Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

İletiler bölümüne Dogru_Yol kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. Panik atağı nedir?

    Yoğun korku ve huzursuzluk durumunun olduğu, aniden başlayıp, rahatsızlığın en geç 10 dakika içinde en üst düzeye ulaştığı ve 13 adet vücutsal ve düşüncesel belirtiden, en az 4 unun varolduğu bir kaygı nöbetidir. Bu 13 belirti şunlardan oluşmaktadır:

    1- çarpıntı,kalp hızında artış,kalp seslerini duyuyor gibi hissetme

    2- terleme

    3- titreme ve ya sarsılma hissi

    4- boğulma ya da nefes alamama, nefesinin yetmediği hisleri

    5- tıkanma ,soluğun kesilmesi hisleri

    6- göğüste ağrı veya göğüste bir rahatsızlık hissi

    7- bulantı ya da karında ağrı ya da karında bir rahatsızlık hissi

    8- bas dönmesi, dengesizlik , basta sersemlik hissi ,bayılma hissi ,yere düşecek gibi olma

    9- çevreyi olduğundan farklı ,sanki gerçek değil gibi hissetme ya da kendini çevredekilerden ayrılmış,olağandışı ,farklı bir şekilde algılama hali

    10- kontrolünü kaybetme, delireceğini düşünme seklinde bir korku

    11- o anda ,kalp krizi geçireceği ya da öleceği korkusu

    12- uyuşma, hissizlik,yanma, karıncalanma hisleri

    13- üşüme, ürperme ,soğuk ya da sıcak basmaları, basından aşağı kaynar su dökülmüş veya hamama girmiş gibi olma

    Panik atak hangi bozukluklarda görülebilir ?

    Panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, sosyal fobi ve diğer fobiler, saplantı-zorlantı bozukluğu, madde kullanımına ya da vücutsal bir hastalığa bağlı kaygı bozukluklarında görülebilir.

    Bir panik atak sebepsiz olarak aniden başlayabileceği gibi, belli bazı durum ya da ortamlarla ilişkili de olabilir. Örnek olarak korkulan bir hayvan (örümcek, kedi,köpek,fare,yılan görmek gibi), kalabalık bir ortamda bir faaliyet (konuşma, yemek yeme gibi) bir durumu takiben de başlayabilir.

    Panik bozukluğu :

    Yukarıda belirtilmiş olan panik ataklarının aniden,beklenmedik zamanlarda ve tekrarlayarak oluşması ve en az 1 ay sureyle bu atakların tekrarlayacağı yönünde sürekli bir kaygı, atağın sonunda olabileceğini düşündüğü şeyler (ölmek, delirmek, kalp krizi geçirmek seklinde ) ile ilgili kaygı duyma ya da bu ataklarla ilgili olarak bazı davranışlarında değişiklikler yapma seklindeki bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlık başka bir madde kullanımı ya da başka bir vücut ya da psikiyatrik bir rahatsızlığa bağlı değildir.

    Panik Bozuklugu ve Toplum

    Toplumda hastaligin hayat boyu görülme yayginligi % 1.5-3 arasinda degismekte olup, hastalarin ¾ ‘unu kadinlar olusturmaktadir. Kadinlarda % 2.1 ,erkeklerde % 0.6 oraninda görülmektedir. Kisilerin 1/10’u hayatlari boyunca en az bir kez panik atak geçirmekte ve bunlarin yaklasik olarak 1/6’si panik bozukluga dönüsmektedir.

    Kalıtımın etkisi var midir ?

    Panik bozukluğu vakalarının birinci derece yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı ,diğer kişilere göre 4-7 kat daha çoktur (normsalda 2-4 iken ,panik bozukluklu kişilerin yakınlarında % 2-21 oranında ). Bu hastalığı olanların yaklaşık % 50 ‘sinin, yakınlarında bu hastalık gözlenmekte olup, %15 vakada bu yakınlık birinci derecedendir.

    Panik bozukluğunun oluşumunda gelişimsel ve çevresel faktörler:

    Çocuklukta yaşanan “seperasyon (çocukluk döneminde anne-baba sevgisinin kaybı,yaptıklarının anne ve babanın kalıpları ile uygunluk göstermemesi halinde terk edilecegi korkusu) anksiyetesi”nin panik bozukluk ve agorafobi ile ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. Panik bozukluğu hastaları ailelerinin“kendilerine düşük derecede bakim verdikleri ancak çok fazla koruyucu olduklarını “ söylemektedirler. Boşanma, olum sebebiyle daha çocukken anne-babadan ayrılma yaşantıları olanlarda da panik atakları fazla görülmektedir.

    Yapılan bazı araştırmalara göre, panik bozukluğu başlamadan yaklaşık iki ay kadar önce, kişi için önemli bir takım olaylar belirtilmiştir (önemli bir kişinin kaybı gibi

    Panik bozukluğunda beyindeki değişimler:

    “Hipokampal girus” denen bölgede metabolik asimetri gözlenmiş olup, ‘her an olacak’ seklindeki beklenti anında beyin temposal bölgesinde kan akımında artış saptanmıştır. Karbon di okside aşırı duyarlılık,noradrenerjik sistemin aşırı aktivitesi ve serotonin yapımındaki bozuklukların hastalıkta rol aldığı düşünülmektedir.

    Panik bozukluğu ile karışabilen diğer hastalıklar:

    Kansızlık, kalp krizi (angına pectoris ve myokard enfarktüsü), kalp yetmezliği, yüksek tansiyon, astım, akciğer ambolisi, beyin-damar hastalıkları (enfarktlar-beyin kanamaları), epilepsi (sara hastalığı), migren, multipl skleroz, beyin tümörleri, diyabet (seker hastaligi), hipertiroidi (tiroid bezlerinin çok çalismasi), hipoglisemi (kan sekeri düsüklügü),hipoparatiroidi (paratiroid bezlerinin az çalismasi), bazi maddelerle zehirlenme (amfetamin, kokain, marihuana, nikotin, teofilin,antikolinerjik dedigimiz maddeler), bazi maddelerin kullaniminin aniden kesilmesi ( alkol, tansiyon tedavisinde kullanilan ilaçlar, uyku getirici ilaçlar),üremi,vücut su-tuz dengesi bozukluklari, yaygin enfeksiyonlar, lupus hastaligi panik bozukluk tablolari ile karisabilmektedir

    Hastalığın gidişi nasıldır?

    Genellikle yetiskinlige geçis ya da erken yetiskinlik dönemlerinde baslamakta ancak çocukluk caginda da baslayabilmektedir. Hastaligin görülme olasiligi, ek olarak otuzlu yaslarin ortalarinda gene artmaktadir.

    Tedavi yöntemleri :

    1-Ilaç tedavisi: En az 2-3 ay olmak üzere ,doz yavasça yükseltilmek üzere kullanilmalidir. 2- Bilissel-davranisçi tedavi: Kisiye panik ataklari ile ilgili olan yanlis bilgileri ve inançlari gösterilir. Vücudundaki yanlis anlayip,algiladigi ufak hislerin kendini ölüme götürmedigi ,bunlarin kisa sureli oldugu belirlenir. Böyle bir sey oldugunda durumu geçirmek için yapacagi seyler gösterilir.

    Hastalığın tedavisi neden önemlidir?

    Vakalarin % 40-80’inde majör depresyon dedigimiz tablo hastaliga eklenip,durumu agirlastirmaktadir. Kisilerin bahsetmemesine karsin intihar riski yüksektir. Hastalarin % 20-40’inda alkol ve madde bagimliligi görülmektedir. Kisi ilerleyen donemde eve bagimli hale gelebilmekte ya da hastane,eczane gibi yerlere yakin olmayi yeglemektedir. Hasta bu konuya yakin olmayan doktorlari bir dolasip,gereksiz ya da yanlis tedaviler almaktadir.

    Kaynak


  2. 2005 yılında çıkarılan Özürlüler Yasası’nın 33‘üncü maddesine göre spor kulüplerinin malzeme ihtiyaçlarının temininin sorumluluğunun T.C. Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü‘nde olduğunu, artık konu ile ilgili herkes biliyor. Aradan geçen 5 yılda adı geçen yasanın bu maddesini mali zorluklar nedeniyle uygulamak mümkün olmadı.

    2006 yılının sonunda zamanın Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mehmet Ali Şahin’in öncülüğünde oluşturulan bir fonla geçici bir çözüm bulundu. Sayın Faruk Özak Spor Bakanı olarak göreve geldikten sonra aynı formülle bu ihtiyaçların devlete yük olmadan karşılanması, bazı engelli spor federasyonları tarafından engellendi. Engellendi de yerine bir çözüm getirilemedi. Ne engelli federasyonları sponsorlarını bularak soruna bir çözüm bulabildiler, ne de Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı federasyonlara bu maddi desteği verebildi.

    Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı ise, son 3-4 ayda 750 bin TL tutarında spor sandalyelerini muhtelif kulüplere dağıttı. Ancak sorun diğer engelli spor federasyonlarında da devam etmekte. Böyle giderse bir süre sonra, özellikle Bedensel Engelliler Spor Federasyonu’na bağlı kulüplerden bazıları spor etkinliklerine son vermek zorunda kalacaklar. Nitekim bunun ilk belirtileri bu sene Lig‘ten çekilen birkaç takımla ortaya çıkmaya başladı.

    Sayın Özak

    Sayın Bakanım, bir çok engelli spor kulübü malzemesizlik yönünden deyim yerinde ise “kan ağlıyor.” TESYEV’e yapılan başvurular bunu göstermekte. Yeni bir fon kurulması engellendiğine göre, TESYEV kendi imkanlarıyla, o kurulması muhtemel fona taahhüt ettiği rakamlarında üzerinde bir yükün altına girerek yapabileceğini yaptı. Şimdi artık sıra sizde. Nasıl bir çözüm bulunur ve federasyonların ihtiyaçlarına göre adil bir şekilde nasıl dağıtılır, bu konuda biz görüşlerimizle destek vermeye hazırız. Ancak sizin ve ekibinizin de bu konuya biran önce eğilmesinin gerekli olduğuna inanıyoruz.

    Yavuz Kocaömer

    Kaynak


  3. DEPRESYON (Ruhsal çöküntü)

    Depresyon kelimesi günlük dilde sık sık kullanılır. Bir çok duygunun bir araya gelişini o anda varolan istenmeyen psikolojik ruh halini betimlemek için kullanılır.

    Depresyon her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Majör Depresyon ( büyük depresyon) nöbetlerle gelen ve tam düzelen bir özelliğe sahiptir.Toplumun her kesiminde görülebilir. Psikiyatrik hastalıklar arasında en sık rastlanan bir tablodur. Yaşam boyunca her 100 erkekten 10'unun ve her 100 kadından 20'sinin Depresyon geçirdiği araştırmalarla saptanmıştır.

    Depresyondaki bir insanda en dikkati çeken özellikler şunlardır; Elem, keder, karamsarlık umutsuzluk duyguları ile; daha önceden zevk aldığı ilgi duyduğu nesnelere, uğraşılara ilgi duymaması ve hiçbir şeyden zevk alamama halidir.

    Depresyondaki bir hasta çevresine ve hekime "çok üzgünüm, sanki daha önceki kişiliğimi yapımı kaybettim. Hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bu sıkıntı, keder bitmeyecek. Hayat bana ağır geliyor. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Kendimi yorgun ve bitkin hissediyorum. Sabırsız, tahammülsüz bir insan oldum. Kimse gelsin -gitsin istemiyorum. Sessiz - sedasız bir odada yalnız başıma kalmak istiyorum. Çocuklarıma bakamıyorum; bazen onları boğasım bile geliyor. Bazen de artık yaşamanın bir anlamı kalmadı diye düşünüyorum. Bir şey öğrenemiyorum, her şeyi unutuyorum... Zaman zaman sebepsiz ağlıyorum. Çok sıkılıyorum, daralıyorum, baş ağrılarım sıklaştı. İştahtan kesildim, kilo verdim. Uykuya dalmakta güçlük çekiyorum, bazen erkenden sıkıntı ile uyanıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Karar veremiyorum... " şeklinde yakınmada bulunur.

    Uluslararası Depresyonları önleme ve tedavi komitesinin depresyonlu hastaların tanınması amacıyla hazırladığı tanı ölçütlerinden yola çıkarak hazırlanan maddelerin 4-5 tanesine evet diyorsanız Depresyonda olabilirsiniz.

    1. Hayattan eskisi kadar zevk almıyorum, hiçbir şey ilgimi çekmiyor.

    2. Son zamanlarda karamsar, ümitsiz, kötümser düşünüyorum.

    3. Kendimi yorgun, bitkin, halsiz hissediyorum.

    4. Uyku düzenim bozuldu.

    5. İştahım azaldı kilo kaybettim.

    6. Bedenimde ağrılar, sızılar başladı, göğsüme baskı oluyor, mideme kramplar giriyor.

    7. Son zamanlarda cinsel ilgimi kaybettim.

    8. Hafızam zayıfladı, birşeyi aklımda tutamıyor, öğrenemiyorum.

    9. Zaman zaman intihar etmek istiyorum. Kimseyi görmek istemiyorum.

    Depresyon geçiren bir insandan; düşünce ve duygu, davranış, motor faaliyetlerde, biyolojik yaşamsal fonksiyonlarda değişiklikler olur.

    Duygu Durumundaki Değişiklikler.

    1. Keder, elem, üzüntü, sıkıntı, karamsarlık

    2. Olağan faaliyetlere karşı ilgisizlik,

    3. Hiç bir şeyin zevk vermemesi, hayatın anlamsız gelmesi

    4. Ağlama isteği veya ağlama,

    5. Konuşmaya dahi isteksiz olma.

    6. Düşünce içeriğindeki değişiklikler:

    En başta umutsuzluk, karamsarlık düşünceleri ( Kendisini değersiz, günahkar, suçlu kabul etme, ciddi depresyonlarda kişi bu düşüncelerle intihar eder...)

    İntihar fikirleri

    Ağır depresyonlarda bazen gerçeği değerlendirme, muhakemede kısmi bozukluklar görülebilir. Şahıs organlarının olmadığını, çürüdüğünü, bu nedenle yeme-içmesinin anlamsız olduğunu söyler ve kötülük göreceği şeklinde hezeyanları olabilir.

    Depresyonda Hafıza

    1. Dikkat toparlanamaz

    2. Konsantrasyon bozulur.

    3. Unutkanlık başlar

    4. Yeni şeyler öğrenilemez

    5. Bu nedenle bir iş performansı ciddi şekilde düşer.

    Depresyonda Biyolojik-Vital fonksiyonlar

    1. Uykuya dalmada güçlük

    2. Sık sık uyanma, sabahları erken uyanma

    3. İştahsızlık ( Perhizde değilken 1 ayda kilosunun %5'inden fazlasını kaybetme)

    4. Cinsel istekte azalma

    5. Hareketlerde faaliyetlerde yavaşlama, halsizlik, yorgunluk, bitkinlik.

    DEPRESYON TÜRLERİ

    Maskeli Depresyon

    Sınıflamalarda yer almamakla birlikte klasik kitapların çoğunda yer alır. Bu durumda klasik depresyon belirtileri yerine: Bedenin değişik yerlerinde ağrılar, sızılar, uyuşma, karıncalanmalar, hissiyat azlığı, karakter bozuklukları, Sexsüel alanda ve beslenme ile ilgili davranışlarda bozukluklar, alkolizm, madde bağımlılığı gibi sorunlar ön plandadır. Yani temeldeki depresyon bu şekilde dışa yansımıştır.

    A tipik depresyon

    Hastada depresif duygu durum dikkati çekmekle beraber, diğer belirtiler "tipik" depresyon belirtilerine uymaz. Gün içi değişmeler görülür. Kişilik yapısı takıntılara saplantıları yatkın insanlarda takıntılar, saplantılar, kuruntular ön plana çıkar. Örneğin; su muslukları, tüpün düğmesi, ütü fişi sürekli kontrol edilir. Bazen yoldan dönülüp tekrar tekrar bakılır. Bedendeki fizyolojik değişiklikler organlardaki bozukluğun habercisi gibi değerlendirilir ve bedensel uğraşlar artar. Çeşitli korkular gelişir. Dışarıdan gösteri, rol gibi algılanacak davranışlar görülebilir.

    A tipik depresyonlu insanlar her zamankinden fazla uyur ve fazla yemek yerler. Aşırı kilo alırlar. Kollarda ve bacaklarda aşırı güçsüzlük vardır. Beklenmedik bir şekilde alkole, maddeye, kumara düşkünlük. Aile ve iş yaşamından uzaklaşma Açıklanması güç cinsel uyumsuzluklar dikkati çeker.

    Çocuklarda Ve Gençlerde Depresyon

    Çocuklarda ve gençlerde tipik depresyon belirtileri olmayabilir. Daha çok davranış ve tutum değişiklikleri belirgindir. Aşırı ağlama, hırçınlık, asi davranışlar, çabuk sinirlenme, alkol ve uyuşturucu kullanımına başlamanın temelinde depresyon olabilir.

    Yaşlılarda Ve Menapoz Sonrası Depresyon

    1. Kadınlarda daha sık görülür.

    2. Depresyonun tipik belirtileri olmakla beraber; ağır bunaltı (anksiyete), sıkıntı, özellikle sabah sıkıntısı, uyku bozukluğu ön plandadır.

    3. Aşırı telaş ve tedirginlik vardır.

    4. Sıkıntıdan dolayı sürekli eller oğuşturulur ve yerinde duramama, dolaşma hali vardır.

    5. Bedensel uğraşılar daha fazladır.

    6. İntihar düşünceleri yoğundur.

    Doğum Sonrası Depresyonları

    Doğumdan sonra annelerde görülen depresif tabloya "puerperal depresyon" denmektedir. Bazı anneler doğumdan sonra : Gelip geçici ağlama nöbetleri, güçsüzlük , halsizlik, sıkıntı, üzüntü, bebeğe karşı ilgisizlikle karakterize "Bebek hüznü " denen bir durum yaşar. Destekleyici tedavilerle olumlu yanıt verir. Doğum sonrası bir ila 3 ay içinde gelişen karamsarlık , üzüntü, yetersizlik , hiçbir şeyden zevk alamama, çocuğa, ev işlerine bakmamak gibi hallerinde tam bir depresyon geçiriyor denmektedir. Ciddi tedavi gerekmektedir. Hastaların çoğu tedavi ile düzelir. Bazılarında depresyonun belirtileri uzun süre üzerinde kalabilir.

    Distimik Bozukluk

    Eskiden nörotik depresyon, depresif kişilik, nevrasteni diye nitelendirilirdi. Hastalarda en az iki yıl süren ve çok ağır olmayan depresyon belirtileri vardır. Uyku bozuklukları, hiçbir şeyden mutlu olamama, müzmin karamsarlık hali, yoğunluk, istek ve ilgi azlığı, güvensizlik hissi, bedensel yakınmalar dile getirilir. Bu bozuklukta bir kaç gün , bir kaç hafta iyilik dönemleri görülebilir. Ancak bu iyilik dönemleri iki ayı geçmez.

    Postpsikotik Depresyonlar

    Şizofreni gibi gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulduğu, "akıl hastalıklarında da zamanla depresyon gelişebilir.

    Organik Nedenlere Bağlı Depresyon

    Bir çok fiziksel bozukluğa bağlı depresyonlar görülebilmektedir. Örneğin;Hormonal sistemdeki bozukluklar, Nörolojik bazı hastalıklarda ( Örneğin Parkinson, Multipl skleroz) kan hastalıklarında, kanserde, enfeksiyon hastalıklarının bazılarında, kaza ve ameliyetlardan sonra depresyon gelişebilmektedir. Uzun süre kullanılan tansiyon düşürücü, ülser giderici bazı ilaçlar bağımlılık yapan uyarıcı ve uyuşturucular, kortizollü ilaçlarda depresyon yapabilirler.

    DEPRESYON NEDENLERİ

    Depresyona yol açan çok neden vardır.

    1. Kalıtımsal nedenler

    2. Biokimyasal değişiklikler

    3. Hormonal bozukluklar

    4. Tedavide kullanılan bazı ilaçlar

    5. Bazı organik nedenler

    6. Psiko-sosyal olaylar

    7. Sosyo-kültürel etkenler

    8. Bazı yaşam olayları depresyona neden olabilir.

    Birçok insanın aynı şartlarda yaşamasına rağmen bazılarının depresyona girdiği, bazılarının girmediği araştırılıp, tartışılmıştır.

    Biyolojik-genetik alt yapının depresyona yatkınlık gösterdiği kişilerin dış faktörlerle daha kolay depresyona girdiği ileri sürülmektedir.Depresyon tedavi edilebilen bir hastalıktır

    Depresyon belirtileri 2 haftadan fazla sürüyorsa mutlaka bir psikiyatrise gidip tedavi olmak gerekir. Günümüzde depresyon giderici çok güçlü ilaçlar geliştirilmiştir. Psikiyatrislerin tedavide bir çok seçenekleri vardır. 2-3 aylık bir tedavi ile ciddi düzelmeler sağlanabilmektedir. Tedavinin süresi hastalığın ciddiyeti, süresi tekrar edip etmediğine göre ayarlanır. Psikoterapi ile birleştirilen ve sosyal düzenlemeler ile desteklenen tedaviler daha iyi sonuçlar vermektedir.

    DEPRESYON BİR HASTALIKTIR TANIYIN YENİN

    Depresyon ruhsal bir hastalıktır. Depresyon çok yaygın bir sağlık sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her on kişiden birinde depresyon görülmektedir. Ancak halk ve doktorlar tarafından yeterince tanınmamaktadır. Depresyonlu kişinin iş verimi düşer, çalışamaz, insanlar ile olan ilişkileri bozulur. Aileye ve topluma getirdiği ekonomik yük çok büyüktür. Depresyon tedavi edilebilen ve tam olarak düzeltilebilen bir hastalıktır. Depresyon tedavi edilmezse intihar ile sonuçlanabilir. İntihar olgularının büyük bir bölümü depresyon geçiren hastalardır.

    Depresyonun tanınmamasının ve yeterince tedavi edilmemesinin hastaya ve topluma maliyeti çok yüksektir. Tanınması ve tedavi edilmesi halkın ve doktorların eğitimi ile mümkün olabilir.

    Kaynak


  4. Özürlü; "normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da

    sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar" olarak tanımlanmıştır. Bireyin fiziksel işlevlerindeki bozukluk ve bunların hareket yeteneğinde

    yarattığı eksiklik ve güçlük, onu toplumun diğer bireylerinden farklı kılar. Bu farklılık engellilerin yaşadığı ayrımcılığın da asıl nedenidir. Bilindiği gibi

    her türlü ayrımcılığın temelinde farklı olmak, yani "alışılmamış özelliklere" sahip olmak vardır. Fiziksel işlevlerdeki bozukluklar ve bunların hareket

    yeteneği üzerinde yarattığı sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaştırır.

    Toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği, toplumun dışlayıcı tutum ve davranışları da engelli bireyin topluma eşit bireyler olarak katılmasını önler.

    Bilindiği gibi aile, çocukların sağlıklı olarak yetiştirilip, gelişebileceği, önemini hiçbir zaman yitirmeyen evrensel bir kurumdur. Özellikle, ilk davranış

    kalıpları, toplumsal hayata ilişkin kural ve roller, temel alışkanlıklar, mutluluklar, sevgiler, günlük ilişkiler içinde ailede öğrenilmektedir. Bu nedenle normal ya da özürlü, sorunlu ya da sorunsuz olsun her çocuğun, içinde büyüyüp gelişebileceği bir aileye gereksinimi vardır. Çocuğun özürü kesin olarak tanımlandıktan sonra, aile bireylerinin çocuğu ve özürünü kabullenebilmesi çok önemlidir. Ancak aileler bu sürece ulaşıncaya kadar bazı aşamalardan geçmektedirler.

    1.Şok: Çocuğunun özürlü olduğunu öğrenen ailelerde sıklıkla gözlenen tepkilerden ilkidir. Genellikle bu durum; ağlama, tepkisiz kalma ve kendini çaresiz hissetme şeklinde ortaya konmaktadır.

    2.Reddetme: Bazı anne-babalar çocuklarının özürlü olduğunu kabul etmek mistemeyebilirler, bir savunma mekanizması olan reddetme, bilinmeyene karşı

    duyulan korkudan kaynaklanmaktadır. Çocuğun ve kendilerinin gelecekte yaşayabileceklerine yönelik duyulan endişeler, kaygılar, üstlenilmesi gereken sorumluluklar, "halimiz ne olacak?" sorusuna yetersiz kalan açıklamalar, reddetme davranışının görülmesine neden olmaktadır.

    3. Acı Çekme ve Depresyon: Genellikle anne-babalar özürlü çocuğa sahip olmaları mnedeniyle hayal kırıklığına uğrarlar. Çoğunlukla anne-babalar için özür;

    hayallerinde yaşattıkları ideal çocuğun yok olmasının sembolü olabilmektedir, Böyle bir durumda duyulan acı, gerçekten çok sevilen birinin kaybedilmesi karşısında duyulan acıya eştir. Acı çekme, gerçeğin kabul edilmesini kolaylaştıran bir duygu olarak görülmektedir. Depresyon ise; genellikle acı çekme süreci sonunda ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla anne-babalar yüklendikleri sorumluluklar karşısında her şeye güçlerinin yetmeyeceği inancı ile depresyona girmektedirler. mAcı çekme ve depresyon sonucu ailelerde "geri çekilme" ya da "sosyal etkileşimlerden kaçınma" davranışları gözlenebilmektedir.

    4.Suçluluk Duyma : özürlü çocuğa sahip olan her ailede yoğun olarak, acı çekme ile gözlenen tepkilerdendir. Anne babaların çocuklarındaki özüre kendilerinin

    neden olduklarını düşünmelerinden ya da bazı hatalı davranışları sonucunda tanrı tarafından cezalandırılmış olabileceklerine inanmalarından kaynaklanabilmektedir.

    5.Kararsızlık: Özürlü çocuğa sahip olan bazı anne babalarda, duruma hemen uyum sağlama gözlenirken, bazılarında bu süreç daha uzun sürmektedir. Kabullenmede görülen kararsızlık, aile bireylerinin birbirlerini suçlamalarından kaynaklanabilmektedir.

    6.Kızgınlık Duyma: Kızgınlık duyma, genellikle anne babaların kabullenme sürecinde yaşanılan ve kabullenmeyi engelleyici duygudur."Neden ben?", "neden

    benim/bizim çocuğumuz" soruları sıklıkla sorulur. Kızgınlığı kişi kendine yöneltebileceği gibi ailenin diğer üyelerine, özürlü bireye ve diğer insanlara yansıtabilir. Doktorlar, eğitimciler ve terapistler de kızgınlık duyulan kişiler olabilmektedir.

    7.Utanma: Her anne-baba kendi çocuğunun başarılı olmasını, onaylanmasını vekabul görmesini arzu eder ve bundan da son derece gurur duyar. Oysa özürlü

    çocuğun, çevrede kabul görmemesi, hatta alay edilmesi, acınması, korkulması vereddedilmesi gibi olumsuz tutum ve davranışlar yaşayabilmektedirler. Tüm bunlarkarşısında aile, özürlü bireyden utanma duygusu geliştirebilmektedir. Sıklıkla, başkaları ile görüşmeyerek, çocuklarını da eve kapatmayı tercih etmektedirler.

    8.Uzlaşma: Bu davranışları gösteren kişiler, sıklıkla "eğer çocuğuma bir çare bulursan, hayatımı sonuna kadar sana adarım" inancını taşımaktadırlar. Çocuğun derdine çare bulunması, ailelerde son girişim olarak ele alınmaktadır.

    9.Uyum Sağlama ya da kabul Etme: Anne babanın çocuklarıyla daha olumlu ilişkiler kurabileceklerini fark etmeleriyle başlayan bir süreçtir. Aile üyelerinin

    tümünün, özürlü çocuğun ailelerindeki varlığı gerçeğini kabul eteleri aşamasıdır. Kaygılar, korkular azalmış, utanma gibi olumsuz duygularla baş edilmiştir. Artık aile çocuk için ve çocukla birlikte neler yapılabileceğini düşünür ve planlamaya başlamıştır. Böyle bir ortamda çocuğa da kendi özürünü kabul etme ve onunla daha nitelikli bir yaşam sürme şansı tanınmış olacaktır. Ailelerin böyle bir süreçte bu aşamalardan geçmesi doğaldır. Ancak ailenin bu aşamalardan herhangi birinde takılıp kalması beraberinde ruhsal problemleri getirerek duruma uyum sağlama ve kabul etmeyi zorlaştıracaktır.

    İSTATİSTİKLER

    Dünyada özürlü insanların çoğu gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Onların sayıları hakkında çeşitli tahminler vardır. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO)

    yeryüzünde beş yüz milyondan fazla insanın özürlü olduğunu, toplam nüfusun onda birini özürlülerin oluşturduğunu belirtmektedir.

    Ülkemizde özürlülere ilişkin sayısal verilerin yetersizliği nedeniyle Dünya Sağlık Örgütünün %10'luk oranına göre 6,5 milyon özürlünün olduğu tahmin

    edilmektedir . Bunun anlamı her on kişiden birinin özürlü olduğudur. En iyimser tahminle ortalama hane halkı sayısını dört kabul edersek, özürlülüğün, ülkemizde yaklaşık 26 milyon insanı yakından ilgilendirdiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.

    Yakın akrabaların ve çevrenin desteğinin sağlanması, özürlü bireyin günlük yaşama katılımının kolaylaştırarak, toplumsal yaşamda yerini almasına katkı

    verici çalışmalar gerçekleştirilebilir. Bu durum ailenin diğer üyelerini rahatlatacaktır. Akrabalık ilişkilerinin yoğun olmadığı toplumlarda özürlü ailelerinin bu türden gereksinimleri, gönüllü aileler organize edilerek, "paylaşılan bakım", "aileden aileye destek ve kendi kendine yardım" gibi gruplar aracılığıyla karşılanmaya çalışılmaktadır

    Aile yaşamında kardeşler arası ilişkiler, üzerinde durulması gereken önemli konulardan biridir. Özürlü birey ve kardeşleri arasındaki ilişki hoşgörülü, sevgi dolu ve paylaşıma dayalı olabildiği gibi öfke ve utanç duygularının hakimolduğu bir yapıda da olabilir. Kardeşler arasındaki ilişkinin niteliğini doğal molarak ebeveynin tutumu ve davranışları belirleyecektir. Bu konuda, küçük yaşta yapılacak bilgilendirmenin, çocukların sorunlarla baş etme kapasitelerinin daha yüksek olması nedeniyle, etkili olacağı vurgulanmaktadır

    Aile aynı zamanda sevgi, saygı ve beraberliğin paylaşıldığı en temel yapıtaşıdır. Victor Hugo'nun dediği gibi, "Yaşamda en yüce mutluluk, sevildiğini bilmekten geçer"

    SOSYAL UYUM VE YAŞAMI ANLAMLANDIRMA

    Var olmak... Algılamak ya da algılanmak... Sakat olmak demek farklı olmak demektir. Diğer insanlar gibi. Her insan farklıdır. Kimisi uzundur, kimisi kısa.

    Kimisi yaşlıdır kimisi genç. Ya da kimisi siyah, kimisi beyaz. Öyleyse bireysel bilince erişip kendi kendini kabul edip, kendi kendini tanıyıp, tüm

    eksiklikleriyle, tüm iyi yönleriyle kabul etmek gerekir. Sakat olmak demek, topal, kambur, kör, sağır her neyse işte ben bu şekilde varım demek. Ancak kendi

    kendinizi kabul edip, kendinizi severek toplumun bu kalıplarından kendinizi kurtarabilir ve kendinizi topluma daha iyi anlatabilirsiniz. Sakat olması, Shakespear'i dünyanın en iyi oyunlarını yazmaktan alıkoymadı. Abraham Lincoln'un bedensel olarak engellerinin olması 4 yıl boyunca Amerika Birleşik Devletlerini yönetmesini engelleyemedi. Kör olmak Aşık Veysel'in "Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa" gibi ölümsüz eserler vermesinin önüne geçemedi. Stephen Hawking gibi sürekli tekerlekli sandalyede olan birinin 'Hawking Radyasyonu' diye bilinen ve evreni daha iyi anlamamızı sağlayan teori üretmesini ise hiç engelleyemedi. İleri düzeyde sağır olan Beethoven'ı şimdiye kadar yapılmış en güzel müziklerin bir çoğunu bestelemekten alıkoymadı. Aslında tarih, çok ciddi özürlü olmalarına karşın çok büyük işler başarmış büyük şahsiyetlerle doludur. Büyük İskender kamburdu. Ünlü bir ozan olan Homer kördü. Renoir, en güzel başyapıtlarından bazılarını parmakları romatizmadan çarpılmışken resmetti, resim fırçası eline kayış ile tutturulmuştu. Handel en büyük eseri "Hallelujah Korosu"nu bestelediğinde sağ tarafı felçliydi. Ve Edison, pikabı icat ettiğinde sağırdı. Fakat aklınıza şöyle bir soru gelebilir. Bunları başarmak için mutlaka sakat mı olmak gerekir? Öyle olması tabii ki gerekmiyor.

    Bu çok bilinen bir hikaye olan, her an kendisini öldürebilecek ıstıraplı bir hastalığı olan Yunan askerinin hikayesine benziyor. Bu asker, her an ölmeyi

    beklediğinden ,savaşmaktan korkmaz olmuştu. Kaybedecek hiç bir şeyi yoktu. Generali Antigonus, onun bu denli cesurca savaşmasına öyle hayran oldu ki; hastalığını en iyi doktorlara tedavi ettirdi. Fakat, o günden sonra bu yiğit asker, cephelerde görülmedi. Hayatını riske atmak yerine uzak durup, kendini

    savunmaya çabalar oldu. Hastalığı iyi savaşmasını sağladı, fakat sağlığına kavuşup, rahata ermesi bir asker olarak yararlılığını yok etmişti.

    Eğer sakat olmasaydık asla meşgul olunmasaydı bir konuda insanlarca yapılanların en iyisini yapmaya çalışılmaz, ihtimallere karşı savaş verilmezdi.. "Tanrı'nın Dokunuşu" adlı şaheserin şairi Myra Brooks Welch, tekerlekli sandalyesinin koluna vurarak söyle derdi:"Ve Tanrı'ya bunun için şükrediyorum. "Bir tekerlekli sandalye için şükretmek! Fakat tekerlekli sandalyeli günlerine kadar o muhteşem kabiliyeti saklı kalmıştı. Ve şimdi şiirleri tüm dünyayı şevke boğuyor.

    Harvard Üniversitesi'nin en önemli başkanlarından biri olan Charles Eliot, doğuştan gelen önemli bir yüz çirkinliği nedeniyle, kendini delikanlı iken korkunç hissederdi.Ta ki; birgün annesi ona hayatını değiştirecek bu öğüdü verene kadar. Annesi şöyle demişti:" Oğlum en iyi operatörlere başvurduk.

    Hepsi de senin bu özüründen kurtulmanın mümkün olmadığını söyledi. Fakat, Tanrı'nın yardımı ile öyle büyük bir akıl ve ruh geliştirebilirsin ki; insanlar yüzüne bakmayı bile unuturlar! " Ve Eliot da öyle yaptı.

    Evet, kör, topal, sağır v.s olunabilir.Ancak bu varoluşu ve yaşama katılmayı engellememeli.Her insanın dünyaya gelmesinin bir nedeni vardır. Neden “BEN “

    sorusunu sormak yerine toplumun size yüklediği normal ve anormal kalıplarından kurtularak her birimiz farklılığımızı kabullenerek, kendi kendimizle barışık bir

    birey olma yolunu seçmeliyiz. “Ben bu halimle varım, tıpkı diğer insanların kendi halleriyle varoldukları gibi” dediğinizde kendinize olan güveniniz artacak, yapabileceğiniz şeyler fazlalaşacak ve yaşam daha iyi anlaşılacaktır. Konuşmamı yine görme ve işitme engelli olan ve 19.yy a damgasını vurmuş şahsiyetlerden biri olan Helen Keller ile William Shakespeare'in sözleriyle bitirmek istiyorum;

    Yüzünü günese çeviren insan, gölge görmez. -Helen Keller

    İnsanların çoğu duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için. ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için..-William Shakespeare

    Kaynak


  5. Öğrenmenin tersi olan bir bellek işlevidir. Yani, öğrenilenlerin zihinde yeniden canlandırılamamasıdır. Unutmayla ilgili çeşitli kuramlar ileri sürülmüştür. Unutmanın tanımlanması ve türleri kuramların bu konudaki görüşlerine göre belirlenir.

    Fizyolojik temellere dayanan kuramlara göre, unutma öğrenilenlerin ya da anıların beyindeki izlerinin zamanla aşınıp silinmesi sonucu olur.

    Koşullanma yoluyla öğrenme kuramına göre; pekiştirilmeyen, ödüllendirilmeyen tekrarlar; uyaranlarla tepkiler arasındaki bağı zayıflatır, unutma ya da diğer bir deyişle, sönme olur.

    Bir çok öğrenilen şey ve anılar bellekte saklı olmalarına karşın, unutulmuş gibi görünebilir. Freud ve diğer psikanalistler bunu baskı kavramıyla açıklarlar. Onlara göre, kişiye acı veren anılar bilinçten uzaklaştırılarak bilinç dışına atılır.

    Daha önce de belirtildiği gibi, öğrenilen malzemenin ne derece öğrenildiği, öğrenilen malzemenin anlamlılığı, öğrenmeyi yapan kişinin öğrenmeye ne ölçüde güdülendiği, öğrenmeden sonraki etkenler de öğrenilenin belekte tutulmasını, saklanmasını ve hatırlanmasını etkiler.

    Deneysel ruh bilimi araştırmalarında denekler herhangi bir öğrenme malzemesini hatasız olarak tekrarlayana dek öğrenmeyi sürdürürler. Araştırmacı, olabilecek en iyi hatırlamayı araştırıyorsa, deneklere tam öğrenme yaptırır. Yapılan araştırmalarda, tam öğrenmenin hatırda tutmayı kolaylaştırdığı, unutmanın daha az olduğu görülmüştür.

    Öğrenilen malzeme anlamlıysa, anlamsız malzemeye kıyasla daha kolay hatırlanır. H. Ebbinghaus 1885'te yaptığı çalışmalarda, anlamsıza heceleri ( örneğin; TIC, PUV, GIB, vb. ) öğrenme malzemesi olarak kulanmış ve öğrenilen malzemenin anlamsız olmasının öğrenmeyi zorlaştırdığını saptamıştır. Araştırmada anlamsız hecelerden oluşan bir liste kusursuz bir şekilde iki kez tekrarlandığında, yani tam öğrenme olduğu belirlendikten sonra, bir zaman aralığı konmuştur. Kusursuz hatırlama için ilk denemede 1000 saniye kullanılmışken, ikinci denemede 600 saniye kullanılmış, 400 saniye tasarruf edilmiştir. Bu süre, bellekte tutulan malzemenin miktarının bir göstergesidir. Bu yönden tam bir öğrenme için çok elverişlidir. Daha önceden bir malzemeyi gören, öğrenen kişi ikinci kez aynı malzemeyi öğrenmesi gerektiğinde daha kısa sürede yeniden öğrenebilmektedir. Ebbinghaus, öğrenme ve yeniden öğrenme arasında yirmi dakikadan otuz bir güne kadar değişen çeşitli zaman aralıklarını kullanarak araştırmalarını sürdürmüştür. Ebbinghaus bu araştırmaları sırasında bir unutma eğrisi oluşturmuştur .

    Şekilde de görüldüğü gibi, başlangıçta unutma çok hızlıdır. Sonra yavaşlamakta, en sonunda da aynı düzeyde sürmektedir. Başka bir deyişle, öğrenmenin hemen ardından hızlı bir unutma olur, daha sonra unutma azalır ve belirli bir düzeyde sabit kalır,

    Hatırlama ve Unutma İlişkisi

    Unutmada önemli olan bir diğer etken, bir öğrenmeyi yapmaya kişinin ne ölçüde güdülendiğidir. Kişi için belirli bir öğrenmeyi yapmak önemliyse bunu yapmak için istekliyse, daha bir öğrenme gerçekleştirir ve bunun sonucunda unutma daha az, hatırlama daha çok olur.

    Öğrenme sırasında öğrenme işlemi yarıda kesildiğinde, tamamlanan öğrenmelere kıyasla daha fazla hatırlama olur. Buna " Zeigarnik olgusu" denir. Bu konuyla ilgili deneysel araştırmalarda deneklere bir dizi öğrenme görevi verilmiştir. Bunların bazısı deneyci tarafından yarıda kesilmiş, bir bölümü de tamamlatılmıştır. Aradan zaman geçtiğinde yarıda kesilen öğrenmelerin, tamamlananlardan daha iyi hatırlandığı görülmüştür. Zeigarnik, deneyin yarıda kesilmeyi başarısızlık olarak yorumlandığını, bunun denekte gerginlik yarattığını, bir öğrenmeden başka bir öğrenmeye geçince bu gerginliğin sürdüğünü ve unutmayı azalttığını ileri sürmüştür. Bir lokantada yapılan bir araştırmada, garsonların hesabı henüz ödenmeyen yemek siparişlerinin hepsini hatırladıkları, hesapları ödenen siparişleri hatırlamadıkları saptanmıştır.

    Genellikle doğrulanan Zeigarnik olgusu, öğrenme durumunda kişilerin kişilik özelliklerine göre bazen doğrulanmayabilir. Örneğin; kendini her zaman başarılı olmaya güdüleyen, kusursuzluğu kendine amaç edinen bir kişi öğrenimin yarıda kesilmesini başarısızlık olarak yorumladığında, unutması da fazlalaşabilir. Ayrıca eğer tamamlanmayan iş çok zorsa ya da kişiyi çok fazla tedirgin ediyorsa, kişi bilinçsiz olarak unutma eğiliminde olabilir.

    Öğrenmeyle hatırlama arasındaki geçen zaman aralığında kişinin neler yaptığı, hatırlama miktarını etkiler. Örneğin; bir öğrenme malzemesi %100 öğrenildikten sonra kişinin uyuması ya da başka işlerle uğraşması hatırlanan miktarı değişir. Kişi uyanık kaldığında hiç bir işle uğraşmasa bile, etrafında olup bitenler onu etkiler. Bu da hatırlama anında olumsuz etki yaratır. Bu konuda yapılan çalışmalarda, öğrenmeden sonra uyuyan kişilerin uyumayanlara göre daha çok hatırladıkları görülmüştür.

    Unutma Nedenleri

    Unutmanın nedenleri de kuramların açıklamalarına bağlıdır. Bazı psikologlara göre unutmanın nedeni engelleyici etkidir. Bu etki iki şekilde olur:

    1. Geriye doğru engelleyici etki (geriye ket vurma )

    2. İleriye doğru engelleyici etki ( ileriye ket vurma )

    Öğrenmeden önce ya da sonra yer alan başka bir öğrenme, hatırlama ve geri getirmeyi olumsuz yönde etkileyebilir. Söz konusu öğrenmeden önce yapılmış bir öğrenmeden kaynaklanan etkiye ileriye doğru, sonra yapılmış bir öğrenmeden kaynaklanana geriye doğru engelleyici etki denilir. Örnek olarak 30-40 kişinin bulunduğu bir sınıfa giren öğretmen öğrencilerin ismini sorup öğrenir. Daha sonra başka bir sınıfta aynı şeyi yapar. İlk sınıfta öğrenilen isimleri hatırlama gücü daha sonraki sınıfta öğrenilenlerin etkisi altında bozulur. Bu geriye doğru engelleyici etkidir. Bunun tersi de olabilir, o zaman ileriye doğru engelleyici etki söz konusudur. Yani, önce öğrenilenler sonra öğrenilenlerin hatırlanmasını güçleştirebilir.

    Öğrenmeyle hatırlama arasındaki geçen süre içinde yeni bir öğrenmenin gerçekleşmesi, ilk öğrenilenlerin bellekte saklanmasına olumsuz bir etki yapar ve ilk öğrenilenleri hatırlama miktarı düşer. Buna " geriye doğru engelleyici" ya da " geriye ket vurma" denir. Bu olgu aşağıdaki gibi bir deney düzeniyle araştırılarak saptanmıştır. Böyle bir çalışmada iki gruba da ( A ) öğrenmesi yaptırılmış, daha sonra deney grubuna ( B ) öğrenmesi yaptırılırken,kontrol grubu dinlenmeye bırakılmış, yeni bir öğrenme yapmamıştır. Bir süre sonra uygulanan hatırlama testi sonucunda deney grubunun, kontrol grubuna göre daha az şeyi hatırladığı görülmüştür. Diğer bir deyişle, sonraki öğrenme önceki öğrenmenin hatırlamasına ket vurmuştur.

    " İleriye ket vurma " ya da " ileriye doğru engelleyici " etki olarak tanımlanan durumdaki deney düzeni ise aşağıda görüldüğü şekilde hazırlanır.

    Burada deney grubu ( A ) öğrenmesini yaparken, kontrol grubu dinlenir. Sonra her iki gruba da ( B )öğrenmesini yapar. ( A ) öğrenmesini yapan deney grubu, yalnızca ( B ) öğrenmesini yapan kontrol grubuna göre ( B ) öğrenmesini daha az hatırlar. Başka bir deyişle, önceki öğrenme sonraki öğrenmenin hatırlanmasını bozmuş, ket vurmuştur.

    İleriye ve geriye ket vurma ya da bozucu etkini olup olmaması, iki öğrenme işlemi arasındaki benzerliğe bağlıdır. Eğer iki öğrenme malzemesi birbirine çok benziyorsa, bozucu etki çok az olur ya da olumlu aktarma olur; öğrenilen malzemeler hem daha kolay öğrenilir hem de daha kolay hatırlanır. Bunun tersine, iki öğrenme malzemesi birbirinden çok farklıysa bozucu etki, ket vurma çok az olur. Çünkü birbirine benzemeyen iki öğrenme arsında olumlu ya da olumsuz aktarma çok az olur.

    Freud' un kuramına göre bastırma mekanizması da unutma nedenidir. Birey, kendini rahatsız eden konuları bilinçaltına iterek bu kaygıdan kurtulmak ister. Bilinçaltına itilen olayların hatırlanması oldukça güçtür.

    Bazı kuramlara göre; öğrenilenlerin kullanılmaması unutma denir. Uygulamaya giren bilgiler zaman zaman tekrarlandığı veya alışkanlık haline geldiği zaman unutulmaz. Kullanılmayan bilgilerin kayıtlı olduğu sinir hücrelerinin sinaptik bağları zayıftır. Bu nedenle hatırlamak oldukça güçtür.

    Öğrenmeyi koşullanmayla açıklayan görüşlere göre de koşullanmanın sönmesi bir unutmadır. Organizma, koşullu uyarıcı ile koşullu tepki arasındaki bağı unutur. Artık beklenen tepkiyi göstermez.

    Bu nedenlerin yanı sıra bazı bellek bozuklukları unutma nedenidir.

    Bellek yitimi (amnezi) çeşitli organik veya psikolojik nedenlerle hatırlama gücünün yitirilmesidir. Bellek yitimi kısmi veya genel olabileceği gibi, kısa süreli veya süresiz de olabilir.

    Diğer bir unutma nedeni, beyin hücrelerinin yıpranmasına bağlı olarak gelişen organik bozulmalardır. Organik bozulmalar yaşla ilgili yıpranmalar, beynin bazı bölgelerine yeterli kan gitmemesi bağlı yıpranmalar olarak ortaya çıkar. Bunun yanında yeterli protein sentezinin yapılmaması bilgilerin kodlanmasını engeller. Kodlanmayan bilgiler kısa zamanda tamamen unutulur.

    Kaynak: www.e-psikoloji.port5.com

    Kaynak


  6. OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK (SAPLANTI ZORLANTI BOZUKLUĞU,OKB)

    OKB anksiyete bozuklukları içinde gruplanır. Günlük hayatta batıl inancı olan, en ufak şeylerden kaygı duyan veya şüphelenen insanlar çoktur. Bu gibi belirtileri gösteren herkes hasta olarak kabul edilemez, ancak bu düşünce ve davranışlar aşırıya kaçtığında obsesif kompulsif bozukluktan söz edilir.

    Bazı kişiler aklına kötü bir şey geldiğinde bir tahtaya vurarak “allah korusun” der veya evden çıkarken dış kapının kilitli olup olmadığını bir kaç defa kontrol eden sıktır, bu tür davranışları obsesif kompulsif bozukluk olarak değerlendirmek yanlış olur. Bu hastalığın en önemli özelliği kişilerin takıntılı düşüncelerinin ve davranışlarının farkında olmasıdır. Bu kişilerde akla takılan düşünceler istemli olarak uzaklaştırılamaz veya saçma olduğunu bile bile aynı davranış çok defa tekrar edilir(uzun süre el yıkamak veya kapının kilitli olduğunu bilerek tekrar tekrar kontrol etmek gibi). Bu hastalığa yakalanmış kişilerin günlük işlevlerini yerine getirmesi güçleşir, iş hayatı ve sosyal ilişkileri genelde bozulur.

    OKB bir hastalık olarak tek başına görülebileceği gibi bir belirti olarak başka psikiyatrik hastalıklara eşlik edebilir. OKB sıklıkla depresyonla bir arada görülür. Hastanın değerlendirmesinde buna dikkat etmek gerekir.

    Yapılan araştırmalarda bu hastalığın toplumda %2-3 oranında görüldüğü tespit edilmiştir. Ancak tahmin edilen değerler bunun çok üstündedir.Bu hastalık herhangi bir yaşta başlayabilir. Okul öncesi çocukluk döneminde veya yaşlılıkta ortaya çıkabilir, ortalama çıkış yaşı 40’dır.

    Çeşitli nedenlerle hastaların OKB tanısı alması gecikebilir. Bunun değişik nedenleri olabilir; hastaların yaşadıklarının hastalık olduğunun farkında olmaması veya hekimler ayırt edici tanıda bu hastalığı düşünmemeleri bu nedenlerden bazılarıdır. Bazen depresyon, iş ve aile sorunları gibi başka tanılarında bu hastalıkla bir arada bulunması OKB tanısını güçleştirebilmektedir. Tedavide gecikmenin en büyük sakıncası depresyonun veya iş ve aile sorunlarının ortaya çıkma riskinin artmasıdır.

    OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK BELİRTİLERİ NELERDİR ?

    Genelde obsesyon ve kompulsiyonlarla karakterizedir, ancak sadece obsesyon veya kompulsiyon yakınmaları olan hastalar da olabilir. Obsesyonlarda kompulsiyonlarda düşünce şeklinde olabilir. Ancak genelde obsesyonlar düşünce kompulsiyonlarda davranış şeklindedir.

    Obsesyon (takıntı): kişinin kontrolü dışında tekrarlayan düşünce ve uyaranlardır. Hastalar bunun çok anlamsız olduğunu, kendilerini çok rahatsız ettiğini ancak bu düşüncelerden kurtulamadıklarını belirtirler. Bu takıntılar hastada iğrenme, korkma, şüphelenme veya anksiyete gibi duyguları da beraberinde getirir. Hastalar bu düşüncelerin kendi beyinlerinin ürünü olduğunun farkındadır. Sık görülen obsesyonlar şunlardır:

    Kirlilik : çevreden kan, tükrük, mikrop veya semen gibi kir bulaşması veya kişinin çevreye kir bulaştırması

    Kendi başına veya yakınlarının başına bir kötülük geleceği düşüncesi

    Kontrolünü kaybetme ve saldırgan davranışta bulunma korkusu

    Tekrarlayan ve kontrol edilemeyen cinsel düşünceler

    Dinle ve ahlaki değerlerla aşırı uğraşma v.b.

    Kompulsiyon (tekrarlayan davranışlar): hastalar takıntılı düşüncelerden kurtulmak için akıllarına başka düşünceleri getirirler veya bazı davranışlarda bulunurlar bu tür düşünce ve davranışlara kompulsiyon denir. Takıntılı düşünceler anksiyete artışına neden olurken kompulsiyonlar anksiyeteyi azaltır. Ağır OKB hastalarında bazen bu kompulsiyonlar tüm günü alabilir. Sık görülen kompulsiyonlar şunlardır:

    Temizlik: saatlerce el yıkama, banyo yapma veya tekrar tekrar ev temizleme gibi. Bu şekilde el yıkayarak günde bir kalıp sabun bitiren veya çamaşır suyu ile elini yıkayan hastalar sıktır.

    Tekrarlama: takıntılı düşünce ile oluşan sıkıntıyı gidermek için tekrarlayan davranışta bulunma veya akıldan başka düşünceleri geçirme gibi. Yakınlarının başına kotü bir şey geleceğini düşünen bir hasta bunun olmaması için halen yapmakta olduğu davranışı ikinci kez yaparak bu düşünceden kurtulabilir (yolda yürürken aynı yolu geri dönüp tekrar yürümek gibi)

    Kontrol etme: evine bir şey olacak veya yangın çıkacak korkusu ile tekrar tekrar kapıyı veya tüpün kapalı olup olmadığını kontrol etmek gibi.

    Biriktirme: işe yaramayan bir çok eşyayı biriktirmek gibi. Örneğin bazı kişilerde yeterli yerleri olmadığı halde gazeteler, boş kavanozlar veya konserve kutuları gibi işe yaramayan şeyleri atamama davranışı görülebilir. Son birkaç yıldır yurdumuzda gazetelere yansıyan çöplük evler buna en güzel örnektir.

    Sayma: yolda yürürken kaldırım taşlarını sayma veya araba plakalarını okuma, günlük işleri yaparken belli sayılarda tekrar etme v.b.(örneğin kazağını beş kere giyip çıkarma veya aynı yere üç kere gitmeme gibi)

    Tamamlama: bu kompulsiyonu olan hastalar bir dizi davranışı mükemmel olana kadar tekrar tekrar yaparlar. Örneğin kirlilik takıntısı olan bazı hastalar el yıkamadan önce lavaboyu, musluğu ve sabunu yıkar (genelde belli sayıda) daha sonra belli sayıda elini yıkar ve elini yıkadıktan sonra tekrar aynı işlemi tekrarlar.

    Aşırı tertipli ve düzenli olma: örneğin çalışma odasında herşeyin simetrik durması veya masanın üstündeki herşeyin belirli bir sıra ile dizilmesi gibi.

    Yukarıda sayılanlar dışında sayı sayma, aşırı liste yapma veya aşırı dua etme gibi başka kompulsiyonlarda olabilir.

    OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUĞUN NEDENLERİ NELERDİR?

    OKB’nin bilinen tek nedeni yoktur. Çeşitli etkenlerin bir araya gelmesi ile bu hastalığın ortaya çıktığı belirtilmektedir.

    Genetik bir yatkınlıktan söz edilmektedir. OKB’ye neden olan bir gen bulunamamıştır, ancak OKB hastalarının yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı artmaktadır. Aynı ailede görülen OKB semptomlarının aynı olması gerekmez. Örneğin annede kontrol etme kompulsiyonları görülürken kızında sık el yıkama olabilir.

    Beyinde kimyasal haberci görevi üstlenen serotonin seviyesinde düşmenin bu hastalığa neden olduğu söylenmektedir. Serotonin seviyesini artıran ilaçlar bu nedenle tedavide kullanılmakta ve tedavi edici etkisi görülmektedir.

    Bazı araştırmacılar bu hastalarda beynin ön kısmı olan frontal kortex ile iç yapılardan bazal ganglionlar arasında iletişim kopukluğu olduğunu ileri sürmektedir.

    Aile içi sorunlar veya stres yaratan durumlar bu hastalığa yol açmaz ancak var olan hastalığın alevlenmesine yol açabilir.

    Obsesif kişilikteki kişilerle OKB’yi ayırmak gerekir. OKB hastalarının hastalık öncesi dönemlerinde genelde kompulsif davranışlara rastlanmaz.OKB hastalarının %15-35’inde hastalık öncesi dönemde obsesif uğraşlara rastlanır.

    OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK NASIL TEDAVİ EDİLİR?

    Tedavide amaç öncelikle var olan hastalığı tedavi etmek sonra da hastalığın tekrarlamasını önlemektir. Bu amaçla iki tedavi yöntemi kullanılmaktadır:

    Seçici serotonin geri alım inhibitörleri kullanmak

    Bilişsel davranışçı tedavi uygulamak

    Hastaların hastalıkları konusunda kendilerini eğitmeleri çok önemlidir.

    Tedavinin başlarında bilişsel ve davranışçı tedaviyi oturtmak ve tedavi dozunu ayarlamak amacı ile haftada en az bir kez doktor kontrolüne gitmek gerekir. Hastalık yatıştıkça kontroller seyrekleşir, tamamen düzeldikten sonra da yılda bir kez bile olsa kontrole gitmekte fayda vardır.

    İyileştikten sonra belirtiler tekrar başlar ve kognitif davranışçı tekniklerle kontrol edilemez ise, beklenmeyen ilaç yan etkileri görülürse, depresyon, anksiyete bozukluğu gibi başka ruhsal hastalık belirtileri görülürse veya bir yakınını kaybetmek gibi hastalığı kötü etkileyebilecek önemli bir yaşam olayı ile karşılaşılırsa vakit kaybetmeden psikiyatriste başvurmak gerekir.

    Hastalığın tedavisi uzun süreli ve hastayı çok zorlayıcıdır. Tedavi süresince hastanın kendi kaygısını kontrol etmesi gerekir ki bu bazen imkansız hale gelebilir. Böyle yorucu bir tedaviyi geçtikten sonra aniden tedaviyi kesmek kesinlikle önerilmez. Tedavinin seyri sırasında tedavi ile ilgili sorunlar ortaya çıktığında bunun doktor ile paylaşılmasında fayda vardır.

    HASTA YAKINLARINA DÜŞEN GÖREVLER NELERDİR?

    Bu hastaların kendi hastalıkları konusunda genelde iç görüleri yoktur. Bu nedenle bu hastalarla yaşayan kişilere çok iş düşmektedir. Bu hastalığın aslında tedavi edilebilir olduğunu anlatmak ve doktora gelem konusunda bu hastaları ikne etmek genelde yakınlarına düşmektedir. Hastalığın tedavisi yorucudur ve hastayı oldukça gerginleştirir, bu dönemlerde hastanın yanında olmak ve destek vermek çok önemlidir. Belirtileri tartışarak düzeltmek mümkün değildir. Hastalar zaten bu düşünce ve davranışın saçma olduğunun farkındadır, onlarla bunu tartışarak üzerlerine gitmek hastanın sıkıntısını artırmaktan başka işe yaramaz. Bunun yerine onları anladığınızı ve yanlarında olduğunuzu belirterek destek olmak tedavinin seyri açısından oldukça olumludur. Davranış tedavisinde amaç takıntılı düşünceleri ortadan kaldırmak değil hastanın bu düşüncelerle barışık yaşamasını sağlamaktır. Örneğin çöp bidonunun yanından geçerken eline kir bulaştığını düşünerek defalarca elini yıkayan bir hastaya “hayır kir bulaşmadı” demek yerine “eline kir bulaşıp bulaşmadığına karar vermek için çaba harcamamalısın, kir bulaştığını kabul etsen bile elini tekrar tekrar yıkamamak için direnmelisin” düşüncesi aşılanır ve hastanın bunu başarması istenir. Bu nedenle hasta yakınlarının bu düşünceye uymayan yaklaşımları tedaviyi zora sokmaktan başka işe yaramaz. Bu tür yaklaşımlar OKB beliritlerinin artmasına sebep olabilir.

    Aile içi sorunlar bu hastalığın sebebi olmaz ancak çoğu zaman hastalığın belirtileri aile içinde sorunlara neden olur. Bu hastalık pek çok hastalıktan daha fazla hasta yakınlarını rahatsız eder. Örneğin yıkanma obsesyonu olan bir hasta gün boyu banyoyu işgal ettiği için, hasta yakınları banyoyu kullanamaz hale gelebilir, veya dışarıdan kir bulaşacak diye obsesyonları olan bazı hastalar sadece kendileri değil ailenin diğer fertlerini de bazı davranışlar yapmaya zorlayabilirler (örneğin dışarıdan gelir gelmez soyunup banyo yapmak gibi). Bu nedenle tedaviye gelindiğinde çoğu zaman hasta yakınları da hastalar gibi yorgun ve tükenmiştir. Yakınları OKB tedavisi gören kişilerin zaman zaman tedaviyi yapan doktoru ziyaret ederek tedavinin seyri konusunda bilgilendirmesi ve ne yapacakları konusunda bilgi alması oldukça faydalıdır.

    Kaynak


  7. 3416.jpg

    Dün gazetemizde yayınlanan Nüfus Müdürlüğü'nde işi olan engelli bayanın başına gelenleri değerlendiren Çanakkale Kent Konseyi Engelliler Meclisi Başkanı İbrahim Battal, "Engelliye engel çıkaranları

    Bu kentte yaşayanların yüzde 17'sinin engelli olduğu bilinmiyor mu? Engelliler için her engelli gününde söylenen sözlerin inandırıcı olmadığı işte ortada" dedi.

    Çanakkale Kent Konseyi Engelliler Meclisi Başkanı İbrahim Battal, engellilerin özel anma günleri dışında, hiçbir zaman toplumda beklenen ilgi ve özeni göremediğini söyledi. Önceki gün Valilik önünde engelli rampası bulunmadığı için nüfustaki işini göremeyen ve duyarlı vatandaşların tepkisi üzerine nüfus yetkililerinin harekete geçip, engelli vatandaşın ayağına gidip belge imzalattığı haberinin, Çanakkale’de engellilere verilen değeri açık biçimde ortaya koyduğunu anlatan Battal, “Eğer orada engelli ablamız nüfusa çıkamıyorsa, suç engelli ablamızda değil, engeli çıkaranlarda, engeli bugüne kadar aşamayanlarda. Asıl engelli olanlar, bizler veya o ablamız değil, bir rampa kuramayanlarda” dedi.

    Battal, sözlerini şöyle sürdürdü; “Bugüne kadar akılları neredeydi? Bu kentte yaşayanların yüzde 17’sinin engelli olduğu bilinmiyor mu? Engelliler için her engelli gününde söylenen sözlerin inandırıcı olmadığı işte ortada. Bunun bahanesi veya savunması mı olur. Bir an önce Valilik girişindeki sorunun çözümlenmesini bekliyoruz” dedi.

    Kaynak


  8. Albert Camus : Önümden gitme seni izleyemeyebilirim. Arkamdan da gelme yol gösteremeyebilirim. Yanımda yürü ve yalnızca dostum kal.

    Albert Schweitzer : Kimi vakit sönen hayat ateşimiz rüzgar gibi bir başkası tarafından körüklenerek alevlenir. Ve her birimiz bu ateşi tekrar canlandıran dostlarımıza en içten teşekkürlerimizi borçluyuz.

    Aleksis Kivi : Delilik gençliğin dostu akıllılık yaşlılığın süsüdür.

    Arif Nihat Asya : Bir kimsenin düşmanının düşmanı olması onu dost edinmeye kafi sebep değildir.

    Aristo : dostluk ve hakikat gibi iki iyi arasında hakikati yeğlemek gerekir.

    Aristo : dostunun kusurlarını ona yalnızken söyle başkalarının yanında ise onu öv.

    Atasözü : dost sanma şanlı vaktinde dost olanı dost bil gamlı vaktinde elinden tutanı?

    Balzac : Bencillik dostluğun zehridir.

    Balzac : İyi dostluklar temiz hesaplarla kurulur.

    Benjamin Franklin : Düşmanına borç verirsen onu kazanırsın dostuna borç verirsen onu kaybedersin.

    Bernard Shaw : Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler.

    Bernard Shaw : dostlarınıza bir gün düşmanınız olabileceklermiş gibi düşmanlarınıza ise bir gün dostunuz olabileceklermiş gibi davranın.

    Bias : Düşmanım dost olacağına düşman olsun daha iyi.

    Buda : Başka türlü davranmak açıkça gerekmiyorsa herkesle dost olmaya çalış ama kimseye teslim olma??.

    C.C. Cotton : Gerçeğin en büyük dostu zaman en büyük düşmanı tarafgirlik ve en sadık arkadaşı da alçakgönüllülüktür.

    Cenap Şehabettin : Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayanhizmetçi arıyor demektir.

    Cicero : dostluktan saygıyı kaldıran onun en büyük süsünü kaldırmış olur.

    Clebul : dostuna da düşmanına da yardım et çünkü o zaman dostunla daha yakın dost düşmanınla da dost olursun.

    Dale Carnegie: Başkalarıyla ilgilenmek suretiyle iki ay içinde dostlar kazanırsınız. Başkalarının sizinle ilgilenmesini beklerseniz iki yıl içinde bir dost kazanamazsınız.

    Daniel Defeo : Açlık ne dost ne akraba ne insanlık ne de hak tanır.

    Demokritos : Bir akıllının dostluğu tüm delilerin dostluğundan daha iyidir.

    Diderot : Tek dostum kitaplarım tek düşmanım cahil dostlarım.:

    E.Hubbard: Düşmanınız yoksa dost bakımından da aynı durumda olmalısınız.

    G.E.Lessing : Bozulan dostluktan sonraki nefret meyvelerin en öldürücüsüdür.

    Gassion : İnsanların en büyük dostu zorluklardır. Çünkü onları karşılaştıkları bu zorluklar kuvvetlendirir.

    Goethe : Yardıma çağırdığım şey acılardır.Çünkü onlar dosttur ve iyi öğütler verirler.

    Goethe : Yeterince dikkatli olup da dostlarımızın yalnızca bize uyan yanlarıyla ilgilensek ve geri kalan yanlarıyla uğraşmasak dostluklar daha dayanıklı ve daha sürekli olurdu.

    Hopi Kabilesi : Bir düsman çok yüz dost azdır.

    J. J.Rousseau : dost onunla birlikteyken gerçekten olduğun gibi görünebileceğin ruhunun tüm gizliliklerini ona anlatabileceğin biridir. Onunla birlikteyken kendini korumana gerek yoktur.

    La Bruyere : Gerçek dostluktayaratılışları bayağı olanların alamayacakları bir tat vardır

    Lermontov : Daima iki dosttan biri diğerinin kölesidir.

    Machiavelli: İyi askere sahip olunca insanın her zaman iyi dostları olacağını kim bilmez.

    Mark Twain : Cennet ve cehennemle ilgili ileri geri laf söylemek istemem; çünkü ikisinde de dostlarım var.

    Mehmet Akif Ersoy: Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası dostunun yüz karası düşmanının maskarası

    Mme Dorothe Deluzy: Bir düşmanı affetmek bir dostu affetmekten daha kolaydır.

    Montaigne : dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur.

    Napolyon : Gerçek dostlar yıldızlara benzerler. Karanlık çökünce ilk onlar

    gözükürler.

    Nietzche : Güller laleler bütün çiçekler solar . Çelik ve demir kırılır ama sağlam dostluk ne solar ne de kırılır.

    Nietzche : Tam dostluk benzer arkadaşlar arasında olur.

    Pittacus : Ne dostuna iyi ne düşmanına kötü de.

    Pythagoras : dostlarımla beraber olduğum zaman yalnız değilim. O dakikadan sonra da iki kişi değiliz.

    Pythagoras : Ufak hatalar için dostunla darılmaktan sakın.

    Robert Louis Stevenson : Kendine verebileceğin en iyi hediye iyi bir dosttur.

    Senaca : Ömrünü seyahatle geçirenler birçok otelci bulurama dostluk kuramaz.

    Shakespeare : Aklın bağlamadığı dostluğu akılsızlık kolayca çözebilir.

    Shakespeare : Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas ama her ilk tanıştığınla hemen el sıkışıp dost olma.

    Shakespeare : dost yarası yaraların en derinidir.

    Shakespeare : Felaket dost sayısını sıfıra indirir.

    Shakespeare : Gece hırsızın ışık hakikatin dostudur.

    Shakespeare : Ne kimseden borç al ne kimseye borç ver.çünkü ödünç para veren çok kere hem parasından olur hem dostundan.

    Shakespeare : Sen benim için güzel dostum asla yaşlı olamazsın. Çünkü seni ilk gördüğümde güzelliğin neyse şimdi de öyle görünüyor.

    Shakespeare : Zamanın kime dost kime düşman olacağı bilinmez.

    Uzakdoğu Atasözü : dostluk mantar yemeği gibidir. Zehirli veya zehirsiz olup olmadığı ancak yendikten sonra belli olur.

    Victor Hugo : Eski elbiseler eski dostlar gibidir.

    Voltaire : Tanrım beni dostlarıma karşı koru kendimi düşmanlarıma karşı korurum.

    Abdullah bin Abbas : En büyük iyilik arkadaşına ikramda bulunmaktır.

    Adonis:Yalnızlık: tek ağaçlı bahçe?

    Agnes Replier : Birlikte hiç gülmediğimiz bir kimseyi gerçekten sevemeyiz.

    Ahmet Altan : Öyle zamanlar oluyor ki en çok yanında olmak istediğin bir an önce gitsin uzaklaşsın istiyorsun; onun civarında olduğunu bilmek onu görebileceğini bilmek ve görememek ? Bu çok zalimce.

    Aristo : Gerçek bir arkadaş iki gövdede yaşayan bir ruhtur.

    Beaumont : arkadaşlığını ispat edene kadar hiç kimse gerçek arkadaş değildir .

    Ben Sweetland : Başkasının önünü aydınlatırken kendi yolumuza da ışık tutarız

    Benjamin Franklin : Üç kişi bir sırrı saklayabilir eğer ikisi ölmüşse.

    Calvin Coleridge : arkadaşlık her zaman gölge veren bir ağaçtır.

    Cervantes : arkadaş uğrunda ölmek kolay fakat uğrunda ölünecek arkadaşı bulmak zordur.

    Cervantes : Balın varsa sineğin bol olur.

    Cervantes : Kediyle oynaşan tırmalanmayı göze alır.

    Cheyenne Kabilesi : Komşun hakkında hüküm vermeden önce iki ay onun makosenleriyle yürü!

    Chilon : Size yapılan en ufak bir yardımı sakın unutmayınız yaptığınız en büyük yardımı ise hiçbir vakit hatırlamayınız.

    Cicero : En iyi öğüdü ancak kendine verebilirsin.

    Claude Mermet: arkadaşlık kavun gibidir. Neden mi? Bir tane iyisini bulmak için yüzlercesini yoklarsanız da ondan.

    Dale Carnegie: Başkalarına kendilerinden bahsetme fırsatı veriniz.

    Dale Carnegie: Başkalarının sana nasıl davranmasını istiyorsan sen de öyle davran.

    Dale Carnegie: Bırak muhatabın içini boşaltıp döksün. çünkü karşındaki kendi işini meselesini senden çok daha iyi bilir ve anlatır. Bu

    konuda ona sualler sor o da cevap versin.

    Dale Carnegie: Fikir telkininden vazgeç. Muhatabının kendi fikrini söylemesine imkan ver. Sözün çoğu da onda kalsın.

    Dante : Bir irade kendisinden daha güçlü bir iradeye karşı koyamaz.

    Dolores Huerta: Kendinizi bağışlamazsanız başkalarını nasıl bağışlarsınız?

    Dostoyevski : Herkesin yolu ayrı.

    Eleanor Roosevelt: Kendimizle arkadaşlık çok önemlidir. Onsuz dünyada başka hiç kimseyle arkadaş olamayız.

    Emerson : arkadaşınızın evine sık sık gidin;çünkü kullanılmayan yolu çalılar bürür.

    Emille : Arkadaş edinmenin tek yolu arkadaş olmaktır.

    Epiktetos : İnsanları huzursuz eden olaylar değil olaylar hakkındaki görüşleridir.

    Erdal Bilallar: İki kişi tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında bile farklı şeyler görebilirler.

    Erdal Bilallar: İnsanlara kendini zorla sevdirmen olanaklı değildir.

    Erdal Bilallar: İnsanları ne kadar düşünürsen düşün onlar seni o kadar düşünmezler.

    Erzurumlu İbrahim hakkı: Kendimi arıyorum gören var mı?

    Gandi: Zayıflar hiçbir zaman affedemez. Affedebilmek güçlülere mahsustur.

    George Eliot : Günün birinde hepimiz sonsuza dek susacağız. Onun için sevdiklerinize şimdi ?Seni seviyorum? demekten çekinmeyin.

    George Herbert: Komşunu sev ama aradaki bahçe duvarını asla kaldırma.

    Henry Ornold: Bilge olan kendisine sorarKaçık olan başkalarına?

    Hint Atasözü : Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Asıl önemli olan dünkü halimizden üstün olmamızdır.

    J.J.Rousseau : Birlikte ağlamaktaki tatlılık kadar hiçbir şey kalpleri birbirine bağlamaz.

    Jacques Prevert : Adamın cenaze törenine niye gideyim ki? Onun benimkine gelmeyeceğine eminim.

    Kaşgarlı Mahmut : Ahmak konuk ev sahibini ağırlar.

    Kaşgarlı Mahmut: Bir karga ile kış gelmez.

    Keble : Senden iyilere yerini vermesini bil.

    La Bruyere : Başkasını övmeyenlere yerenlere kimseden hoşnut olmayanlara bakın; bunlar kimsenin beğenmediği insanlardır.

    La Rochefoucauld : En cömertçe bağışlanan şey öğüttür.

    La Rochefoucauld : Övgü yağdıranlar övülmeyi bekleyenlerdir.

    La Rochefoucauld : Yeniden başlayan arkadaşlıklar hiç kesintiye uğramamış olanlardan daha fazla özen ister.

    La Rochefoucauld : Zeki bir adam ahmaklar meclisinde çok kere ne söyleyeceğini şaşırır.

    LaoTse: Bilen konuşmaz konuşan ise bilmez.

    Laotzu: Çok bilenler konuşmaz çok konuşanlar bilmez.

    Lincoln : Herkesi bir defabazılarını her zaman aldatabilirsiniz.Ama herkesi her zaman aldatamazsınız??.

    Lord Chesterfield: Övülmek isterseniz alçakgönüllülüğü yem olarak kullanın.

    Lyly : Unutma ki ağzında bal olan arının kuyruğunda iğnesi vardır.

    Mark Twain : arkadaşlık kuvvetli bir bağdır. Paraya ihtiyaç olunca başvurulmazsa ömür boyu sürer.

    Marlowe : Beni az ama uzun sev.

    Mevlana : Ne kadar bilirsen bil söylediklerin karşındakilerin anlayabildiği kadardır.

    Mevlana : Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.

    Montaigne : Sen kendini aziz tutarsan başkaları da aziz bilir.

    Montaigne : Senin herkesten beklediğin muamele herkesin de beklediği muameledir.

    Montaigne : Tatlı dil her kapıyı açan sihirli bir anahtardır.

    Montesquieu : Mert olmayan bir insanla işe başlamaksonu gelmeyecek ya da sonu kötü bitecek bir yola çıkmak demektir

    Nancy Astor : Adem eline geçen ilk fırsatta suçu Havva?ya attı.

    Nietzche : Kendine inanmayan hep yalan söyler.

    Nietzsche : Çok yalnız olan için gürültü bile bir tesellidir.

    Nietzsche : Kendi omzuna tırman. Başka nasıl yükselebilirsin ki!

    Nietzsche : Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.

    Nietzsche : Sevilmiş olma isteği kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.

    Oscar Wilde : Az samimiyet tehlikeli çok samimiyet de çok tehlikelidir.

    Ovidius : Komşunun tarlası daha verimli komşunun sütü daha çok görünür.

    Ömer Faruk Hüsmüllü : Gerçek dostlar birbirinden uzakta iken de birbirlerinin ne düşündüklerininasıl davranacaklarını bilirler.

    Platon : Kimseyi küçümsemeyin. Herkesin kendine göre bir değeri vardır.

    Richard Wilkins : Eğer siz kendinizi sevmiyorsanız başkası neden sevsin?

    Richard Wilkins : Fedakarlık çiçeğin köküdür.

    Richard Wilkins : İkiyüzlülük sadece sahibi tarafından görülemez.

    Richard Wilkins : Karsınızdakini dinliyor musunuz yoksa konuşmak için sıra mı bekliyorsunuz?

    Romen Atasözü : Biri sizi bir kez aldatırsa suç onundur iki kez aldatırsa suç sizindir.

    Roosevelt : Kendi onayınız olmadan kimsenin sizi küçük göremeyeceğini bilin.

    Schiller : Asıl yalnızken yalnız değilim.

    Sokrat : Kendi kendini tanı.

    Thomas Fuller : Arslan da fareye borçlu olabilir.

    Uğur Mumcu : Terk eden terk edilir ellerini gevşetenin eli bırakılır.

    Victor Hugo : Bazı kimseler birbirinden nefret etmeden başkasını sevemezler.

    W. Blake : Senin arkadaşlığın çok defa içimi sızlattı ne olur düşmanım ol arkadaşlık hatırı için.

    Yilmaz Erdogan : Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim.

    Erner Erchenbach: Herkes ötekisine yardım etseydi herkesin işi yapılmış olurdu.

    George Sand : Öyle yaralar vardır ki deşmemek lazımdır.

    Goethe : Hiç kimse affettiği zaman olduğu kadar yükselemez.

    Jackson Brown : Asla birilerinin umudunu kırma. Belki de sahip oldukları tek sey odur.

    Kaşgarlı Mahmut: Deşilmiş yara suda belli olur.

    Lessing : Borç almak dilenmekten pek de üstün bir şey değildir

    Paul Dickson : Bir toplantıda size karşı olanların sayısı ikiye yükselmişse toplantıyı ertelemek yapılacak en iyi iştir.

    Paul Dickson : Bir sirkin tümünü yönetmek durumundaysanız palyaçoyu oynamak kolay değildir.

    Paul Dickson : Eğer bir problem birçok toplantı yapılmasını gerektiriyorsa sonunda toplantı yapılması problemden daha önemli hale gelir.

    Paul Dickson : Hiç kimseyi dinlemeyen de herkesi dinleyen de kaybeder.

    Paul Dickson : İsçilerine fındık fıstık alacak kadar para verirsen onlardan da maymun kadar verim beklersin.

    Paul Dickson : Kalabalık bir asansör kısa boylu bir adam için daha değişik kokar.

    Paul Dickson : Otuz dakikadan beri tartışıyorsanız ve hala kimin kaybettiğini anlayamamışsanız kaybeden sizsiniz demektir.

    Paul Dickson : Önceki patrona sizin yaptıklarınızı astlarınızın size yapmalarına asla izin vermeyin.

    Paul Dickson : Patron ?isterseniz yapın? diyorsa bu ?istemeseniz bile yapın? demektir.

    Paul Dickson : Patron olmadan patron gibi düşünmeye kalkma patron olamazsın.

    Paul Dickson : Patronunuzun patronunu patronunuzun sırtından alabilirseniz patron olursunuz.

    Paul Dickson : Şirket adına gelen mektupları bizzat kendi açan bir patronla çalışılmaz.

    Paul Dickson : Toplantı ne kadar uzun olursa olsun en önemli kararlar son beş dakikada alınır.

    Paul Dickson : Uzun dönemli planlama genelde kısa dönemde işe yarar.

    Sadi : En zor üç şey vardır: Bir sırrı saklamak bir yarayı unutmak boş zamanı iyi kullanmak

    Syrus : Başkalarını hep bağışla; kendini hiç bağışlama.

    Kaynak Aktuel Eğitim


  9. Sevgili okurlarım, bu hafta sizlerle engelliler camiası ile ilgili haberleri paylaşacağız.

    www.bilyoner.com

    Şans oyunları sitesi bilyoner.com , TESYEV Vasıtasıyla 50 engelli üniversite öğrencimize eğitim bursu veriyor. ‘’ Eğitim için el ele ‘’ projesi çerçevesinde yürütülen bu çalışma nedeniyle bilyoner.com her yıl burslu öğrencileri bir araya getiriyor. Bu yıl ki buluşma 26 Eylül Cumartesi günü Doğa Koleji Beykoz Kampüsü’ nda bir piknikte gerçekleşti. TESYEV sorumluları , bilyoner.com çalışanları , öğrenciler , aileler, basın mensupları düzenlenen aktivitelerle eğlenceli vakit geçirdi. Ve yeni eğitim, öğretim döneminin başında gerçekleşen bu piknikle gerçek anlamda moral buldular. Engelli öğrencilerimize verdiği destekten dolayı bilyoner.com’ a bir kez daha şükranlarımızı sunuyoruz.

    www.engellihaberleri.com

    İnternette dolaşıyorsanız www.engellihaberleri.com sitesine de uğrayın. Yaşam, sağlık, spor , ekonomi, teknoloji konularında , engellilerle ilgili duyurularda ilginizi çekecek birçok konu olduğuna eminiz. Özellikle yaşam ve sağlık bölümündeki en son haberleri , köşe yazarlarının yorumlarını ve görüşlerini okuyabilirsiniz.

    İnternet melaneti

    Bazı okuyucularımız hala telefon ederek , ‘’ T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Remzi Kaya ‘ nın geçtiğimiz yıl Spor Şurası’nda söylediği ‘’ İnternet melanettir ‘’ sözünün cevabı geldi mi ? İnternet gerçekten melanet midir ? Niye Milli Eğitim Bakanlığı bir açıklama yapmıyor ? ‘’ diye soruyorlar. Bu konuda söyleyebileceğimiz ‘’ Bize böyle bir açıklama gelmedi. Başka kanallar vasıtasıyla yapıldığını da duymadık ‘’ Eskilerin bir sözü vardır : ‘’ Sükut ikrardan gelir ‘’ derler. Yani susan insan kabul ediyor anlamına gelmektedir. Bildiğimiz kadarıyla müsteşar yardımcısı hala yerinde . Ne o bir açıklama yapıyor, ne Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bu konuda bir açıklama geldi. Ne de herhangi bir soruşturmaya başlandığı yönünde bilgi aldık. Bilgilendirilirsek tabiî ki sizleri de bilgilendireceğiz.

    Togay Bayatlı’nın özür borcu

    Togay Bayatlı’ nın Yavuz Kocaömer'e bir özür borcu olmuş. Umarım borçlu gezmeyecek kadar olgundur kendisi. Bir gazeteci olarak yıllar önce Kocaömer’le ilk söyleşiyi yapan kişiydim. O zaman kendisi , Engelliler Spor Federasyonu Başkanı’ ydı. Ben de engellilerle ilgili bir derginin yayın yönetmeniydim. Kocaömer , o gün söyleşimizde ne söylediyse yıllar içinde verdiği sözleri fazlasıyla yerine getirdi. Engelli sporunu , kurduğu vakıfla destekledi ve layık olduğu yerlere taşıdı. Engellileri toplantıya çağırdığı zaman, kendi nerede kalıyorsa onları da oralarda ağırladı. Kendi arkadaşlarından onları ayırt etmedi.

    Engelli kardeş

    Spor sandalyesi alamadıkları için spor yapamayan kulüplere hiçbir karşılık beklemeden en kaliteli sandalyeleri yurt dışından getirerek spor yapmalarını sağladı. Sonrasında vakfın çalışmaları sadece spor kulüpleriyle sınırlı kalmadı. Ayrıca Kocaömer, ülkemizde bir sivil toplum kuruluşunun nasıl çalışması gerektiğini de , çalışmaları ile göstererek örnek olmuştur. Eğer engelli bir kardeşe sahip olduğu için bunları yaptıysa ALLAH HEPİMİZE BİRER ENGELLİ kardeş nasip etsin.

    Engelli aileleri

    Engelli aileleri, engelli yakınlarına baktıkları için zor zamanlar yaşarlar. Ama yüreklerindeki sevgi çektikleri sıkıntıyı unutturur . Kocaömer nitelendirildiği gibi ‘’ agresif " değildir. Sadece alışamadığımız ama olmamız gerektiği gibi açık sözlü, doğru bildiğini konuşan insandır. Böyle az bulunan doğru insanların , yaşarken kıymetini bilmemiz gerekiyor. Umarım Sayın Baytalı yaptığı yanlıştan bilgilenerek döner ve Yavuz Kocaömer' e olan özür borcunu ödeme erdemliğini gösterir. Bir özür de engelli aileleri için gerekiyor Sayın Bayatlı , bunu da hatırlatırım. Ve engelli kardeşlerime Yavuz abilerine hak ettiği desteği verdikleri için teşekkür ediyorum.

    Not : Sayın Bayatlı, eğer bir insan hak etmediği bir yerde çalışıyorsa , onu yerinde kimse tutmaz. Sayın Kocaömer yazıları , araştırmaları ve cesur uyarıları ile engelli camiasına yazdığı köşelerden çok faydalı hizmetler sunmaktadır. Ne yapsın bu adam yaptığı her işi düzgün yapıyor. Sanıyorum tek suçu bu olsa gerek...’’

    Alev Yorgancı

    Engelliler Ve Aileleri Dayanışma Ve

    Eğitim Derneği Başkanı

    alevyorganci@gmail.com

    Yavuz Kocaömer

    Kaynak


  10. Günlük hayatta yaşadığımız öfkeye herkesin farklı şekilde tepki gösterdiğini söyleyen Mehmet Yavuz, “Eğer öfkenizi bastırırsanız, kaygı ve depresyona yol açıyor. Kişi kendine zarar veriyor” dedi

    Son derece insani bir durum olan öfke, kontrol altına alınmadığı takdirde hayatın birçok alanında olumsuz sonuçlara yol açıyor. Günlük hayatın stresi ve bastırılmış duygular da buna eklenince insanlar kontrolden çıkabiliyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, kişileri derinden etkileyen öfke duygusunu, bu duygunun yol açabileceği problemleri ve öfke kontrolünü anlattı.

    ÖFKE NEDİR?

    Öfke, insan hayatında yaşanılan diğer tüm duygular gibi (sevgi, neşe vb…) normal ve doğadaki tüm canlı türlerinde görülen bir duygudur. Öfke, kişinin herhangi bir tehdit karşında gösterdiği doğal bir tepkidir. Bu duygu, vücudumuzda fizyolojik ve biyolojik değişimler yaşanmasına da sebep olur. Kişi öfkelendiği zaman, nefes alıp vermesi sıklaşır. Stres ve gerginlik baş gösterir. Enerjiyi artıran adrenalin salgısı başlar. Kalp atışları hızlanır. Kan basıncı artar ve kendisini kontrol etmekte zorlanır.

    NİÇİN ÖFKELENİRİZ?

    Öfke, aslında bilinçaltının bir yansımasıdır. Kişinin olumsuz yaşadığı herhangi bir olay, daha sonraları da aynı önyargıları hissetmesine neden olur. Engellenme, saldırıya uğrama, tehdit edilme ve kısıtlanma gibi durumlarda hissedilen yoğun bir duygudur. Genellikle kişiye yönelik saldırganlığın ortaya çıkması ile sonuçlanır. Aynı şekilde kişinin yapmaktan çekindiği davranışları, bir başkasının rahatlıkla yapıyor olması da bu kişiyi kızdırabilir. Örneğin her randevusuna erken giden birinin randevuya geç kalan arkadaşına oldukça kızması gibi… Öfke duygusu bastırılan diğer duyguların tepkimesi olarak ortaya çıkabilir. Utanç, acı ve korku gibi duygular da öfke duygusunu tetikler.

    SONUÇLARI NELER?

    Öfke ortaya çıktığında her birey aynı şekilde tepki vermez. Bazıları, tepkilerini fiziksel ya da sözlü saldırıda bulunarak ortaya koyarken; bazıları ise daha dolaylı saldırganlığı seçebilir, geri çekilme, kaçınma ve uzaklaşma gibi davranışları gösterebilir. Bireyin öfkesini nasıl ortaya koyacağı, o an içinde bulunduğu konumla, yaşadığı öfkenin şiddetiyle ve öfkeyle baş etme stratejileriyle çok bağlantılıdır. Bastırılan öfkenin, kaygı ve depresyona yol açtığına dair yapılan araştırmalar vardır. İfade edilmeyen öfke, ilişkileri bozabileceği gibi çeşitli sağlık sorunlarına da neden olabilir. Solunum, mide rahatsızlıkları, baş ağrıları, cilt problemleri ve dolaşım sorunları gibi birçok hastalığa da neden olabilir.

    KONTROL EDİLİR Mİ?

    Evet. Öfke kontrolü, öfkeyi doğru ve yerinde ifade edebilme becerisini kazanmaktır. Amaç, öfkelenen kişinin verdiği tepkileri yumuşatmak ve kişiye saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen iletişim becerisi kazandırmaktır. Düşünme tarzını değiştirmek, öfkeye neden olan duruma çözüme yönelik şekilde yaklaşmak ve problemi belirlemek öfkeyi kontrol etmek için yararlı yöntemlerdir.

    TEPKİ VERMEDEN ÖNCE İYİ DÜŞÜNÜN!

    Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, öfkeyi kontrol etmek için yapılabilecek basit önerilerde bulundu.

    Öfke; bir intikam alma yolu, haklı çıkma gerekçesi ya da başkalarını kontrol etme aracı değildir.

    NEFES TERAPİSİ İYİ GELİR!

    •Öfkesini kontrol etmek isteyen kişi, sinirlendiğinde tepki vermeden önce olayı hızlı bir şekilde değerlendirmeli ve bulunduğu ortamdan uzaklaşmalıdır.

    •Kişi olayları aslında olduğu gibi göremiyor, abartıyor ya da aşırı genelliyor olabilir. Bu çarpıtmayı fark ederek, ön yargısız değerlendirme yapabilir.

    •Yaşanılan tüm olumsuz olaylar karşısında duygu ve isteklerini zamanında dile getirmelidir. Bu sayede bilinçaltında yatan olumsuz duyguların öfke patlamalarına yol açmasını engellemiş olur. Nefes terapileri bu gibi durumlarda iyi gelebilir.

    •Eğer kişi öfkesine tam anlamıyla hakim olamıyorsa, mutlaka bir uzmandan yardım almalı ve psikoterapiye başlamalıdır.

    •Kişinin kendi öfkesini tanıması kontrolün önemli faktörlerindendir. Psikoterapi çalışmalarıyla bilinçaltına inmek gerekir.

    ZARARI KADAR YARARI DA VAR, TAMAMEN YOK EDİLEMEZ!

    Öfkenin inkar edilmesi ya da bastırılması kişi için sağlıklı yollar değildir. Çünkü öfkenin kişiyi uyarıcı, koruyucu veya harekete geçirici bir işlevi de vardır.

    AMACI AŞMASIN

    Öfke,bir tehlike anında kişiyi uyarır ve kendisine zarar verici davranışlardan bireyin haberdar olmasını sağlar. Öfkenin sağlıklı şekilde yaşanıp, doğru şekilde kontrol edilebilmesi için öncelikle bu duygunun kabul edilmesi, nedenlerinin, sonuçlarının anlaşılması ve saldırgan şekilde ifade edilmesinin engellenmesi gerekir. Öfke kontrolünde amaç öfkeyi tamamen yok etmek değildir. Öfkeyi kişinin sağlıklı sınırlarda hissetmesini sağlamaktır. Bu da psikoterapi yöntemiyle sağlanabilir.

    sabah.com.tr

    Kaynak Aktuel Eğitim


  11. İnsanlar motive olabilmesi için hedefe kilitlenmesi şarttır. Hedefe yönelik davranışlarını ayarlayamayan veya ayarlamakta zorlanan kimselerin motivasyonu düşük olacaktır. Sonuçta bıkkınlık ve başarısızlık olacaktır. Bunu önüne geçebilmek için doğru, güzel, temiz davranışlar gerekir.

    Temizlik sadece çevrenizdeki pisliklerden kurtulmak demek değildir. Temizlik çevremizde ve beynimizde işe yaramayan ne kadar duygu düşünce davranış , çevremizde de işimize yaramayan eşya, pislik varsa onlardan temizlenmektir. Çevreyi temizlemek çok kolaydır. Fazlalıkları atarsınız veya işe yarayanları başka bir yere koyarsınız sade temiz bir ortamı bu şekilde oluşturursunuz. Bu size ne kazandırır, dikkatiniz kesinlikle artar, çünkü dikkati dağıtacak unsurlar ortadan kaldırılmıştır. Çalışmaya kolay başlarsınız bu durumda amaca yönelik davranışları kullanırsanız başarınız kendiliğinden yükselecektir. Bunları yapıyorum ama olmuyor diyen bir sürü insan vardır. Öğrenci, öğretmen, işçi, memur, iş veren, ve diğer çalışanlar ?? o zaman devreye farklı bir değer giriyor. O da dürüstlüktür.

    Bugün, dünün öğrencisidir(Syrus)

    Dürüstlük nedir? İçi dışı bir olmak, kişinin bilmesi gerektiği kadar bilgi vermek, yetkisi olduğu alanlarda yetkisini kendine zarar vereceğini bilse dahi kullanmak, ?. Diye çeşitli tanımlar yapılabilir. Mevlana OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL demiştir. Örneğin üniversiteye hazırlanan öğrencisiniz. Dürüst müsünüz dediğimizde evet ben çok dürüst bir insanım diye cevap verirsiniz. Doğru da olabilir. Ama dürüstlük değerini herkes bildiği kadar yaşar, bazıları ise dürüstlüğün ne olduğunu bilir ama işine gelmediği için dengesi, tutarsız, dangalakça davranır. Bu tipler belirli bir zamanda çıkarlarını koruyabilirler ama uzun vadede kaybederler. Üniversiteye hazırlanan bir öğrencinin dürüstçe olmayan davranışlarından bazılarını inceleyelim.

    Bir soruyu ilk uğraşmada çözemeyince hemen öğretmenine sormak; Yanlıştır dürüstçe değildir. Çünkü gerçek sınavda öğretmenine sorma şansın yok gereken beceriyi kendin kazanmalısın yani uğraşarak tüm bilgi ve becerilerini kullanıp çözmelisin, bu halde çözemezsen o zaman öğretmenine sorabilirsin

    Akıllı insan güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen insandır.(Konfüçyüs)

    Bir soruyu ilk uğraşmada çözemeyince hemen çözümüne bakmak; Yanlıştır. Çünkü gerçek sınavda sorunun çözümüne bakamayacaksınız. Uğraşarak çözmenin yollarını aramalısınız, gerekirse konuyu tekrar çalışmalısınız, en son çare olarak çözümünü incelemelisiniz

    Bir soruyu ilk uğraşmada çözemeyince hemen doğru şıkkına bakmak ve çözümü doğru şıkka göre düşünmek, Yanlıştır. Gerçek sınavda doğru cevabı bilmiyor olacaksın bildiğin bilgi ve becerileri kullanacaksın. Neden soruyu çözemediğini inceleyerek gerekli çalışmaları yapmalısın.

    İnsan acı içinde dilsizleşir(Goethe)

    Bir soruyu ilk uğraşmada çözemeyince öğretmene sorup ana fikri yakaladıktan sonra çözümü kendisi yapmak, yanlıştır çünkü esas olan soruyu anlayıp çözümü tasarlamak ve başlangıç noktasını bulup çözüme geçmek en büyük marifettir. Bu marifetiniz yoksa ilkokul düzeyindeki dört işlem becerinizle bir şey yapamazsınız, gerçek sınavda sorunun çözümü için görmeniz gerekeni siz göreceksiniz, başkalarının görmesinden yararlanamayacaksınız

    Deneme sınavlarında sorunun cevabını atarak doğru şıkkı bulup işaretlemeyi kar sayma. Yanlıştır. Gerçek sınavda bu şansınız olmayabilir. Bilmediğiniz konuları çalışmalısınız. Nasıl olsa yeteri kadar net çıkarabiliyorum diyerek çalışmayı gevşetmek aleyhinizedir.

    Deneme sınavlarında veya konu sonu testlerinde çözümün bir yerinde atmasyon yaparak doğru çözüme ulaşmayı kar saymak yanlıştır. Çünkü atmasyon yapma ihtiyacındaysanız eksikleriniz var demektir. Bunları gidermeye çalışınız.

    Sadece dershane ve yayınevlerinin kitaplarından çalışmak. Yanlıştır. Çünkü ÖSYM soruları tüm lise müfredatından hatta ilköğretimin müfredatında hazırlamaktadır. Söz konusu yayınlar sadece önceki sınavlarda çıkmış soruları düşünerek hazırlanmıştır. Sadece onlara çalışmak kendini aldatmaktır.

    Sınavlara hazırlanırken sadece ÖSS sorularını çözmek yanlıştır. İlköğretim ve ortaöğretime yönelik yapılan tüm sınavlar ve soruları incelemek benzer konuları çalışmak adayın kendi yararınadır.

    Çok bilen, ne kadar az bildiğini çok iyi bilir.(Thomos Jefferson)

    Adaylar kendilerini kandırmadan yanlış düşünce ve davranışlardan uzak kalarak üniversiteye hazırlanmanın yollarını aramalıdır. Duygu ve düşünce temizliği başarıyı kendiliğinden getirecektir. Çünkü kendisi temiz olan kimsenin çevresindeki her türlü kirlilikten rahatsız olur.

    Çalışma Odası ve Sınıfın Temizliği: Toz, kirlilik, çöp vb her türlü gereksizliklerden temizlemek gerekir. Her iki saatte bir havalandırılarak içeride oksijen olması sağlanmalıdır. Sınıf veya çalışma odası kalabalıksa her saat başı havalandırmak gerekir. Çünkü azalan oksijen miktarı çalışma verimini azaltacak hatta çalışma isteğini toptan yok eder. Karbondioksitin yükselmesi kişide fizikse yorgunluk başlar bu şekilde verim düşer. Çalışma odasında koku olup olmadığını anlamak için ya ara sıra dışarı çıkılır yada dışarıdan gelen sorulur belirli bir çalışma sistemi oluşturularak bu tip kirlikten uzak durulması çalışma verimini arttıracaktır.

    Isınma; Oda sıcaklığı 18 -20 derecenin altına düşmemelidir. Aksi halde vücut enerjisini savunma amacıyla kısar ve damarlar büzülür, beyne kan gitmesi azalınca verimli çalışma azalır. 25-30 derecede ise terleme başlar, bu halde de beyine gider damarlar genişler ve kan dolaşımı yavaşlar ve uykuya eğilim artar. Bu durumda verimli çalışmayı azaltır,Isıtıcılarla ısıtılan odalarda radyasyon doğrudan organizmaya ulaştığında önce rahatlık oluşturur ardından güneş çarpmasına benzer sersemlik oluşur, tansiyon düşer ve beyine giden kan azalır böylece verimli çalışma ortadan kaybolur. Çalışma odası ya önceden ısıtılmalı ya da ısıtıcılar sürekli kullanılmamalıdır.

    Başkalarında iyilik, kendinde kötülük ara.(Benjamin Franklin)

    Aydınlanma: Doğal ışık kaynağına uygun lambalarla çalışma odaları aydınlatılmalıdır. Çalışma sırasında kitaba, deftere, bilgisayara 25-35 cm den daha kısa mesafeden bakmak zorunda kalıyorsanız yetersiz aydınlanma vardır. Bunun sonunda baş ağrısı, göz kızarması, zihinsel yorgunluk, sakarlık, iş kazaları, depresyon gibi durumlarda artış olur. Çalışan kimseler bu hijyene dikkat etmelidir.

    Kişisel Temizlik: Kişi rahatlamak için en çok üç günde bir duş alması şarttır. Elbiselerin tamamını uzun süre giyme alışkanlığından vazgeçilmelidir. Üç günde bir tüm giysiler değiştirilmesi kişiyi moral açısından olumlu etkiler. Giyimde estetik ve zevke önem verilmesi çalışma verimini aynı oranda etkiler. Ancak dikkat dağıtıcı tarzda çok canlı renkler olmamasına dikkat edilmelidir.

    Kişisel Stres; Her yaşam biçiminin kendine özgü stresi vardır. Sizin yaşam biçiminiz eğer stresinizi arttırıyorsa stresi en aza indirecek düzenlemeleri yapmalısınız. Bunu yapabilmek için stres kaynaklarını belirlemek gerekir. Çevresiniz de sürekli karamsar olanlar, dedikoduyu yaşam biçimi haline getirenler, fesatlar, kıskançlar, şüpheciler?vb kimselerle ilişkilerinizi azaltmanız sizinde stresinizi azaltacaktır. Stresi azaltmanın diğer bir yolu da affedici olmak, hareket etmek, gerektiğinde hareketli danslar ve oyunlar stresi azaltan etkinliklerdir. Eğer içinden çıkamadığınız konular, sıkıntılar, düşünceler?vb. durumlar varsa profesyonel yardım almaktan çekinmeyiniz.

    Mutluluğun iki düşmanı vardır acı ve sıkıntıdır.(Schopenhauer)

    Kendine inanmak başarıyı garantilemez, inanmak ve çalışmak başarıyı garantiler, kendine inanmamak ise başarısızlığı garantiler. Hayatta sadece istiyorum, demekle istekler gerçekleşmez belirlenen hedef doğrultusunda uygun çalışmalar yapılmalıdır. Kendinize bakım yapın, emek verin, geçmişinizdeki olumsuzlukları düşünerek vakit kaybetmeyin, başarıya odaklanın başarırsınız.

    Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır.(Victor Hugo)

    Bir başka yazıda görüşmek ümidiyle?..

    Öner ÖNDER

    Psikolojik Danışman-Yazar

    Kaynak Aktuel Eğitim


  12. Soruyu bende cevaplıyorum.... smile.gif

    Öncelikle belirteyim bütün psikologlara ve psikoloğa gidenlere saygımız sonsuz.....bu konunun delilikle falan ilgisi yok....hayatın zorluklarında deprasyonlar geçirilir ve bu durumda bazı insanlarımız psikologları tercih eder bazı insanlarımızda benim gibi Allah sevgisi ile atlatır.....

    Forumda birçok yorumlarımda söylemiştim hayatı çok ağır çileli yaşadığımı ve halen zor hayatın içersindeyim.....engel çilem bir taraftan, ailemin olmayışı bir taraftan, kendi özgür maddi imkanlarımın olmayışı bir taraftan ve daha birçok karmakarışık mücadele acılar bir taraftan.....

    Çok fazla bunalıp gaflet ile iki kez intihar ettim.....ilk intiharımda bileklerimi kesmiştim ikinci intiharımda bir kutu uyku ilacı içmiştim....çok şükür Allah merhamet ederek intiharla canımı almadı....

    İntihar ettiğim zamanlarda çevremdeki insanlar birsüre kullanmam için sakinleştirici ilaç verdiler sadece birkaç tane içtim ama devam edip kullanmadım.....deprasyon ilaçlarına kesinlikle karşıyım.....

    Hayatım boyunca psikolog konularından uzak durdum ve hiçbir zamanda düşünmüyorum.....psikolog konularını çok saçma buluyorum.....çünkü psikoloğa çileli hayatımı anlattığımda yaşantımı çevremdeki insanları hayatımdaki bütün zorlukları değiştirebilecek mi ? Hayır, dinleyecek ve fikirler verecek....onun vereceği fikirleri zaten biliyorum.....

    Hayatımdaki bütün zorluklara dayanabilmemin tek sebebi kalbimdeki Allah sevgisi ve güveni.....çileler Allahın sınavları ve sınavlar gerçek Allah sevgisi ile kazanılır....


  13. Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu Renklerin Ustası anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da;kısaca Ranga Guru derlermiş.

    Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guruya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.

    Ranga Guru ise;

    - Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.. Artık senin resmini halk değerlendirecek diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.

    Çok üzülmüş tabii.Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guruya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guruya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru

    Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

    Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış..

    Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guruya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..

    Ranga Guru ise;

    Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün..

    Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin..

    Yapıcı olmak eğitim gerektirir...

    Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi..

    Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın..

    Emeğininin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın..

    Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur..

    Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma demiş...

    Kaynak Aktuel Eğitim


  14. Psikolojik danışmanlar sahip olması gereken nitelikleri üç boyutlu olarak değerlendirebiliriz. Bunlar; mesleki bilgiler, psikolojik danışma becerileri ve psikolojik danışmanın kişilik özellikleridir. Mesleki bilgi ve danışma becerileri üniversitede verilebilirken, üçüncü boyut olan psikolojik danışmanın kişilik özelliği daha çok yaşadığı çevrenin etkisiyle şekillenir. Bu nedenle bir çoğumuz psikolojik danışman olarak mesleki bilgi ve psikolojik danışma becerilerine sahip olurken, sahip olunması gereken kişilik özelliklerinden çok farklı olabilmekteyiz.

    Psikolojik danışmanın meslek yaşamında oluşan bazı sorunlar bu kişilik özelliklerine sahip olunmadığından kaynaklanabilir. Örneğin bir psikolojik danışman gerçekleştirmek istediği amaçlarında sabırlı olamıyorsa, kararlı değil ise, tükenmişliğini onaramıyorsa problem yaşaması kaçınılmazdır.

    Bana göre bir psikolojik danışmanın niteliği mesleki bilgi kadar önemlidir. Biliyorum ki üniversiteden mesleki bilgi ve psikolojik danışma becerileri konusunda çok iyi donanıma sahip olarak mezun olduğu halde meslek yaşamında sırf sahip olduğu olumsuz kişisel niteliklerinden dolayı psikolojik danışmanlar başarısız oluyor. Çalıştığı ortamda dışlanıyor. Çatışma yaşıyor.

    Konuyu fazla uzatmadan kendimce kaleme aldığım psikolojik danışma ve rehberlik hizmetlerini yürüten psikolojik danışmanın kişilik özellikleri sıralayalım.

    Psikolojik danışmanının sahip olması gereken kişilik özellikleri ve yapısı

    1-İyi bir okuyucu ve okuduğunu değerlendirmeli

    2-Kendini tanımalı, kendisiyle ilgili farkındalılık geliştirmeli.

    3-Özeleştiriye sahip olmalı.

    4-Eleştiriye açık olmalı.

    5-Dinlemesini bilmeli

    6-Espiriye açık, mizah anlayışına sahip, espri yaparken karşısındaki ile dalga geçmemeli

    7-Konuşma becerilerini geliştirmeye açık olmalı.

    8-Giyim kuşamı düzenli ve temiz olmalı

    9-Bilim adamı düzeyinde olmasa da araştırmayı sevmeli

    10-Yazar olacak kadar olmasa da arada yazmalı

    11-Psikolojik danışmayı bir yaşam biçimi olarak kabul etmeli ve mesleğine adamalı. Bu şekilde mesleğini daha çok benimseyebilir ve sever

    12-Planlı ve programlı olmalı

    13-Değişime açık ve yeni şeyler denemekten korkmamalı

    14-Alçak gönüllü olduğu kadar mesleğinde kendine güvenmeli

    15- Danışmada sonuca gitmede aceleci olmamalı

    16-Sosyal olmalı

    17-Çalıştığı kurumda ki personelle dialoğu seviyeli ve sürekli olmalı

    18-Mesleği ile ilgili yapılan şakalara kızgın tarzda cevap vermemeli. Uygun ve kısa cümlelerle yetinmeli

    19-Bulunduğu çevrenin kültürünü tanımalı ve anlayış göstermeli. Çatışma içinde olmamalı.

    20-Beslenme alışkanlığı olmalı. Sağlığına itina göstermeli. Yaşam biçimi düzenli olmalı.

    21-İçten gelen bir tebessümle, güler yüze sahip olmalı

    22-Bilimsel düşünceye sahip olmalı

    23-Problemler karşısında ve problemli kişiler karşısında problem çözme motivasyonuna sahip olmalı.

    24-Zaman zaman yaşanabilecek tükenmişliğini fark ederek önlemlerini almalı

    25-Her şeyden önce mesleğimi seviyor muyum? Sorusuna yüksek sesle evet demeli.

    26-Aksiyon sahibi olmalı. Durağan olmamalı.

    27-Servise gelenle görüşürüm, gelmeyenle görüşmem anlayışı olmamalı.

    28-Rehberlik servisinden yararlanacak danışanların zaten çekingen yapıda olabileceklerini düşünerek, servise çekecek projeler geliştirmeye çalışmalı.

    Yazdığım bu maddeler kendimce sahip olmamız gerektiğini düşündüğüm özelliklerdir. Elbette bunların dışında sahip olmamız gereken başka özellikler de vardır. Bunları yorumlar bölümünde sizlerde ayrıca belirtebilirsiniz.

    Özkan Emiroğlu

    Kaynak Aktuel Eğitim


  15. Dünyada her beş saniyede ise bir yetişkin görme kaybı yaşıyor.

    Dünya Göz Hekimlerinin önemli kuruluşlarından biri olan Uluslararası Göz Konseyi(ICO), dünyada 161 milyon insanın çeşitli göz hastalıkları nedeniyle gözlerinde hasar oluştuğunu ve görüş problemi yaşadığını belirterek, 37 milyon insanın ise kör olarak hayatına devam ettiğini bildirdi.

    Dünyada 1.4 milyondan fazla çocuğun göremediğine dikkat çeken Konsey, yetişkinlerde ise göz problemleri ve körlüğün özellikle 50 yaş ve üstünde görüldüğünü kaydetti. Nüfusun yaşlanmasının göz rahatsızlıkların artmasıyla doğru orantılı olduğunu ifade etti.

    Ayrıca görme kaybı ile ilgili rahatsızlıkların yüzde 75'inin ve görme hasarlarının kırma kusuru ile meydana gelen rahatsızlıkların yaklaşık yüzde 100'ünün önlenebilir veya tedavi edilebilir olduğunu belirtti.

    Dünyada körlüğe neden olan başlıca nedenler şöyle sıralandı:

    Katarakt yüzde 47.8, Glokom yüzde 12.3, Yaşa Bağlı Sarı Nokta Hastalığı yüzde 8.7, Korneada bulanıklık yüzde 5.11, Diabetik Retinopati yüzde 4.8, Çocuk Körlüğü yüzde 3.9, Trahom yüzde 3.9, Diğer sebepler yüzde 13.8.

    ICO KİMDİR

    Uluslararası Oftalmoloji Konseyi Vakfı, 2002 yılında Oftalmolojik eğitimin desteklenmesi, Göz Bakım Kalitesinin arttırılması ve ileri bilimsel Oftalmolojinin desteklenmesi için kurulmuş olup Uluslararası Oftalmoloji Konsey Programlarından güç alan bir kurum.

    İlk Oftalmoloji Kongresi, 1857 yılında 24 ülkeden 150 oftalmologun Brüksel'de bir araya gelmesiyle başladı. 2008 yılında ICO ve Uluslararası Oftalmoloji Derneği Federasyonu bir ad altında toplanarak Uluslararası Oftalmoloji Konseyi adını aldı. Dünyada, Afrika'da bin 881, Asya'da 38 bin 914, Avustralya'da bin 3, Avrupa'da 44 bin 930, Kuzey Amerika'da 29 bin 186, Güney Amerika'da 8 bin 434 Oftalmolog (Göz Hastalıkları Uzmanı doktor) bulunuyor.

    1928'de kurulmuş olan Türk Oftalmoloji Derneği de 1954'ten bu yana bu birliğin üyesi.

    Dünya Oftalmoloji Kongresi her iki senede bir farklı bir kıtada yapılıyor.

    Kaynak.haberturk.com


  16. <iframe src=http://www.haberler.com/video-haber/iframe/video.asp?id=1984359 frameborder=0 framespacing=0 scrolling=no width=440 height=330></iframe>

    Bu Ayakkabı Görüyor

    Sakarya'da bir lise öğrencisi görme engellilere yoldaki engeli haber veren ayakkabı geliştirdi. Ayakkabı daha piyasaya çıkmadan ilgi toplamaya başladı.

    Bu ayakkabı, öyle sıradan bir ayakkabı değil. Çünkü görünüşte diğerlerinden bir farkı yokmuş gibi dursa da aslında görme engellilere bir umut ışığı niteliğinde…

    Sakarya'da bir lisede okuyan Yunus Emre Yıldırım'ın görme engelliler için geliştirdiği bu ayakkabı, engelli kişiye yoldaki engeli topukta titreşim oluşturarak haber veriyor.

    Tasarladığı ayakkabının su almadığını söyleyen Yıldırım, ayakkabının çalışma düzeneğini şöyle anlatıyor.

    Geliştirdiği projenin hem görme engelli derneklerinin hem de ayakkabı firmalarının dikkatini çektiğini vurgulayan Yunus Emre, seri üretim için yoğun teklif geldiğini belirtiyor

    Kaynak


  17. <lj-embed> <OBJECT width="600" height="600"><PARAM name="movie" value="http://video.rutube.ru/4ed4d5c8089946b2b80432663d62db3e"></PARAM><PARAM name="wmode" value="window"></PARAM><PARAM name="allowFullScreen" value="true"></PARAM><EMBED src=http://video.rutube.ru/4ed4d5c8089946b2b80432663d62db3e type="application/x-shockwave-flash" wmode="window" width="600" height="600" allowFullScreen="true" ></EMBED></OBJECT></lj-embed>

    2u5dhfc.jpg

    Resimde,yavru aslan ve iki adam görüyorsunuz.Küçükken yanlarına alarak baktıkları aslan yavrusunu,kanun gereği,aslan´ın doğaya bırakılması gerektiği için,zor da olsa kabul ederler.

    Aslanı verirler yasalara uymak için...Aslan artık doğa ile başbaşadır.

    Aradan 1 yıl geçer ve aslanı görmeye karar verirler.

    Her ne kadar çevreden gitmemeleri gerektiği konusunda tepki alsalarda,giderler...

    Aslanı görmeye gittiklerinde tüm dünyayı adeta gözyaşlarına boğan görüntüler ortaya çıkar.

    Aslan,unutmamış yavru iken kendine bakan aileyi ve görünce adeta sevinçten uçarak,sarılarak sevgisini gösterdiği bu görüntüler ´İşte Sevginin Gücü´ dedirtiyor.

    Duygulanmamak elde değil.Vahşi bir hayvan bile sevgi ile bütünleşince,insan ile arasında korkunç bir bağ oluşuyor....

    Semra Ak

    Kaynak Kişisel Başarı


  18. <object width="650" height="650"><param name="movie" value="http://www.dailymotion.com/swf/video/x3j81k"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowScriptAccess" value="always"></param><embed type="application/x-shockwave-flash" src=http://www.dailymotion.com/swf/video/x3j81k width="650" height="650" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always"></embed></object><br /><b><a href=</a></b><br /><i><a href=></a><a href=></a></i>

    Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!Sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek birşey değil. Sadece üç hikaye.

    Steve Jobs :Apple ve Pixar´ın kurucusundan Stanford Üniversitesi Mezuniyet konuşması. Motivasyonunuzu artıracak ve düşünmeye itecek bir video...

    Steve Jobs kimdir.?

    Steven Paul Jobs (d. 24 Şubat 1955), Apple Computer´in genel müdürüdür ve bilgisayar sanayisinin önderlerindendir. Steve Wozniak ile birlikte Apple´in ortaklarından olup, 1976 yılında kurdukları bu firma Apple II sayesinde bugünkü ev bilgisayarlarının gelişmesinde önemli yer almıştır.

    Steven Paul Jobs (d. 24 Şubat 1955), Apple Computer´in genel müdürüdür ve bilgisayar sanayisinin önderlerindendir. Steve Wozniak ile birlikte Apple´in ortaklarından olup, 1976 yılında kurdukları bu firma Apple II sayesinde bugünkü ev bilgisayarlarının gelişmesinde önemli yer almıştır.

    Steve Jobs, Xerox´un Palo Alto Research Center´ında geliştirilmiş olan Fare (Mouse) ve GUI (Graphical User Interface) kavramlarının ticari önemini kavrayıp, sonradan bunları Apple Macintosh´da uygulamaya koymuştur. Steve Jobs aynı zamanda Pixar Animasyon Stüdyoları´nın genel müdürü ve yöneticisidir.

    İlk zamanları

    Green Bay, Wisconsin´de, Joanne Simpson ve adı bilinmeyen Mısırlı bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiştir, doğumundan hemen sonra Mountain View, Santa Clara County, California´dan Paul ve Clara Jobs çifti tarafından evlat edinilmiştir. Öz kızkardeşi romancı Mona Simpson´dır.

    1972 yılında Steve Jobs, Cupertino, California´da bulunan Homestead High School´dan mezun olmasının ardından Portland, Oregon´daki Reed College´e başvurmuştur fakat bir dönem sonra oradan ayrılmıştır.

    1974 yılının sonbaharında, Steve Jobs California´ya geri dönerek " Homebrew Computer Club"´un toplantılarına Steve Wozniak ile katılmaya başlamıştır. O ve Wozniak, Atari Inc.´de, o zamanların ünlü bilgisayar oyun üreticilerinden de, iş bularak oyun tasarımcısı olarak çalışmaya başladı. O zamanlarda ABD´de, satılan Cap´n Crunch´ların içinden çıkan düdükler, üzerlerinde ufak değişiklikler yapılınca AT&T tarafından uzun mesafeli aramaların denetleme frekansı olan 2600 Hz´i sesini verebiliyorlardı. Kısa bir süre zarfında Jobs ve Wozniak 1974 yılında iş hayatına atılarak pahalı uzun mesafe görüşmelerini bedava yapabilmek için "blue box"´lar üretmeye başladılar.

    1976 yılında Jobs 21, Wozniak´da 26 yaşındayken Apple Computer Co.´yu Jobs ailesinin garajında kurdu. Ilk olarak piyasaya sürdükleri ev bilgisayarı Apple I´di ve onu 666.66$´a satıyorlardı.

    1977 yılında Jobs ve Wozniak, Apple II´yi piyasaya sundular, o zamanlar Apple II ev piyasasında önemli bir yer elde etmişti ve Apple´ın bilgisayar piyasasındaki yerini sağlamlaştırmıştı. Aralık 1980 yılında Apple Computer halka açılmıştı ve çok iyi değerlerle piyasaya girmişti. Aynı yıl Apple Computer Apple III´ü piyasaya sürdü, fakat bu model bir önceki modelinin yerini alamadı.

    Apple büyümeye devam ederken, firmanın genişlemesini sağlayabilecek bir yönetici aranıyordu. 1983 yılında Jobs, John Scully´i (o zaman Pepsi-Cola´nın CEO´su) ayartarak ve "Ömrünün sonuna kadar sadece şekerli su mu satmak istiyorsun yoksa dünyayı mı değiştirmek istiyorsun ?" şeklinde meydan okuyarak Apple´in yeni CEO´su haline getirdi. Aynı sene Apple teknolojik olarak gelişmiş fakat ticari olarak başarısız olan Apple Lisa´yı piyasaya sundu.

    1984 yılında Macintosh piyasaya sunuldu, piyasada ticari bir başarı yaşamış ilk GUI´lu bilgisayar. Mac´in geliştirilmesi Jef Raskin tarafından başlatılmıştı ve Xerox PARC´da geliştirilmiş olan, fakat ticarileştirilmemiş teknolojilerden esinlenilmişti. Macintosh´un başarısı Apple´in Apple II serisini kaldırıp onun yerine Mac ürünleri sunması ile devam etmiştir ve bugüne kadar da devam etmektedir.

    Apple´den gidişi

    Steve Jobs, Apple için ikna edici ve karizmatik bir savunucuydu, eleştirilere de bakılırsa aynı zamanda düzensız ve hırslı bir yöneticiydi. 1985 yılında firma içinde oluşan bir kavga sonucu Jobs, Sculley tarafından görevlerinden çekilmiştir ve dışarı atılmıştır. Burda ama aynı zamanda Jobs´un hala Apple Computer´in başkanı olduğunuda not düşmekte fayda vardır.

    Apple´ı bıraktıktan sonra Jobs başka bir bilgisayar firması buldu, NeXT Computer´ı. NeXT, Lisa gibi teknolojik olarak çok gelişmişti fakat hiçbir zaman, bilimsel çalışma alanları hariç, popüler olamamıştı. Örneklemek gerekirse Tim Berners-Lee özgün World Wide Web sistemini CERN´de bir NeXT bilgisayarında geliştirmiştir. Ne kadar popüler olmasa da, Object Oriented Programming (nesneye dayalı programlama), PostScript gösterme ve magneto-optical sürücü teknolojilerinin gelişmesinde yardımcı olmuştur. NeXT´deki bir sürü yenilik 2000´li yıllarının başlangıcında Mac OS X´de görülecektir. NextStep ve onun halefi OpenStep, x86 mimarisi ve o zaman PowerPC mimarisi üzerinde çalışıyordu.

    Apple´a dönüş

    1996 yılında Apple, NeXT´i 402 million $ karşılığında, Jobs´u kurduğu firmaya getirmek için satın aldı. 1997 yılında Apple´ın geçici CEO´su seçilerek ve dikkatli planlama sonucu, şirket içi bir darbe ile o zamanki CEO Gil Amelio gönderilmiştir.

    NeXT´in satın alınmasıyla, NeXT´in bir sürü teknolojisi Apple ürünlerinden yer aldılar, bunlardan en belirgin olan örnek ise Mac OS X ile gelişmiş olan NeXTSTEP´dir. Jobs´un kumandanlığında Apple, iMac´i piyasaya sunmasıyla inanılmaz bir şekilde satışları artırdı. O zamandan beri gözalıcı tasarımları ve marka kuvvetlendirilmesi Apple´a yaradı.

    Geçmiş yıllarda şirketi kendi alanından dışarıya çıktı. iPod taşınabilir müzik çalarının piyasaya sunulması, iTunes dijital müzik yazılımı, iTunes müzik dükkanı´nı açarak şirket kişisel elektronik ürünleri ve online müzik piyasalarına el attı.

    Bir yandan yenilik için teşvik ederken, Jobs her zaman çalışanlarına "gerçek sanatçılar gönderir" ´´real artists ship´´, gibi mesajlar iletir. Bununla da açıkça bir ürünün zamanında sunulmasının, yenilikçilik ve sıradışı tasarımlar kadar önemli olduğunu ima etmektedir.

    Jobs, Apple´da yıllığına 1$´dan birkaç sene boyunca çalıştı, bu ona aynı zamanda Guiness Dünya Rekorları listesinde "En Düşük Maaşlı CEO" unvanını kazandırdı. Apple kazançları artığında ve firma eksiler yerine artılar bölgesinde gezinmeye başladığında, firma unvanından "geçiçi"´yi kaldırdı. Resmi olarak Apple´da maaşı hala 1$ olarak devam etmektedir, tabi ki Apple firmasından bu arada hediyeler verildir, bunlara örnek vermek gerekirse: 1999 yılında 90 milyon $ değerinde bir Jet, ve sınırlı hisselerden yaklaşık 30 milyon $´lık bir pay.

    Jobs´a her zaman mükemmel, ikna etme ve satıcılık kabiliyetlerinden saygı duyulmuştur.

    Pixar

    1986 yılında Jobs ve Edwin Catmull ortaklaşa, Emeryville, California´da animasyon stüdyosu olan Pixar´ı kurdular. Firma aslında Lucasfilm´in bilgisayar grafikleri bölümü üzerine kuruldu. Jobs Lucasfilm´den bu bölümü 10 milyon $´a (istenilen miktarın üçte-birine !) sahibi George Lucas´dan almıştır. Firma neredeyse 10 yıl sonra patlamalarını Oyuncak Hikayesi ´´(Toy Story)´´ ile yapmışlardır. Ondan beri 1998 yılında Bir Böceğin Yaşamı ´´(A Bug´s Life)´´, 1999´da Oyuncak Hikayesi 2 ´´(Toy Story 2)´´, Sevimli Canavarlar ´´(Monsters, Inc.)´´, 2003´de Kayıp Balık Nemo ´´(Finding Nemo)´´ ve 2004 yılında İnanılmaz Aile ´´(The Incredibles)´´ filmleri ödüllere layık görülmüştür dünya çapında. Bir sonrakı filmleri Cars, ABD´de 2006 yılının yaz ayına ilan edilmiştir.

    Kayıp Balık Nemo ve İnanılmaz Aile, Akademi Ödüllerinde en iyi animasyon film dalında ödül kazanmıştır.

    Özel hayatı

    18 Mart 1991 günü Jobs, Laurene Powell ile evlendi, evliliklerinden üç çocuk sahibiler. Aynı zamanda evlilik dışı olan bir kızı var, adı da Lisa Jobs.

    Jobs vejeteryan, fakat bazı kaynaklardan alınan haberlere göre zaman zaman balık da yiyor.

    31 Temmuz 2004´de Jobs, pankreasında bulunan kanser tümörünü aldırtmak için ameliyata girdi. Jobs´da nadir bulunan bir pankreas kanserine rastlanmıştı, bilimsel adı "Islet Hücresi Neurodocrine Tümoru" olarak geçiyor. Jobs´da bulunan bu kanser tipinde kemoterapi veya radyasyon terapisine ihtiyaç duyulmamıştır. Yokluğu sırasında dünya satışları ve yönetimleri departmanının başkanı Tim Cook, Apple´ı yönetti

    Ekleyen:Semra

    Kaynak Kişisel Başarı


  19. <object width="650" height="650"><param name="movie" value="http://www.dailymotion.com/swf/video/x9g5hw"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowScriptAccess" value="always"></param><embed type="application/x-shockwave-flash" src=http://www.dailymotion.com/swf/video/x9g5hw width="650" height="650" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always"></embed></object><br /><b><a href="http://www.dailymotion.com/video/x9g5hw_basary-tek-basyna-olmaz_lifestyle">Basarı Tek Basına Olmaz</a></b><br /><i><a href=></a><a href=></a></i>

    Önemli olan biri kaybederken kazanmak değildir. Önemli olan ,BERABERCE KAZANMAKTIR.

    Kazamak tek başına hiç bir anlam ifade etmez.Birlikte kazanılan zaferin yerini hiç bir şey tutamaz...Bir zincir düşünün.İçinden bir halkası kopunca hepsi dağılır...

    Ekibinizle,İş arkadaşlarınızla,takım arkadaşlarınızla her zaman beraber kazanmak için çalışın.İçinizden birisi düşünce,geride kalınca,tıpkı videoda izleyeceğiniz gibi ,geri dönüp kaldırın.!

    İşte engeli olmayan engelli kardeşlerimizden, unutulmayacak,ders verecek bir video.

    Ekleyen:Semra

    Kaynak Kişisel Başarı


  20. Sabah Gazetesinden Esra TÜZÜN, Prof. Dr. Sedat Özkan'la panik atak bozukluğu hakkında merak edilen soruların yanıtlarını aradı. İşte ayrıntılar...

    Yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleriyle gelen panik atak, günümüz insanının en büyük sağlık sorunlarından biri... Prof. Dr. Sedat Özkan: Duygu ve düşünceler birbirini tetikliyor ve panik başlıyor. Bazı insanlar paniğin yarattığı acıyı ameliyat ve kanserden daha ızdırap verici buluyor...

    İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Konsültasyon- Liyezon Psikiyatrisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sedat Özkan, panik atak bozukluğu hakkında merak edilen soruları yanıtladı.

    Panik atak hastalık mı yoksa bir kuruntu mu? Psikiyatrik bozukluklardan kaygı, anksiyete bozuklukları içinde ele alınan bir hastalıktır. Günümüzde hastalığın görülme sıklığı gittikçe artmaktadır. Hastalığın teşhisi, 1860'lardaki Amerikan iç savaşına kadar uzanır. Da Costa isimli doktor, askerlerde herhangi bir fiziksel bozukluk bulunmamasına rağmen şiddetli göğüs ağrısı ve çarpıntıyla kendini gösteren bir sorunla karşı karşıya kalır ve bu tabloya da 'irritabl kalp' adını verir. Sigmund Freud ise 1895 yılında bu duruma 'anksiyete nevrozu' adını vermiştir. Tıp dünyası, bir asrı aşkın süredir hâlâ hastalığın şifresini çözmek için araştırmalar yapmaktadır.

    KAÇMAK İSTERLER!

    Panik atak başka ruhsal hastalıklara benzer mi? Kaygı bozuklukları içinde yer alan 'Obsesif Kompulsif Bozukluk', sosyal fobi, yaygın anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğuyla benzer belirtiler gösterse de kendine özgü bir rahatsızlıktır. Panik atak, aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Atak birden başlar ve genellikle 10 dakikada ya da daha kısa süre içinde doruğa ulaşır. Çoğu zaman bu duyguya, bir tehlikenin yaklaştığı, kötü bir şeyler olacağı duygusu ve kaçma isteği eşlik eder. Hastalar çoğu zaman, bu nöbetlere 'kriz' adını verirler.

    Panik atak yaşayan hastalar ne hissediyor? Panik atak için tedavi arayışında olanlar, genelde korkularını çok yoğun olarak tanımlarlar. 'Öleceğimi hissettim', 'Kontrolümü kaybettim', 'Kalp krizi ya da felç geçirdiğimi düşündüm' derler. Tüm bu belirtiler kişide endişe, dehşet, tedirginlik, gerginlik, sinirlilik ve çaresizlik gibi duyguların yaşanmasına neden olur.

    Hemen hemen herkesin yaşamında paniklediği ve heyecanlandığı anlar olur. Peki ne zaman hastalıktan endişe duymalı? Kaygı, her insan tarafından yaşanan bir duygu ve yaşamın sürdürülmesinde önemli bir rol oynuyor. Dozundayken son derece sağlıklı olan bir duygu olan kaygı, eğer kişinin yaşamını, ilişkilerini ve işlevselliğini olumsuz yönde etkiliyorsa bu durum panik atağı işaret ediyor.

    İÇGÜDÜSÜYLE TEPKİ VERİR

    Bu hastalığa sebep olan duygular ne? Panik atağın temelinde kendini güvende hissetmeme ve kontrol kaybı endişesi yatar. Günümüz insanı yeni durumlara uyum sağlamada zorlanır. Biyolojik varlığımız binlerce yıldır aynı olmasına karşın günümüz insanı çok sayıda yeni uyaranla muhatap olur. Son yıllarda yaşanan depremlerden ekonomik krize, ikiz kulelerin bombalanmasından nükleer savaş riskine, bulaşıcı hastalık riskinden domuz gribine kadar uzanan olaylar, bireyin ruhsal ve bedensel sağlığını bozuyor. Dış dünyadan gelen bir tehlikeye karşı ilk gelen tepki korku oluyor. Korkan insan bedeniyle ve içgüdüleriyle tepki veriyor. Ya kaçıyor ya da korktuğu nesneyle savaşıyor. Kaçamayınca ya da tehdit kaynağını yok edemeyince de zorlanma yaşıyor.

    BELİRTİLERİ NELERDİR?

    - Prof. Dr. Sedat Özkan, panik atağı işaret eden belirtilere dikkat çekti:

    - Çarpıntı

    - Kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızının artması

    - Terleme

    - Titreme ya da sarsılma

    - Nefes darlığı ya da boğulduğunu hissetme

    - Soluğun kesilmesi

    - Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi

    - Bulantı ya da karın ağrısı

    - Baş dönmesi

    - Sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma

    - Gerçek dışılık algısı, benliğinden ayrılmış olma

    - Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu

    - Ölüm korkusu

    - Paresteziler (Uyuşma ya da karıncalanma hissi)

    - Üşüme, ürperme ya da aşırı derecede oluşan ateş basmaları görülür.

    BU ATAKLAR KALPTEN ÖLDÜRMEZ

    Panik atak öldürür mü? Panik atak, kalp krizine yol açmaz. Ama ataklar sırasında kalp hızında hafif bir artış ve tansiyon yüksekliği saptanabilir. Ancak kişide kalp hastalığı varsa riski artırabilir.

    Panik atak endişesiyle gelip kalp krizi tespit ettiğiniz hastanız oldu mu? Panik atak hastaları hiçbir fiziksel sorunları olmadığı halde başka hastalıklardan endişe duyurak yıllarca farklı tedavi görebiliyorlar. Aynı zamanda panik atak şikayetleri ile başvuran ancak kalp krizi geçirdiğini tespit ettiğim hastam da oldu. Bu yüzden doktorlar, her iki durumu da dikkatle hastayı tedavi etmeli.

    Salgın hastalıklar gibi tüm dünyayı tehdit eden etkenlerin yanı sıra köpek havlaması gibi gün içinde çok sık karşılaşılan bir uyaran da panik atağı tetikleyebilir mi? Panik ataklar; aniden ortaya çıkar. Panik atağın başlangıcının genellikle tetikleyici bir faktörle ilişkisi yoktur. Bir nesne ya da durumla tetiklenen kaygı atakları ve fobik bozukluklarda görülür.

    Panik atak hastalığı neye benziyor? Panik bir anlamda benliğin yani egonun kendisini tehdit altında hissetmesidir. Öyle ki, bazı insanlar paniğin yarattığı acıyı ameliyat ve kanserden daha ızdırap verici bulurlar. Son yıllarda panik bozukluğa neden olan faktörleri anlayabilmek için çok sayıda araştırma yapıldı. Sorunun, düşüncelerin ve duyguların, bedensel fonksiyonlarla birlikte birbirini etkilemesinden kaynaklandığı anlaşıldı.

    ENDİŞELİLER RİSKLİ

    Kimler risk altında? Ciddi travmaya maruz kalanlar, ailesinde panik atak olup iç çatışma ve ikilem yaşayanlar, gelecek kaygısı taşıyanlar, kontrol kaybı ve endişeli bir kişilik yapısına sahip olanlar panik bozukluk geçirmeye yatkındırlar.

    YÜZDE 25'İ GÖĞÜS AĞRISI SANIYOR!

    Hastaların kalp atışı, panik atak geçirirken yükseliyor. Panik atak kalbi fiziksel olarak yorar mı?

    Panik atak hastalarında kalp kapağı, hipertansiyon, solunum yolu hastalıkları, migren tipi baş ağrıları, ülser ya da tiroid bezi hastalıkları görülür. Göğüs ağrısı, ilk ve acil yardım birimlerinde en sık görülen belirtilerden biri olmasına rağmen, panik bozukluğu olan hastaların yüzde 80-90'ında bedensel bir neden gösterilememektedir. Benzer şekilde göğüs ağrısı ile acil servise başvuran hastaların yüzde 25'i panik bozukluk olarak değerlendirilmektedir. Öte yandan kalp hastalığı olanlarda da panik bozukluk görülebilmektedir. Kalp ve damar hastalarının yüzde 23'ünde panik bozukluk tespit edilmiştir.

    KALP KRİZİ İLE PANİK ATAK ARASINDAKİ FARK KALP KRİZİ

    - Ağrı, göğsün ortasında ve süreklidir.

    - Eforla ve hareketle ağrı artar.

    - Dinlenince ağrı azalır.

    - EKG'de kalp ritminde anormallikler saptanır.

    PANİK ATAK

    - Zaman zaman göğsünde ve kalp üstünde ağrılar olur. Bunlar kısa sürelidir.

    - Ağrı yayılmaz ve geçicidir.

    - Ağrıyan yer parmakla gösterilir. Sınırlı bir alandadır.

    - Ağrı dinlenmekle azalmaz.

    - Bulantı hissi olabilir, kusma olmaz.

    - Çoğunlukla hafif tansiyon yüksekliği eşlik edebilir.

    KANSIZLIK ATAĞI TETİKLİYOR

    Bazı sağlık sorunlarının ve kullanılan maddelerin panik atağa neden olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sedat Özkan, dikkat edilmesi gerekenleri belirtti:

    - Multiple skleroz ve bazı nörolojik hastalıklar

    - Akciğer hastalıkları

    - Bazı kalp hastalıkları

    - Bazı enfeksiyon hastalıkları

    - Vitamin eksiklikleri

    - Kansızlık

    - Böbrek üstü bezi rahatsızlıkları

    - Kortizol hormon yüksekliği

    - Tiroid bezinin aşırı veya yetersiz çalışması

    - Kafein, kokain ve benzeri doping maddeler

    - Beyin tümörleri

    - Epilepsi hastalığı

    Kaynak.aktuelpsikoloji.com

    Kaynak


  21. Yaşamdaki Acılar Ve Tuz

    Hintli yaşlı bir usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştır. Bir gün çırağını tuz almaya gönderir.

    Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak, döndüğünde, yaşlı usta, ona

    bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyler. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yapar ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başlar.

    "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verir.

    Usta çırağını kolundan tutar ve dışarı götürür. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına giderler ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta aynı soruyu sorar: "Tadı nasıl? "

    "Ferahlatıcı" diye cevap verir genç çırak.

    Tuzun tadını aldın mı ?" diye sorar yaşlı adam, " hayır" diye cevaplar çırağı.

    Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş çırağının yanına oturur ve şöyle der:

    "Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."

    Ekleyen:Semra

    Kaynak Kişisel Başarı


  22. Küçüklüğümüzün Yanlış Bilgileri

    Küçükken yanlış bildiğimiz ve sonradan çok güldüğümüz bazı şeyler...

    Bi kaç yerden aldım birazda benim var katkım..

    1 ) ben küçükken arabaların egzostundan çıkan dumanın itmesiyle yürüdüğünü sanırdım.. uzay mekiği gibi yani :)))

    2 ) ilk okuldayken bizim müdür odasının yanında Atatürk panosu vardı ve kocaman bir izindeyiz yazılı şerit vardı. tabi biz bu yazıya tatildeyiz anlamı yükledik yıllarca :)))

    3 ) Cüneyt Arkın ismini Cüney Tarkın, Tarık Akan ´ı ise Tarı Kakan sanırdım.

    4 ) ben küçükken kamyonların yedek tekerlekleri hani yukarda durur ya; işte onları ağarlık bindiğinde normal tekerlek görevi görsün diye destek amaçlı koyduklarını düşünürdüm :)))

    5 ) "R" harfini söyleyememenin çocukluktan değil de bana özgü olduğunu sanardım:)asla söyleyemem sanırdım...abimlerin dalga geçmesine maruz kalırdım,söyleyebilmek için hep aynanın karşısına geçip dilimi döndürmeye uğraşırdım:)

    bir defasında

    -AYI göydüm Ayı göydüm

    abim ise; -

    - hangi AYI yı gördün?

    -uçan AYI göydüm:)

    6 ) Ben ve kardeşim küçükken hep çöpçülere özenirdik. "Ne güzel tüm gün arabayla geziyorlar " diye düşünürdük. Kardeşim çöpçü olmaya karar vermişti o zamanlar :))

    7 ) bende küçükken iki iş yapma kararı almıştım kendi kendime:) birisi bir sürü çikolata,bisküvilerin sahibi olan bakkal amcaya özentimden geliyordu:) soranlara sabahları bakkal olcam,öğlenleri öğretmen olcam derdim:)

    8 ) küçükken ´´Susam Sokagı´´ndaki Edi ile Büdü´nün gercek oldugunu sanırdım

    9) Cem Yılmaz´ın kulakları çınlasın,değil mi? Hatta bunun devamı da var,Madonna ile Maradona´yı kardeş sanması gibi.

    10 ) ben en zaman bir arabaya binsem geri gitmek için sadece geriye bakmanın yeterli olduğunu düşünürdüm

    11 ) Televizyonda gördüğüm insanların kağıttan kuklalar olduğunu ve karagöz oyunu gibi oynatıldıklarını düşünürdüm ( gazeteye de o resimlerin kesilip yapıştırıldıklarını düşünerek düşüncemi desteklerdim) :)))

    12 ) Ben kücükken meleklerin bulutlari sirkeledikleri icin kar yagdigini saniyordum.. Sadece kisin temizlik yapiyorlardi demekki :)

    13 ) Ben küçükken naylon faturanın gerçekten naylondan olduğu için yasal olmadığını sanırdım. ama ne yazıkki tek değildim bir kaç arkadaşımda öyle düşünüyordu. :))(ben deniz)

    14 ) benimki son derece rezil. bazı insanların burnunda et vardır biliyorsunuz ki. dayım olacak hödük insan, bana daha 7 yaşımdayken, insanların burnunda et varsa ameliyat olacağını, oradaki eti alıp onun yerine patates!!!! konacağını sölemişti. bu şekilde 2 yıl idare ettim. babam burun ameliyatı olunca gerçekleri öğrenmiş ve şok olmuştum

    15 )bebeğin yedidiğimiz etlerin midemizde birleşmesiyle olustuğu sanıyodum arkadaslarıma bile anlatıp inandırmıstım

    Kaynak: sertachich

    Kaynak Kişisel Başarı