği açısından sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın sayılı üslerinden biri. Merkezde yapılan araştırmalar, Türkiye’de ilklere imza atıyor. Merkez, daha çok bağışıklık sistemini ilgilendiren hastalıklara çare bulmak için çalışıyor. Kanserden MS’e, ALS’den, diyabetten, kemik ve kıkırdak üretimine, kısırlıktan, erken menopoza ve osteoporoza kadar pek çok hastalık ve tedavisi için onlarca kök hücre çalışması bir arada yürütülüyor.

Halen 35 projenin devam ettiği merkezde, kök hücreleri daha iyi tanımaya ve anlamaya yönelik çalışmalar yapılıyor. Deneylerde kullanılan kök hücreler, kanser hücreleriyle karşılaştırılıyor ve nasıl bir tepki vereceği ölçülmeye çalışılıyor. Bazen de kök hücreler, bağışıklık sistemine ait hücrelerle karşılaştırılıyor ve nasıl davrandıkları gözleniyor. KÖGEM, sadece kök hücre araştırmalarının laboratuvar düzeyinde yapıldığı bir merkez değil. Klinik uygulamalarda da pek çok üniversiteyle işbirliği yapıyor, hastanelerle ortak çalışıyor. Türkiye’de ilk kez uygulanan ‘onkogram’ adlı yöntem merkezin gözbebeği. Bu yöntemle, kanserli hastadan alınan tümör hücreleri değişik kanser ilaçlarıyla karşılaştırılıyor ve hastaya en uygun ilaç ve doz tespit ediliyor.

Gece gündüz kök hücre

Merkez müdürü Prof. Dr. Erdal Karaöz, yürütülen tüm projelerden çok umutlu. Karaöz, “Laboratuvarlarda elde edilen kök hücreler, ne yer, ne içer, ne yapar, nasıl yatar, nasıl davranır? İşte bu soruların yanıtını arıyoruz. İki yıldır gecemiz gündüzümüz bunlarla geçiyor” diyor. Yaptıkları çalışmaların bir iki yıl içinde laboratuvarlardan çıkıp insanlarda uygulanabilir hale gelebileceğini de müjdeliyor. Prof. Karaöz, yakın bir zamanda ‘otoimmün hastalıklar’ olarak adlandırılan ‘bağışıklık sisteminin ürettiği hastalıklar’ın tedavisinin kök hücreyle gerçekleşeceğini belirtiyor. En büyük hayalini, “Türkiye’yi kök hücre konusunda Avrupa’daki söz sahibi ülkelerden biri yapmak” diye tanımlayan Prof. Karaöz, sorularımızı yanıtladı.

Kök hücre çalışmaları Türkiye’de yeni değil. Şu an gelinen nokta nedir?

Kök hücreleri daha iyi tanımaya ve anlamaya çalışıyoruz. Gelecekte hastalıkların tedavisinde kullanılmak üzere ne kadar hücre vereceğiz, nasıl vereceğiz, kök hücreleri hangi aşamada vereceğiz gibi soruların yanıtlarını arıyoruz.

Türkiye’de bazı deneylerin insanlarda uygulanması için izin alındı, değil mi?

Evet, ancak çok sınırlı sayıda. Bugüne kadar dünyada yapılan kök hücre araştırmalarında istenilen sonuçlar alınamadı ve tekrar laboratuvarlara dönüldü. Kök hücre araştırmalarının en büyük talihsizliği şu; bütün bu çalışmaların tamamı terminal dönemdeki hastalara uygulandı. Yani hastanın hiçbir umudunun kalmadığı noktada yapıldı. Zaten yasalar, “Hiç umudu kalmamış, modern tıp yöntemleri denenmiş hastalarda bunu uygulayabilirsiniz” diyor. Bu da işin handikapı oldu. Ama baştan, hastalığın yeni teşhis edildiği dönemde mesela bir ALS hastalığı, MS ya da Müsküler Distrofi dediğimiz hastalıklarda daha başlarda denenebilseydi, belki sonuçlar daha iyi olabilecekti.

Deneylerde kullanılan kök hücreler nasıl elde ediliyor?

Çeşitli insan ve hayvanların değişik doku ve organlarından elde edilen ‘mezenkimal’ dediğimiz kök hücreleri kullanıyoruz. Bunlar insanın süt diş pulpasından (sinir) göbekteki yağ dokusuna, amniyon sıvısından, kordon kanına, kemik iliğinden, damar dolaşımındaki kana ve plasentaya kadar farklı doku ve vücut sıvılarından elde edilen kök hücreler. Ve bizler şimdilerde bu hücreleri karakterize ediyoruz.

Bu materyalleri nasıl topluyorsunuz?

Örneğin süt dişini diş polikliniğinden alıyoruz. Bazen de düşmekte olan süt dişini aileler bize getiriyor. Amniyon sıvısını amniyosentez sonrası kalanlardan kullanıyoruz. Ayrıca doğum sonrası atılan plasentayı kullanıyoruz. Yine kordon kanını, doğum sonrası atılan plasentadan alıyoruz. Tüm bunları hastanemizden temin ediyoruz. Bu çalışmalar için etik kurul onayları alındı.

Mesela amniyon sıvısını ve diş pulpasını hangi çalışmalarda kullanıyorsunuz?

Tüm çalışmaların ortak noktası, önce kök hücreyi elde etmek. O hücreleri her yönden ayrıntılı bir şekilde inceliyoruz. Bu hücreleri, sinir hücresi, kalp kası, kıkırdak dokusu, kemik dokusu gibi çeşitli dokularla farklılaştırıyoruz. Bir yandan da çeşitli kaynaklardan elde ettiğimiz kök hücrelerin hangisi daha iyidir, hangisi gelecekte kullanmak için daha etkindir, sorusuna cevap arıyoruz. Örneğin diş pulpasından elde ettiğimiz kök hücreler, daha çok kemik ve sinir hücrelerine kolaylıkla dönüşüyor.

Rahimden yani endometriyumdan elde ettiğimiz hücreler, kas hücrelerine daha hızlı ve kolay dönüşebiliyor. Kök hücreler, birçok farklı doku ya da organın hücrelerine dönüşebilseler de, yaptığımız çalışmalarda gözlemledik ki, kök hücreler onları elde ettiğimiz organın hücrelerine daha kolay dönüşebiliyorlar. Bu bilgi, gelecekte bu hücreleri tedavide kullanmamızda çok yararlı olacak.

fft16_mf473101.Jpeg

1960’TAN?BERİ KULLANILIYOR

Tedavide canlı hücrelerin kullanılmasının tarihçesi, 1960’lı yıllara kadar uzanıyor. Önce, kemik iliğinde bulunan bir grup hücrenin, kan sistemini oluşturan hücreleri yaptığı belirlendi. Başta kan kanseri olmak üzere birçok genetik kan hastalığının tedavisinde, bu hücrelerin sağlıklı bireylerden hastalara nakliyle başarılı sonuçlar elde edildi. (Halk dilinde ‘ilik nakli’ olarak anılır). Aynı yapıdaki hücrelerin dolaşım sistemindeki varlığı saptandı.

Sonraki yıllarda gerçekleştirilen araştırmalar, kök hücrelerin yalnızca bulundukları doku ya da organın hücrelerine değil, sinir, kas, kıkırdak, kemik ve yağ hücrelerine dönüşebildiklerini gösterdi. Çok eskilerden beri varlığından haberdar olunan fakat sadece bulundukları doku ya da organların yenilenmesinden sorumlu hücreler olarak tanımlanan bazı hücrelerin de benzer yeteneklere sahip oldukları tespit edildi. Örneğin, deri tabakasının en alt katmanında bulunan ve genç bireylerde her 18 günde bir derinin yenilenmesini sağlayan bir grup hücre bunlar arasında. Bağırsaklarda ‘kripta’ adı verilen derin çukurcuklarda yerleşik, mukozanın yenilenmesini sağlayan hücreler de benzer özellikler taşıyor.

Günümüzde, pankreas, böbrek ve karaciğer gibi yenilenme yeteneği olmayan ya da çok kısıtlı olan birçok organda, kalp ve merkezi sinir sistemi organlarında da (beyin ve omurilik gibi) ‘kök hücre’ler belirlendi.

fft16_mf473102.Jpeg

Prof. Dr. Erdal Karaöz’ün yönettiği KÖGEM’de kadın araştırmacıların çokluğu dikkat çekiyor.

Fotoğraflar: GARBİS ÖZATAY

KÖK HÜCRE HASTALIKLARIN ŞiFRESiNi ÇÖZÜYOR Hazırlayan: Ayşegül Aydoğan Atakan

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap