Sumeye

Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri

Önerilen İletiler

Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri

Acaba başımıza gelen sıkıntı ve musibetlerin hikmetleri ne­lerdir? Bu davetsiz misafirlerimizi nasıl karşılamalıyız? Bir­kaç yazı çerçevesinde bu konuyu inancımız ışığında değer­lendireceğiz. Şunu da belirtelim ki, iman ve güzel ahlak dışında her nimet aslında bizim için bir imtihandır.

Belki felaketimize sebep olabilir. Bazen nimet sandığımız hususların, gerçekte tersi bizim için nimettir. ALLAH bazen en büyük nimetleri en büyük musibetler içinde saklar. O bela ve musibetleri nimete ulaşmak için köprü yapar. Genellikle nimete nimetle kavuşulmaz. Rahata rahatla erişilmez.

Sıkıntı ve musibet günahları temizler

İnsan, bu dünyada misafir bir memurdur. Önemli bir görev için buradadır. Sermayesi olan ömür dakikalarıyla ebedî mutlu­luğu kazanacaktır. Yaptığımız her iyilik bize puan kazandırdığı gibi, gerektiğinde dişimizi sıkarak sabrettiğimiz her sıkıntı da bi­ze derece kazandırır.

Peygamberimiz (a.s.m.), mü'minin ayağına batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile olduğunu belir­tir. Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir be­lanın da ALLAH'ın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da, sildirecek yeterli sevabı yoksa üzüntü ve hastalık bu fonksiyonu görür ve onu âhiretin acı ve sıkıntılarından kurtarır.

Dünyada geçici bir süre için sıkıntı çekmek, oradaki ebedi sıkıntıdan kurtarabilir. Eski âlimler, "Eğer dünya musibetleri olmasaydı, âhirete müflis olarak giderdik" derken bu gerçeğe işaret etmişler. ALLAH'ı kullara şikâyet etme­mek, yakınıp sızlanmamak şartıyla geçici hastalık dakikaları bire bin âhiret sevabı kazandırır. Bir dakika hastalık bazen bir gün ibadet hükmüne geçer. Âhirette çok tatlı meyveler verirler.

Musibetler, asıl büyük musibet olan inançsızlıktan alıkoyar

Asıl büyük hastalık, inançsızlık ve ibadetsizlik musibetidir. Bizi ikaz edip bu gibi dehşetli hastalıklardan kurtarmaya vesile olan maddî dertlerimiz, aslında dert değil dermandır. ALLAH'ı ta­nıyan ve ona kulluk edenin dünyası aydınlık ve mutlulukla do­ludur. Kişi imanın kuvvetine göre bunu hisseder. İmanın verdiği manevî sevinç ve şifa yanında küçük maddi hastalıklar hiç hük­münde kalır.

Diğer taraftan dünyada yaşadığımız acı ve sıkıntılar, âhirette nimet olarak kendini gösterecek. Dünyanın tatlı gördüğümüz gü­nahlı birçok sahnesi ise, orada acı birer tablo halinde karşımıza çıkacak.

Dünya hizmet ve çalışma yurdudur; ücret ve mükâfat yeri de­ğildir. Kişinin başına bir sıkıntı geldiğinde soğukkanlılığını kay­betmez, isyan etmez ve ALLAH'a hamd ederse, alacağı diğer se­vapların yanı sıra kendisi için Cennette bir köşk inşa edilir. En büyük musibet olan ölüm bile, mü'min için bir rahatlık vesilesi­dir.

Musibetler, birer sabır sınavıdır

Hastalık ve musibetler bizim için birer sabır sınavıdır. Kişinin değer ve iyiliği böylesi durumlarda göstereceği sabır ölçüsündedir. Sabırdan yoksun olan, her türlü iyilikten yoksundur. Sabır, 'manimizin göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam, sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz (a.s.m.), "Şüp­hesiz, büyük mükâfat büyük belalardadır. ALLAH bir topluluğu se­verse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur." buyurmuşlardır. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, "sabırlılar defteri"ne kaydedilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadis-i şerif­lerinde şöyle buyurmuşlardır: "Mü'minin durumu hayret verici­dir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükâfat alır. Kısacası, ALLAH'ın mü'min için her hükmü hayırdır."

Diğer yandan nimetle azmak, sıkıntıyla isyan etmek imanla asla bağdaşmayan bir durumdur.

Hastalık ve musibet insanı ALLAH'a yaklaştırır

Hastalık ve musibet insanı ALLAH'a yaklaştırır. Ölüm gerçeğini, dünyanın fâniliğini hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlünü Rabbine bağlar. Yaptığı işte daha samimi daha içten olmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. "Biz in­sana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fa­kat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yal­varır durur."( Fussilet Sûresi, 41:51) âyeti bu gerçeğe işaret eder.

Böyle durumlarda gerçek mü'min, sadece ALLAH'tan yardım diler, O'na yalvarır. Şifa için derman aramakla beraber, falcıya, medyuma, üfürükçüye gitmez, mezardan, türbeden medet ummaz. Malını ve servetini hatta çoluk çocuğunu kaybeden, dil ve kalbi hariç bütün bedeni-i hastalık kaplayan, buna rağmen sabah akşam hamd ederek Rabbinin hükmüne hoşnutluğunu dile getiren, her şeyin ALLAH'ın elinde olduğunu bilerek halini kimseye şikâyet etmeyen, sonunda da şu samimi sözleriyle O'na seslenen Hz. Eyyûb (a.s.) gibi davranır: "Rabbim, zarar bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin."( Enbiyâ Sûresi, 21:83) ALLAH da, vazifesini bitirmiş hastalığını kaldı­rır ve onu över: "Biz onu sabredici bulduk. Ne iyi kuldu o! Ger­çekten ALLAH'a yönelirdi."( Sâd Sûresi, 38:44)

Gönülde kulluk bilincini uyandırır

Hastalık ve musibetler, gönülde kulluk bilincini uyandırır; ruh dünyamızda çeşit çeşit kulluk çiçekleri açtırır. Nice hastalık ve musibet vardır ki, kul için bir şok görevi yapar. Fıtratının ra­yına oturmasını sağlar. Hayatına istikamet kazandırır. Tövbe ile kulluk görevine döndürür.

Böyleleri için hastalık bir sıhhat, sağ­lık ise bir hastalıktır. Nice sağlığı yerinde, güçlü kuvvetli, tuzu kuru insan vardır ki, bu dünyayı tatlı görüp, âhireti unutup gaf­lete gömülmüş asıl büyük hastalığa tutulmuşlardır. Hastalık sa­yesinde dünyanın fâniliğini anlamış, asıl yurdunun özlemi içine girmiş, dini görevlerini merak edip araştırmaya koyulmuş görü­nüşte acıdığımız, aslında gıpta edilesi bahtiyar insanlar vardır.

Böyleleri için hastalık bir nimet ve rahmettir. Nimet imtihanı, sı­kıntı imtihanından daha çetindir. Bir sıkıntı ve musibete maruz kaldığımızda, geçirdiğimiz sağlık ve afiyet günlerini düşünüp soğukkanlılığımızı korumalı, isyan etmekten haya etmeliyiz.

Nite­kim sahabelerden Urve b. Zübeyr'in (r.a.) bir ayağı kangrenden kesilmek zorunda kaldığında şöyle demiş: "Rabbim, yedi evla­dım vardı. Birini aldıysan altısını bıraktın. Toplam dört olan el ve ayaklarımdan birini aldıysan üçünü bıraktın. Bela verdiysen, daha önce afiyet de verdin. Bazı nimetleri almışsan bir kısmını da bıraktın." Sonra önünde kesik ayağını görünce, "Rabbim bilir ki, seninle bilerek asla bir kötülüğe doğru yürümedim." diyerek bundan dolayı ALLAH'a şükrünü dile getirmiş.

Yazar: Prof.Dr.Abdulaziz Hatip

İletiyi paylaş


İletiye bağlantı
Sitelerde Paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap