Guest DOĞRU YOL

ENGELLER AŞILMAK İÇİNDİR

Önerilen İletiler

Guest DOĞRU YOL

Jamaica’dan New York’a göç eden 18 yaşındaki Camara Barett, ev tutacak ve kitap alacak parası olmadığı halde liseyi bitirmek istiyordu. Bunun için çok ilginç bir çareye başvurdu. İlk önce halk kütüphanesinden ödünç kitaplar aldı. Sonra da aldığı tek bir metro biletiyle sabahlara kadar yolculuk ederek kitapları okumak suretiyle imtihanlara hazırlandı. Bu azmin sonucunda sekiz üniversiteye girmesine imkân verecek oranda yüksek puan tutturdu ve bunlar arasında Cornel Üniversitesi’ni tercih etti. Bu arada Birleşik Öğretmenler Federasyonu, Barett’e 5 bin dolar tutarında burs vermeyi kararlaştırdı.

1628’de dünyaya gelen John Bunyan, dinî inançları yüzünden 12 yıl hapis yattı. Cezaevinde bulunduğu sıralarda dantela örerek eşine ve aç çocuklarına ekmek parası kazanmaya çalıştı. Elleri örerken zihni büyük düşünceler ile dolup taştı; soğuk, karanlık, rutubetli hücresinde, “The Pilgrim’s Progress”i (Hacının Yolculuğu) yazdı. Kitabı, halk tarafından kutsal kitap gibi karşılandı. Yabancı dillere çevrilen kitaplar arasında birincilik İncil’de ise, ikincilik bundadır. Bu ve diğer eserleri, Kitab- Mukaddes gibi her İngiliz'in evinde bulunan ve sıradan her okuyucunun tanıdığı kitaplar olarak kaldı.

Dört çocuk annesi ve ev hanımı olan Amerikalı yazar Majorie Holmes, onca ev işi arasında yüzlerce makale ve on yedi kitap yazabildi. Bunu nasıl başardığını Holmes, iki kelime ile açıklıyor: “Disiplinliyim ve planlıyım, o kadar. Heveslerime karşı koymayı ve zamanımı düzenlemeyi erken öğrendim. Bir evin işleri bellidir; ben de yazma saatlerimi bu işlere göre planladım. Her ailenin başına gelebilecek bazı sebeplerden dolayı kaybettiğim günleri ise, hafta sonlarında fazladan çalışarak telafi ettim.”

ABD Cumhurbaşkanlarından Theodore Roosevelt, Beyaz Saray’da iken çok meşgul olduğu halde yüzlerce kitap okuma fırsatını buldu. Öğleden önceleri beş dakikalık görüşmeler yapmak zorundaydı. Bu görüşmeleri ayıran birkaç saniyelik zamandan bile yararlanır, masasının üzerinde bulundurduğu kitaptan, birkaç satır okurdu.

Geziye çıktığı zamanlar da cep kitabı halinde basılmış olan eserlerden birini bulundururdu. Dakota’da sığır sürüleri güttüğü sırada, yaktıkları ateşin başına geçti ve Hamlet’in tamamını yüksek sesle bir kovboya okudu. Brezilya’nin balta girmemiş ormanlarında dolaşırken de Gibbons’un “Roma İmparatorluğunun Yükselişi ve Düşüşü” eserini elinden bırakmadı.

776 yılında doğan ve İklimin etkisi ve hayvan psikolojisi gibi konularda kitap yazan büyük bilgin Cahız, kitap satın alıp okumaya para yetiştiremediği için kitapçı dükkanlarını kiralayıp gece üzerinden kilitletir ve sabaha kadar kitap okurdu.

Edebiyatımızın önemli isimlerinden, bir dönem milletvekilliği de yapmış olan Erdem Beyazıd, şöyle anlatıyor:

“Üniversite yıllarında bir liralık yemek için Kızılay’ın yemek kuyruklarında bir saat beklediğimiz olurdu.” Erdem Beyazıd o yemek kuyruğunda etrafı seyretmiyor ya da kuyruğa söylenmiyordu. Hazırlanıyordu: “O yemek kuyruklarında birçok kitap okudum!”

Mason Good, Londra’da hastalarını ziyarete giderken araba içinde “Lucretius”u tercüme etti. Yine Dr. Burney, müzik dersi vermek için at sırtında bir öğrencinin evinden öteki öğrencinin evine gittiği sırada Fransızca öğrenebildi.

Franz Joseph Haydın, 22 yaşında Viyana’nın ünlü öğretmenlerinden olan Nicolo Porpora ile tanışmıştı. Fakat Haydn’ın bu ciddi öğretmene ders ücretlerini ödemesine imkan yoktu; onun için yanına uşak olarak girmek zorunda kaldı. Haydn, öğretmenin elbiselerini fırçalıyor, perukasını tarıyor, öfkeli zamanlarında onu yumuşatmaya çalışıyor, küfürlerini duymamazlıktan gelip onun müzik bilgisini kapmaya çalışıyordu.

Yine Haydn, Prens Esterhazy’nin sarayına geldiği zaman kendini tamamen Prensin emirlerine adamayı kabul etmişti. Sarayda oturacak, Prensin istediği eserleri besteleyecek, o ne zaman emrederse konserler verecek, yemeklerini de diğer uşak ve hizmetçilerinin yanında yiyecekti. Bütün bu fedakarlıklara karşılık olarak da Haydn sessiz, sakin bir çalışma odasına kavuşmuştu. İşte Haydn ancak böyle zorluklar ve fedakarlıklarla rağmen başarabildi.

“Norman İstilasının Tarihi”ni yazan Augustin Therr’nin hayatı çalışkanlık, sabır, nefis eğitimi ve bilgiye aşkla dolu idi. Bu uğurda gözlerini bile kaybetti. Hatta o kadar halsiz düşerdi ki, bir odadan diğerine hastabakıcının yardımı ile gidebiliyordu. Bu asil adam, hayatını şu sözlerle bitirdi:

- “Ben gözlerim pahasına hayatımı asil bir şekilde kullandım. Bu dünyada muhakkak ki şehevanî zevklerden, servetten, hatta sağlıktan bile daha önemli şeyler vardır. Bunların başında da kendini bilgiye vermek gelir.”

İngiltere’de bir kömür kasabasında doğan Parker Cadman, iş hayatına 11 yaşında iken İngiltere’de bir kömür madeninde başladı. On yıl her gün yeraltında sekiz saat kan-ter dökerek daha küçük kız ve erkek kardeşlerini geçindirmeye çalışıyordu. O, kömür madenlerinde sıradan bir işçi olduğu zamanlarda bile maden kuyusunun diplerindeki kömürleri arabalara yükleyip arabanın geri dönmesini bekledikçe, bir iki dakikalık aradan istifade eder, derhal elini cebine atarak bir kitap çıkarır ve okurdu. Bu çalışması her seferinde ancak iki dakika sürerdi. Buna rağmen Parker yanında bir kitap bulundurur ve maden kuyusuna yemek yemeden inmeyi, kitap taşımadan inmeye tercih ederdi. Çünkü bu maden kuyusunun diplerinden kurtulmak için ancak bir çare bulunduğunu biliyordu. Bu da okumaktı. O da, maden kuyusunda geçirdiği on sene içinde dilenebildiği veya ödünç alabildiği her kitabı okudu ve bu kitapların sayısı bini aştı! Onun ilerlemesinde hayrete edilecek bir şey kalır mı? Onu orada ölümden başka bir şey alıkoyamazdı. O da kömür amelesi olarak hayata atıldıktan on sene sonra kolej imtihanlarını verecek derecede kültürünü yükseltti, imtihanları verirken mükâfatlar kazandı ve Londra’nın Richmond kolejinden ilmî bir paye hak etti

İşte böyle azimli bir çalışmanın sonucunda Parker Cadman, zamanının en çok okuyan insanları arasına girebildi.

Aristo ve Platon'un çağdaşı olan Demosthenes, küçük yaştan itibaren yazarlar ve hatipleri inceledi. 16 yaşında iken bir avukatın savunmasına hayran kaldı ve hitabet öğrenmeye karar verdi. Fakat onun bu konuda karşılaştığı en büyük problem, sözcükleri anlaşılmaz biçimde ve kekeleyerek söylemesiydi. Hitabet yolundaki engelleri yenmek için çok çalıştı. Deniz kıyısında ağzını çakıl taşları ile doldurarak her gün saatlerce pratik yaptı. Daha iyi nefes alıp vermek için tepelere koşarak tırmandı. Bunun için ayrıca koşarken ya da soluk soluğa iken şiir de okudu. Çok tenkit edilen yüz ifadelerine zarafet vermek için ayna önünde pratik yaptı

Halka açık mecliste (Ekklesia) yaptığı ilk konuşma başarısız oldu ve dinleyicileri güldürdü. Buna rağmen yılmadı ve sıkı çalışmaya devam etti. Bu muazzam çaba ve gayret sonunda Demosthenes, tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün büyük hatipler arasında en önde geleni oldu.

Din bilgini Ahmed bin Hanbel, Kur’an ile ilgili bir konuda iktidarla ters düştüğü için eziyet ve işkencelerle dolu tam 28 aylık bir zindan hayatına mahkum edildi. Ahmed bin Hanbel böylesi türlü türlü işkence ve zulümlere maruz bırakıldığı hapis hayatında bile boş durmayarak, içinde kırk bin hadîs bulunan muhteşem “Müsned” isimli eserini yazdı.

1732’de doğan ve berberlik yapan Arkwright, dokuma tezgahına çevrilebilecek devr-i daim makinesini buldu ve başarı yolunda binbir çile ile ilerlemeye başladı. Fakat bunu yapmakla, işçi düşmanı ilan edildi. Chenley civarındaki fabrikası yıkıldı. Piyasanın en güzel malı olmasına rağmen, onun ürettiği kumaşlar boykot edildi. Mahkeme, patentini iptal etti. Mahkemeden sonra kaldığı otelin önünden geçen muhaliflerinden biri, onun duyabileceği bir sesle şöyle bağırdı:

- “Nihayet eski berberin hakkından geldik.”

O, buna soğukkanlılıkla şu cevabı verdi:

- “Zararı yok, Hâlâ hepinizi tıraş edebilecek bir usturam var!”

Bunu diyebilen ve işe yeniden sıfırdan başlama azim ve cesaretini gösterebilen Arkwright, çalışmalarına devam etti ve İngiltere’de modern fabrika sisteminin kurucusu oldu. Öldüğünde o, Sir unvanı olan bir şövalyedir.

Lucile Blake hayatının şokuna uğradı. Çok güzel ve dolu bir hayat yaşarken bir sabah çöktü. Kalbinin zayıf düşmesi nedeniyle doktor ona “Bir yıl süreyle yatakta yatarak tam dinleneceksiniz” dedi. Yeniden güçlenebileceği konusunda da hiç yüreklendirmedi.

“Yatakta bir yıl! Yatalak olmak, belki de ölmek!” Dehşete düştü! Bütün bunlar neden onu buluyordu? Bunu hak edecek ne yapmıştı? Ağlayıp sızlanıyordu. Acı çekti ve başkaldırdı. Doktorun öğütlediği gibi yattı. Sanatçı bir komşusu Mr. Rudolf, Lucile’e şöyle dedi: “Şimdi yatakta geçecek bir yılın trajedi olacağını düşünüyorsun. Ama öyle olmayacak. Düşünmeye ve kendinle tanışmaya zamanın olacak. Önündeki birkaç ayda ruhsal gelişimin geçmiş yaşamın süresince olduğundan daha çok olacak!”

Sakinleşmeye başladı, yeni bir değer yargısı geliştirmeye çalıştı. Esinlendirici kitaplar okudu. Birlikte yaşamayı istediği şeyleri düşünmeye karar verdi: Sevinç, mutluluk, sağlık düşünceleri. Kendisini her sabah uyanır uyanmaz, şükretmesi gereken şeylerini gözden geçirmeye zorladı. Acı yoktu. Sevimli bir genç kızdı artık. Görme yeteneği vardı. Duyma yeteneği tamdı. Radyoda güzel müzik, okumak için zaman vardı. Lucile, yatakta geçirdiği o yıl için sonra içtenlikle şükrediyordu. Arizona’da geçirdiği en değerli ve mutlu yıldı o.

William Cobbett, nasıl İngilizce gramer öğrendiğini şöyle anlatır:

- “Çamaşır torbası çantam, dizimin üzerindeki bir mukavva parçası da yazı masamdı. Mum veya yağ alacak param da yoktu. Kışları, yanan ateşin ışığından faydalanıyordum. Bir kalem alabilmek için aç kalmaya razı oluyordum. Bir Cuma günüydü. Ertesi günü balık alacağım yarım Peni’yi kaybettim. Başımı yastığın altına sokup çocuk gibi ağladığımı hatırlıyorum. Ben bu şartlarda başarılı olmuşsam, daha iyi şartlarda başaramayanların ne gibi mazeretleri olabilir?”

Logan Pearsall Smith’in yalnız bir gözü vardı. O da yoğun yaralarla öylesine kaplıydı ki, tüm işini gözün solundaki küçük bir açıklıktan yapabiliyordu.

Ama bu kadın acınacak biri olmayı, “ayrımlı” olmayı kabul etmedi. Çocukken öte çocuklarla sek sek oynamak istedi ama çizgileri göremiyordu. Öteki çocuklar evlerine gittikten sonra diz üstü yere çömelir, gözünü çizgilere yaklaştırarak sürünürdü. Arkadaşlarıyla oynadığı yerin her parçasını ezberledi ve bu oyunda uzman olmaya başladı. Evde okuyordu, iri harflerle basılmış bir kitabı gözlerine o denli yaklaştırdı ki, kirpikleri sayfalara değerdi. İki akademik aşama kazandı: Minnesota Üniversitesinde Lisans ve Colombia Üniversitesinde Yüksek Lisans.

Minnesota, Twin Valley’in küçücük bir köyünde öğretmenliğe başladı ve Kuzey Dakota Sioux Falls’daki Augustana College’de yazın ve gazetecilik profesörlüğüne kadar yükseldi. Burada 13 yıl öğretti, kadınlar kulübünde konferanslar verdi, yazarlar ve kitaplar üzerine radyo konuşmaları yaptı. “Zihnimin gerisinde” diye yazıyor, “her zaman, tamamıyla kör olma korkusu vardı. Bunun üstesinden gelebilmek için hayata karşı güleryüzlü, hemen hemen neşeli bir tutum geliştirdim.”

İtalya’da cila sanatını canlandıran kimse Luca della Rabbia adında Floransa’lı bir heykeltıraştır. Rabbia bütün gün elinde kalemle çalışır, gecenin büyük kısmını da resim çizmekle geçirirdi. Geceleri resimle o kadar meşgul olurdu ki, ayaklarını soğuktan donmasınlar diye talaş dolu bir sepete yerleştirerek resim çizmeye devam ederdi. Buna şaşmamak gerekir. Çünkü kendilerini vaktiyle sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa ve bu gibi mahrumiyetlere alıştırmamış olanlar hiçbir sanatta ilerleyemez ve başarı kazanamazlar. Şöhret ve başarı rahat döşeklerde uyumakla değil, uykusuzlukla, araştırmakla ve çalışmakla elde edilir.

1756’da doğan Wolfgang Amadeus Mozart tüm şöhretine rağmen o kadar fakirdi ki oturduğu berbat odayı ısıtmak için odun bulamıyor, ellerini sıcak tutmak amacıyla yün çoraplarını ellerine sararak çalışıyordu. Bu halde adını ölümsüzleştiren bestelerini yazıyordu.

Erich Fromm’un babası hayatı o denli seviyordu ki, kendisini kör bırakan hastalığından sonra şöyle diyebilmişti: ‘Olsun, hiç değilse bana yaşamak için biraz daha süre tanındı. Bahçemde yolları biliyorum ve şimdi de kuşlarımı besleyebilirim.’

Din bilgini Şâfiî, küçük yaşta ilme merak saldığı halde çok fakirdi. Kağıt alacak parası yoktu. Bunun için o, hükümet işlerinin yürütüldüğü divana gider, kullanılmış kağıtların çıkmasını beklerdi ki, onlara yazabilsin.

Dünyaca ünlü Karate ustası Bruce Lee’nin sağ bacağının, sol bacağından üç santimetre kısa olduğunu biliyor muydunuz? Fakat Bruce Lee, zor olsa da bunu kabullendi ve kısa olan bacağından yararlanmanın yollarını aradı. Yılmadan bıkmadan çalıştı ve sonunda bu durumun, bazı tekmeleri atmasında ona avantaj bile sağladığını gördü. Ayrıca o, çocukluğundan beri yakını iyi göremediği için kontakt lens kullanmaktaydı. Sizce Bruce Lee olanları olduğu gibi kabullenmek ve çalışmak yerine kendisini karamsarlığın kollarına atsaydı, bu hâle gelebilir miydi?

İngiltere’de 9 aylıkken geçirdiği bir rahatsızlık sonucu kulakları duymayan Kristian Burrell, işitme özrünü kendi lehine çevirerek bir Amerikan futbolu yıldızı olmayı başardı. Bristol tamının minikler kategorisinde oynamaya başlamadan önce, başvurduğu 6 takımın koçu tarafından özrü nedeniyle kabul edilmemişti. Ama tüm zorluklara rağmen yılmayan Kristian, iletişim kurabilmek için takım arkadaşlarına işaret dilini öğretince bütün maçlarda bu dili kullanmaya başladılar. Böylece, büyük bir sessizlikle anlaşarak oyunlarını oynayan Bristol takımı, rakiplerini şaşkınlık içinde bırakmaya başladı. Top vurucu pozisyonunda oynayan Kristian ile arkadaşları işaret dilinin yanında kendi özel işaret dillerini de geliştirdiler. Kristian, burnuna, kaşına ya da gözüne dokununca topu hangi mesafeye atacağını arkadaşlarına anlatmış oluyor. Böylece rakip takım oyuncuları ve koçları da Bristol’ün sır gibi oyun taktiklerini öğrenemiyorlar. Böylece sağırlık avantaj oldu.

Büyüdüğünde müzisyen olmak isteyen ve sekiz yaşında piyano dersleri almaya başlayan Evelyn Glennie, ne yazık ki kulağındaki sinirlerde tedavisi imkansız bir tahribat yüzünden 12 yaşında tamamen sağır oldu. Amma müzik sevgisini hiç yitirmedi. Glennie, o zamanlar hiç örneği olmamasına karşın vurmalı çalgılar solisti olmak istediği için diğerlerinden farklı bir biçimde “işitmeyi” öğrendi. Çalgıyı bacaklarının arasına koyarak çalışıyordu ve vuruşların bacaklarına yaydığı titreşimleri değerlendiriyordu. Hayal dünyasını ve sahip olduğu tüm duyuları değerlendirerek kendine has bir ses dünyası oluşturdu. Sağır bir müzisyen olarak değil, bir müzisyen olarak kendisini göstermek istiyordu. Bu yüzden Londra’daki ünlü Kraliyet Müzik Akademisi’ne başvurdu. Daha önce hiç sağır öğrencileri olmaması ve bazı öğretmenlerin onun kabul edilmesine karşı çıkmalarına rağmen Glennie’nin performansını görünce kabul ettiler. Glennie, Akademinin en iyi derecesiyle mezun oldu. Bunun sonrasında kendisini, solo çalan ilk profesyonel vurmalı çalgıcı olarak kabul ettirdi.

Kaynak: Nurullah Abalı, Engeller Aşılmak İçindir, Türdav Yay., İstanbul 2000, s. 183-194.

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap