Guest DOĞRU YOL

Gerçek Dünya'nn Dışındaki Dünya...

Önerilen İletiler

Guest DOĞRU YOL

Yazar Laurence, yeni bir kitap yazmak ve yılların verdiği bir yorgunluğu üzerinden atmak için arkadaşının tavsiyesi üzerine, başka bir ülkeye gider. Gideceği yer bir kasabadır. Bu kasabada, işyerinde beraber çalıştığı, çok sevdiği ve güvendiği arkadaşı tarafından kalacağı yer önceden planlanmıştır. O ülkeye gitmek için uçağa bindi. Büyük kentte indikten sonra, kasabaya doğru yol almaya başladı. Bu kasabaya, gün batmak üzereyken ulaşmıştı. Ve, yürüyerek gidiyordu. Çünkü, bu saatte araba bulamamıştı. Yolda yürürken un çuvalları taşıyan, bir at arabacısına rastladı. Bu arabacıya, yorulduğunu, bir araba bularak Alice kasabasına nasıl gidebileceğini sordu. Adamda ona,

- Bu kasabaya pek araba gelmez. Ancak rastlarsan binersin. Gel, ben seni götüreyim. Çünkü, ben bu kasabanın yakınlarından geçip, un bırakacağım ve sonra kendi kasabama döneceğim dedi.

Yazar Laurence, arabacının yaptığı teklifi kabul ederek, un çuvalları olan arabaya bindi. Yol boyunca arabacı,

- Ona bu kasabada kalacağın bir yer var mı? Bu kasabaya daha önce geldin mi? Diye sorar. Yazar Laurence,

- Hayır daha önce gelmedim. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine geliyorum. Arkadaşım, burada Madam Stewart ın çalıştırdığı bir pansiyon var demişti. Böyle bir yer biliyor musunuz? Der.

Arabacının cevabı – “Evet” olur. Bunun üzerine, peki nasıl bulurum der yazar laurence. Arabacıda

- Kasabada bir pastane var. Pastanedeki çalışan kıza sor. O sana gösterir. Zaten, tek kalınacak yerde orasıdır diyor.

Arabacı, yazarı kasabanın girişinde indirir. Yazar, onu buraya getiren adama teşekkür eder. At arabacısı, yazara

- Burası pek tekin bir yer değil. Kendine dikkat et. Her şeye burnunu sokma. Sadece yaz ve git der.

Kasabaya doğru giderken, bu adam ne demek istedi diye düşünüyordu. Bu arada müzik eşliğinde, şarkı söyleyen bir ses duyar. Bu ses ve şarkı hoşuna gider. Bu ses eşliğinde kasabaya varır. Pastaneyi bulur. Pastanede bir şeyler yiyip içtikten sonra, burada çalışan kızla sohbet etmeye başlar. Bu kıza, Madam Stewart ın işlettiği pansiyonun yerini sorar. Kızda, yazara yolu tarif eder. Kızla kısada olsa bir sohbet ettikten sonra, pansiyona varır. Pansiyonun kapısını çalar. Kapıyı uzun bir bekleyişten sonra hayli yaşlı, zayıf bir bayan açar.

- Madam Stewart siz misiniz ? diye sorar. Kadın sadece başını sallayarak “evet” der gibi yapar. Arkadaşının tavsiyesi üzerine, yazar olduğunu, buraya yazı yazmak için geldiğini söyler. Kadın onu içeriye davet ederek, “sadece kahvaltı verilir” diyen bir sesle irkilir Laurence. Arkasına dönüp baktığında, bu kadından daha genç, bir başka bayanın olduğunu fark eder. Bu genç bayan, sadece kahvaltı veririm. Sabah 7.30 gibi. Onu da, sadece masada bırakırım, diyerek kesin bir dille konuşur.

Yazar Laurence, bunun üzerine genç bayana,

- Ben zaten pek bir şeyler yemem. Fark etmez benim için der. Böylece Madam Stewart, yazara odasını gösterir. Laurence, yorgunluğunu atmak üzere yatağa uzanır. Gözlerini açtığında sabahın olduğunu fark edip, giyinir. Giyinirken dikkatini bir şeyler çeker. Çünkü, giysilerinin temiz ve ütülü olduğunu fark etmiştir. Şaşırarak aşağıya iner. Laurence kahvaltının kaçta verildiğini çoktan unutmuştur bile. Pansiyonun kapısından dışarıya çıkmak üzereyken, masada yiyecek bir şeylerin olduğunu görüyor. Demek ki, tam zamanında kalkmışım diye düşünüyor. Pansiyonun kapısını kapatıp dışarı çıktığında, şahane çiçeklerle bezenmiş, tertemiz bir bahçede buluyor kendini. Oysa; akşam buraya girerken ne bu bahçe, ne bu çiçekler vardı. Karanlıktan veya yorgunluktan olsa gerek diye, fark edemediğini düşündü.

Bu arada da, pansiyonun üst katlardaki pencerelerinden birinde, yaşlı madam Stewart ın onu gözetlediğini fark ediyor. Bunun üzerine yavaş yavaş etrafı seyrederek pastaneye gidiyor. Pastaneye her zamanki alışkanlığından ötürü, bir kahve içmek ve buradaki kızla sohbet etmek için gelmişti. Pastanedeki kıza buralarda nereleri gezebileceğini sordu.

- Ben buraya yazı yazmak ve birazda olsa dinlenmek için geldim diyor.

- Kız burası küçük bir yer. Fazla bir şey göremezsiniz. Yeşillikler ve dost insanlardan başka. Fakat bu dost insanlarda fazla konuşmaz. Bazen sadece selam verirler. Bazen de, onu bile yapmazlar. Senin kendi iyiliğin için, sana söyleyeceğim iki şey var. Nedenlerini niçinlerini kimseye sorma ve sorgulama. İkincisi ise, buradan biraz uzakta bir ve var. Sakın o eve girme. Oradan gelen seslerede kulak verme diyor.

Yazar Laurence nin, pastanedeki kızın söyledikleri aklına takılmıştı. Çünkü, daha öncede onu buraya getiren arabacıda, bu sözlere benzer bir şeyler söyleyerek uyarmıştı onu. Yazarlığın vermiş olduğu hisle, içini daha fazla bir merak kapladı. Tam gerçek bir hikaye yakaladım, yazmayı düşündüğüm hikayem kalacak galiba diye düşündü. “Burada bir şeyler oluyor. Bir muamma var. Bunu çözmeliyim diyerek” hikayesini oluşturmak ve çevreyi gezmek üzere pastaneden ayrılıp, çevreyi dolaşmaya başladı. Gezdiği yerlerin yeşilliği, renkliliği ve güzelliği pastanedeki kızın sözlerini bir anda aklından çıkartmıştı. Biraz dolaştıktan sonra, önüne çıkan bir patikaya doğru yürümeye başladı.

Bu patika, onu kızın bahsettiği güzel bir bahçeye getirdi. Bahçe içerisinde, çok güzel bir at gördü. Atı severken etrafı inceledi. Etrafı incelerken bir ses duydu. Bu ses arabacının, onu bıraktıktan sonra duyduğu müzik eşliğinde gelen sese benziyordu. İleriye doğru bakınca, büyük bir ev gördü. Dikkatlice eve doğru bakarak, pencerelerin birinde solgun benizli, sarı saçlı, ağlayan genç bir kadının bakmakta olduğunu gördü. Ve kadının arkasında, elinde kırbacı olan bir adam silueti gördü. Eve doğru bakarken, bir anda omzuna bir el dokundu. Başını yana doğru çevirdiğinde, yeni büyümekte olan bir genç adam gördü. Bu genç

- Buraya girmemeliydiniz bayım, özel mülktür. Bu atı da sevemezsiniz. Eve doğru bakarak burada gördüklerinizi unutun ve bir daha sakın gelmeyin dedi. Ve atı alıp götürdü.

Yazar laurence, iyice şaşırıyordu. Kimdi bu genç adam, bu kadın kimdi ve kadının arkasında duran adam kimdi? Ve kadın neden ağlıyordu? Neden bu kadar gizemli? “Bir atı bile sevdirmediler diye düşünüyor”.

Şaşkınlıkla geldiği yoldan pansiyona varıyor. Bu olay karşısında, yazacağı kitap hakkında, ilk izlenimlerini notlarına kaydediyordu. Arkadaşına kızıyor.

“Bula bula beni burayamı gönderdin. Kendi kendine arkadaşına, çok güzel dinleniyorum diyerek sitem ediyordu”.

Yazar laurencenin günleri, bu olaydan sonra kasabayı dolaşarak, pastane ve pansiyon arasında geçiyor. Buradaki muamma, düşüncelerini iyice karıştırmıştı. Kasabadaki halkın tümü, neredeyse gizem doluydu. Tuhaf davranışlar içerisindeydiler. Bunu çözmeliyim diyordu. Bir gün pansiyona erzak getiren bir adamla karşılaştı. Pansiyonda kimse olmadığından dolayı, erzakları almak için o aşağıya inmişti. Karşısına çıkan bu adamı bir yerlerden tanıdığını, onunla yüzyüze geldiğinde anladı. Birine benzetmişti. Adamın elinden erzakları alırken, Adama

- Siz beni buraya getiren arabacı değil misiniz? Diye sordu. Bu adam,- Ben sizi hiç görmedim. Tanımıyorum. Herhalde birine benzettiniz. Ben arabacılık yapmıyorum. Bir dükkanım var. Haftanın belirli günleri, bu pansiyona bir şeyler getiririm dedi.

Yazar, adamın yalan söylediğini anladı. Çünkü elindeki şeyleri alırken, elinin üzerindeki kocaman siyah beni fark etti. Arabacıda da aynısı vardı. Dizginleri tuttuğunda görmüştü. Burada bir şeylerin gizlenmek istendiğini iyice fark etti. Merakı gittikçe arttı. Ve birazda korkmaya başlamıştı. Ama, merakı hep öğren diyordu.

Günler böylece geçiyordu. Çoğu zamanlar o civarlara gidip, patikadaki bahçeye girip, oradaki eve bakıp bakıp düşünüyordu. Hep o şarkıyı duyuyordu. Bir gün merakına tamamen yenildi. Patika yolunu takip ederek, o gizemli bahçeye tekrar girdi. Bahçede, yine aynı atı ve omzuna dokunan o genç adamı gördü. Bir anda olduğu yere saklandı. Bu arada, başka bir adam, genç adamın yanına geldi. Arkası dönük olduğu için, bu adamın yüzünü göremiyordu. Adamın elinde bir kırbaç vardı. Kırbaçla bir ata, bir o genç adama vuruyordu. Birden bu kırbaçlı adamın yüzü aydınlığa doğru bakınca, yakışıklı, eski prenslere benzeyen, orta yaşlı ve sert bakışlı birisi olduğunu fark etti. Ata ve gence her kırbaç vuruşunda, kadının durduğu pencereye doğru bakıyor ve tuhaf bir şekilde güldüğünü görüyordu.

Laurence, başını çevirip pencereye doğru baktığında, o sarı saçlı kadını gördü. Kadın yine ağlıyordu. Artık korkmaya başlamıştı. Burada kötü bir şeylerin olduğunu düşünerek, şehre gidip polise haber vermek istiyordu. Ama, önce pastanedeki kıza, bu konudan bahsetti. Kızdan aldığı cevap ise,

- Sakın söyleme oldu.

Bunun sözün üzerine, bu kasabadan apar topar ülkesine dönmek istedi. Kaldığı pansiyonda da her şey tuhaflaşmaya başlamıştı artık. Bir gün pansiyondakilere ve pastanedeki kıza veda ederek ülkesine döndü.

Bu olayın belirsizliğiyle işine başladı. Bu arada da, yazacağı kitabı üzerinde düzeltmeler yapıyor ve Alice kasabası aklından hiç çıkmıyordu. Arkadaşı bir gün ona,

- Tatilin ve yazıların nasıl geçti? Memnun kaldın mı? Diye sordu. Laurence ta, arkadaşına

– Keşke! oraya seni yollasaydım. Sen, beni nereye yolladın dedi.

Arkadaşı ise, tuhaf bir gülümsemeyle - Senin ve kitabın için güzel bir deneme olmadı mı? Dedi.

Yazar Laurence, birkaç gün düşündükten sonra kimseye söylemeden, o kasabaya tekrar gitti. Çünkü, bazı şeyler kafasını kurcalıyordu. Gittiğinde yine aynı yolda, o arabacıya tekrar rastladı. Pek konuşkan olmayan bu adamla, aralarında bir konuşma geçti. Arabacıya sordu Laurence,

– Siz arabayla gerçekten un mu taşıyorsunuz. Yoksa kasabada dükkan mı işletiyorsunuz? Diye.

Arabacı sustu. “Evet veya hayır” diye bir cevap vermedi. Sadece tuhaf bir gülümseme attı Laurence ye. Birden arabacı

– Burası başka bir dünya, buradaki hayatlar yaşandı ve bitti. Şimdi geçmişin yansıması yaşanıyor. İşini bitir ve git. Bir daha da gelme. Çünkü, sen gerçek dünyada yaşıyorsun. Burası gerçek dünyanın dışındaki dünya. Bu dünyanın insanı değilsin dedi.

Arabacı, laurence yi tekrar kasabaya bıraktı. O müzik eşliğinde gelen sesi tekrar duydu. İyice meraklanan yazar, pastanede ki kıza gidip anlatmak istiyordu yaşadıklarını. Arabacının söylediği sözlerin, ne anlama geldiğini sormak istiyordu. Pastaneye ulaştığında artık ne pastane, ne de o kız vardı. Sadece, geçmişin izlerini taşıyan, eski bir bina kalmıştı. Sonra hızla koşarak pansiyona doğru gitti. Pansiyona geldiğinde, neyle karşılaştığını düşünüyorsunuz okuyucular?

O güzel bahçeden, çiçeklerden, pansiyonun eski görünüşünden ve pansiyonu işletenlerden eser yoktu. Çok şaşırmıştı. Eskimiş bir pansiyondu. Bir tek yaşam işareti yoktu. Pansiyonun içerisine girdiğinde ne o kadınlardan, nede o eşyalardan eser vardı. Yerler tozlanmış, örümcek ağları tutmuş bir harabeyi andırıyordu. Şaşkınlıkla ve korkuyla koşarcasına uzaklaştı bu ortamdan. Biraz ileride bir adama rastladı. O adamın elinde yolculuk çantasına benzer bir şey vardı. Yaşayan birini bulduğuna sevindi. Acele bir şekilde adama olanları anlattı. Bu adamdan gelen cevap ise,

- Otuz yıl kadar öncesinde gerçekte, buranın böyle bir görünümde olmadığını. Pansiyonu işleten bayanın, otuz yıl kadar önce öldüğünü, siz bu pansiyonda nasıl kalabilirsiniz ki, sakın bir yerlerde uyuya kalıp rüya görmüş olma yasınız? oldu.

Laurence şaşırdı. “Aklımda takılı kalan patika yolundaki evi ve orada olanları da öğrenmem gerekiyordu. Buradan öğrenmeden gitmeyecektim diye düşündü.” Bu adama tekrar sordu. Adam

– O evde, çok çok eskiden bir asilzadenin ve ailesinin yaşadığını, eski bir şüpheden dolayı, kendi oğluna ve çok sevdiği eşine de kıskançlıktan ötürü, her gün ızdırap çektirdiğini söyledi. Kendince karısını üzmek, cezalandırmak için, öz oğlunu at bakıcısı yapıp, karısının çok sevdiği ata da her gün eşi de dahil, işkence etmekten zevk alıyordu. Ve duyduğun bu şarkıda karısının çok sevdiği bir şarkıydı.

Laurence, adamın yüzüne dikkatlice baktığında, adamın kendisine benzer olduğunu ve valizinin bile aynı olduğunu gördü. Ve bu sefer çıldırmak üzereydi. Doğaüstü birşeylerin olduğunun fark etti. Korkmuştu. Hemen, arkasına bakmadan buradan uzaklaştı. Ülkesine ve işine geri döndü. İşyerindeki arkadaşını tekrar buldu. Ona kızgınlıkla sorarak

- Beni gönderdiğin yerde neler oldu? Orası neresi dedi? Arkadaşı ise

- Sen bilemezsin. Çünkü orada yaşamadın. Oranın insanı değilsin. Ben orada doğdum. Çok küçük yaşta oradan ayrıldım. Seni, neden gönderdiğimi sanıyorsun. Çok gizemli bir hikaye yazmak istiyordun. İşte! Al sana hikaye deyip uzaklaştı.

Sonraki günlerde, bir daha arkadaşı işe gelmedi. Laurence anladı ki arkadaşı da onlardan birisiydi. Günler sonra Laurence, kitabını çıkardı. Ve bu olayları hiç unutmadı. Bir daha yeni kitaplar yazmak umuduyla, çıkacağı tatili artık, kendi seçecekti.

ALINTI

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap