Dogru_Yol

Yetiştirme Yurdundan Çıkan Büyük Başarı Öyküsü ( Röportaj )

Önerilen İletiler

Yazar-çizer kimliği ile tanıdığımız Demirhan Kadıoğlu'nun farklı ve ilginç başarı öyküsü

Hayata küserek değil severek mücadele etmek gerektiğini belirten Demirhan Kadıpoğlu, "Şimdiki gençler olmayan dertlerini dert edinerek intihar etme lüksüne sahip" diyor.

'Başarı Öyküsü' dendiği zaman genel olarak sıfırdan başlayıp zengin olan insanların öyküleri akla gelir. Gazetelerimizde, dergilerimizde çeşitli iletişim araçlarında da 'başarı öyküleri' denilince nasıl bu kadar serveti kazandı diye merak ederiz.

İçinde bulunduğu zor şartları yenip de kendine hayatta tutunabilecek bir dal bulan insanların öyküleri 'örnek yaşam öyküsü' sayılmaz ya da topluma aktarılacak önemde bulunmaz. Oysa en önemli başarı öyküleri onlardır.'En büyük başarılar' güç koşulların içinden çıkıp kendi geleceğini biçimlendiren, kendi yaşam yolunu açan insanların başarılarıdır. İşte bugün size farklı bir başarı öyküsünden sözedeceğiz… Demirhan Kadıoğlu, hem yazar hem çizer ve engelli. Ama bakın Kadıoğlu, kendisi için ne diyor? "Ben engelliyim ama hayatın içindeyim. Yazıyorum, çiziyorum. Engelli olmak hayatın içinde olmaya engel değil" Evet sizleri Demirhan Kadıoğlu ile yaptığımız sohbetle baş başa bırakıyoruz.

Sizi hep gazeteci yazar- çizer kimliğiyle tanıdık. Dilerseniz geçmişteki kimliğinizi okurlarımızla birlikte paylaşalım. Kısaca kimdir Demirhan Kadıoğlu?

Ben öncelikle 1967'de Bakırköy Çocuk Yuvasına bırakılmışım. 1972'de Yakacık Yetiştirme Yurdu'na gönderildim. 1979'da da Tokat Yetiştirme Yurdu'na… Özel hayatta yaşanan bir takım olumsuzluklar kuşku yok ki, bizi de etkiledi. Doğrusu geçmiş geçmişte kaldı diyorum. Ancak boşanan çiftler sonraki adımı da düşünmeli... Parçalanmış bir ailenin yuvaya bırakılmış bir bireyiyim. Uzun yıllar devletin kanatları altında büyüdük. Kim tarafından bırakıldığımı bilmeden senelerce hem yuvada hem de yetiştirme yurdunda diğer kader ortaklarımla büyüdük, hayatı tanıdık. İsmimizi dosya klasörlerinden öğrendik.

Geçen hafta bir Yetiştirme Yurdu'nda konferans verdiniz. Kamuoyunda "yetimhane" olarak bilinen yerlerde büyümek nasıl bir duygu? Bu günlerden o günlere baktığınızda sizin için neler değişti?

Bir insan olarak baktığımda değişen bir şey yok. Bir gazeteci olarak baktığımda mesleki açıdan çok şey değiştiğini görüyorum. Mesela Yetiştirme Yurtları 1980 öncesi Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı değildi. Hep dernek yardımları veya Vali desteğiyle yürütülen kurumlardı. Ki, 80 öncesi bizim dönemimiz talihsizlerle doluydu. Bir ay çektiğimiz su sıkıntısı vardı ki, ne yıkanabiliyorduk, ne de üstümüzü temizleyebiliyorduk. Kışın kara lastiklerle okula gidiyorduk. Sonra iktidarların değişmesiyle birlikte yurtlarda da gözle görülür bir iyileşme baş gösterdi. Yıllar sonra aynı yetiştirme yurdunu tekrar ziyaret ettiğimde gerçekten büyük atılımlar yapılmış olduğunu gözlemledim. Pırıl pırıl yatakhane, oyun salonları, bilgisayarlı özel odalar ve mis gibi yemekhane salonları… Kıyafetler yepyeni. Hatta geçenlerde konferans için gittiğim bir yetiştirme yurdunda o günler tekrar gözlerimin önüne geldi. Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'nun hakkını yememek lazım. Bütün ihtiyaçlar temin ediliyor. Ancak bir detay var ki o hiç değişmemiş: çocuklar hep aynı ürkeklik ve terkedilmiş olmanın hıncını üstünde taşıyor.

Yetiştirme Yurtlarında büyüyen biri olarak sizin hayata sarılmanız nasıl oldu? Yani sizde mi hınçla başladınız hayata?

Toplum hayatımıza baktığımızda kuşkusuz aile ortamında görünen bir takım huzursuzluklar olmuyor değil. Ancak kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla bakıldığında aile içi problemler kendi dokusu içinde çözülebiliyor. Ancak yetiştirme yurdundaki olumsuzluklar sayılamayacak kadar çok. Ben hep bardağın dolu tarafını görmeyi tercih ettim. Genellikle yurt çocukların psikolojileri incelendiğinde ne verirseniz gayr-ı memnun bir tavır görülür. Az önce bahsettiğim konferanstan sonra bir genç yanıma gelerek kulağıma, "Ağbi sen de bizdenmişsin. Bizi bizden başka kimse anlamaz. Damdan düşenin halini damdan düşen bilir" diye fısıldadı. Yani "ondan" olmayanı kendine uzak görüyor. Öncelikle yurtlardaki bu çocukların kalplerini fethetmeliyiz. Yaşadıkları bu dünyada "itilmiş" olarak görünmek istemiyorlar. Sosyal etkinlilerle becerileri geliştirilmeli.

Hayata sanatla tutuldunuz diyebilir miyiz?

Resim, sanat, müzik veya spor dallarında her türlü marifetleri desteklenmeli. Ben resim ve karikatür çizerek mizahi yönle hayata tutundum. Zaten hayatınızda hep iki seçenek vardır. Bu seçeneklerden hep "iyi" veya "doğru" hanesini tercih ederseniz bakış açınız hep "pozitif" olacak. Oldu da. Bu pozitivizmi inanç besler. İnanan insan itaat eder, kurallara uyar. İnancınız yoksa kaybınız büyük. İnancınız varsa, herşey var. Bütün kainat emrinizde. İnancım beni hep motive etti. Peygamberimizin küçük yetim çocuğun başını okşadığı kıssa her daim aklımda. O kadar hoşuma gider ki... Hani, bayram günü Efendimiz (a.s.v.) oynamakta olan bir grup çocuğun yanına uğrar… Kıyıda oturan yalnız bir çocuğun yanına yaklaşır. Halini sorar. Çocuk yetimdir, annesi ise bir başkasıyla evlidir. Bakacak kimsesi yoktur… Bu sebeple üzüntülü olduğunu bildirince, Kainatın Efendisi, "İster misin, Muhammed senin baban olsun, Aişe anan ve Fatıma da kardeşin olsun?" buyurur ya… Bu kıssada kendimi görüyorum. Kainatın Efendisi "baba"mız, Hz. Aişe "annemiz," Efendimizin kızı Hz. Fatıma da "kardeş"imiz… Bizim için bundan daha büyük mutluluk olabilir mi? Biz yetimler ne kadar sevinsek azdır.

Zamanın gençleri en ufak bir sıkıntıda hemen intihar etmeyi düşünebilecek kadar karamsar, tavsiyeniz nedir?

Şunu söylemeliyim, bir kısım medya, özellikle tribünlere oynayan yazılı ve görsel basın Yetiştirme Yurtlarını hep "hüzün"hane olarak göstermeye çalışır. Ajite eder. Sebebi, içindeki yaşamı bilmediğinden. Yetiştirme yurtları karamsar mekanlar değil. Umut ve ümit yurdudur. Her çocuğun gözlerinde umut parlar. Karamsar olanlar yok değil, elbet var. Onlar ise içindeki boşluğun bir türlü dolduramadığındandır. Hak vermek lazım. Günümüzdeki gençlere baktığımızda olmayan dertlerini dert edinerek, intihar etme lüksüne sahip… Şahsen bunu anlamakta zorlanıyorum. Hayat yaşanmaya değerse, bu kadar ucuz olmamalı. Eğer ders almak istiyorlarsa, yetiştirme yurtlarını veya terkedilmiş ihtiyarların yurtlarına baksın. Hayatın kıymetini oralara bakarak anlasınlar.

Peki Yetiştirme Yurdu'nda sizi hayata tutan neydi?

Fırsat buldukça kitap okurdum. Önce romanlara merak saldım. Sonra tarihe… Daha sonra da arayış içinde olduğum dönemlerde manevi kitapları okudum. Çünkü bir boşluk vardı ve onun doldurulması gerekiyordu. Tamam arada bir namaz kılıyorduk. Teravih namazlarına gidip, insanlara bakarak namaz kılmasını öğrenmiş, yeri geldiğinde namaz dualarını ezberlemiştik. Ne zamanki Risale-i Nur'larla tanıştım, o zaman bu kainata boşuna gelmediğimizi, yaradılışımızın bir sebeb/i hikmeti olduğunu ve yaptığımız ibadetin bir anlamı olduğunu keşfettik. Aslında hayatta eksiklik diye bir şey yok. Yeter ki, siz isteyin Allah gönderiyor.

Neden karikatür? Bu merak nasıl başladı?

Çizgi benim dünyamda önemli bir yere sahip… 11 yaşımda üç ameliyat geçirdim. Göğsümde yumruk büyüklüğünde ur vardı. İkisi local anestezi… Üçüncüsü bayıltarak… Bu da aylarca hastane odalarında kalmak demek… Yatağa mahkûmdum ve bir şeyler çizme ihtiyacı hissediyordum. Sonunda çizgisiz defterler alarak karalamaya başladım. Resimler çizdim. Çizgi romanlar yaptım, hikâyeler yazdım. Amatörce… Kimi hastaların karikatürünü çiziyordum, kimi hasta ziyaretçilerin… Yani hastalığım bir nimet oldu. Bol zaman olunca bol düşünme vakti buluyorsunuz. Düşüncenizi geliştiriyor, dahası kitap okuyorsunuz. Karikatür çizimlerinde mizah duygumuzu katarak hayata bakış açımızı eğlenceli hale getirmeye çalıştım.

*Kimler size önayak oldu?

Mizah duygusu ile alay duygusunu birbirine karıştırmamak lazım. Karikatür gücendirmemeli, düşündürmeli. Eğlendirmeli, alay etmemeli. Yergi de yerinde olmalı. Mizah zeki insanların işi. Zekanızı olumlu yerde kullanırsanız ve çizgiyle bütünleştirirseniz ortaya iyi bir karışım çıkıyor.

İlk karikatürlerimi Gırgır dergisine göndermiştim. Oğuz Aral'ın eleştirileri doğrultusunda çizgime çeki/düzen verdim. Sonra Can Kardeş çocuk dergisinin açtığı karikatür yarışmasında üçüncü, bir sonraki yarışma çizgi-roman da ikinci gelmiştim. Bu benim hayatımı değiştiren unsurlardı. Devamlı karikatür göndererek, çizgi hayatına atılmış oldum. Daha sonra gelen teklif üzerine hem gazetede aktif olarak çalıştım, hem de dergide çizimlere başladım.

Aradan yıllar geçti… Evlendiniz. Aile hayatı yaşamamanıza rağmen, bir aile kurmak zor olmadı mı?

Hayat tecrübelerin bileşkesi. Evlilik hayatımın önemli bir dönüm noktası oldu. Esasen çok korktum diyebilirim. Malum evlilik, iki yabancı insanın ortak bir noktada buluşması… İlk yıllar birbirimizi tanımakla geçti. Kuşkusuz sıkıntılar olmadı değil, her evlilikte olduğu gibi. Mühim olan bu duvarları aşabilmek. İnsanlar birbirini tanıyınca duvarları yıkıyor zaten. Üstelik benim kazancım vardı. Çünkü onun annesi, annem. Babası babam oldu. Zaten ortak akılla hareket ettiğinizde problem kalmıyor. Bir de manevi olarak sorumluluklarınız var. Çocuklarınızı en iyi şekilde yetiştirmenin gayreti içine giriyorsunuz. Eşim hayatımın her safhasında en büyük desteğim oldu. Zaten geriye dönüp baktığımda 18 yılı geride bırakmışız.

Çocuklarına neler tavsiye ediyorsun, onların sana bakışı nasıl?

Çocuklarıma, "Bakın biz böyle çektik, şu sıkıntıları yaşadık" diye anlatarak onları ezmemeye çalışıyorum. Her çocuk bir dünya. Kendi çocuğun bile olsa farklı karakterlere sahip olduğunu görüyor ona göre hareket etmeye çalışıyorum. Mümkün olduğu kadar onlarla vakit geçirmeye çalışıyorum. Sofrada, gezide, tatilde… Onlara sahip olduğu nimetlerin kıymetini, dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Onlara maddi imkanlar yerine "sevgi" vermeye çalışıyorum. Çünkü biz anne baba sevgisinden yoksun büyüdük. Ben onlara nasıl davranıyorsam, onların bana bakışının öyle olduğunu biliyorum. Ancak baba olmak dünyanın en ağır yüklerinden biri belki. Bir aileye sahip olmak "lay lay lom" bir hayata sahipsiniz demek değil… Bunu biliyorum. Gerçekçi gözle bakıp çocuğunuzu yetiştirmek ve hayatın her türlü zorluklarına alıştırmalısınız.

Çeşitli kanallarda masal programı, gazete ve internet sitelerinde köşe yazısı, onlarca masal kitabı ve karikatür çiziyorsun? Nereye kadar?

Sorunuzu anladım. Topluma anlatacak çok şeyim olduğunu düşünüyorum. Enerjimin yettiği kadar bir şeyler anlatacağım. İnsan bir kez hayata gelir. Hayatın provası yok. Yaşadığın müddet içinde yaşadıklarını tecrübelerini bir sonraki kuşağa aktarmalısınız. En iyi miras, şu gökkubede hoş bir sada bırakmak değil midir?

Gençlere dönük mesajınız neler?

Gençlik hayatın en güzel ve tatlı meyvesi… Bu zamanda Allah'ı tanımak ve onun emirlerini yerine getirmek kâr üstüne kâr etmek kadar faziletli bir ticaret. Zor değil. Okuyarak cenneti size hiçbir din vaad etmez. Eğlencenin de bir yeri var. Ama hiçbir insan hayatı boyunca eğlenemez. Saf zihinlerini temiz enerjiyle doldursunlar. Kainatı okusunlar ve bir gün yaşlanacaklarını düşünsünler. Bu dünyanın cazibesi bir illüzyondur. Geçicidir, baki değil. Tıpkı dünya hayatı gibi. Ebedi hayatlarını cazibedar fitnelerinden sakındırmalı ve korumalılar. Elindeki sanat ve zenaatle geçimini sağlamalı, ibadetlerle ebedi hayatını kurtarmalılar.

Röportaj: Fahri Sarrafoğlu

Kaynak

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

İstemek Başarmanın Yarısı Derler...

Kendine Bir Yol Çizmiş ve Bu Yolda da Kendini Kanıtlamış...

İçinde bulunduğu zor şartları yenip de kendine hayatta tutunabilecek bir dal bulan insanların öyküleri 'örnek yaşam öyküsü' sayılmaz ya da topluma aktarılacak önemde bulunmaz. Oysa en önemli başarı öyküleri onlardır.'En büyük başarılar' güç koşulların içinden çıkıp kendi geleceğini biçimlendiren, kendi yaşam yolunu açan insanların başarılarıdır

Bu Söz Herşeyi Özetliyor Bence...

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap