k@lpsizim_85

Bursa Caddelerinde 3 Saat Engelli Olmak

Önerilen İletiler

Bursa caddelerinde 3 saat engelli olmak

3 Aralık Dünya Engelliler Günü geçeli 10 gün oldu. Yürüyüşler yapıldı, seminerler, yarışmalar düzenlendi, sözler verildi. Herkes engellileri anladığını söyleyip yine kenara çekildi. Kimse kendini onların yerine koymadı, onlar gibi düşünmedi. Ve aradan geçen 10 gün sonra biz denedik, onların ne büyük zorluklarla karşılaştıklarını uygulamalı olarak anladık hem de sadece 3 saat içinde… Engelli olmak mı? O da ne? Çoğumuz hiç başımıza gelmeyecekmiş gibi yaşarız. Engellileri gördüğümüzde, onlara ya acıyarak bakar halimize şükrederiz, ya da onları yok sayar görmezden gelmeye çalışırız.

Onları anlamaya çalışmak mı?

Hayır

Hiçbirimizin böyle bir çabası yoktur. Sadece anladığımızı düşünürüz o kadar!

Oysa çoğu engellinin sağlık, eğitim, özgürce dolaşma hakları kısaca insanca yaşama hakları ellerinden alınmıştır ülkemizde. Şimdi bu yazıyı okuyan yönetenler böyle bir şey yok diyecekler. O halde birlikte görelim haklarını nasıl ellerinden aldığımızı, bir engelli olmanın, kent merkezinde dolaşmaya çalışmanın, engelli yakını olmanın zorluklarını…

Engellileri anlayabilmek için tekerlekli sandalyede 3 saat geçirdik. Amacımız toplum ve kent olarak engelleri aşıp aşamadığımızı görebilmekti.

Gördük!

Çırpan Mahallesi’ndeki Engelliler Kültür ve Sanat Derneği’nin binasından çıktık yola, tekerlekli sandalyelerimiz ve refakatçilerimizle. Yıldırım Kent Konseyi Engelliler Meclisi 2. Başkanı Mustafa Tıkız, Behiye Oruç ve ben tekerlekli sandalyedeydik. Güzergâhımızı belirlemiştik. Çarşamba Pazarı’ndan Osmangazi Metro İstasyonu’na gidecek, metroyla Şehreküstü’ne ulaşacak, oradan 35/C ile Heykel’e geçerek Altıparmak’tan tekrar derneğe dönecektik. Yolculuğumuza başladık. Tabii ki önce tekerlekli sandalyeyi kullanabilmek gerekiyordu. Durdurmak, yön vermek, en önemlisi de tekerlekleri döndürecek bir güç… Sokağı yarılamadan bunu tek başıma yapamayacağımı anlamıştım. Arkadaşım Didem Erim’den yardım istedim. Ara sokaklardan Çarşamba’ya indiğimizde ilk engelimizle karşılaşmıştık; kaldırımdaki engelli rampası. Bu rampalar engelliler geçsin diye değil geçemesin diye yapılmıştı adeta.

Sandalyemi iten arkadaşım bile beni kaldırıma çıkartırken zorlanmıştı. Birinci engelimizi aşmış gibi görünüyorduk ancak her an kaldırımları işgal eden bir tabelaya, bir çöp tenekesine, ya da herhangi bir eşyaya çarpma korkusuyla ilerliyorduk ve tabii insanlara. Sonunda kaldırımları tabelalara terk edip caddeden yolumuza devam etmeyi uygun gördük. Hedefimiz sağ salim karşıya geçip ara sokaklardan metro istasyonuna gitmekti. Işıklardan karşıya geçmek kolaydı da bir de kaldırımlar olmasa! Kaldırımlar olmasa da caddeler, sokaklar nispeten bizimdi. Trafiği alt üst etmeden kenardan seyredebiliyorduk. Yine de bilinçsizce park eden araçlar zaman zaman can güvenliğimizi tehlikeye sokabiliyordu. Nihayet metroya ulaşmıştık. Acaba orada bizi ne gibi zorluklar bekliyordu? Doğruca asansöre yöneldik. Butona basarak gelmesini beklediğimiz asansör biraz canımızı sıkmıştı. Dikkat çekici bir başka noktaysa asansörün kapısının dışarı doğru açılmasıydı. Peki, bir engelli hem butona basıp hem nasıl asansörden kaçabilirdi ki? Birinin yardımı olmadan olmazdı. Kapı engelini aştıktan sonra asansöre bindik. Bindik binmesine ama bir de sığabilseydik. Uzun bir asansör macerasından sonra metroya binecektik. Fakat çok kalabalıktı. Kendimizi metroya atmaya çalışırken sandalyemin ön tekerleği vagonla istasyon arasındaki boşluğa düşmesin mi? Allah’tan vatandaşlarımız sandalyeyi bir çırpıda sıkıştığı yerden kurtarıp bizi bindirmeyi başardılar.

Oh! Sonunda o balık istifi metroya binmeyi başardık. Fakat o da ne, arkamızdan bir ses: “Bir siz eksiktiniz.” Dedi. Büyükşehir Belediyesi Engelliler Meclisi Başkanı İbrahim Sönmez hemen müdahale etti. “Ne demek istiyorsunuz? Bizim hakkımız yok mu metroya binmeye.” Söylediğinden utanmış olacak ki beyefendi geri adım attı: “Ben öyle demek istemedim” diye.

Evet, biz eksiktik. Toplumdan soyutlanmış, özgürce dolaşma hakları elinden alınmaya çalışan bedensel engelli vatandaşlardık. Ya siz, “Bir siz eksiktiniz” demeye cüret eden beyefendi, ya siz? İnanın bana sizin eksikliğiniz bizimkinden çok daha fazla.

Metro maceramız bitmişti nihayet. Şimdi sıra otobüsteydi. Engelliler için özel tasarlanmış otobüslere binecektik. Şoför Bey engelli rampasını açmıştı. Fakat engelliler için özel dizayn edilmiş rampa ile kaldırım arasında 5-10 santimetre boşluk kalmış, bu da bir engellinin tek başına otobüse binmesine engel oluyordu. Bu durumda yine yardım gerekiyordu. Sağ olsun, arkadaşlarımız yardımlarını bizden esirgemediler. Evet, artık otobüsteydik tekerlekli sandalyemizin kayma korkusuyla frenlere sıkı sıkı asılmış 3 engelli olarak. Yanımızda duran yaşlı bir amca bir taraftan bizi süzerek bir taraftan da, “İyi ki bu otobüslerde tahterevalli var yoksa inemezdiniz” diyordu. Birinin bu amcaya bizim kullandığımız şeyin engelli rampası olduğunu öğretmesi gerekiyor sanırım.

Otobüs Postane durağında durdu herkes inmişti bile fakat biz kaldık. “Şoför Bey lütfen kaldırıma yanaşır mısınız? Biz de ineceğiz.” İndik sonunda ve kalabalığın arasına attık kendimizi. Sandalyemde arkadaşımın yardımı olmadan ilerlemeye çalışırken, yanımdan geçip giden insanlara bakıyordum. Onların arasında kaybolmuştum sanki. Nefes alamadığımı hissettim bir anda. İnsanlar beni görüp ürperiyordu. Farklı bir dünyadan gelmişim gibi beni süzüyor sonra hızlı adımlarla önümden çekilip, kaçıyordu. Kahkaha ile gülen insanların dahi beni gördüğünde suratı asılıyordu. Bazılarıysa gözleri ile acıdıkları yetmiyormuşçasına “Vah vah pek de güzelmiş. Yazık” diyordu. Tam olarak hissettiklerim bunlardı, acıyan ve aşağılayan bakışlar…

Arkadaşlarımla birlikte Kapalıçarşı’dan geçip, Apolyont Han’a gitmeye karar verdik. Altgeçit mi? Bu imkânsızdı, sadece bakmakla yetindik. Mecburen caddeyi kullanmak zorundaydık. Duyarlı sürücülerimiz sayesinde karşıya geçmemiz kolay oldu ama maalesef kaldırımlarda engellilerin geçişini sağlayan bir rampa yoktu. Caddeden devam edip, Kapalıçarşı’nın bitiminden Cumhuriyet Caddesi’ne ulaşacaktık. Arnavut kaldırımlardan geçmek hem engelli hem de yakını için işkenceydi. 3 engellinin bir arada dolaşması bir beyefendinin dikkatini çekmiş olacak ki; “Bu günü mü buldunuz dolaşacak” sorusuyla karşılaştık. Özür dileriz, dolaşmaya çıkarken sizden izin alacağımızı bilmiyorduk.

Apolyont Han’da gezintimize bir çay molası vermiştik. Tekerlekli sandalyemle sürekli masaya çarpıyor. Hareket etmek istiyor ama bacaklarımı kımıldatacak gücü kendimde bulamıyordum. Masanın öbür ucunda duran çantamı almak için bile dolaşmam gerekiyordu. Arkadaşlarıma çantamı uzatmalarını söyleyemiyor çünkü onlara yük olmak istemiyordum. Bir süre sonra fotoğraflarımızı çeken arkadaşım Onur Kıdan lavabonun nerede olduğunu sordu. Merdivenlerden indiğinde göreceğini söyledim ve arkasından gayri ihtiyari ekledim; “Tabi sen tek başına gidebilirsin.” Engellilerin merdivenleri kullanması imkânsızdı, birinin mutlaka yardım etmesi gerekirdi. Ve işte ben bunu iliklerime kadar hissetmiş, anlamıştım.

Çay molasından sonra derneğe dönmek için yola koyulduk. Bu kez kalabalığa girmeye cesaret edemedik, ara sokakları kullanmanın daha doğru olacağını düşündük. Derneğe doğru ilerlerken yaşadığımız bir olay, ‘Bu kadarına da pes doğrusu’ dedirtecek cinstendi. Dar sokaklardan birinde araçlar park etmiş, bir araç da sokağın tam ortasında duruvermişti. Bizim geçebileceğimiz bir yer yoktu. Komşularına ve çocuklarına haber vererek, aracın sahibinin gelmesini beklemeye başladık. Beyefendi 5-10 dakika sonra gelmeye tenezzül etti. Ve özür dileme gereği duymadan söylenerek aracını çekti. Derneğe gitmeye çalışırken bir taraftan da kaldırımları kontrol ediyordum. Başlangıcında engelli rampası bulunup da sonunda bulunmayan kaldırımlar, 20 derece açıyla yapılması gerekirken burun üstü düşmemize sebebiyet verecek rampalar, rampaların olduğu yere gelişi güzel park etmiş araçlar, ne işleri var bu engellilerin sokakta bakışları… Çok kısa ancak meşakkatli bir yolculuğu geride bırakırken gözlemlediklerim bunlardı. Nihayet yolculuğumuz sona erdi, derneğe ulaştık da derin bir nefes aldık.

Tekerlekli sandalyede hiç kıpırdamadan 3 saat geçirmiştim. Bursa’da engelli olmak gerçekten de insanı yoruyor. Engellilerin kendi engelleri yetmiyormuş gibi onlar bir de, devletin, yerel yönetimlerin ve toplumun önlerine koyduğu engellerle uğraşmak zorunda kalıyor.

Engelliler kendi engellerini belki aşabilirler ama ‘Biz toplum olarak beynimizdeki engelleri ne zaman aşacağız’ sorusu akla geliyor.

Not: Yazıda çok fazla, ama, fakat, ancak, sözcükleri kullanılmıştır. Bunun nedeni yapılan her şeyin biraz eksik, biraz hatalı olmasındandır. Özür dileriz!

Tekerlekli sandalyenin arkasında

Daha önce bir tekerlekli sandalyenin arkasına hiç geçmemiş biri olarak, bir şeyler yapmış olmak, kendimi işe yarar hissetmek için davrandım sandalyenin kollarına. Onun arkasına geçtiğiniz anda, sağlam bacaklara sahip olmanızın hiçbir hükmü kalmıyormuş. O sandalye göründüğünün aksine iki kişilikmiş. Bir engellinin yakını olmanın neler ifade ettiğini, birkaç saat içinde anlamak mümkün değil. Ama o sandalyeye mahkum birinin arkasına geçtiğinizde ilk hissettiğiniz şey suçluluk duygusu oluyor. Dünya, yürüyebilen insanlarca istila edilmiş bir yer gibi görünüyor. Ve siz de bu istilanın bir faili, orada oturan insanın çoğu hakkının gaspçısı oluveriyorsunuz. Oturana hiç de destek verici bir misyonunuzun olmadığını hissediyorsunuz. Sosyal hayatta var olmak, gün yüzüne çıkmak, hatta yolda yürü(yeme)mek gibi basit bir eylem için dahi size ihtiyacı olduğunu, her an kanıtlarmışçasına; tepesinde durduğunuzda, rahatsız olduğunu, çoğu kez çekip gitmenizi istediğini biliyorsunuz. Bazen hırs doluyorsunuz, insanların böylesine büyük bir gerçeğe kör bakışına, manasız tepkilerine, anlayışsızlıklarına. Sonra düne kadar onlardan ne kadar farksız olduğunuzun yargılamasını yapıveriyorsunuz istemsiz. Ve susuyorsunuz. Zaten susmasanız da bir taş, bir çukur, bir araç, bir kaldırım aniden kesiveriyor düşüncelerinizi.

Aslında engeller, sadece engellilere değil, onların yakınlarına da konuluyor. Kaldırımdan değil yoldan yürüdüğünüzde, otobüse binemediğinizde, altgeçidi kullanmadığınızda, karnınızı doyurmak için her istediğiniz yere gidemediğinizde, insanların manasız tepkilerine her şahit olduğunuzda; siz de engellere maruz kalmış oluyorsunuz. Engellilerin sayısını veren tüm resmi rakamlar inandırıcılığını yitiriyor birden. Çünkü engellilerle beraber, aynı zamanda onların etrafındaki herkese engel konuluyor. O arabayı iterken engellerin ayağınızı bastığınız daha doğrusu basamadığınız her yerde olduğunu anlıyorsunuz. Ve anlıyorsunuz, bir engelin önüne nasıl birçok engel koyduğunuzu. Asıl engellerin, hükmedilemeyen uzuvlarda değil; sokaklarda, gezdiğiniz caddelerde, otobüslerde, metrolarda olduğunu. Çünkü onların olmadığını düşündüğünüzde beyinlerdeki tüm engeller kalkıyor. Farklar kalkıyor. Bunu anlayabilmek için o sandalyeye oturmanız bile gerekmiyor, birkaç saatliğine itmeniz bile yetiyor.

Mustafa Tıkız 29 yaşında, çocuk felci nedeniyle 1 yaşındayken sandalyeye mahkum olmuş. Hastalığını öğrendiğinde ailesi Mustafa’yı Uludağ Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırmış. 10 gün hastanede yattıktan sonra durumu daha kötüye gidince İstanbul Çapa Hastanesi’ne götürmüşler. Çeşitli sivil toplum örgütlerinde engelliler ile ilgili çalışmalar yapıyor ayrıca Livaneli Kültür Sanat Derneği’nde yönetim kurulu üyesi ve Yıldırım Kent Konseyi Engelliler Meclisi 2. Başkanı. Henüz bir işi yok ama amatör olarak tiyatroyla ilgileniyor.

Toplumun engellilere egosunu tatmin etmek için baktığını düşünüyor. Engellilere karşı toplumda bir tabu oluştuğunu anlatan Mustafa Tıkız, “İnsanlar yürüyebildikleri için kendilerini engelliden üstün görüyor. Allah’a şükrediyor. Bunu da bize duyuracak şekilde yapıyor. Biz kendimizi ne kadar aşmış olursak olalım, bu bakış açısı kırılmamıza neden oluyor. merhametlerinden, yufka yürekliliklerinden söylüyorlar ama bize ne kadar zarar verdiklerini görmüyorlar” diyor.

26 yıl boy aynasında kendisini görmeye tahammül edemediğini söyleyen Tıkız, 3 yıl önce bu tabusunu yıkmış. Engellilerin sosyal ve kültürel anlamda teşvik edilmesi gerektiğini savunan Tıkız, “Bir engelli belediyelere iş istemek için gittiğinde ona ya bir simit tezgahı ya da boyacı sandığı veriliyordu. Bu da engellilere basit insan muamelesi yapılmasına neden oluyordu. Oysaki biz daha iyi işler de yapabiliriz. Bunun fark edilmesi gerekiyor” diye sonlandırıyor konuşmasını.

Behiye Oruç 30 yaşında, doğuştan engelli sadece tek parmağı tutuyor, konuşmakta da güçlük çekiyor. Elleri ve ayakları tutmadığından annesi Kadriye Gültekin her şeyine koşuyor. 7 yaşında bağırsak tembelliği hastalığına yakalanmış Behiye. Her gün kahvaltıdan sonra gezintiye çıkarlarmış annesiyle. Kız kardeşleri evlendikten sonra içine dönük bir kız olmuş Behiye, annesi de elinden geldiğince sosyal bir insan olması için uğraşıyormuş fakat bir eğitim alamamış. Engelli annesi olmanın çok zor olduğunu anlatıyor Kadriye Gültekin, “Her şeyi sizsiniz. Siz tek başına bir bedensiniz o sizde bir beden. O yüzden biz güçlü olmak zorundayız” diyor. Engelli çocuğu olan ailelerin çoğunun bölündüğünü söylüyor biraz sitemkar, “Çünkü babalar bir engelli çocuğun yükünü taşıyamıyorlar ve çekip gidiyor. Ben de eşimden ayrıyım Behiye’yi tek büyüttüm. Behiye bunun için çok üzüldü. Ama yine de o güçlü bir kız. Bana destek oluyor. Ben kızımı çok seviyorum. Ve gücüm olduğu sürece yine onu her istediği yere götürmeye, onu mutlu etmeye devam edeceğim” diye anlatıyor yaşadıklarını.

Kent Gazetesi Melek Sevinç ÇETİN Yazısıdır...

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Bu duyarlılıkla 3 saatte olsa bizi anlamaya çalıştınız yaa helal olsun sizlere.anlama çabası budur işte.tamda bizim yaşadıklarımız degilmi yazılanlar.

bakış acıları,sizi konumlandıran insanlar ve onca aşmanız gereken engeller.sağlıklı olupta sırf bizi anlamak için 3 saatlik engelli rolüne girenlere kendi adıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.sizin gibi duyarlı insanlara ihtiyacı var türkiyenin...

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş
Guest ELWAN

sağlıklı insanların engellilere önce bakış açısı değişecek.

bizlere bakan tüm insanlara sonsuz tşkler.

bir çeken birde bakan biliyor.

paylaşım için tşkler.

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Sayın kalpsizim_85

Emeğine sağlık....teşekkürler.....

Engelli konularını okurken sanki eriyorum.....gözyaşım boğazımda düğüm.....eriyişim ben engelli olupda yaşadığım için değil....engelli olmasaydım da kişilik olarak bütün engelli insanlar yüreğimde çok has....yüreğimi ifade etmem mümkün değil....

3 saata engelli olmanın zorluğunu yaşadılar ama engelli insanların her günü bir ömür.....ve bu ülke değişmez.....

Engelli hayatını ruhunu ifade etmek mümkün değil....

Bütün engelli insanların Allah sabrını gücünü arttırsın.....gülücükleriniz eksik olmasın.....bu dünya an bu an kadar kısa üzülmeyin.....

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap