Guest DOĞRU YOL

Patika Yolundaki Saklı Cennet....

Önerilen İletiler

Guest DOĞRU YOL

Zamanın birinde yemyeşil, bir orman içerisinde yürürken, bir patika yolu çıktı karşıma. İçimden bir ses, bu patikaya doğru gitmelisin diyordu. Bir anda o sese kulak verip, patikaya doğru giderken buldum kendimi. Patikada yol alırken, etrafımı sarmış olan ağaçların karanlığı ürpertiyordu beni. Patikada çalılık ve karanlık hakimdi. Korkuyordum. Ama, yine içimdeki ses git diyordu. Patika yolu, ben gittikçe bitmek bilmiyordu. Hiçbir ses yoktu etrafımda. Ara sıra, üzerlerine basmış olduğum çalıların sesinden irkiliyordum. Bir anda, ağaçların arasından bir ışık yansıması belirdi. Parlıyordu. Bu karanlık yolda sanki bana pusula olmuştu. Gideceğin yön burası der gibi, belirlemişti yolumu.

O ışığı takip etmeye başladım. Ağaçların arasından puslu ve parlak şekilde yansıyor ve yolumu bulmamı sağlıyordu. Bir an düşündüm, beni bu patikaya getiren sesin burada da bu ışıkla birlikte, bana bir şeyler göstermek istediğini. Işığın yansıması o kadar güzeldi ki. Bazı zamanlar bir mücevher gibi parlıyordu. Yavaş yavaş, ürkek bir şekilde yürürken, çalıların arasından bir ses duydum. Korkum, gittikçe atmaya başladı. Ama, içimdeki ses hala git diyordu. Birden arkama döndüm, baktım. Etrafta görebileceğim hiç kimse yoktu. Yürümeye başladım. Bir kere daha o sesi duydum. Bu sefer, bu ses çalıların arasından geliyordu. Buna emin olmuştum. Çalılara doğru yönelmeye başlayınca, bu ses hızla artarak, koşarcasına uzaklaşıyordu. Korkum gittikçe arttı. Birinin beni takip ettiğinden emindim artık. Fakat, o sese doğru gitmemeye karar verdim. Biraz daha yol alırken ağaçlar arasında yansıyan ışık, yavaş yavaş etkisini kaybetmek üzereydi. Bana; bu karanlık içerisinde, aydınlık olmuştu. Işığın gitmesini istemiyordum. Yüreğim onunla korkularımdan arınıyordu. Bu düşüncelerle giderken, bir anda o puslu ışık, beni terk ediverdi. Bittiği noktada yapayalnız kala kalmıştım. Bu yola tek başıma girmiştim, ama, yol boyunca bana arkadaş olmuştu bu ışık.

Korkuyla ve bir sesin beni bu patikaya doğru yönelmemi sağlamasıyla gelmiştim. Şimdi patika yolu bitmişti. Sık olan ağaçlar azalmış, önüme kır çiçekleriyle süslenmiş bir vadi çıkarmıştı. Vadi olabildiğince yeşil, rengarenk çiçeklerle dolu sanki; bir yerlerde saklı kalmış gizemli bir hava taşıyordu. Keşfedilmediği belliydi. Rengarenk kır çiçekleri arasında yürürken, çiçeklerin mis gibi kokusu ve gökyüzünün masmavi ve havanın tertemiz oluşu, başımı döndürüyordu. Bambaşka dünyada, sanki düşler ülkesinde gibiydim. Adeta, bedenim ruhuma teslim etmişti beni. Yemyeşil çimenler ve çiçekler arasında tekrar başladım yürümeye. Bu sefer, kelebekler yol boyunca arkadaşım olarak eşlik ediyorlardı. Özgürce uçuyorlar ve çiçekten çiçeğe konarak mutluluk yaratıyorlardı. Kelebeklerden bir tanesi, omzuma kondu ve devam et dedi bana. Şaşırdım. Yalnızlıktan veya bu güzellik karşısında mutluluktan olsa gerek, içimdeki benim sesidir diye düşündüm. Fakat, kelebek yine aynı sözü söyledi. - Devam et. Ve bir anda uçuverdi. İrkildim, şaşırmayla karışık hala inanamıyordum. Belki de inanmak istemiyordum. Düşüncelerimin ve mutluluğumun bir oyunu olsa gerek diyerek yoluma devam ettim. Ama, aklım kelebeğin söylediğini inanmak istemediğim o sözde takılı kaldı.

İnanmakla, inanmamak arasında kalırken yol alıyordum ki; birden bire karşıma muhteşem bir güzelliğe sahip olan, sarmaşıklarla bezenmiş bir tepe çıktı. Sarmaşıklar bu tepeyi o kadar çok sarmıştı ki; tepenin görünmesini engellemişlerdi. Sanki, bir şeyleri saklar gibi. Sarmaşıkların çiçekleri çok güzeldi. Bu güzellik karşısında büyülenmiştim. Bir tanesini koparmak üzere sarmaşığa doğru yöneldiğimde, sarmaşıkların arasında bir tahta gördüm. Ellerimle tahtayı sarmaşıklardan aralamaya çalışırken, tahta gittikçe genişliyordu. Merakım gittikçe artmıştı. Hızlı ve meraklı bir şekilde sarmaşıkları aralarken, bu tahtanın arkasında bir şeyler olabileceği düşüncesine kapıldım. Tahta tamamıyla görünmüştü. Tahtayı aralamaya çalıştıkça, tahtanın tuttuğum parçaları rutubetten dolayı elimde kalıyordu. Ben aralamaya çalıştıkça tahtanın arkasında bir boşluk, tünel fark ettim. Merakımın vermiş olduğu büyük bir cesaretle, tahtaları hızlı bir şekilde sökmeye başladım. Çürük oldukları için kolayca dağılıveriyorlardı.

Bütün tahtaları söktükten sonra evet; tahtalarla örülmüş ve üzeri sarmaşıklarla kaplı bir tünel vardı. Bir anda tünele doğru bakarken, bir ışık yanıp söndü. Işığın peşinden ve bu tünel gibi yere girip girmemek arasında tereddütte kalırken, ani bir şekilde girmeye karar verdim. Havanın aydınlığı, girişte bana yardımcı oluyordu. Biraz ilerledikçe, karanlık yüzünü göstermeye başladı. Hem korkuyor, hem de merakım git diyordu. Bu sırada, o ışık tekrar belirdi. Ardı ardına, yanıp ve söndü. Sanki bana, buraya doğru gel diyordu. Korkarak ta olsa bu ışığı takip ediyordum. Ben ilerlemeye devam ettikçe, bu karanlık ortamda, ışık tekrar belirip bir yanıp, bir sönüyordu. Sanki göz kırpar gibiydi. Hiçbir ses yoktu. Sadece, ağır bir rutubet kokusu vardı. Ve, nem den olsa gerek üşümeye başlamıştım. Işık, ben yürümeye devam ettikçe bana göz kırpıyordu ki; bir anda ormandaki puslu ışık gibi, beni terk ediverdi. Birkaç adım attıktan sonra, karşıma bir ışık daha çıktı. Oraya doğru ilerlerken, birden temiz havanın kokusunu aldım. Bu ışık, girdiğim yerden başka bir yerlere çıkışı sağlıyordu. Çünkü, temiz hava hissetmiştim. O aydınlığa doğru ilerlerken masmavi gökyüzünü gördüm. Çıkış yaptığım yer, yine bir tepenin üzerindeydi. Ve, olabildiğince yüksekti. Burası düşler ülkesi olmalıydı diye düşündüm. Başımı öne doğru eğdiğimde aşağıda küçük küçük kulübelerden oluşan, köy gibi bir yer gördüm. Bu evler, o kadar küçüktü ki! bir insanın bu evlere nasıl sığdıklarını aklım almadı. Evlerin çatıları samandan yapılmıştı. Bazı evlerin bacalarından ince, hafif bir duman çıkıyordu. Küçük verandaları vardı. Çitlerle örülmüş bahçecikler, rengarenk çiçekler ve bazı tür hayvanlar vardı.

Burası cennetten bir yer gibiydi. Bu güzelliğe bakarken, birden arkamda birinin beni gözlediğini fark ettim. Geriye dönüp bakıp bakmak arasında bir tereddütten sonra, aniden döndüm. Karşımda, küçük, kısa boylu, uzun kukuletası olan ve belinde kalın tokalı kemeri, ayaklarında çizmeleri olan birini gördüm. Bu sefer, bu küçük adam kaçmadı. Bana doğru bakıp gülümsüyordu. Beni buraya kadar takip eden sesin, bu kişiye ait olduğunu anladım. Ve, bana doğru yavaş yavaş gelmeye başladı. Benim gibi oda ürkek davranıyordu adımlarında. Ama, yüzündeki gülümseme kaybolmamıştı. Bana elini uzatarak, herhalde tutmamı istiyordu diye düşündüm. Ürkek bir şekilde bana gülen bu küçük boylu adamın, elini tuttum. Elini tuttuğum anda - Hoş geldin küçük kız. Madem buraya kadar korkusuzca gelmeye cesaret ettin. Seni ailemle, yaşadığım yerle ve dostlarımla tanıştırayım. Çünkü burası sihirli bir yer ve burayı kimse bilmiyor. Burayı ilk keşfeden sensin dedi.

Benim adım, Caine, senin adın ne küçük kız dedi bana. Adım, Claire dedim. Elimden tutarak, beni bu tepeden aşağıya yaşadığı yere doğru götürdü. Hiç korkmuyordum, artık. Bu küçük adam, kimdi merak ediyordum. Ve beni nereye götürmek istiyordu. Bu arada yürümeye devam ederken, tepeden gördüğüm o cennet gibi yere ayak basmıştım. Çok güzeldi. Farkına vardığımda çok değişik bitki ve ağaçlar vardı. Ağaçlarda kovuklar vardı. O kovuklar pırıl pırıl parlıyorlardı. Birden bire, bu küçük ama; sevimli köyün insanları etrafımızda beliriverdiler. İnanamıyordum. Hepsi birbirinin aynısı gibiydiler. Elbiseleri ve kıyafetleri çok renkliydi. Çok hoşuma gitmişti. Bana dikkatle, korkarak ve ürkek bir şekilde bakıyorlardı. Caine, köy halkına seslenerek bakın bir misafirimiz var dedi. Adı - Claire. Buraya tesadüfen bulmuş dedi. Bu küçük boylu insanlar şaşırıp kalmıştı. Ben onlardan biraz büyüktüm. Hepsi benim boyuma bakıyorlardı. Daha önce onlardan, daha büyük bir kimse görmedikleri bakışlarından belli oluyordu.

Caine, tekrar elimden tutarak, evine doğru götürdü beni. Evin kapısından eşi ve çocukları olduğunu tahmin ettiğim küçük insanlar çıktı. Ve bize doğru dönerek hoş geldiniz dediler. Beni Caine ailesiyle tanıştırdı. Caine nin bir kızı, bir oğlu vardı. Ama, boy olarak o kadar küçüktüler ki. Bu benim, daha da şaşırmama sebep oldu. Beni evlerinin içerisine davet ettiler. Tereddütüm vardı. Bu küçük eve sığıp sığmama konusunda. Eve, çocuk olduğum için zor da olsa sığdım. Eşyaları da onlar gibi küçük, değişik, fakat sevimliydiler. Caine nin çocukları, yanıma gelip oturdular. Şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı. Ama,çocukluğun verdiği temiz duygularla, benimle benim dilimden konuşmaya başladılar. İsimlerimizi öğrendikten sonra, buraya niçin geldiğimi ve nasıl bulduğumu sordular. Onlara açıklamasını yaptım. Caine nin eşi, bu arada hepimiz için, küçük kurabiyeler ve bir o kadar da küçük fincanlarda içecek ikram etti. Hoşuma gitmişti. Ama, hala şaşkınlığım devam ediyordu. Caine nin eşi, sevimli bir bayandı. Yüzüme gülümseyerek, ışıl ışıl gözlerle bakıyordu. Çünkü ben bir çocuktum. O da bir anneydi. Boyum çocuklarından ve kendinden büyükte olsa bir çocuktum. Bunun farkındaydı. Ve kendi çocuklarını sever gibi, bana şevkat gösteriyordu. Mutlu olmuştum.

Caine, konuşmalarımızı bitirmemizi isteyip bana; yaşadığı küçük köyü ve dostlarını tanıştırmayı düşündüğünü söyledi. Biraz sonra, Caine nin çocuklarıyla birlikte, bu şirin evden ayrılarak, dışarı o muhteşem yeşilliklerin içine çıktık. Köyünü gezdirmeye başladı. Yol boyunca, köy halkının çoğu bize meraklı bakışlarla eşlik ediyordu. Hepsinin yüzünde bir gülümseme vardı. Etrafım da daha önce gördüğüm çiçekleri, o muhteşem parlayan ağaçları, hayvanları gördüm. Parlayan ağaçlara dikkatlice baktığımı görünce Caine, orada sincapların yaşadığını ve parlayan şeylerinde, değişik taşlar olduğunu söyledi. Bu taşlardan bir tane alarak, bana verdi. Verirken de, bizi hatırlamak istediğin zamanlarda bu taşa bak. Parlayacaktır. Her parladığı anda, sana iyi dileklerimizi sunduğumuzu düşün ve sakın kimseye gösterme diye söyledi.

Biraz daha dolaştıktan sonra eşine, çocuklarına ve köy halkına veda edip, tekrar görüşmek umuduyla Caine beni, geldiğimiz yerlerden geçirerek yolcu etti. Dışarı çıktığım an, bana gülümseyerek ve el sallayarak girişi kapatmaya başlamıştı. Ve ben geriye dönüp baktığım zaman, o sihirli yer diye bir şey kalmamıştı. Bu arada ben, uykudan uyanıp kendimi evimde ve yatağımda bulmuştum. Şaşırdım. Açık olan penceremden, gökyüzündeki parlayan yıldızlara bakarak, bu bir rüyamıydı, gerçek miydi diye düşünürken, birden avucumdaki Caine nin bana verdiği taşı gördüm. Sımsıkı tutuyordum. Bu yaşadığım olayı ve taşı kimseye söylemeyecektim. Ve o taşa zaman zaman bakıp, onları hatırlayacaktım. Ne zaman başım sıkışsa, taşı elime alıp, bakarken bir yerlerde birilerinin bana iyi dileklerini sunduğunu ve düşler ülkesinin hep var olduğunu düşünecektim. Siz ne dersiniz okuyucular, belki de bir yerlerde, böyle bir saklı cennet vardır. Kim bilebilir? Ne dersiniz okuyucular?

ALINTI

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap