Can Sengul

Engelli Anne Baba Olmak...

Önerilen İletiler

ENGELLİ ANNE BABA OLMAK

Engellilerin her zaman yardıma muhtaç olduğunu, kendi ihtiyaçlarını kendilerinin karşılayamadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

Onlar işitme, görme ve bedensel engelli.

Ama hepsi birer anne.

Çocukları da kendilerinin aksine sağlıklı.

Hiç merak ettiniz mi bir engelli anne bebeğini nasıl büyütür, hayata nasıl hazırlar?

Onlar, engellerine rağmen engelleri aşan anneler.

Geceleri uyuyamayan minik bebekler anne babalar arasında hep şikâyet

konusudur.

Uykunun en tatlı yerini bölen bir bebek hıçkırığı özellikle de annelerin kâbusudur aslında.

Hele bir de her gece defalarca tekrarlanıyorsa.

Bebeklerin zamanlı zamansız ağlaması genelde ebeveynleri rahatsız eder.

Tabii ki geceleri bölünen her uyku, bir zaman sonra büyük bir eziyete dönüştüğü için haklı olarak “ne var bunda” diyebilirsiniz.

Peki, her gece onlarca kez de olsa bebek sesiyle uyanmanın büyük bir nimet

olduğunu düşündünüz mü hiç?

Şimdiye kadar aklınıza gelmediyse işitme veya görme engelli, felçli annelerin hikâyelerini okuyunca bunun şükredilmesi gereken büyük bir nimet olduğunu anlayacaksınız.

Hem de yüreğinizde hissederek.

Şüphesiz annelik bütün dünyanın kabul ettiği sayılı ortak değerler

arasındadır.

Kadının hayatını değiştiren, onu şefkat, merhamet ve fedakârlık abidesi haline getiren bir haslettir anne olmak.

Beşikten mezara kadar elinden tuttuğu yavrusunun varlığını hiçbir mutluluğa, sevgiye, huzura değişmeyen bir anne için hayat, bebeğini kucağına aldığı andan itibaren bir başka anlam kazanır.

Onunla yatar, onunla kalkar; onunla yer, onunla içer.

“Annelik zor zanaat” diye boşuna dememişler.

Çünkü yaşananlar meşakkatli, zor bir süreçtir

Her kadın, fıtratının bir gereği olarak annelik duygusunu tatmayı, yavrusunu kucağına alıp okşamayı ister.

Aynı hülyalar engelli bayanlar için de geçerlidir.

Onlar da sağlıklı çocuklar dünyaya getirmeyi, yavrularını sevgiyle büyütmeyi hayal eder.

Zira bir ev çocuksuz olmuyor.

Gözler görmese de, kulaklar işitmese de, el ele çayırda çimende koşturulmasa da her evli çift “anneciğim, babacığım” hitabını duymak istiyor.

Bir anne düşünün ki gözleri görmüyor.

Bir başkası duymuyor ya da tekerlekli sandalyesinde yavrusunun isteklerine cevap vermeye çalışıyor.

Hayatta “ben de varım” diyen bu insanlar da anne ve çocuklarının geleceği

için onlar da pembe hayaller kuruyor...

Hem de hayatın önlerine çıkardığı bütün engellere inat.

Çoğu görme, işitme, bedensel engelli çiftin çocuğu, anne-babalarının

aksine sağlıklı dünyaya geliyor.

Bu sonuç aileleri mutlu ederken birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Örneğin, işitme engelli annelerin en büyük sorunu, bebeklerinin ağlamasını duyamamaları.

Bu durum ilk etapta zihinlerde duygusal çağrışımlar yapsa da, aslında işitme engelli ebeveynler için ciddi bir problem.

Çünkü gece karnı acıkıp anne kokusunu özlediğinde ağlayan bebek, çığlıklarına muhatap bulamıyor.

Ya da yaramazlık yaparken eli kapıya sıkışsa, başından aşağıya kaynar su dökülse yan odadaki annesinin haberi olmuyor.

Hemen o kadar karamsar olmayın.

Çocuklar her ailenin kendince bulduğu çözümlerle büyüyor.

Bu zorlu sınavda da birbirinden farklı hayat hikâyeleri çıkıyor.

Bir bakıma onlarınki “iç konuşması” bol bir yaşam aslında.

Benim dünyam çok sessiz…

Hamdiye Ayanoğlu yedi yaşında geçirdiği menenjit hastalığından sonra işitme duyusunu ve hafızasını kaybeder.

Anne-babası işitme engellilerin

kullandığı işaret dilini bilmediği için zor günler geçirir.

Ailesiyle hiçbir zaman tam bir diyalog kuramaz.

Kendi çabasıyla okuma-yazmayı, dudak okumayı öğrenir.

15 yaşında işitme ve konuşma engelli devlet memuru Tuğran Ayanoğlu ile hayatını birleştirir.

Artık daha “sesli” bir dünyanın kapısı aralanır kendisine.

Ayanoğlu çifti, “Acaba çocuğumuz da engelli olur mu?” düşüncesine hiç

kapılmadan çocuk sahibi olmak ister.

İlk çocukları bir erkektir.

Muzaffer adını verdikleri oğulları gayet sağlıklıdır da.

Hayatları renklenmiştir, ama kısa sürede bir gerçeği fark ederler.

Minik Muzaffer'in ağlamalarını duymuyorlardır.

Kendilerince bir formül bulurlar.

Muzaffer bebek sürekli annesinin kollarında uyur.

En ufak bir kıpırdama Hamdiye Hanım'a süt vaktinin geldiğini gösteriyordur çünkü…

Fedakâr anne üç çocuğunu da büyütürken bir gece olsun derin ve aralıksız

uyumaz.

Yardıma gelen anneanne, kızının az da olsa rahatça uyuyabilmesi

için kendi kolundan kızının koluna uzanan bir ip bağlar.

Bebek ağladığında anneanne uyanır, aradaki ip birkaç kez çekilir ve anne uyanıp bebeğe bakar.

Bir gün büyük oğlu Muzaffer, gündüz saatinde etraftaki komşuların

bile duyacağı kadar ağlar…

Ama Hamdiye Hanım çığlıklardan habersizdir.

İçindeki sesi dinleyerek aniden odaya gelir ve neredeyse ağlamaktan morarıp nefesi kesilen bebeğini muhtemel bir ölümden kurtarır.

Şimdi 31 yaşında olan küçük kızı Ebru da bir gün beşiğinden aşağı yüzüstü düşer, nefessiz kalır.

Ebru'yu ölümden bu kez de büyük kardeş Muzaffer kurtarır.

Hislerini işaret diliyle anlatmaya çalışan Hamdiye Hanım, yaşadıklarından

yola çıkarak engelli annelerin çocuk büyütürken engelsiz annelere göre

daha dikkatli olması gerektiğini söylüyor:

“Yemek pişirirken, temizlik yaparken her 15 dakikada bir çocuklara bakardım. İş yaparken değil, arada gidip gelmekten yorulurdum. Eğer engelli olduğum için çocuklarıma zarar gelseydi kendimi affetmezdim. Ne yapayım, benim dünyam çok sessiz.”

Peki, engelsiz çocuklar anne-babalarının hayatına ne katıyor?

Çocuk küçük yaştan itibaren anne-babanın dış dünyayla kurduğu köprü

oluyor.

Görmüyorsa gören gözü, işitmiyorsa duyan kulağı, bedensel engelliyse sağlıklı bedeni oluyor.

Engeliyle barışmış olan bireylerin yaşam enerjisi yüksektir.

Çocukları bu enerjiyi daha da artırıyor.

Engeller yüzünden yarım kalmış hayaller çocuklar üzerinden tamamlanıyor.

Bu da anne-babayı yaşama dair motive ediyor.

Engelliler Günü...

(Özürlüler günü değil...)

Engelliler Gününde ne yapılır?

Bir iki toplantı...

Bir iki panel...

Bir iki bir iki kuru laf...

Ve ertesi gün her şey unutulur..

Gelin bu yıl ki Engelliler Gününde “empati” yapalım ve bir günlüğüne kendimizi bir engellinin yerine koyalım ve onları anlamak için çaba harcayalım..

Çünkü bizlerin ve yakınlarımızın başına böyle üzücü şeyler gelmediği sürece

hiçbir şey yapmıyoruz...

Bu üzücü durumlar bize çok uzak gibi geliyor ve Allah Korusun deyip geçiştiriyoruz.

Ama unutmayın ki sağlıklı bile olsak her an bizlerde birer engelli olabiliriz...

Türkiye de 8.5 Milyon Engelli vatandaşımızın olduğunu biliyor musunuz?

Çok büyük bir rakam değil mi?

Bu kadar çok oldukları halde onları çok sık göremiyoruz çünkü çok büyük bir

çoğunluğu evlerinden çıkamıyor ve çıkmak istemiyor...

Engelli olmaları onların değil bizim suçumuz..

Sadece para kazanmak için yapılan bozuk ve plansız yollarda meydana gelen kazalar...

Yeterli emniyet tedbirleri olmayan pahalı ama içi boş arabalar...

İş güvenliği tam olarak sağlanmayan çalışma koşulları...

Kısa sürede ehliyet alarak trafiğe salınan trafik canavarları...

Töre ve “oy uğruna” yapılan akraba evlilikleri...

Daha fazla para için bilinçli olarak hormonla büyütülmüş besinler...

Bilinçsizce geçirilen hamilelik dönemleri...

Hain terör örgütünün acı sonuçlarından biri olan “GAZİLİK…”

Ve tüm bu üzücü sonuçları denetlemek ve en aza indirmek elinde olan ama İHMAL eden devlet adamları...

8.5 Milyon kişi çok büyük bir rakam ve biz onlar için hiçbir şey yapmadık...

40-50 tane tekerlekli sandalye dağıtmak bu milyonlar içinde çok az bir sayı ve bunların dağıtımı sırasında televizyondan izlerken bir şeyler yapıldığını sanıyoruz ama engelli vatandaşlarımızın sayısı hızla artıyor...

LÜTFEN bir gün de olsa şunları yapmaya çalışın ya da düşününüz...

Gözleri görmeyen bir kadında makyaj yapmak istemez mi?

Onun da beğenilmeye hakkı yok mu?

Ayakları olmayan bir adamın bir mağazanın ayakkabı reyonuna bakarken neler

düşündüğünü biliyor musunuz?

Duyma engelli olan bir erkeğin sevdiği kadının o güzel sesini duyamamasının ne olduğunu bilir misiniz?

Tek bacaklı bir kız çocuğunun OKS sınavı için tercih yapmadan önce okulları

gezerken “daha az basamaklı” okulları tercih listesine almak için basamakları saydığını biliyor musunuz?

Konuşma engelli olan çalışkan yavrularımızın okullarda çok bildiği sorularda bile elini kaldırmadan beklediğini ve cevap vermek zorunda kaldıklarında kolay söyleyebildikleri harfleri kullanmak için nasıl büyük bir çaba harcadığını biliyor musunuz?

Güneydoğuda bacağını ya da kolunu bizler için veren GAZİLERİMİZİN büyük

çoğunluğunun eş, sevgili veya nişanlıları tarafından ilk bir yıl içinde terk

edildiğini biliyor musunuz?

Bir engelli ailesi olmanın ne olduğunu biliyor musunuz?

Engelli çocuğunuzun geleceği için endişe etmekten geceleri uyuyamamanın ne olduğunu bilir misiniz?

Bacakları olmayan ve yürüyemeyen kız çocuğunun rüyalarında özgürce koşup oynarken nasıl mutlu olduğunu ve gülümsediğini bilir misiniz?

Aynı kız çocuğunun babasına şu soruyu sorduğunda o babanın nasıl kahrolduğunu düşünebiliyor musunuz? :

“Baba biz cennete gittiğimizde benim iki bacağım olacak değil mi?”

Bazı soruları hiç sevdiklerinize sordunuz mu?

Ve GERÇEKTEN asil bir cevap aldınız mı?

Örneğin sevdiğiniz biri ile evlendiniz...

Akşam çok güzel bir düğün yaptınız ve düğün dönüşü bir kaza sonucu gelin ya da damat iki bacağını kaybetti ve hayatının sonuna kadar yatağa mahkum oldu.. Bu durumda hayatın bazı güzelliklerinden mahrum olarak, büyük bir sadakat ile o yatağa mahkum eşi için canını dişine takıp o durumda bile onunla hayatı paylaşmak isteyecek ve asla pişman olmayacak kaç kişi tanıyorsunuz?

( Böyle üzücü bir durumda bile asla ayrılmayı düşünmeden, aldatmadan ve hayatını engelli sevdiği ile paylaşmaktan mutlu olabilmenin “gerçek sevgi” olduğunu acaba kaç kişi gerçekten tam anlamı ile idrak edebilecektir.)

İsterseniz bu mesajı okuduktan sonra sizinle hayatı paylaşan ya da paylaşmak isteyen sevdiklerinize bir sorun bakalım.

Aldığınız “gerçekçi yanıtlar” sizin ne kadar şanslı olduğunuzun ve sevildiğinizin bir işaretidir.

Ama bu kadar şanslı olmayan ve hayata küsen o kadar çok engelli insanımız var ki.

Sevgiyi ve aşkı sütun gibi bir bacakta ya da pürüzsüz bir ciltte arayan bir toplumda engelli olarak hayatı paylaşacak birilerini aramak ne acı.

Neden bir görme engelli başka bir görme engelli ile evlenmek zorunda.

Ya da neden böyle insanlarımızı bir araya getirip evlendirmek isteriz?

Kalbin engelli olur mu?

Gittikçe bencilleşen bir toplumda engelli olmak çok zor.

Lütfen tüm bunları bir günde olsa düşünelim.

Örneğin evde olduğunuz bir gün sabahtan akşama kadar tüm işlerinizi gözünüzde siyah bir bantla yapın ve sabah bağladığınız bantı hiç çıkarmadan geçirdiğiniz o bir günde görme engelli olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlayın.

Ya da sabah bir kolunuzu bir iple arkadan bağlayın ve tüm günü tek kolla geçirmeye çalışın.

O vatandaşlarımızı anlamak demek onlar için gerekeni yapacak bilince ulaşmak

demektir..

Ve bu ÇOK önemli.

Neden 550 milletvekilimiz arasında çok az sayıda engelli vatandaşımız var?

Ülke yönetmek için kol ve bacak mı gerekir?

Kolları ve bacakları tam olanların yaptıkları rezillikler ortada.

Neden engelliler için kurulan derneklerde çoğunlukla engelli vatandaşlarımız çalışır?

Duyarlı olmak için bir organımızı kaybetmek mi gerekir?

Geçen gün dünya engelliler futbol turnuvası yapıldı ve bir çok ülkeden bacakları olmayan koltuk değnekli insanlar mücadele verdi..

Bu karşılaşmaları izleyenler hayrete düştü.

Çünkü bu güzel insanlar o çok övündüğümüz futbol takımımızda oynayan futbolcularımızdan! çok daha hızlı koştular ve daha ataktılar. (Bu bir gerçektir ve izleyenler bunu görmüştür.)

Ve asla yılmadılar.

Sonuçta devletimiz bu yılmadan mücadele eden futbolcularımıza 5 milyar gibi bir rakam ödül verirken kulübede oturup sakız çiğneyenlere 100 milyarlarca lira verdi.

Lütfen şunu hiç unutmayalım.

Engelli vatandaşlarımız normal ve sağlıklı olan bizlerden çok daha azimlidir.

Ve onların hayata katılmaları için elimizden gelen küçük ya da büyük her şeyi

yapalım.

Bu insan olmamızın en büyük işaretidir.

Hiçbir şey yapmak istemeyenler, lütfen, en azından şunu yapın:

Onlara acıyarak bakmayın.

Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin?

Küçük kız o kadar şekerdir ki yüzüne bakmaya doyamazsınız..

Doğuştan iki bacağı yoktur ve 4 yaşında olduğu için hala içinde bulunduğu durumu anlayamaz.

Televizyonda gördüğü çocukların iki bacağı olduğunu gördüğünde anne ve babasına hangi soruyu sorması gerektiğini bile bilemez.

Bayramlık hiç kırmızı ve parlak ayakkabısı olmamıştır.

İlk emekleyip adımlar attığını gören yoktur.

Ama o kadar tatlı,güzel ve masumdur ki...

Bir gün babası işe giderken güzel kızına sorar:

“Kızım sana akşama gelirken ne getireyim?”

Babası 4 yaşındaki güzel kızının şeker ya da bebek demesini beklerken o güzel kız çok masum ve yürekten şunu ister:

“Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin?”

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

İnsanlar sizi anlıyoruz diyorlar.Anlamak bilmek bunlar anlamsız kelimeler boş kelimeler.Bilmek ayrı yaşamak ayrı.Halini anlıyorum gibi cümle kuran insanardan hoşlanmıyorum.Nasl anlıyabilirsin ki boynundan aşşağısı hiç felç oldu mu senin.Vücudunun çoğunu hissetmeden yaşamak nedir nasıl bilebilirsiniz.Kolların var ama parmakların oynamıyorsa sen birşeyi tutamanın nasıl birşey olduğunu nasıl anlarsın?Kalem tutamamak,yazı yazamamak,yemeğini yiyememek,çocuğunu okşuyamamak,sıcak yada soğuğun ne demek olduğunu anlıyamamak ne demek nerden bileceksiniz seni anlıyorum gibi boş boş konumak insanlara kolay geliyor galiba. Saçmaladığının farkında olmadan konuşmak nedir ama biz onu bilebiliyoruz.Zor herşey çok zor artık .yatağına yapışık yaşamak nedir nasıl bilinebilir ki?Sabah olduğunda kalkmak isteyip de kalkamamak nedir nerden anlayabilirsiniz ki...ama dua edebilirsiniz bize

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap