Guest DOĞRU YOL

Engelliler Engelli Değil...

Önerilen İletiler

Guest DOĞRU YOL

Onların her insan gibi hayat içinde var olabilmelerine engel olan koşullar engelli…

Sevgili dünyalılar, dünya insanları, sınıf sınıf ayrılmış insan kitleleri… Kimi zengin, kimi fakir, kimi engelli, kimi zenci, kimi Kürt, kimi ermeni, kimi güzel, kimi çirkin, kimi cahil, kimi eğitimli, kimi şu siyasi partiden, kimi şu dinden, kimi şu tarikattan… İlk kez tarih öncesi çağda kol gücüne dayanarak başlayan bu sınıflandırma, insanoğlu modernleştikçe, dünya nüfusu çoğaldıkça başka başka sınıflandırmaları da beraberinde getirdi…

İnsan yavrusu doğar doğmaz, kayıtlara geçen sosyal bir canlı türü… Sizin haberiniz yokken, henüz dünyaya gözlerinizi açamamışken, hayatınız boyunca kimliğinizi belli edecek olan bilgiler kayıtlara geçmeye başlar, yaşınız ilerledikçe de bu bilgiler eklenerek çoğalır çoğalır…

Geçen gün yeğenim dünyaya “merhaba” dedi, hastanede, bebeğimiz sessiz sakin yenidünyasına alışırken kardeşimle onun ilk kayıtlarını yaptırdık, hangi gün ve saat kaçta doğduğu, doğum yeri, anne adı, baba adı, soyadı adından önce kayıtlara geçti… Yıllar önce, ilk kaydımı benim de babam yapmış olmalı diye düşündüm… Garip bir duyguydu, dünyaya gelen yeni bir insanın ilk kimlik kayıtları… Engelsizlerin de engellilerin de ilk kayıtları bu şekilde yapıldı… Ve hiç kimse dünyaya getirdiği canlının engelli olacağını önceden tahmin edemiyor. Artık teknoloji sayesinde anne karnındaki bebeğin durumu kontrol edilip, bilinebiliyor olsa da doğum esnasında ya da sonradan meydan gelen bir takım nedenlerle yeni doğan bebekler, engelliler sınıfına girebiliyor… Ya da yetişkin olana kadar engelsizken bir anda geçirilen bir kaza sonucu engelli olunabiliyor… Ayağınızın ya da kolunuzun burkulması dahi sizi geçici bir süre için engelli sınıfına, dünyasına sokabiliyor…

Söze sevgili dünyalılar diye başladım, uzayda başka canlılar olduğunu işaret etmek değildi niyetim ki bu konuda bir takım tartışmalar olsa da kesin bilgilere ulaşmış değiliz henüz… Öyle seslendim çünkü dünya nüfusunun içinde oluşturulmuş bir takım sınıflar, beni her zaman rahatsız etmiştir çünkü kimse kimsenin efendisi olamaz, kimse kimseyi bir özelliğinden dolayı yadırgayamaz, onu sınıflandıramaz, ötekiler diye adlandıramaz diye düşünmüşümdür hep. Engelliler konusunda da her zaman başka bir kelime bulmaya çalışmışımdır, “engelli”, “özürlü” “sakat” kelimeleri o kadar ayrımcı gelir ki bana ama ben dahi konuşurken onlardan bahsetmek istediğimde, toplumda yer etmiş bu kelimeleri kullanmak zorunda kalıyorum çünkü onlar bir sınıfın üyesi haline getirilmiş durumdalar… Engelsiz bir insandan bahsederken bile yalnız Türk toplumunda değil dünya ülkelerinin bütün toplumlarında da hemen bir tanımlamaya gidilir, ilk tanıştığınız bir insan hakkında anında bir yargıya varmak için programlanmış gibi yaşarız; güzel kız, zengin olmalı, arabası pahalı, konuşurken kurduğu cümleler, ne mezunusun, ne iş yapıyorsun, nerede oturuyorsun… Evet, bütün dünyalılar ayrı ayrı sınıflar oluşturmaktalar ama benim bu yazıda değinmek istediğim engelliler…

Bu dünya hepimizin… Yollar, kaldırımlar, binalar, toplu taşıma araçları, her şey herkes için olmalı ve engelli diye ayrıma gidip, onlar için ayrı yollar, ayrı binalar, ayrı araçlar, tuvaletler yapmak yerine, yapılan her ne varsa, o yapılan şeyi aynı anda herkesin kullanabilmesi sağlanmalıdır çünkü bir kaldırımdan çıkamayan engelli gibi, çocuk da çıkamaz, yaşlı da çıkamaz ve ben de ayağım kırıldığında çıkamamıştım… Aylarca değneklerle birebir yaşadım toplumda engelli olmanın zorluklarını… Türkiye’den İngiltere’ye giden her insan neden aynı şaşkınlığa düşüyor dersiniz? Günlük yaşamda ilk göze çarpan ayrıntı, bu ülkede ne çok engelli olduğu oluyor ama sonra hemen anlaşılıyor ki bizim ülkemizden daha çok engelli yok orada. Yalnız engelliler herkes gibi günlük yaşamda yer alabiliyorlar, sokakta onları görebiliyorsunuz çünkü toplumdaki her insan düşünülerek yapılandırılmış bir ülke… Türkiye’de ise engellilerin çok azı sokakta dolaşabiliyor, o da bin bir zahmetle… Devlet engelli kartı veriyor onlara ve toplu taşımadan, sosyal faaliyetlerden ücretsiz yaralanabilsinler diye, hâlbuki engelli kartı yerine sokakta rahatça dolaşabilmeleri, normal seviyede eğitim alabilmeleri ve kolaylıkla iş bulabilmeleri sağlanabilse, ayrımcılık diye bir şey de söz konusu olmayacak…

Ben engelliler dünyasına dört sene önce girdim, eşime İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Özürlüler Müdürlüğü’nden gelen bir teklif üzerine, eşimle birlikte engelliler dünyasında tiyatro eğitimi vermeye ve oyunlar çıkartmaya başladık… O zamana kadar engelli bir dostum olmamıştı, o dünyayı bilmiyordum… Onlarla ilk karşılaştığım günü hatırlıyorum… Bir salon dolusu engelli bizi bekliyordu… Salondan içeri girdiğimizde, onların bize bakışı bizden daha normaldi… Çünkü onlar bizi biliyordu, biz onları bilmiyorduk… İtiraf etmeliyim ilk günlerde çekinmiştik; her beden hareketini yapıp yapamayacaklarını, her söylediğimizi algılayıp, algılamayacaklarını bilmiyorduk… Günler ilerledikçe bize o kadar çok şey öğrettiler ki biz de var gücümüzle, onların tiyatrodan önce esas ihtiyaçları olan, engellerinden dolayı, eksik bırakıldıkları yönlerini tamamlamaya çalıştık… Eksikleri görmemeleri, duymamaları, bir takım uzuvlarının olmaması değildi, eksikleri özgüvenleriydi, kendilerini ifade edemeyişlerindeydi ve önemlisi engelsizler gibi nitelikli yani normal eğitim alamayışlarındaydı… Engelli olmak, engelli yaşamak hep başka başka sorunları beraberinde yaşatıyor ne yazık ki bu sevgili engelli dünyalılara…

İlk karşılaşmamızdan önce onlara özel bir eğitim programı hazırlamayı düşünmüştük ama onları tanıdıkça bu düşüncemiz hemen değişti ve profesyonel düzlemde, bir engelsize verilebilecek eğitim her ne ise, ondan her ne beklenecek ise biz de engellilere öyle bir tiyatro eğitim programı hazırladık, beraberinde yaratıcı drama ve diksiyon dersleri aldılar, şehir tiyatroları sahnelerinde “Töre”, “Kral Oidipus” ve “Macbeth” gibi Türk ve dünya klasiklerinden seçme oyunlar sergilediler ve alkışlarını engellerinden dolayı kendilerine acınarak değil oyunlarıyla aldılar… Bu sene dâhil her oyun bittiğinde, kulisteki tebriklerde sorulan hep aynı soru oldu, yavaşça kulağıma eğilip “çok güzel bir oyundu, oyuncular da gayet başarılıydı ama şeyi anlamadım, hangisi özürlüydü?”, “hepsi” diye yanıtladığımda, şaşkınlıklarını yüzlerinde gözlemlemek, oyuncularımızın ve bizim adımıza oyunumuzun sanatsal başarısının yanında ayrı bir kıvanç kaynağı da oldu çünkü biz onları hiçbir zaman engelli görmedik, onlara özel davranmadık, onlara hep neler başarabileceklerini aşıladık, onlar da bizim çalışmalarımız kapsamında her şeyi başardılar… “Bir engelli 100 metre yarışında değnekli olduğu için belki yarışı kazanamayacaktır ama o da koşabilecektir”. Belki çok uç bir örnek gibi gözüküyor size ama bu bir gerçek. Büyüteçle harfleri seçebilen bir öğrencimiz bir oyun tekstini bir haftada ezberleyebiliyorsa, spastik diye adlandırılan öğrencilerimiz, oyun esnasında sahnesi geldiğinde, giriş - çıkışlarını kendi başına yapabiliyorsa, yüzde yüz görmeyen bir öğrencimiz kendi başına alışveriş yapıp, üniversite eğitimini tamamlayabiliyorsa, tek kolunu kullanan bir öğrencimiz işinde, engelli kadrosundayken terfii alıp, normal kadroya geçip, kariyer yapabiliyorsa… Ben onlara engelli diyemem, derim ki bir imkân verilmeli o kadar…

Kimi engelsizler hayatlarında onlarca şansa sahip olurlar, çoğu bu şansların farkında olmayıp, şanslarını teperler ve ne kadar şanssız olduklarından yakınırlar… Bizim şahit olduğumuz gerçek ise şudur; engellilere yalnız bir şans verildiğinde, o şansı öylesine güzel değerlendirip, hayatlarında öylesine başarılı ilerlemeler kaydediyorlar ki şaşırırsınız… Hepsi çeşitli işlerde çalışıyorlar, genelde şirketlerin zorunlu olarak çalıştırmaları gereken engeli kadrolarında vasıfsız işler yapıyorlar… Ve tamamına yakını bu işlerden sıkılıp, sürekli başka şirketlere iş başvurusu yapıyorlar, mantık olarak engelli kadrolarında iş kariyerlerine başlamaları onları zaten o şirkette otomatik olarak sınıfsal ayrıcalığın içine yerleştiriyor ve o anda yaptıkları işten çok daha fazlasını yapabilecekken, nitelikleri, yetenekleri, kendilerine olan inançları köreliyor… Örneğin bilgisayar uzmanı olan bir engelliyi boş boş oturacağı engelli kadrosunda tutmak yerine, uzmanı olduğu konuda görevlendirerek, o insanı bu dünyaya doğal yolla eklemleyebilirsiniz… Başka bir şeye ihtiyaçları yok, engelli yürüyüşleri, dünya engelliler günü kutlamaları, zorunlu engelli kadroları, engelli kartları, ücretsiz bir takım yerlere girişler… Bunlara ihtiyaçları yok. Engellilere bakışı değiştirmek, onları tanımak gerekiyor… Onlar bizden rahatsız değil biz onlardan rahatsızız, doğru olan ise biz onları tanımıyoruz…

Biz her sene oyunlarımızı daha çok engelsizler izlesin istedik, “engelliler tiyatro yapmış, hadi destek olalım, gidip görelim” ya da “vay be engellilere bak ne güzel oynuyorlar” diye düşünülsün istemedik, oyun bittiğinde, engelli oldukları için alkış alsınlar istemedik… Her sene basına, medyaya, tiyatro eleştirmenlerine, yönetmenlere, oyunculara ve çevremize duyurular yaptık… Ve maalesef hak ettiğimiz ilgiyi göremedik… Her oyun öncesi, büyük emek ve özveriyle hazırlıklarımızı tamamlayıp, ekibimize olan inancımızla salona, izleyiciye kaçamak göz attık “acaba bu sene oyunumuz izleyicisiyle buluşabilecek mi? düşüncesiyle... Kısmen buluştu kısmen buluşamadı… Oyunlarımız çağdaş rejileri, kostümleri, dekorları, müzikleri aklınıza tiyatro oyunu dendiğinde ne geliyorsa orijinal ve profesyonel bir yaratıcılıkta sanatsal değer taşıyan işlerdi… Ama yakın çevrenizden dahi oyunlara rağbet olmaması, bize zaman zaman hayal kırıklığı yaşatsa da yaptığımız işe olan inancımız bizi hiçbir zaman vazgeçirmedi…

Genelde engelliler için ya da engellilerle yapılan işlerde, onların performanslarının, niteliklerinin çok altında işler yapılmakta olduğundan, toplumda oluşmuş bir önyargı var, engellilerin işlerine genelde destek olunsun diye gidilip, her ne yapıyorlarsa alkışlanıyor, biz bir anlamda zor da olsa bu yerleşik anlayışı da kırmaya çalıştık…

Bu sene bu sitede de duyurusu yapılan, benim yazdığım “oyunbozan” adlı oyun, İstanbul Özürlüler Müdürlüğü Tiyatro Topluluğu tarafından 6–7 Haziran tarihinde Fatih Reşat Nuri sahnesinde sergilendi… Samimi, hayattan bir kesit şeklinde olan, eğlenceli ve dram yüklü bir oyundu, oyunun yönetmeni sevgili Kadir Kandemir’di; kendisi zamanında, bir televizyon dizisinde otistik bir karakteri de başarıyla canlandırmış, nitelikli, yaratıcı bir oyuncu ve yönetmendir. Kendisine de bu yazı da tekrar teşekkür ediyor, hep bu profesyonel anlayışta hep böyle başarılı ortaklıklarda iyi işler çıkartmak üzere diyerek, selamımı gönderiyorum… Sevgili oyuncularımız; Ali Aydın, İhsan Sever, Tevfik Alakazlı, Remzi Özcan, Fatih Şirin ve Gökhan Tükenmez’i de oyundaki başarılı performanslarından dolayı tekrar kutluyor ve sahne ışığınız hep aydınlık kalsın diyorum…

Biz sanat yoluyla topluma engellileri tanıtmak istedik… Tanıtmaya da devam edeceğiz, sanatın yalnız engelsizlerin tekelinde olduğuna inanmıyorum… “engelli” diye sınıflandırılan bu dünya insanları, bizler gibi, sizler gibi, herkes gibi hayatın içinde olmak istiyorlar, sokakta dolaşmak, eğitim almak, iş sahibi olmak, kariyer yapmak, tiyatro yapmak, şarkı söylemek, dans etmek, güzel olmak, araba kullanmak, para kazanmak ve kazandığı parayı harcamak, evlenmek yani her insan gibi insanca yaşamak istiyorlar…

Bir dahaki oyunumuza mutlaka bekleriz…

Anlatmak değil göstermek, görmek ve anlamak önemli…

Sınıfsız, ayrımsız yarınlarda yaşayabilmek dileğiyle…

Sevrin UYSAL

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap