Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

İletiler bölümüne Dogru_Yol kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. 3447.jpg

    Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi(OMÜ) Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Bulut, ‘engelli’ tanımından ziyade ‘özel gereksinimli insan topluluğu’ tanımının daha doğru olduğunu, bu insanların özel gereksinimlerinin hayatlarında belirleyici rol oynadığını söyledi.

    OMÜ Özel Eğitim Öğrenci Kulübü’nün düzenlediği “Engelsiz Üniversite” konulu konferans, Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Konferansın açılış konuşmasını yapan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Bulut, “ ‘Engelli’ tanımından ziyade ‘özel gereksinimli insan topluluğu’ tanımı daha doğrudur. Bu insanların özel gereksinimleri hayatlarında belirleyici rol oynamaktadır. Bu durum yalnızca söz konusu bireylerin değil, toplumun ve üniversitelerin de sorunudur” dedi.

    Bu amaçla kurulan “Engelli Öğrenciler Birimi”nin faaliyetlerinden söz eden Bulut, 7 kişiden oluşan birimin öncelikle üniversitede engelli öğrenci taraması yapıp bu kişileri tek tek tespit ettiğini, bir sonraki adımın ise bu öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması olduğunu kaydetti. Özel gereksinimli insanların yaşayışını kolaylaştırmak için üniversitede yapılan fiziki düzenlemeleri görsel bir sunum eşliğinde aktaran Prof. Dr. Ahmet Bulut, bu çalışmaların ilerleyen yıllarda artarak devam edeceğini dile getirdi. OMÜ Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yaşar Barut ise “Engelsiz Üniversiteyi Gerçekleştirmeye Doğru” konulu bir sunum yaptı. Fiziki mekanlardaki dönüşümü sağlamanın, insan zihinlerindeki dönüşümü sağlamaktan kolay olduğunu vurgulayan Barut, hayata biraz da engelli insanların açısından bakılması gerektiğini belirtti. Barut, toplumu oluşturan her bireyin günlük hayatta çeşitli engellerle karşılaştığını, engellerin bulunmadığı bir yaşamın anlamını yitireceğini vurguladı. Engelli insanların hayatta karşılaştıkları zorlukları ve bu zorlukların üstesinden nasıl geldiklerini film gösterimleriyle zenginleştiren Yrd. Doç. Dr. Yaşar Barut, bu konuda Avrupa’da yaşanan gelişmelerin örnek alınması gerektiğine değindi. Barut, gereksinimlerin “Engelli Öğrenciler Birimi”ne aktarılması halinde bunlarla ilgileneceklerinin altını çizdi ve üniversiteyi oluşturan bütün katmanları aynı gemide yol alan yolculara benzetti. Engelli bireylerin değil, engelli toplumların olduğunu vurgulayan Barut’un kullandığı şu slogan, günün anlamını özetler nitelikteydi; “Siz engel olmazsanız, biz engelsiz oluruz.”

    Üniversite öğrencilerinden Hasibe Aslaner’in “Engelsiz Dünya” adlı şiirini okumasının ardından Ondokuz Mayıs İşitme Engelliler İlköğretim Okulu Halk Oyunları Ekibi kısa bir gösteri sundu. Duyma engelli gençlerin, müziğin ritmine harfiyen uyarak sundukları bu halk oyunları gösterisi, seyircilerden uzun süre alkış aldı. Rektör Yardımcısı Ahmet Bulut, Okul Müdürü Ahmet Güner’e günün anısına plaket verdi. Konuşmacı Yrd. Doç. Dr. Yaşar Barut ise plaketini Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanı Prof. Dr. Bünyamin Şahin’den aldı.

    SAMSUN (İHA)

    Kaynak


  2. Dünya Otizm Farkındalık Ayı

    3431.jpg

    Otizm erkek çocuklarda kız çocuklarına göre daha fazla görülen bir hastalık. Otizm'in tetikleyicisi ise televizyon.

    2 Nisan - 2 Mayıs Dünya Otizm Farkındalık Ayı nedeni ile Samsun Atakum Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi Okul Müdürü İrfan Yetik, Okul Aile Birliği Başkanı Ali Bülbül, Beden Eğitimi Öğretmeni Aytaç Yılmaz, Okul Öncesi Öğretmeni Eda Tezcan, Öğrenci Zeynep Yılmaz ve Haydar Kemal Tozkoparan Haberexen.com'u ziyaret ettiler.

    Ziyaret esnasında toplumun yeterince tanımadığı Otizm hastalığı ile ilgili olarak bilgi veren Okul Müdürü İrfan Yetik, Otizm hastalığının temelde iletişim kurma ve sosyalleşme bozukluğu olduğunu bununda eğitimle normale yaklaştırıldığını ifade etti.

    Yetik," Otistik çocukları iki gruba ayırıyoruz. Yüzde 30'u normal ve normal üstü, yüzde 70'i normal ve altı zekaya sahip. Doğuştan gelen bu rahatsızlığın ana tetikleyicilerinden ve belirginleşmesine neden olan faktörlerden bir tanesi ufak çocukların televizyon izlemesi, televizyon karşısında çok vakit geçirmeleri. Özellikle bu çocuklar müzik klipleri ve reklamlara daha fazla ilgi gösteriyor." dedi.

    Doğuştan gelen bu hastalığın anlaşılmasında en büyük görevin aileye düştüğünü de hatırlatan Yetik, ailelere bu konuda şu ip uçlarını verdi: "Çocuk yürümeye başlaması gereken dönemde yürümüyorsa, kişilerle göz teması kurmuyorsa, aşırı sakin yada aşırı hareketli ise otistik olabilir. Bu durumu da aileler genelde çocuk üç yaşına geldiğinde anlayabiliyorlar."

    www.haberexen.com

    Kaynak


  3. 3452.jpg

    Gün Gelişim Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi Kurucu temsilcisi Özel Eğitim Uzmanı Fatih Ekinci yaptığı basın açıklamasında : 2 Nisan tüm dünyada otizim konusunda farkındalık yaratmak ve otizmle ilgili sorunlara çözüm bulmak amacıyla 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından "Dünya Otizm Farkındalık Günü" olarak ilan edilmiş ve 2 Nisan’da başlayan "Otizm Farkındalık Ayı" çerçevesinde tüm Kocaeli genelinde Otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi, erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedeflenmiştir.

    Otizm, yaşamın erken dönemlerinde başlayan ve yaşam boyu süren, sosyal ilişkiler, iletişim, davranış ve bilişsel gelişmede gecikme ve sapma gibi özellikler gösteren nöropsikiyatrik bir bozukluk olarak kabul edilmektedir

    Yaklaşık her 150 çocuktan birini etkilediği düşünülmekte, erkeklerdeki yaygınlığı kızlardan dört kat fazla olup sanıldığının aksine, otizm spektrum bozukluğu tanılı bireylerin çoğunda, farklı düzeylerde zeka geriliği görülür. Ayrıca, zeka testlerinde, belli alanlar, diğer alanlara kıyasla çok daha geri çıkabilir.

    Otizm spektrum bozukluğu tanılı bireylerin pek azında (yaklaşık %10), çok güçlü bellek, müzik yeteneği vb. üstün özelliklere rastlanır ve yapılan bilimsel araştırmalar, otizm spektrum bozukluğunun çocuk yetiştirme özellikleriyle ya da ailenin sosyo-ekonomik özellikleriyle ilişkisi olmadığını göstermiştir.

    Otizm spektrum bozukluğunun kalıtsal olabileceği yönünde bulgular var olup ancak, buna yol açan gen ya da genler henüz bulunmuş değildir.

    Diğer çocuklarla ilişki kurmada zorluk, her şeyin aynı olmasın istemek, rutin yaşama bağlılık- değişiklere aşırı tepki vermek, uygunsuz ve sebepsiz gülmek- ağlamak, tehlikeye karşı duyarsızlık, göz temasının çok az ya da hiç olmaması, sürekli aynı oyunları oynamak, acıya karşı duyarsızlık, ekolali (cevap verme yerine, kendisine söylenenleri tekrar etme), yalnız kalmayı tercih etme, stereotip hareketlerin olması (ileri geri sallanma, el hareketleri vb.), temastan (kucağa alınmaktan ya da sevilmekten hoşlanmama), objeleri kendi etrafında çevirme, seslere karşı aşırı duyarlılık ya da duyarsızlık, objelere gereksiz yere bağlanma, ihtiyaçlarını belirtme de zorluk ( konuşmak yerine hareketlerle ihtiyaçlarını belirtmeye çalışmak), aşırı hareketlilik ya da hareketsizlik, bir sebep olmadan strese girmek, üzüntü duymak, yemek ve uyku problemleri, motor hareketlerinin gelişiminde düzensizlik, normal öğrenme metodlarına karşı duyarsızlık Otistik çocukların özellikleridir.

    2 nisan Dünya Otizm Günü nedeniyle "Otizmde farkındalık" kampanyası başlatan Gün gelişim Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, Türkiye'de halen 500 bin Otizmli olmasına karşın bu hastalıktan etkilenenlerin sayısının 2 milyonun üzerinde olduğunu açıkladı.

    Ülkemizde temel hakların “Herkesin Hakları” ve “Engelli Hakları”olmak üzere iki kategoride ele alındığına işaret edilen Gün Gelişim Rehabilitasyon merkezi Kurucu temsilcisi Fatih Ekinci’nin açıklamasında şöyle denildi:

    "Daha bu aşamada ayrım başlayarak, “zihinsel engelli hakları”, “bedensel engelli hakları” şeklinde anlam bölünmesi ile devam ederek daha da karmaşık hale gelmektedir. Engelli bireylerin haklarını ayrı olarak değil, “Herkesin Hakları” seviyesinde ele almak, hem engellilerin haklarının sınırlarını genişletecek, hem de engelli bireyleri gerçek anlamda toplumla kaynaştıracak genel bir bakış açısı için gerekli platformu yaratacaktır.. Türkiye’de halen 500.000 otizmli birey olduğu varsayıldığında, 2 anne-baba – bir kardeş- bir bakıcı/eğitmen üzerinden yakın çevre sayısı ile dolaylı veya doğrudan otizmden etkilenen vatandaş sayısı 2 milyon kişiye yaklaşmaktadır.

    Gün Gelişim Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, Kurulduğu yıldan bu yana her yıl gerçekleştirdiği farkındalık kampanyaları ve farklı iletişim çalışmaları aracılığı ile Kocaeli’nde devlet ve kamuoyu nezdinde otizmle ilgili farkındalığın artırılması ve otizmli bireylerin sosyal yaşam hakları, eğitim, tedavi ve bakım gereksinimlerinin karşılanması için gerekli çalışmaların yapılması adına uğraş vermektedir. Bu tür konularda destek almak isteyenler Yavuz Sultan Mah. D100 Karayolu altı No:529 60 evler derince adresinde bulunan Merkezimize gelerek ya da 223 36 73 nolu telefondan irtibat kurarak bizlerle iletişime geçebilirler dendi.

    Gun Gelişim Özel Eğitim Rehabilitasyon Merkezi

    Kaynak


  4. Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:

    - Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi. Sonra düşündü:

    - Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!

    Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:

    - Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi.

    Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu.

    Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:

    -Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzeltiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!

    Kaynak Aktuel Eğitim


  5. Yalnızlık üzerine ne şarkılar ne türküler yazılmıştır. İbrahim Tatlıses”Yalnızım dostlarım” derken, bir başka sanatçı “gökyüzündeki yıldızlar kadar yalnızım” dedi. Atalarımıza göre ise “Yalnızlık Allaha mahsustu…”

    Yalnızlığın adı ne olursa olsun 21.yüzyılda Yalnızlık, insanı en yoğun şekilde etkileyen sosyal ve psikolojik bir vaka haline gelmiştir. Yüce yaratıcı yaratmış olduğu bu gizemli kâinatta hiç bir canlıyı tek(yalnız) yaratmamıştır. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar her ne tarafa bakarsanız bakın, hepsinin bir çifti vardır. Yani bir eşiyle yaratılmıştır.

    Yirmi yılı aşkın bir süredir 37 binden fazla insan üzerinde yapılan incelemelerde, sosyal tecrit halinin, yalnızlığın insan üzerinde derin etkiler bıraktığını açığa çıkarmıştır. Özel duygularını paylaşacak ya da yakın temasta olduğumuz kimsenin bulunmadığı hissinin, hastalanma ya da ölüm olasılığını ikiye katladığı görülmüştür.

    İnsanlar ara sıra elbette yalnız kalabilir, hatta bu bezende gereklidir. Ancak burada önemli olan ve tıbbı acıdan risk oluşturan şey, insanlardan kopuk olduğunu ya da kimsesi olmadığını hissetmektir.

    Kalp krizi geçirmiş yaşlı insanlar arasında hayatlarında duygusal destek alabilecekleri iki ya da daha fazla kişi bulunanların bu tür destekten yoksun olanlara göre yaşama ve tekrar kalp krizi geçirme ola sıkları iki kattan daha yüksek olduğu yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır.

    Kapısını çalıp konuşabileceği, teselli edilebilecek yardım ve önerilerde bulunabilecek, derdini ya da bir açmazını, çıkmazını paylaşabilecek birilerinin bulunması, bu gibi kişilerin, hayatın zorluk ve darbelerinin ölümcül etkisinden koruyabildiği ortaya çıkmıştır.

    Her gün gördüğümüz bu insanlar, konuştuğumuz, selam verdiğimiz, sohbet ettiğimiz bu kişiler bizim için ne denli önemli olduğu ortadadır. Hayatımızdaki önemli ilişkilerin, sağlımız acısından önemi büyüktür. Hele de içinde yaşadığımız bu yüzyılda… Yaşamımızdaki ilişkiler ne kadar anlamlı ve olumlu ise sağlımız da bir o kadar iyi olma yönünde seyir gösteriyor.

    20. yüzyılın başında Almanya´da ilk düzenli şehir için ulaşım seferleri başlayıp da orta ve alt sınıftan insanlar kenti bir ucundan bir ucuna gezme imkânına kavuştuklarında Alman sosyolog George Sim mel o korkunç teşhisini koymuştu:

    “İnsanlık tarihinde ilk kez iki insan yan yana bu kadar yakın oturup, bedenleriyle birbirlerine dokundukları halde saatlerce birbirleriyle konuşmadan yolculuk yapıyorlar.”

    Fransa´da Simmel´inki kadar trajik bir örnekte Paris´te yaşayan 70 yaşlarında bir İstanbul beyefendisi, 30 yıldır evini temizlemeye gelen bir kadından söz ediyor. Sonra sıradan bir şeymiş gibi şöyle anlatıyor:

    “Biliyor musunuz, onunla hiç tanışmadım. Çünkü ben her sabah saat 7.30´da işe gidiyorum, o ise 8.30´da geliyor.”İnanılmaz gibi görünüyor ama aradaki o bir saatlik fark yüzünden, tam 30 yıl hiç tanışmadan aynı evi paylaşmışlardı. Beyefendinin çıkmasından bir saat sonra o kadın en mahrem dünyasına girmiş, en özel eşyalarına dokunmuş, iç çamaşırlarına ütülemiş ve işi bitince de kapıyı çekip çıkmıştı. Bu kadar çok şeyi paylaştıkları biriyle hiç tanışmamış olmaları vahşi bir yalnızlık hikâyesi gibi geldi bana…

    Yüzyılın başında Simmel´in ilk işaretini verdiği iletişimsizliğin doruklarında yaşıyor insanoğlu… Hem de “iletişim çağı” adını koyduğu bir çağda…

    Gene var olan ilginç örneklerden biride Losangelesda tek başına ölmek istemeyenlerin son anlarında yanlarında oturması için saatine 40 dolar vererek birini kiraladıkları bir servis olduğunu biliyor muydunuz? Çok iğrenç bir şey bu ölüm noktasına ulaştığınızda yanınızda elinizi tutacak tek kişi bile yoksa bütün yaşamınızı bir gözden geçirin…

    Hepimiz bunu iyi düşünmeliyiz. İnsanlarla olan iletişimiz, eşimizle, çocuğumuzla, kim olursa olsun bazı şeyleri iyi hesap etmeliyiz.

    İnsanların yaşamınıza katılmasını istiyorsanız onlara elinizi,kolunuzu uzatıp riske girmeyi göze almak zorundayız. Güvenmeyi,sevmeyi,inanmayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Birçok insan, hiç kimse onlara dokunmadığı için yalnızlık çekiyor. Size dokunabiliyorsam ve sizde bana dokunabiliyorsanız varım demektir.

    Erik from’a göre “insanın en büyük gereksinmesi yalnızlığını yenmek, yalnızlığının kafesinden kurtulmaktır. Bu amacı gerçekleştirmeye çalışırken tam bir başarısızlığa uğramak ise insanı deliliğe götürebilir” der.

    Vücudumuza baktığım zaman çok şaşırıyorum. Elime, koluma bakıyorum, bu elin, kolun bir eli sıkmak bir vücudu kucaklamak için özel yaratıldığını düşünüyorum. Kulağıma ve dilime bakıyorum, insanları dinlemek, anlamak, iletişim kurmak ve konuşmak için yaratıldığını; gözlerime bakıyorum dünyanın ve yaşamımızdaki var olan her güzelliği görmesi için özel tasarlandığını düşünüyor ve hayret ediyorum.

    Bu uzuvların işlevselliğinden kimseyi mahrum etmemek gerektiğini de şiddetle savunuyorum. Bazı özel sebepler dolayısıyla, geçirilen bir hastalık ya da bir kaza sonucu bu uzuvlarından mahrum kalan insanlar, bu uzuvların önemini sanırım en çok anlayan ve bilen kişiler olarak değerlendiriyorum.

    Mahrum etmemeli insan, hiçbir şeyden kendini… Sorgulamalı hayatını ve durumunu… Yarınını, geçmişini ve bugününü…

    NEVZAT ÖZER

    Psikolojik Danışman

    nevzatozer66@hotmail.com

    Kaynak Aktuel Eğitim


  6. 2596.jpg

    İnönü Üniversitesi bünyesinde kök hücre laboratuvarı kurulacağı bildirildi.

    Kocaeli Üniversitesi Kök Hücre ve Gen Tedavileri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Erdal Karagöz, kök hücre laboratuvarı ve merkezlerinin Türkiye'de en azından bölgesel bazda artması gerektiğini söyledi.

    Altyapı çalışmaları tamamlanan laboratuvarın açılması aşamasında destekte bulunmak için Malatya'ya gelen Prof. Dr. Karagöz, yaptığı açıklamada, Malatya'da da Kocaeli'ndekine benzer bir yapılanma sağlanması için uğraştıklarını kaydetti.

    Kocaeli ve Hacettepe'den sonra Malatya'da bir merkez kurulacak olmasının önemli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Karagöz, şöyle konuştu: ''Kocaeli'nde bu merkez 3 yıldır faaliyette. Bu 3 yılda Malatya'dan birçok akademisyen gelip bizimle bilfiil faaliyetlerde bulundu. Hata onlarla TÜBİTAK'a ortak projeler verildi. Dolayısıyla Malatya İnönü Üniversitesinde kök hücre doku organ mühendisliğine ilgi duyan birçok araştırmacı, öğretim üyesi mevcut. Biz de bu anlamda onlara hem bilimsel hem de manevi anlamda destek için buradayız. Öncelikle kök hücre doku organ mühendisliği çalışmaları Türkiye'de çok geçmişi olan çalışmalar değil. İlk merkez Kocaeli'nde kuruldu. Arkasından Hacettepe'de kuruldu. Bu tür merkezlerin ülkemizde en azından bölgesel bazda artması lazım. Malatya İnönü Üniversitesi de bölgesinde böyle bir merkezi kuracak, geliştirecek, gelecekte hastaları kök hücre doku organ mühendisliği tabanlı tedavilerini yapabilecek altyapıya, bilim insanlarına sahip.''

    Turgut Özal Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim üyesi Doç. Dr. Önder Çelik ise laboratuvarın açılması için çalışmaların tamamlanmak üzere olduğuna dikkati çekerek, heyecanla çalıştıklarını belirtti.

    Çelik, şunları kaydetti: ''Kök hücre laboratuvarı kurma çalışmalarımız başladı. Bu kapsamda bir merkez laboratuvarında bize yer ayrıldı. Altyapı çalışmalarını oluşturduk. TÜBİTAK'la ilgili 2 büyük projemiz var. Kocaeli Üniversitesinden de değerli hocamız bizimle bilgilerini paylaşmak için geldi. İnşallah İnönü Üniversitesinde cerrahi ve medikal hastalıkların tedavi edileceği bir laboratuvarın açılışını sağlayarak hem kuruma hem bölgeye hem de ülkenin tıp bilimine katkıda bulunmaya çalışacağız.''

    Kaynak


  7. 3449.jpg

    Omurilik Felçlileri Derneği tarafından düzenlenen Microsoft Office Eğitimi'ne katılan kursiyerler düzenlenen törenle sertifikalarını aldı. Omurilik felçli altı engelli genç, üç aylık kurs sonucunda

    ODTÜ Vişnelik Tesislerinde yapılan törene Ankara Rotary Kulübü Başkanı Gürkan Candemir, OSİAD Adnan Keskin, Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği Başkanı Yıldırım Yılmazoğlu, Yenimahalle Belediyesi Engelliler Birimi Sorumlusu Selçuk Koçak'ın yanı sıra çok sayıda dernek üyesi katıldı. Engellilerin hayatlarını devam ettirebilmeleri için ellerinden geleni yapacaklarını belirten Yaşar, “Bu gençler engelli olan herkese örnek olacak azmi gösterdiler. Hepsini kutluyorum. Onlarla burada olmak ve bu sevinci paylaşmaktan mutluluk duyuyorum” diye konuştu.

    Engellileri unutmayalım

    Çayyolu'nda 50'ye yakın engelli gencin meslek sahibi olması için kurulacak olan Engelli İş Merkezi (ENİŞMER)'e de arsa tahsis eden Başkan Yaşar, “Engelli gençlerimizin iş ortamına atılmaları, geçimlerini sağlayabilmeleri ve Türkiye ekonomisine katkıda bulunabilmeleri için gerçekleştirilen bu projede bir tuzumuz bulunduysa ne mutlu bize” diye konuştu. Engellilere yaşam alanlarında yaptıkları düzenlemelerle de destek olduklarını anlatan Yaşar şöyle konuştu, “Yerel yönetimlerin engellileri de düşünerek projeler üretmesi gerekiyor. Biz Yenimahalle Belediyesi olarak tüm plan notlarını engelli vatandaşlarımıza göre düzenliyoruz. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de engellilerin yaşam alanları çok dar. Engellilerimiz unutulmadığında biz de gelişmiş bir ülke olacağız.”

    Engellilerin 'Babası'

    Desteklerinden dolayı Başkan Yaşar'a teşekkürlerini sunan Yılmazoğlu, “Biz kendisine başkan değil 'Baba' diyoruz. Fethi Yaşar engellilere yaptığı yardımlarla onların kalbini kazanmıştır. Ve hepsini bir baba sıcaklığı ile kucaklamıştır. Hiç kimsenin göstermediği yakınlığı gösterdi, çok teşekkür ediyoruz” dedi.

    Kaynak


  8. Diksiyon Çalışmaları

    1. Bir berber bir berbere bre berber beri gel diye bar bar bağırmış.

    Bizde bize biz derler, sizde bize ne derler?

    Gül dibi bülbül dili gibi,gül dibi bülbül dili.

    2. Pireli peyniri perhizli pireler tepelerse pireli peynirler de pır pır pervaz ederler.

    3. Ocak kıvılcımlandırıcılardan mısın,kapı gıcırdatıcılardan mısın?Ne ocak kıvılcımlandırıcılardanım, ne kapı gıcırdatıcılardanım.

    4. Çatalca’da topal çoban çatal yapıp çatal satar,nesi için çatalca da topal çoban çatal yapıp çatal satar?Kârı için çatalca da topal çoban çatal yapıp çatal satar. Üç tunç tas kayısı hoşafı.

    5. Dört deryanın deresini dört dergahın derbendine devrederlerse,dört deryadan dört dert,dört dergahtan dört dev çıkar. Paşa tası ile beş has tas kayısı hoşafı. Zaman saman satar, saman zaman satar.

    6. Al bu takatukaları takatukacıya takatukalatmaya götür.Takatukacı takatukaları takatukalamam derse takatukacıdan takatukaları takatukalatmadan al da gel.

    7. Nankör nalbant nalları nallamalı mı,nallamamalı mı?

    Az kaz, uz kaz, boyunca kaz.

    8. İşlek işlemeci,işlemeli işleri işlikte işleyerek işletmeciye işyerinde izletti.

    9. Ilgarcı ılgar,ılgıngillerin ılgancırı ılgalayarak,ılgıt ılgıt ılgılardı.

    10. Pısırık pırlak pırnallıklarda pırnallanırken pılı pırtısını pısırık pıtraklara pıtır pıtır pırtlattı.

    11. Üçüncü üçkağıtçı,üçetek üçleşerek üç teker arabayla süzüm süzüm süzülen süzgeçleri süzdü.

    12. Kırk kırık küp, kırkının da kulpu kırık kara küp.A be kuru dayı ne kuru sarı darı bu darı ,a be kuru dayı.

    Şu odayı badanalamalı mı,yoksa badanalamamalı mı?

    13. Sen seni bil,sen seni,bil sen seni,bil sen seni,sen seni bilmezsen patlatırlar enseni.

    14. Şu karşıda bir dal,dal sarkar kartal kalkar,kartal kalkar dal sarkar,dal kalkar kantar tartar.

    15. Şu köşe yaz köşesi,şu köşe kış köşesi,ortadaki su şişesi.

    Şiş şişeyi şişlemiş,şişe kesişe kiş demiş.

    Elalem aladana aldı aladanalandı da biz bir aladana alıp da aladanalanamadık.

    16. Bu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak?Bu yoğurdu mayalamalı da mı saklamalı, mayalamamalı da mı saklamalı?

    17. Sizin damda var,beş boz başlı beş boz ördek,

    Değirmene girdi köpek,

    Bizim damda var beş boz başlı beş boz ördek,

    Değirmenci çaldı kötek.

    Sizin damdaki beş boz başlı beş boz ördek

    Hem kepek yedi köpek,

    Bizim damdaki beş boz başlı beş boz ördeğe,

    Hem kötek yedi köpek.

    Siz de bizcileyin beş boz başlı beş boz ördek misiniz,demiş.

    18. Bir tarlaya kemeken ekmişler.İki kürkü yırtık kel kör kirpi dadanmış.Biri erkek kürkü yırtık kel kör kirpi,öteki dişi kürkü yırtık kel kör kirpi.Kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürkünü,kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürküne;kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü,kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürküne eklemişler.

    19. Getirince el getirir,yel getirir,sel getirir;götürünce el götürür,yel götürür,sel götürür.

    20. Bu mum, umumumuzun mumu.

    Kaynak Kişisel Başarı


  9. Erdemlerin Yaşamı

    Saflık,

    tüm erdemlerin “anası”dır..

    Derin düşünce,

    tüm erdemlerin “anahtarı”dır..

    Neşelilik,

    tüm erdemlerin “kanıtı”dır..

    Tatlılık,

    tüm erdemlerin “tadı”dır..

    Değişmezlik,

    tüm erdemlere “köprü”dür..

    Uyumluluk,

    tüm erdemleri beraberinde “getirir”

    Olgunluk,

    tüm erdemlerin “koruyucusu”dur..

    Cesaret,

    tüm erdemlerin “yüreği”dir..

    Serinkanlılık,

    tüm erdemlerin “abidesi”dir..

    Sabır,

    tüm erdemlerin “kalesi”dir..

    Sevgi,

    tüm erdemlerin “kralı”dır..

    Huzur,

    tüm erdemlerin “kraliçesi”dir..

    Alçakgönüllülük,

    tüm erdemlerin “temeli”dir..

    İnanç,

    tüm erdemlerin “ıtırı”dır..

    Hoşgörü,

    tüm erdemlerin “tacı”dır..

    Hoşnutluk,

    tüm erdemlerin “tahtı”dır..

    Feragat,

    tüm erdemlerin “süsü”dür..

    Saygı,

    tüm erdemlerin “gösterisi”dir..

    Kaynak:Meditasyonyapalim.com

    Kaynak Kişisel Başarı


  10. Canlılar içinde akıl sadece insanda var. ‘Başa dert mi, avantaj mı?’ olduğunu hep merak ediyoruz.

    Kurnazlıksa, aklı yanıltabildiği sürece işe yarıyor. Her ikisi de zekâdan güç alıyor. Zekânın hangisi için daha çok çalıştığına bağlı olarak daha akıllı ya da daha kurnaz oluyoruz.

    Hangisi daha makbuldür? Kurnazlık mı, akıllı olmak mı?

    Kurnazlığın daha makbul ya da yaygın olduğu bizimki gibi toplumlarda, çoğunluğun birbirinin kuyusunu kazdığı, gözünü boyamaya, oymaya çalıştığı, sürekli itiş, kakış ve karmaşa yaşadığı ortada olduğuna göre, alsında yanıt ortada. Uzun vadede işe yaramadığı, bir çok şeyi berbat ettiği toplumsal gelişmişlik düzeyini ölçen göstergelerin hepsinde dünya ülkelerinin çok gerisinde olmamızdan belli...

    İnsanlar veri parçacıklarından bilgi yaratıp, zekâsıyla analiz edip, fikir, düşünce üretiyor. Toplumlar da öyle. Fikir, düşünce oluşması için; veri, bilgi ve analitik düşünen, tercihan hızlı algılayan, işlem yapan makul seviyede zekâ olması lazım. Böyle insanlar çok olunca, o toplumların olumlu göstergeleri de ibreyi yukarı çeviriyor...

    Zekâyı doğarken getiriyor, aklımızı eğitimle, bilgiyle, detayları çöze çöze geliştiriyoruz.

    Her hangi bir konuda az, yetersiz veri ile bilgi üretildiğinde, bunlardan çıkan fikirler kıymetsiz, sağlıksız söylenti, dedikodu oluyor. Popüler ifadesi ile buna şimdilerde çoğunlukla ‘gündem’ deniyor...

    Geri kalmış ülkelerde ve tabii o toplumu oluşturan insanlarda, “fikir özgürlüğü” deyince aslında, bu tür kıymetsiz, çoğu zaman toplum çıkarlarına da aykırı düşen fikirlerin rahatça söylenip, yayılması özgürlüğü anlaşılıyor. Verilerin, bilgilerin saklanması, özgürce ve hızlı akamaması nedeniyle, sağlıksız, yararsız fikir üretimi yayılıyor.

    Bu yüzden geri kalmış toplumlarda bilgi yerine, ifade, fikir özgürlüğü ve kaos kol kola gezerler.

    Gelişmiş olanlarda ise bilgi, enformasyon özgürlüğü önemsenir, kaynaklar öncelikle bunu sağlamaya tahsis edilir. Sonuçta ikinciler birincileri daima yönetir. Kurnazlar da arada durumdan vazife çıkarıp, semirirler, kurnazlığı başlara taç ederler, ama uzun vadede fena çuvallarlar!

    Ufuk Tarhan

    Ekleyen:tarçın

    Kaynak Kişisel Başarı


  11. 3446.jpg

    Türk Büro-Sen Çankırı Şube Başkanı Metin MEMİŞ yaptığı basın açıklamasında Özürlü Personele de, Asgari Geçim İndirimi Ödenmeli dedi.

    Türk Büro-Sen sendikamız, Maliye Bakanlığı’na gönderdiği 31.03.2010 tarihli ve 852 sayılı yazı ile kamuda çalışan özürlü personellerin asgari geçim indirimi hakkından yararlandırılmasını istemiştir.

    Yazıda, Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan 265 seri numaralı Gelir Vergisi Genel Tebliği'nin üçüncü bölümünde yer alan açıklamalarda, ücret geliri elde edenlerden kimlerin asgari geçim indirimi uygulamasından yararlanamayacağının belirlendiği, fakat kamuda çalışan özürlü personelin bu kişiler arasında yer almadığı belirtilerek, özürlü personele bu hakkın verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

    Maliye Bakanlığı’nın, aylık ücret tahakkukuna ilişkin olarak kurulan “SAY 2000i” programında, özürlü personelin asgari geçim indirimini düzenleyen bu programın olmaması, başta kendi bünyesinde olmak üzere, kamuda çalışan tüm özürlü personelin bu indirimden faydalanamaması sonucunu doğurduğundan bahisle, “SAY 2000i” sisteminde değişikliğe gidilerek bu programa özürlü personelin asgari geçim indiriminin de eklenmesini ve geciktirilmiş bu hakkın özürlü personele 01.01.2008 tarihinden itibaren geçmişe dönük olarak ödenmesi istenmiştir.

    Bakanlıkça tarafımıza olumsuz bir cevap verilmesi veya süresi içerisinde cevap verilmemesi durumunda, sendikamız kamuda çalışan engelli personelin hakkını hukuki zeminde arayacaktır.

    İlgillerin bilgilerine sunulur.Metin MEMİŞ

    Türk Büro-Sen

    Çankırı Şube Başkanı

    haber18

    Kaynak


  12. terazi.jpg

    Kadılık yaptığı sırada Hoca’ya bir adam gelip başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş:

    —Haklı değil miyim Hocam?

    — Haklısın, demiş Hoca.

    Biraz sonra başka biri gelmiş, aynı olayı kendince anlatmış. O da sormuş:

    —Haklı değil miyim? demiş.

    Ona da:

    —Haklısın, demiş Hoca.

    İçerdeki odadan konuşmaları dinleyen karısı, adam gittikten sonra:

    — Efendi, demiş, her biri kendine göre anlattı. Sen ikisini de dinledin, ikisine de “haklısın” dedin. Biri haklıysa öteki haksız olmaz mı?

    Hoca, azıcık düşündükten sonra:

    — Sen de haklısın Hatun! demiş.

    Alıntıdır

    Fotoğraf Kaynak

    Kaynak Pozitif Gazete


  13. Bundan 100 yıl öncesinde bir İngiliz kolonist Avustralya kıtasına gider ve aborjinlerin yaşam tarzını inceler. Bu esnada karşılarına, kucağında kesesi olan ve kesesinde yavrularını taşıyan bir hayvanla karşılaşır. What is this? (Bu nedir? ) diye sorar. Aborjin (yerli) Kangroo diye cevap verir. İngiliz ülkesine döner ve bu hayvanı tüm dünyaya kanguru olarak tanıtır. Ancak bir süre sonra bir dil bilimci bu kıtaya yerlilerin dilini araştırmaya gider. Yerlilerin kanguruya başka bir isim verdiklerini ve KAGROO kelimesinin yerlilerin dilinde seni anlamıyorum anlamına geldiğini öğrenir.

    Anne-Babalar olarak çocuklarımızla iletişimde bir çok kanguru örneği yaşıyoruz. Yani birbirimizi anlamıyoruz. Özellikle çocuğumuz 14-18 yaş arasında ise, ergeni anlamak daha da zorlaşıyor. O halde formül ne? Formül; Sağlıklı iletişim becerisi.

    Eşler arasında ve ebeveyn çocuk iletişiminde dikkat edilecek 5 nitelik vardır.

    Çocuklarımız kale alınmak, umursanmak ister. Çocuğumuzun gününün nasıl geçtiğini sormak, eve gelince hoş geldin demek vs. çocukta ben önemliyim duygusunu oluşturur.

    Çocuklarımızı oldukları gibi kabul etmek. Doğuştan getirdikleri fiziksel özelliklerini yargılamadan, eleştirmeden kabul etmek.Onları kusurlarıyla sevmek.

    Çocuklarımızın değerli olduklarını hissettirmek. Bazı konularda onların fikirlerini alarak karar vermek onlarda, ben değerliyim duygusunu ortaya çıkarır.

    Çocuklarımız yeterli olduklarını bilmek ister. Bir işi yapabileceklerine ve başarılı olacaklarına ebeveynlerinin inanmasını ister.

    Çocuklarımız sevilmek ister. Her anne baba çocuğunu sever. Burada önemli olan sevginin gösterilme şeklidir. Koşullu sevgi yada içinden sevmek en olumsuz sevgi türüdür.

    Japon yazar Toyotome'ye göre üç tür sevgi vardır:

    EĞER türü sevgi: Eğer yaramazlık yapmazsan, takdir getirirsen seni severim şeklinde.

    ÇÜNKÜ türü sevgi: Seni seviyorum Çünkü sözümü dinliyorsun.

    RAĞMEN türü sevgi: Karnende zayıfın olmasına rağmen seni seviyorum. Dünyada kıtlığı en çok yaşanan sevgi türü rağmen türü sevgidir diyor yazar. Ancak olması gereken sevgi türü ise yine rağmen türü sevgidir. Her şeye rağmen sevgimizi devam ettirmek.

    ANNE BABA TUTUMLARI

    OTORİTER Anne-Baba tutumu: ülkemizde %70 oranında görülüyor. Fiziksel şiddeti kullanıp, çocuğa baskı yapan tutumdur. Çocuğun değerli olduğunu önemsendiğini ve sevildiğini hissetmesine engel olan tutum.

    PASİF ANNE BABA TUTUMU: biz gençliğimizi yaşayamadık bari çocuğumuz her şeyi yaşasın diye serbest bırakmaya dayana tutum. Aşırı sevgi, yetersiz disiplinin görüldüğü ebeveyn tutumu.

    DESTEKLEYİCİ ANNE BABA TUTUMU: % 10 oranında görülen tutum. Yukarıda saydığımız beş özelliği olumlu anlamda kullanan, çocuğun sağlıklı gelişmesini sağlayan anne baba tutumudur.

    Sağlıklı bireylerin yetişmesi için çocuğun dinlenilmesi de önemlidir. Bu anlamda etkin dinleme yöntemiyle çocuğu var ederiz. Etkin dinlemek için ilk kural yumun ağzınızı, açın gözünüzü ilkesidir. Konuşurken çocuğunuzu dinleyemezsiniz.

    Çocuklarımızın kişisel gelişimlerini olumsuz etkiyen en önemli hususlardan biri ise, KIYASLAMAdır. Kendi çocuğumuzun olumsuz bir özelliğini, başka çocukların olumlu özellikleri ile kıyaslamak. Allah ellere ne çocuklar vermiş, bizimkine bak hiçbir işe yaramıyor gibi ifadeler çocuğumuzun aşağılık duygusuna kapılmasına yol açar.

    Bugünden itibaren çocuğumuz sevdiğimizi gösterecek davranışlara dikkat etmek olayları bir de onların gözünden değerlendirmek ilk adım olmalıdır. Ben nasıl bir babayım? Ben nasıl bir anneyim? Diye sorgulayıp ebeveyn tutumlarımızı günümüz koşullarına uydurmalıyız. Yoksa kendine güvenmeyen, içine kapanık yada aşırı şımarık , hedefsiz, gününü gün eden nesiller yetiştirerek geleceğimizi karartabiliriz.

    Mutluluğunuz narin bir kelebek gibidir. Bir zamanlar çok akıllı mı akıllı iki kız kardeş varmış. Etraflarındaki bilgi artık yetmez olmuş. Anneleri kızlarını bilge bir adama götürmüş. Bilge adama sorular sormuşlar, bilge hepsini bilmiş ancak bir süre sonra sıkılmaya başlamışlar. Kızlardan biri, ben öyle bir soru soracağım ki bilge bilemeyecek demiş. Avucumun içine bir kelebek koyacağım, bilgeye kelebek canlı mı? Ölü mü? Diye soracağım. Ölü derse avucumu açacağım kelebek uçacak, canlı derse avucumu bastırıp öldüreceğim demiş. Ve bilgeye sormuş avucumda bir kelebek var canlı mı? Ölü mü? Bilge kızın gözlerine bakmış bakmış ve cevaplamış: senin ellerinde kızım senin ellerinde!

    Mutluluğunuz nerede mi? Açın avcunuzu SİZİN ELLERİNİZDE!

    MUSTAFA ŞAHİNTÜRK

    Rehber Öğretmen

    MALATYA

    Phonex44@hotmail.com

    Kaynak Aktuel Eğitim


  14. Kıskanç ve haset insanlardan nefret eden ve bunlarla bir arada olmamaya özen gösteren biriyim. Haset ve kıskançlığın insanı psikolojik ve bedensel olarak yıprattığını, yaşlandırdığını ve birtakım hastalıklara davetiye çıkardığını savunuyorum. Etrafımızda bu gibi insanları ne yazık ki sık sık görüyoruz.

    Haset ve kıskançlık birbirine çok yakın iki terimdir ve farklı durumlarda kişinin verdiği karmaşık tepkilerdir. Ancak gıpta etmek ve imrenmek bunlardan farklı şeylerdir.

    Haset, herhangi bir başarı, nesne veya insan ilişkisine bir başkasının sahip olup da kişinin kendisinin sahip olmadığı bir durumda ya kendisinin de sahip olmak istemesi ya da karşıdakinin de sahip olmamasını dilemesidir. Haset duygusu bazen açık ve belirgin olarak kendini hissettirirken bazen de üstü örtülü bir şekilde gündeme gelebilir. Bireyin kendi içinde ulaşmak isteyip de ulaşamadığı her türlü nesnenin, bir başkasının elinde veya gücünde olmasına imrenme duygusu şiddetlendikçe hasede, hasedin artması ise saldırganlığa dönüşür.

    Kıskançlık, kişinin kendisinin sahip olduğunu kaybetmekten çekinmesi ya da korkmasıdır. İstediği şey, başkasında olanın aynısının kendisinde olmasıdır. Ve bunu çaba harcamadan emek vermeden zahmete girişmeden yapmak ister.

    Ünlü filozof Spinoza Kıskanç bir insan için başkalarının mutsuzluğundan daha hoş ve başka bir kimsenin mutluluğundan daha katlanılmaz bir şey yoktur. Kıskanç insandan başka hiçbir kimse benim güçsüzlüğümden ve ıstırabımdan haz duyamaz demiştir.

    Aischylus, bu durumu Pek az kişi vardır ki, iyi talihli bir dostun başarılarını kıskançlık duymadan kutlayabilsin şeklinde özetlemiştir.

    Haset ve kıskançlık üzerine ise sayısız hadis ve söz vardır. Bunlar sadece birisi: Hasetten kaçının. Çünkü o, ateşin odunu veya kuru otu yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları tüketir.”

    TİPİK ÖZELLİKLERİNE İRONİK BİR BAKIŞ

    Onlar, vermeyi bilmez almayı bilirler.

    Onlar, övgüyü bilmez yergiyi bilirler.

    Onlar, camdan ötesini değil berisindeki lekeyi görürler.

    Onlar, beceriksizdirler bir işi becerenleri de beter ilan ederler.

    Onlar, riyakârdır duruma göre hareket ederler,

    Onlar, sık sık savunma mekanizması yaparlar,

    Onların lügatinde iltifat ve taltif yoktur,

    Onlar, çözümü değil çözümsüzlüğü sever,

    Onlar, ezeli ve ebedi muhalefette kalmayı yeğleyen tek partidir,

    Onlar, egoisttirler,

    Onlar, megalomandırlar,

    Onlar yanlarında başkalarının takdir edilmesinden nefret ederler,

    Onlar, söze ve eyleme değil sözü söyleyene ve eylemi yapana odaklanırlar,

    Onların içinde sürekli bir erik kurusu vardır,

    Onlar, sürekli gergindirler,

    Onlar, hep kendilerinin övülmesini ve meth edilmesini beklerler,

    Onlar, narsistirler,

    Onlar, emir almayı değil emir vermeyi severler,

    Onlar, her konuda bilgileri olan hiçbir şeyi tam olarak bilmeyen şaşkın insanlardır,

    Onlar Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeyen bu yüzden Bizansla hep sorun yaşayan insanlardır,

    Onlar, yiğidi öldürür ama hakkını vermezler,

    Onlar, bakarlar ama göremezler,

    Onlar, kolay kolay teşekkür edemez elinize sağlık diyemezler,

    Onlar, Katı ve kuralcıdırlar,

    Onlar, kibirli ve gururludurlar,

    Onlar, içleri çürümüş bir ağaç gibidir sürekli kendi kendilerini yer bitirirler,

    Onlar, fırsatçıdırlar ve fırsatları iyi kullanırlar,

    Onların ve onun gibilerin tanıdıkları çok; ama dostları azdır,

    Onlar, kolay kolay sevemez ve sevdiremezler; aynı zamanda gülemez ve güldüremezler,

    Onlar, vefayı, iyiliği, başarıyı, başarmayı, emeği, bilmezler ve tanımını yapamazlar,

    Onlar, eleştiriyi, çamur atmayı bir araç olarak değil bir amaç olarak silah niyetine kullanırlar,

    Onlar, ancak onlar gibi olanı sever ve sayarlar; ayrıca kendi gibilerle yer, içer ve gezerler,

    Onlar, komşusunun iki tavuğunun üç olmasını istemeyen varyemezlerdir,

    Onlar, sürekli hazımsız ve sindirim problemi çeken hasta ruhlu kişilerdir. Bu yüzden onlara Talcit mulcit,Regane hayır etmez,

    Onlar, sürekli Göz Doktorları ile randevularını asan, miyop ve hipermetrop insanlardır,

    Yüce Tanrım, bizleri bu ve bu gibi insanlardan koru

    Nevzat ÖZER

    Rehber Öğretmen

    Yozgat Kız Meslek Lisesi

    nevzatozer66@hotmail.com

    Kaynak Aktuel Egitim


  15. Avucunuza dikkatlice bakın!

    Arif Nihat, iyi bir müslümandı. Bir gün bana: “Yavuz sağ elini aç bakayım. Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku!” Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu. “Sol avucunu aç; onda ne yazıyor?” dedi. Açtım, onda da 18 yazıyordu. “81’le 18’i topla” dedi. Topladım 99. “Bu rakam sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu. “Tabiki Allah’ın 99 sıfatı!” diye cevapladım. “Peki 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?” Elbette 63. “Peki bu sana neyi çağrıştırıyor?” diye sordu. Düşündüm! Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ölüm yaşı geldi. Peygamberimiz 63 yaşında ölmüştü. Bana dönerek: “Bak Yavuz! Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur. Bu asla tesadüf olamaz. Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu.” dedi.

    (Yavuz Bülent Bakiler)

    Kainat boş işler için yaratılmadı

    Bir kimyager büyük bir itina ve çalışma sonucu her yaprağı on milyon lira kıymetinde olan gayet güzel ve eşsiz çiçekler yapsa ve bunları âdi bir saman çöpüymüş gibi keçilere yedirse ne kadar abes olur. O halde , her bir organı milyarlarca liraya değişilmeyecek kadar kıymetli olan insanları, elbette ki Hakîm-i Zülkemâl olan Allah (c.c) sadece ve sadece toprak altındaki kurt ve böceklere yedirmek için yaratmamıştır.

    Yoksulluk

    Amerikalı gazeteci Afrikalıya sorar:Siz niye bu kadar aç ve yoksulsunuz?’Gazetecinin garip, biraz da naif sorusu Afrikalı tarafından şöyle cevaplanır:‘Siz bu kadar tok ve zengin olduğunuz için!”Sağlık

    Evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar hanene,İşin varsa bir sıfır daha koymalısın,İş seninse üç sıfır daha koymalısın,İşin iyi gidiyorsa üç sıfır daha,Araban varsa bir sıfır,Yazlığın varsa bir sıfır daha,Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi.Ancak, sağlığın varsa bir koyarsın başına, bütün sıfırlar anlamlı bir değere ulaşır.Yoksa sonuç sıfırdır, hiç uğraşmayasın boş yere.

    İçgüdüyü kim güdüyor?

    Bazı canlı davranışların sebebi içgüdüye veriliyor. Peki içgüdüyü kim güdüyor?

    (Ali Suad)

    Ah şu insanlar! Daha bir solucan yapamazken, nice nice ilahlar yarattılar!(Montaigne)

    Yeryüzünde açlıktan ölenlerin sayısı, tokluktan ölenlerden çok daha azdır.(Theognis)

    Ekleyen:Semra

    Kaynak Kişisel Başarı


  16. Özgüven Dedikleri Nedir ?

    Özgüven nedir? Bireyin kendisinden memnun olması, kendi çevresiyle barışık yaşaması demektir. Başka bir tarif de Melody Beattıe’nin “Bağımdaşlığa Son” kitabındaki gibi;

    “Nasıl görünüyorlar?

    Ne kadar para kazanıyor?

    Kimleri tanıyorlar?

    Ne çeşit araba kullanıyorlar?

    Ne tür işte çalışıyorlar?

    Çocukları ne kadar başarılı?

    Eşleri ne kadar önemli, güçlü ya da güzel?

    Kaç diploması var?

    Başkalarının gözünde ne kadar başarılı?

    Tüm bu saydığım şeylerden doyum ve zevk almakta bir sakınca yok. Ama bunların hiç biri özgüven sağlamaz. Özgüven bu şeyler kaybedildiğinde geride kalandır.”

    Özgüven doğuştan sahip olduğumuz bir duygu değildir. Sonradan edinilen bir kavramdır. Çocukluğumuzda büyüklerimizin bize davranış biçimleri bu duygumuzu iyi veya kötü yönlendirir.

    Özgüven Kazandıran Bir İç Konuşma

    Zamanın akmaya başlamasından bu yana aklımın, kalbimin, gözlerimin, kulaklarımın, ellerimin, saçlarımın, ağzımın bir başka eşi yoktur. Daha önce benim gibi bir kimse doğmadı, bugün benim gibi bir kimse yok, yarın da benim gibi yürüyen ve konuşan ve tıpkı benim gibi düşünen bir kimse olmayacak. Bütün insanlar kardeşlerimdir, ama ben hepsinden farklıyım. Ben eşsiz bir yaratığım.

    Ben tabiatın en büyük mucizesiyim.

    Hayvanlar aleminden geliyorum, ama hayvani ödüller beni hiçbir zaman tatmin edemez. İçimde kuşaktan kuşağa taşınmış bir meşale yanıyor. Sıcaklığı ruhumu daha iyi olmaya tahrik ediyor, daha da iyi olacağım. Bu tatminsizlik alevini körükleyecek ve dünyaya eşsizliğimi ilan edeceğim.

    Fırça darbelerimi hiç kimse tekrarlayamaz, yontularımın aynısını kimse yapamaz, hiç kimse yazımı taklit edemez, hiç kimse benim çocuğumu yapamaz ve gerçekten de; hiç kimse tıpkı benim gibi başarılı olamaz.. Bundan böyle bu farklılıktan yararlanacağım; bu benim için her yönden desteklenmesi gereken bir servettir.

    Ben tabiatın en büyük mucizesiyim.

    Artık, başkalarını taklit etmek için boş çabalarda bulunmayacağım. Tersine, eşsizliğimi ortaya koyacağım, eşsizliğimi ilan edecek, evet, onu satacağım. Artık farklılıklarımı vurgulamaya başlayacağım, benzerliklerimi saklayacağım. Bütün ötekilerden farklı olan ve bu farklılıktan gurur duyan bir insan.

    Ben tabiatın eşsiz bir yaratığıyım.

    Ben nadirim ve nadir olan her şey değerlidir. Onun için ben de değerliyim. Binlerce yıllık evrimin ürünüyüm ben. O nedenle, benden önce gelen bütün imparatorlardan ve bilgelerden hem maddi hem de manevi olarak daha iyi donatılmış durumdayım.

    Ama eğer iyi yönde kullanmazsam, becerilerim, aklım, kalbim ve vücudum durgunlaşacak, çürüyecek ve sonunda yok olacaktır. Sınırsız potansiyele sahibim. Beynimin yalnızca küçük bir bölümünü kullanıyorum, kaslarımın yalnızca önemsiz bir kısmını geriyorum. Dünkü başarılarımı yüzlerce kat ve daha da fazla artırabilirim; bugünden başlamak üzere, bunu yapacağım.

    Artık hiçbir zaman dünün başarılarıyla tatmin olmayacağım, gerçekte sözünü etmeye değmeyecek kadar küçük eylemlerle övünmeye bundan böyle izin vermeyeceğim. Sahip olduğumdan daha fazlasına sahip olabilirim, sahip olacağım! Beni yaratan mucize doğumumdan sonra niçin sona ersin ki?

    Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.

    Bu dünyaya tesadüfen gelmedim. Bir amaç için buradayım ve bu amaç, bir kum tanesi kadar küçülmek değil, bir dağ kadar büyümektir. Bundan böyle bütün kuvvetimi hepsinden daha büyük bir dağ olmaya yöneltecek, potansiyelimi, o merhamet çığlıkları atıncaya kadar zorlayacağım.

    İnsanlık ve kendim hakkındaki bilgilerimi artıracağım. Üslubumu ve nezaketimi sürekli iyileştireceğim, çünkü bunlar herkesi cezbeden şekerlerdir.

    Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.

    Gücümü zamanın meydan okumalarında yoğunlaştıracağım, eylemlerim başka her şeyi unutmama yardım edecektir. Evdeki sorunlarım evde kalacaktır. İşimdeyken ailemi düşünmeyeceğim, yoksa bu zihnimi karartır. Aynı şekilde, işimdeki problemler iş yerinde kalacaktır. Evimdeyken mesleğimi düşünmeyeceğim,

    yoksa bu sevgimi azaltır.

    İşyerinde aileme yer yoktur, evimde de işyerine. Her ikisini de birbirinden ayıracak ve böylelikle her ikisiyle de evli olacağım. Her ikisi ayrı olmalıdır, yoksa mesleğim ölür. Bu, yılların çelişkisidir.

    Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.

    Bana, görmem için gözler, düşünmem için akıl verilmiş. Ve hayatın artık idrak etmek istediğim büyük sırrı eninde sonunda odur ki, bütün sorunların, cesaretsizliklerim ve ıstıraplarım, gerçekte tebdili kıyafet etmiş olanaklarımdır. Bundan böyle onların kuşandığı kıyafetle aptallaşmayacağım, çünkü gözlerim açıldı. Giysinin ötesine bakacak ve kanmayacağım.

    Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.

    Hiçbir yabani hayvan, hiçbir bitki, hiçbir rüzgar, hiçbir yağmur, hiçbir kaya, hiçbir göl benimle aynı geçmişe sahip değildir, çünkü ben sevgiyle yaratıldım ve bir amaç için doğuruldum. Eskiden bu gerçeği dikkate almazdım, ancak bundan böyle bu, hayatımı biçimlendirecek ve yönlendirecektir.

    Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.

    Tabiat yenilgi bilmez. Sonunda galip gelir, ben de öyle. Her zaferle bir sonraki mücadele daha kolaylaşır.

    Kazanacağım, başaracağım, çünkü ben eşsizim.

    Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim.

    Yazan : Hıncal uluç - IV numaralı parşömen : Özgüven

    Kaynak : SABAH - (13 Eylül 1997 de yayınlandı)

    Kaynak Kişisel Başarı


  17. Engelliler Camiasından Haberler

    Sevgili okurlarım, bu hafta sizlerle engelliler camiasıyla ilgili haberleri paylaşacağız.

    Bakırköy’de engelliler yaya kalmıyor

    Bakırköy Belediyesi, ilçede oturan omurilik felçlileri, kas hastaları ve tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan yurttaşlarına 2 adet engelli minibüsü tahsis ederek ulaşım engellerini ortadan kaldırıyor. Bakırköy Belediyesi Ulaşım Hizmetleri Müdürü Yunus Alışkan, engelli araçlarını engelli yurttaşlarımızın rehabilitasyon merkezlerine gidiş-gelişleri, okula, işe gidiş-gelişleri, eğitim merkezlerine gidişgelişleri sırasında kullandıklarını ifade etti. Yunus Alışkan, Bakırköy Belediyesi Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü tarafından sürdürülen engellilere kesintisiz ulaşım hizmetinden yararlanmak isteyen Bakırköylülerin (0212) 543 96 48 (0212) 543 96 48 numaralı telefondan ayrıntılı bilgi alabileceklerini sözlerine ekledi.

    Rampalar

    2005 yılında çıkan ‘Özürlüler Yasası’ dolayısıyla 2012 yılına kadar kamuya açık yerler ve devlet kurumlarıyla ilgili binalarda tekerlekli sandalyeli vatandaşlarımızın rahatça girip çıkabilmelerini sağlayacak önlemler alınmak mecburiyetinde. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da ne yazık ki sadece yasaların gereklerini yerine getirmek düşünülüyor. Ama yapılan rampaların uygun olup olmadığını kontrol etmek kimsenin aklına gelmiyor.

    Mevcut rampalar

    Bugün özellikle İstanbul’da başta Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi olmak üzere, otellerde, bazı binaların girişinde rampalar mevcut. Ancak Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’ndeki rampadan tekerlekli sandalyeli bir vatandaşın çıkabilmesi için arkasından en az iki kişinin itmesi gerekiyor. Zira, eğimin yüzde 5 ila 10 arasında olması gereken rampa, belki de yüzde 30-40 eğime sahip. Bunu sadece bir örnek olarak veriyoruz. Ama gezin dolaşın İstanbul’u, benzeri örneklere çok rastlayacaksınız.

    Koordinasyon

    Yıllardır söylediğimiz bir konuyu yine yeri gelmişken belirtelim. Standartları tespit edip bunların uygulanmasını denetlemezseniz, aklına gelen rampa yapar ve o rampalar bir süs olmaktan öteye geçemez.

    Yıllar önce

    Yıllar önce Antalya’da yaptığımız bir klasifikasyon seminerini yönetmek üzere Almanya’dan gelen tekerlekli sandalyeli altın bröveli klasifikasyoncunun, o tarihlerde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne ait otelin rampasından 2 kişinin yardımıyla çıktıktan sonra, ağlayarak “Böyle bir rampa insan haklarına aykırı. Niçin ben buradan yalnız çıkamıyorum?” diye yakınmasını hala unutmuyoruz. Küçük adımlarla... İstanbul Büyükşehir Belediyesi yüzlerce aileye ‘Engelli çocuğuma nasıl davranmalıyım?’ eğitimi verdi ve vermeye devam ediyor. Çalışmalar ev merkezli uygulama şeklinde yürütülüyor. Yani küçük adımlar projesiyle İstanbul’da yaşayan ve engelli çocuk sahibi ailelere ev uygulamalarıyla, evde eğitim ve terapi hizmeti sunuluyor.

    İstanbul ve Marmara Üniversiteleri

    İstanbul ve Marmara Üniversitesi’nin danışmanlığını yaptığı projenin amacı ise İstanbul il sınırları içindeki 0-6 yaş arası gelişimsel geriliği olan çocukların erken eğitimini kademeli olarak sağlamak. Programın uygulanışı ise, İstanbul ve Marmara Üniversiteleri’nin Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü öğrencilerinin ‘Küçük adımlar erken eğitim’ programına uygun bir şekilde, engelli çocuğu olan aileleri ziyaret ederek çocuğun gelişimini takip etmek ve ailelere danışmanlık yaparak onları eğitmek şeklinde gerçekleşiyor.

    8 kitaplık set

    Sidney Macquarie Üniversitesi’nin katkılarıyla hazırlanan kitaplar Türkçe’ye çevrilerek bu projede kullanılıyor. Adı geçen kitaplar son derece sade bir dille Türkçe’ye çevrilmiş. Konu ile ilgili bilgi almak isteyenler İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’na (0212) 528 00 05 (0212) 528 00 05 no’lu telefondan ulaşabilir.

    Kerim ve Selim Altınok kardeşler

    Her ikisi de görme engelli olan ikizler Kerim ve Selim birçoğunuzun tanıdığı kardeşlerimiz. Her ikisi de hukuk fakültesini birinci ve ikincilikle bitirdikten sonra, hukuk doktorası yapmışlar. Ayrıca Devlet Konservatuarı Batı şan bölümünü bitirmişler. Biri satrançta Türkiye birincisi, diğeri Türkiye ikincisiydi (Bendeki en son bilgilere göre). Şimdilerde yeni bir CD çıkartılar. ‘Yaşadıkça’ isimli albümde yer alan 10 parçadan 5 tanesinin müziği kendilerine ait. Albüme ismini veren ‘Yaşadıkça’ çok güzel bir parça. Ama benim favorim yıllardır olduğu gibi ‘Bir ağaç gibi.’

    Bir Ağaç Gibi

    Sen sevgi nedir bilir misin?

    Hiç tattın mı?

    Bir ağaç gibi, fidan gibi suya doymaz

    Ne demekse bu onlar için işte böyle...

    diye başlayan bu parçayı muhakkak dinlemenizi tavsiye ederim.

    Sponsor

    Kerim ve Selim albümlerini az sayıda bastırıp dağıtmışlar. Tanıtım ve dağıtım için sponsora ihtiyaç var. İlgilenenler bu harika ‘İkizlerimize’ kerimaltinok@gmail.com mail adresinden ulaşabilir.

    ÇENGELLİ PANO

    LÖSEV’le uğraşmayın

    Biz 2002 yılında lösemiyle tanıştık. Çok zor günler geçirdik. Eğer Lösev olmasa o günleri geçirmemiz daha zor olurdu. Ama biz iyi şartlarla hastalığımızı atlattık. Kimsenin yapmadığı şeyleri gördük. Kısacası hayatı öğrendik. Artık çocuğum eğitimlere katılıp eğitim bursu alıyor. 2008 yılında benim asla yapamayacağımı Lösev yaptı ve kızımı Amerika’ya götürdü. Bana ne şanslar tanıdıklarını yazarak anlatmam mümkün değil. Hem moral olarak hem maddi yardımlarıyla hep yanımdalardı. Haklarını asla ödeyemem. Her ay aldığım Pınar ve gıda paketi, kızımı ve ailemi çok rahat ettiriyor. Tüm Lösev çalışanlarına ve en başta Sayın Üstün Bey’e saygılarımı ve sevgilerimi sunarım. Lütfen bizimle uğraşılmasın. Biz bunları hak etmiyoruz...

    Elif Kocaman’ın annesi Nuray Kocaman qokce_06_ask@hotmail.com

    Engelli motosikleti

    Ben size 2 defa engelli motosikleti için başvurmuştum. Sadece birkaç kişi aradı ama olumlu cevap ve yardım alamadım. Ben özellikle eşim için bu motosikleti istiyorum. Çünkü eşim ortopedik engelli olduğu için yürümekte zorlanıyor. Yardım eli uzatan olursa memnun oluruz.

    Mustafa Tapkı/Adana Tel: 0536 656 34 78 0536 656 34 78

    Yardıma ihtiyacım var

    4 Temmuz 1998’de düğünde ateşli silahla yaralandım. Omurilik felçlisi oldum. Yüzde 95 engelli raporum var. Sürekli sonda ve hasta bezi kullanıyorum. 12 senedir yatak yarası dahil pek çok rahatsızlık geçirdim. 4 kişilik bir aileyiz. Maddi sıkıntılarımız var. Evde bakım için başvurduk. Eşim çalışıyor diye ret cevabı geldi. Bir kişi kaç kişiye yetecek? Evli olduğum için engelli maaşı alamıyorum. Üstelik ‘Ömür boyu bakıma ve yardıma ihtiyacı vardır’ teşhisi konuluyor. Bu durumda çıkan özürlü yasalarında boşluklar var. Bazıları yararlanıyor peki yatalak olan bizlerin hakkı yok mu? Bu köşeden yetkililere sesleniyorum, “Yasalardan yararlanabilirsin” diyorsanız bana cevap verin, elimi tutun.

    Azize Eryılmaz/Nazili-Aydın Tel:

    Yavuz Kocaömer

    Kaynak


  18. Geçen hafta "Engelli haklarına bürokrasi kösteği" başlıklı yazımdan sonra özel durumu nedeniyle hareket kabiliyeti kısıtlanan kişiler aradı. Sorular üç ana konuda yoğunlaştı.

    1- 'H' sınıfı ehliyet nasıl alırım?

    2- ÖTV'den ve KDV'den muaf özürlü aracına nasıl sahip olabilirim?

    3- Organ nakli olanlar özürlü aracı alabilir mi?

    Şimdi sizleri daha iyi aydınlatabilmek için konuyu soru cevap şeklinde ele alacağım.

    'H' sınıfı ehliyet kimlere verilir? 18 yaşını dolduran ilkokul mezunu ve raporunda "H sınıfı ehliyet alabilir ve özel tertibatlı otomobil veya motosiklet kullanabilir" ibaresi olan özürlülere verilir.

    Özel tertibatsız otomobil almak isteyen ÖTV indiriminden faydalanabilir mi? Hayır. Sakatlığı yüzde 90'ın altında olanlar sadece özel tertibatlı araçlar için ÖTV ödemezler. Otomatik vitesli araç alan kişi ÖTV öder.

    18 yaşını doldurmamış ilkokul mezunu da olmayan, yüzde 90 üzerinde özrü olan kişi adına ÖTV indirimli araç alınabilir mi?Evet. yüzde 90 üzerinde özrü bulunanlar için yaş ve eğitim sınırı bulunmuyor.

    Yüzde 90 üzerinde özürlü raporu olanların aldığı aracı kimler kullanabilir? Üçüncü dereceye kadar kan bağı olan akrabaları veya sigortalı çalıştırılan sürücü...

    Engellilere ait taşıtlarda 5 yıllık süre dolmadan ÖTV'den faydalanılabilir mi?

    Evet. Deprem, heyelan, sel, yangın veya kaza sonucu kullanılamaz hale gelir ve hurdaya çıkarılırsa 5 yılı beklemeden ve ÖTV ödemeden yeni araç alınabilir.

    İstediğim otomobili ÖTV'den muaf alabilir miyim?

    Hayır. Kanun açık: Motor silindir hacmi 1600 cm3'ü aşmayan binek otomobilleri ve esas itibariyle insan taşımak üzere imal edilmiş diğer motorlu taşıtlar (steyşın vagon, arazi taşıtı ve cipler dahil), motor silindir hacmi 2800 cm3'ü aşmayan eşya taşımaya mahsus araçlar, motosikletler, mopedler ve bir yardımcı motoru bulunan tekerlekli taşıtlar alınabilir.

    Yasadan zihinsel engelliler de yararlanabilir mi?

    Evet. Özür durumunu gösteren sağlık kurulu raporu olan ve mahkemeden velayet alan zihinsel engelli yakını ÖTV indiriminden yararlanır.

    ÖTV'siz alınan özürlü araçları KDV'den muaf mı?

    Hayır. Sadece ÖTV indirimi var. Sakatlık oranı yüzde 89'u aşmayan kişi özür derecesine göre KDV öder. Ancak dışarıdan getirilen araçlarda durum farklı. Yukarıda anlattığım şekilde yasadaki şartları taşıyan özürlüler için alınan araçlar gümrük vergisine tabi değil.

    Organ nakli olanlar ÖTV ve KDV'den muaf özürlü aracı alabilir mi? Yasaya göre, organ nakli olanlar (karaciğer, böbrek ve kalp gibi) özel tertibatsız araç kullanabildiği gerekçesiyle özürlü aracı alamaz. Ancak yine aynı yasaya göre kişinin özür derecesi yüzde 90 ve üzerindeyse adına (akrabalarından iki kişi ya da şoför tarafından kullanılması şartıyla) ÖTV ve KDV'den muaf araç alabilir.

    Cemalettin Gürsoy

    Kaynak


  19. <embed src='http://video.haber7.com/vidomodo/neuplayer/neuplayer.swf' height='350' width='450' allowscriptaccess='always' allowfullscreen='true' flashvars='&bandwidth=822&controlbar.margin=0&controlbar.size=32&dock=false&file=http%3A%2F%2Fvideo.haber7.com%2Fvideo_contents%2F03042010034827.flv&image=http%3A%2F%2Fvideo.haber7.com%2Fvideo_contents%2Fthumbs%2F03042010034827.png&level=0&plugins=viral-2d&skin=http%3A%2F%2Fvideo.haber7.com%2Fvidomodo%2Fneuplayer%2Fsnel.swf'/>

    3425.jpg

    İlk bakışta bu fotoğrafların birer 'photoshop' eseri olduğunu düşünebilirsiniz. Ama bu fotoğraflar, hayatı TAM yaşamaktan asla vazgeçmeyen YARIM vücutlu bir adamın yaşam hikayesine ait.

    Kenny Easterday 35 yaşında. Doktorlar 21 yaşını geçmesini beklemiyordu.

    Ama Kenny Easterday, yaşama tutunmaktan asla vazgeçmedi.

    Kenny çok nadir görülen görülen 'Sacral Agenesis' hastalığıyla dünyaya geldi. Bu hastalık omurgasının normal bir şekilde gelişmesini engelledi. Henüz altı aylıkken, doktorlar bacaklarını kesmek zorunda kaldı. Kaval kemiğinin bir parçasını kısmen oluşmamış belkemiğini tamamlamak üzere kullandı.

    Kenny bundan sonra yaşamını yarım vücutla geçirmek zorundaydı. Kendisine biçilen en fazla ömür ise 21 yıldı. Ama o hayata tutunmaktan asla vazgeçmedi. Bu onu bilardodan, bowlingten, çalışmaktan, aşık olmaktan ve kısacası hayattan alıkoymadı.

    33 yaşındaki nişanlısı Nicky ile mutlu bir beraberliği olan Kenny'nin en büyük hayali baba olmak. Bir Amerikan televizyonundaki belgeselde, yedi yıl önce biraraya geldiklerini anlatan çiftin, Nicky'nin önceki evliliğinden iki çocuğu var.

    Kenny'ye küçük bir çocukken protez bacaklar kullanılması tavsiye edilmiş, ama onlardan nefret etmiş. Bunun yerine ellerini ve kaykay kullanmayı tercih etmiş.

    Batı Virginia'da yaşayan Kenny, "Ellerimin üzerinde yürümeyi büyük ölçüde babamdan öğrendim" diyor.

    Kenny'nin babası da belgeselde "Ona annenin hemen arkasından yürümesini, çünkü annesinin tıpkı bir ördek gibi yürüdüğünü ve onun gibi yürümesini söyledim" diyor.

    Kenny, 1988'de çocukluk yıllarını konu alan 'The Kid Brother' adlı filmde de oynamış.

    (Gazeteport)

    Kaynak


  20. 3427.jpg

    Her 100 çocuktan birinin otizmden etkilendiği dünyada, onları dışlamak yerine kucaklarsanız saf, tertemiz bir hayatla karşılaşacak, kendi hırslarınızdan utanacaksınız.

    Nisan ayı, otizmi fark etme ayınız farkında mısınız? Değilseniz, Tamer Yılmaz ve Koray Erkaya’nın objektifinden yansıyan, otistik çocukların hayatta en mutlu oldukları anları gösteren bu fotoğraf karelerine dikkatli bakın.

    Galeri İçin Tıklayın

    GAZETE HABERTURK - ELİF KEYFOTOĞRAFLAR: TAMER YILMAZ & KORAY ERKAYA

    Lisede en yakın arkadaşlarımdan biriydi İrem Afşin. Bir gün, oğlu Nazım Özgün’e otizm teşhisi konduğunu duydum. İrem’in bu durumu kabulleniş sürecinde yaşadığı sancıların, ailecek atlattıkları travmaların yakınında durmak istiyordum ancak nasıl yaklaşacağımı bilemediğimden de uzak duruyordum. Tamamen hatalı yoldan yürüdüğümü bile bile! İrem hiçbir zaman hiçbirimize benzememiş, hepimizden daha duygusal ve daha hırslı olmuş; kendi gibi ‘Özgün’ bir oğlan doğurmuştu. Ona yaklaşamama konusunda asıl engelli olan bendim! Ağlasam da zırlasam da “Otizmliyim, ben de varım, ben de vatandaşım” kampanyasının bir parçası oldum.

    BİR OYA GİBİ İŞLEMEK

    Otizm Platformu’nun genel sekreteri olan arkadaşım İrem Afşin, kampanyanın detaylarını ve ‘otizmle yaşam hikâyesi’ni anlattı. İrem’e göre otizm, o denli karmaşık ve genel olarak hayatın evrelerine yansıyan bir süreç ki, bireyin de ailesinin de tüm yaşamını kökten değiştiriyor... Ve ‘aileyi alıştırma’ amacıyla hareket ettiğini söyleyen birçok uzmanımız, maalesef tanıyı ailelere otizm olarak nitelendirmeden, etrafından dolaştırarak veriyor; otizm oluyor yaygın gelişim bozukluğu.

    Otizm, nörobiyolojik karmaşık yapılı ve genetik tabanlı bir rahatsızlık. Ne tam nedenlerine ne de tam tedavi bilgisine sahibiz, ama İrem elbet bir gün tıbbın bunu çözeceğine inanıyor. Ancak bu süreçte, bildiğimiz, uygulanan ve sonuç alınan en etkin tedavi; erken teşhisle gelen yoğun eğitim süreci. Tüm bu mücadeleyi veren anneler için geçerli tek bir cümle var: “Eğer otizm dünyasındaysanız, bir otizmliye bilmesi gereken veya yapacağı her şeyi iğne oyası gibi işleyerek tek tek öğretmek zorundasınız!”Nitekim bu konuda dünyada kabul edilen geçerli eğitim süresi haftada 40 saat iken, ülkemizde ayda 10 saat gibi karşılaştırılamaz bir tabloyla yaşamak durumundayız. Tabii ki iş burada ailelere düşüyor.

    Bu noktada ailelerin birbirlerine verdiği destek de çok önemli, zira otizmle yaşayan ailelerden çok var ve ‘otizm topluluğu’ zaman içinde gerçekten tek bir aileye dönüşmüş. Zorlanmıyorlar mı; tabii ki zorlanıyorlar.

    Nitekim İrem anlatıyor işte: “Tuhaf bir biçimde standart çocuklara tutkunuz biz toplumca; sorunsuz, sıradan, normal her neyse o. Çizginin biraz dışında kalan bir çocukla ne yapacağımızı bilemiyoruz çevre olarak. Otizmi veya aspergeri tanımıyoruz, dolayısıyla bir anneden ‘Ya benim çocuğuma da bulaşırsa’ gibi bir çıkış gelebiliyor. Siz ise sadece çocuğunuzu sosyal hayatın içine sokup okula göndermeye uğraşırsınız, çünkü bir otizmli, bakıp taklit ederek öğrenebilir. Dolayısıyla yaşıtlarıyla bir arada eğitim alabilmesinin anlamı ve önemi büyüktür.”

    ‘OTİZM BULAŞIR MI’ CEHALETİ

    Ama bilin ki otizm bulaşmıyor. İrem’in mesajı net:

    “Otizm, hayatınıza bir kere girdikten sonra, asla eski siz olamıyorsunuz. Hayata bakış açınız, mutluluklarınız, hüzünleriniz değişiyor. Bebeğiniz için kurduğunuz her hayali unutup yeni bir yol haritası çizmeniz gerekiyor. Oğluma her zaman, beni hayatımda durduğum noktaya getirdiği ve farklı bir bakış açısıyla eğittiği için minnettar kalacağım. Otizmle yaşamak gerçekten farklı bir hayat biçimi, bu süreçte yanınızdakiler çok önemli. Güven duygusu sabrı da beraberinde getiriyor ve otizmle mücadelede en büyük silahınız sabrınız, azminiz ve çocuğunuza olan sevginiz. Bütün ailelerimizi ve gönüllü herkesi, Otizm Platformu’na bağlı dernek ve vakıflara katılmaya, destek vermeye çağırıyorum.”

    505319_original_rndbb539293c41c9263b2f2c6c764801efa.jpg

    125 BİN OTİZMLİ ÇOCUK İÇİN, ŞİMDİ!

    Otizm Platformu, Türkiye’deki otizmli bireylerin ekonomik, sosyal ve kültürel hayata tam katılımlarının sağlanması için çalışan önde gelen 17 sivil toplum örgütünün oluşturduğu bir sivil toplum hareketi. Türkiye’de yaklaşık 450 bin otizmli birey var; 125 bini 0-14 yaş grubunda. Otizmde,

    •Erken teşhis için tarama testlerinin zorunlu sağlık hizmeti olmasına,

    •Devlet tarafından karşılanan eğitimin en az ayda 40 saate çıkarılmasına,

    •Otizm konusunda uzman en az 2 bin özel eğitim öğretmenine,

    •1.500 dil ve konuşma bozuklukları uzmanına,

    •1.500 uğraşı terapiste,

    •Çocukların korumalı iş ortamlarına yerleştirilmesine ve grup evlerinde bağımsız yaşamalarını sağlayacak en az 3 bin sosyal hizmet uzmanına ihtiyaç var.

    505319_original_rnd2c31b2e679c31c4cf056166b59078543.jpg

    Dünya Otizm Farkındalık Ayı

    2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratmak ve otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulmak amacıyla, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Otizm Farkındalık Günü” (2nd April World Autism Awareness Day) olarak ilan edilmiştir. 2 Nisan’da başlayan “Otizm Farkındalık Ayı” çerçevesinde tüm dünyada otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi ve bilinirliğin artırılarak, erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.

    Kampanyanın televizyon ayağında Erdil Yaşaroğlu, Janset, Aylin Aslım, otizm engelli oğlu olan Ogün Sanlısoy ve Tan Sağtürk rol aldı. Çocuklar gıkları çıkmadan saatlerce çekimlere katıldı.

    Kaynak


  21. Eski adlandırmaları PARANOYA veya PARANOİD DURUM olan bu hastalık günümüzde SANRILI BOZUKLUK olarak adlandırılmaktadır. Eski zamanlardan beri bilinen bu hastalık hastaların olayları gerçekçi olmayan değişik bir uslamlama kullanmalarından dolayı paranoya (para=değişik, noia=düşünme) olarak adlandırılmıştır. Gerçekten ilginç olan bu ruhsal hastalık psikiyatrik sınıflandırmada psikozlar grubunda yer almaktadır. Yani hastanın gerçeği değerlendirme yetisini ileri derecede bozmaktadır. Oldukça seyrek görülen paranoid bozukluk ciddi ve kronik gidiş göstermektedir. Genelde hastaların gerçek olmayan düşünceleri vardır (sanrı) ve bu hastanın hayatını ileri derecede olumsuz etkilemektedir. Bunun dışında hastada neredeyse psikiyatrik bulgu yok denecek kadar azdır. Hastanın tüm yaşamı sanrısına göre ayarlanır. Bu sanrılar çok çeşitli olabilir ve hastanın bir sanrısı vardır. Örneğin kişinin hakkı yenmiştir ve bundan dolayı kişi devamlı mahkemelerde hakkını arar veya hep dava açmakla uğraşır. Ya da kötülük görme (perseküsyon) sanrılarından dolayı birileri tarafından izlendiğini, tuzaklar kurulduğunu, zarar verileceğini düşünür ve hayatı buna göre biçimlenir. Kıskançlık sanrılarıyla eşinin kendisini aldattığını, gizli bir takım ilişkileri olduğunu düşünebilir.

    Bu hastalığın en önemli özelliği yukarıda örnek verilen durumları düşünürsek, hastaya mantıklı ve geçerli kanıtlar gösterilse bile hasta sabit ve gerçek dışı düşünceleri olduğuna ikna edilemez. Hatta çoğu kez ikna etme girişimleri ters teperek hastanın size kızgınlık ve düşmanlık duyguları geliştirmesine neden olur. Paranoid hastalar tehlikeli hasta grubu olarak kabul edilebilir. Eğer siz kendinizi bir an hastanın yerine koyarsanız ne kadar rahatsızlık verici tehdit edici bir dış dünyaya karşı, ne kadar gergin bir iç dünyanız olabileceğini farkedebilirsiniz. Bu nedenle bu hasta grubu ani ve ciddi saldırılarda bulunabilir.

    Hastalığın tedavisi oldukça zordur. Hastalıklarını kabul etmediklerinden ya zorla ya da kandırılarak yakınları tarafından hekime getirilirler. Hekim hastayla güven ilişkisi kurarak hastalığın ortaya çıkış nedenlerini araştırmalıdır. Hekimin hastayla mantık ya da felsefe tartışması yararsızdır. Hasta yakınları ve hekim hastaya karşı dürüst olmalı, kandırmamalı, açık olmalıdır. İlaç tedavileri diğer tedavi modalitelerinden daha başarılıdır. Genellikle antipsikotik grubu ilaçları uzun yıllar kullanmaları gerekir.

    Paranoid Bozukluğun Evreleri

    1.Erken Dönem

    2.Başlangıç Kristalizasyonları Dönemi

    3.En Son Kristalizasyon Dönemi

    4.Paranoid Davranışlar Dönemi

    1.Erken Dönem

    Paranoid reaksiyonların uzunca bir süre süren prodrom dönemi vardır. Daima kendilerinin engellendiğini, tehdit edildiği gibi duygularla güvenilecek kimse bulunmadığı inanışı ile kendilerini çevreden çekerler ve çevre ile olan ilişkilerini azaltırlar. Aslında çevredeki insanlara çok fazla gereksinme duyarlar ancak bu gereksinmeyi güvensizlik nedeni ile gideremezler. Gerçekte objektif ilişki kuramayan bu insanlar bu sefer ilişkileri yeniden fakat hezeyanlarla tamir ve telafi gayreti içine girerler ve sıkıntı içine düşerler. Yaşadığı dünya tehlikeli olduğunu ve herşeyin değişmeye başladığını düşünmesiyle beraber kişinin kendisinde bir gariplik olduğu sezilmeye başlanır.

    Bu kişiler çevrelerinde bir takım garip şeylerin döndüğünü, bunu anlayamadığını, hiç kimseye güvenemediklerini hissederek, çevrelerinde olup biteni çıkarsamaya çalışırlar. Herşeyin kendileri ile ilgili olduğu ve bir takım gizli anlamlar taşıdığını düşünmeye başlarlar. Aslında ileri sürülen tüm endişe ve korkular kişilerin bilinçdışı impulsları, bunların inkarı ve dışa yansıtılması ile ilgilidir. Hastalar bu yüzden tüm dikkatin kendi üzerlerinde toplandığını sanırlar. Bu dönem oldukça uzun sürer.

    2.Başlangıç Kristalizasyon Dönemi

    Bu dönemde bir takım düşmanlık duygularının dışa yansıtılması sürdürülür. Bu yansıtma onun savunma sisteminin bir kısmıdır. Hastalar bu dönemde bir takım bilinmeyen nedenler dolayısı ile yalnız bırakılmak istendikleri inancı içerisindedirler. Çevrelerinde bulunan bazı insanların iyi niyetten yoksun olduklarını düşünürler. Kendileri ile sürekli uğraşılmakta ve gözlenilmektedirler.

    3.En Son Kristalizasyon Dönemi (Paranoid Yalancı Toplum)

    Hasta bu döneme gelinceye kadar kendisi hakkında bu kadar tehlikeli şeyler yapanların kimler olduğunu bilmemektedir. Bu dönemde hastalar kendilerinin tüm bilinç dışı impulslarının (cinsel ve düşmancıl) yansıtıldığı bir “yalancı toplum” yaratırlar. Bu “paranoid pseudo community” hastaya karşı amaçlı hareket eden gerçek ve hayali kişilerden kurulu hayali bir organizasyon olup, bu organizasyonlar gizli örgütler, uluslararası kuruluşlar, siyasi organlar vs olabilir. Bu şekilde dış çevre ile hezeyansal bir temelle yeniden ilişki kurarlar. Şimdi artık düşmanlarını bilmekte ve tanımaktadır. Bu hastalara bir güven duygusu vermektedir. Bilinen bir şeye karşı korku duymak daha kolaydır (Bilinç dışı korkudan ziyade dış dünyada bilinen düşmana karşı korku). Hastaların projeksiyonuna göre bu yalancı toplum organizasyonu devam ederken gerçek olaylarla değiştirilirler. Bunlar hezeyansal tefsirlerle zenginleştirilirler. Çoğu paranoid reksiyonlar bundan daha ileriye gitmezler, bu dönemde kronik bir şekilde kalırlar. Bir kısmında gerçek ilişkilere bir dönüş olabilir.

    4.Paranoid Davranışlar Dönemi

    Paranoid kişilerin davranışları normal kişiler tarafından pek anlaşılamaz. Çünkü bu hareketlerin arkasında yatan impulslar bilinmez. Akut kızgınlık ve şiddet biçimindeki davranış bozuklukları insanların bu kişilerden uzak durmasına neden olur. Bu şekilde yalnızlıkları artar. Bazı makamlara şikayetler olabilir. Bu tip hastalar persekütörleri için polisten yardım isteyebilir, savcılara başvurabilirler. Kendileri için bu yalancı toplumdan kaçmak olanaksızlaşmıştır. Çünkü nereye gitseler kendi bilinç dışı düşmanlık impulslarından kurtulamazlar. Persekütörlerine karşı saldırgan bir tutum takınırlar. Bu nedenle hastanın düşmanlık duyduğu kişilere karşı saldırganlık göstermeleri söz konusudur.

    Kaynak


  22. Vaginismus ( Kadında İlişkiye Girme Korkusu )

    Toplumumuzda hala kadının cinsel istek ve canlılığını belli etmesi hoş karşılanmamaktadır. Çocukluktan beri ağır ayıp ve günah duygusuyla yetişen kızların evlenince kendilerini cinsel ilişkide zevk duymaya bırakması, doyuma, orgazma ulaşması güç olabilir. Kadının haz duyması erkeğin mekanik bir işlemi ile genellikle sağlanmaz. Okşanması, sevilmesi, rahatlatılması gibi etkenler ve kendi çekingenliklerini yenebilmesi son derece önemlidir. Bu bakımdan yaygın bir sorun olduğu düşünüldüğünde hekime başvuranların sayısı oldukça seyrektir. Vaginismus yani cinsel birleşme sırasında kadının kaslarının kasılarak cinsel birleşme olanağına kendini kapatması durumu Kadın Doğumcular ve psikologlarca oldukça sık görülür. Vaginismusun nedenleri de çocukluk çağından kalma korkular, suçluluk, ayıp ve günah duygularıdır. Korkular en çok kadının simgesel olarak zihninde aşırı büyüttüğü bir penis yüzünden çok acı çekme, parçalanma korkularıdır. Ayrıca gebe kalma korkuları da önemli olabilir. Bu durumun tedavisi için genellikle önce kadın doğumculara başvurulur ve genişletme denemeleri yapılır. Çoğu sonuç vermez. Hem erkek hem de kadın için önemli bir savaşım ortaya çıkar. Her ikisi de büyük bir sınavın içinden çıkmaya çalışırken heyecanlar ve korkular artar. Önce kadının ve erkeğin rahatlaması, gevşemesi, heyecan ve korkularının yatıştırılması gerekmektedir. Bu problemde çözüm kişinin eşiyle birlikte katıldığı psikologların uyguladığı seks terapi yöntemidir

    Kaynak


  23. Cinsel Kimlik Problemleri

    Eşcinsellik (Homosexuality):

    Erkeğin ve kadının kendi cinsinden kişilerle cinsel ilişki kurma eğilimi ve eylemidir. Eşcinselliğin çeşitli türleri ve sorunları tanımlanmıştır. Genel hekimlik uygulamasında eşcinsellik önemli bir sağlık sorunu değildir. Hatta kimi toplumlarda artık eşcinsel evlenmelere bile izin verilerek bir sorun olmaktan çıkarma çabaları vardır. Gerçek eşcinsel için sorun toplumsal yargılar ve yasaklardır. Ancak, eşcinsel eğilim ve eylemlerinden acı çeken, bunaltı duyan, benliğe yabancı eşcinselliği olan bir kişi hekime gelebilir ve yardım isteyebilir. Ama kendi benliği içinde uzlaşmış, eşcinselliğe uyum yapmış bir kişi için hekimin yapabileceği fazla bir yardım yoktur (ego-sintonik eşcinsellik).

    Açık eşcinselliği (overt homosexuality), gizli (latent) eşcinsellikten ayırt etmek gerekir. Açık eşcinsellikte kişi, eşcinsel duygu ve dürtülerinin bilincedir. Bu duygu ve dürtülerin doyurulmasını ister ve uygun eş bulunca cinsel eylemleri olur.

    Bu eylemler kendisine haz verir. Belki toplumsal yargı ve baskılardan korkabilir, bunalabilir ve bunu kendisi için sorun olarak kabul edebilir. Ama bütün eylemlerinin bilincindedir ve cinsel yöneliminin nesnesi bellidir. Bir başka deyimle eşcinsel dürtü duygu ve davranışlar benliğe uyumludur. Bu tür eşcinsellik çocuklukta yerleşen bir cinsel kimlik sapması olduğu ileri sürülmektedir.

    Çocukluk ve ergenlik çağında bilinçli nitelik kazanan eşcinsel dürtü ve eğilimler ve belki deneyimler çoğu kişinin yaşamında olabilir. Fakat bunlar genellikle açık eşcinselliğin kişilikte yerleşmesine yol açacak denli güçlü değildirler. Ergenlik ve delikanlılık çağı süresinde yavaş yavaş sönerler. Böylece bu deneyimler genel olarak birey için sorun olmazlar. Böyle bir durumda eşcinsellik söz konusu değildir. Genelde böyle durumlar gencin cinselliği tanıma çabaları olarak yorumlanmaktadır. Kendilerini ağır biçimde suçlama eğilimi gösteren kimi kişilerde bu geçmiş yaşam olayları sürekli bir utanç ve suçluluk duygusu kaynağı olabilir. Bunlarda sorun, cinsel bir yetersizliğe bağlı olabileceği gibi, başka ruhsal bozukluklarla da ilgili olabilir.

    Gizli (latent) eşcinsellik ise psikanalitik bir kavram olup tümden ayrı bir konudur. Bunda kişi, eşcinsel dürtü ve eğilimlerinin bilincinde değildir. Ama, sürekli olarak bu dürtüler benliği tehdit etmektedirler. Benlik bunları kabul edemez; yani bu dürtüler hem bilinçdışı güçlü bir etkinlik taşırlar, hem de benliği yabancıdırlar (ego-distonik).

    Böyle bir durumda kişi şöyle bir çatışma içindedir: Bir anda, bilinçdışı yasak ve kabul edilemeyen dürtü ve eğilimler; öbür yanda benliğin bunları bilinçten uzak tutma, bu dürtülerle savaşma gereksinimi. Böyle bir çatışma içinde kalan benlik, kendisini değişik savunma düzenekleri ile savunur. Örneğin aşırı erkeklik çabaları, aşırı eşcinsellik düşmanlığı gibi. Daha ağır türlerinde kişi, başkalarının kendisini eşcinselmiş gibi görecekleri korkusu ile eşcinsel olmadığını kanıtlamak istercesine aşırı davranışlara başvurabilir (reaksiyon-formasyon). Psikodinamik psikiyatride paranoid sanrıların oluşunda bilinçdışı eşcinsel ve saldırgan dürtülerin önemi rol oynadığı kabul edilir (bastırma, inkar ve yansıtma savunmaları).

    Karşıt cinsellik (Transsexualizm):

    Erkeğin kendisini kadın, kadının kendisini erkek gibi algılaması ve kabul etmesidir. Bu duygunun çok küçük çocukluk yaşlarında başladığı ileri sürülmektedir ancak kökeni tam aydınlatılmamıştır. Çok ayrıntılı vaka öykülerinde, daha 2-3 yaşlarında belki de daha erken, çocuğun karşı cinsten davranışları benimsediği anlaşılmaktadır. Kız çocuk kendini bir erkek olarak algılar ve giderek konuşması, yürümesi, devinimleri, düşünce ve duyguları, yani bütün benliği ile erkek gibi yetişir. Ancak biyolojik yapısı ile kızdır. Plastik cerrahlara cinselliğini değiştirmek için başvuran kişilerden çok az bir kesimi gerçek transseksüel olabilir. Bunların arasında şizofrenikler, homoseksüeller daha çoktur.

    Bu nedenle ameliyat kararını derinliğine bir kişilik incelemesi yapmadan vermemek gerekir. Ayrıca ameliyat kararı vermeden önce en az iki yıl, benimsemiş oldukları cinselliğe uygun biçimde yaşamaları, sorumluluk alabilmeleri de beklenmelidir. Örneğin erkek olduğunu kabul eden ve ameliyat olmak isteyen bir dişi biyolojik yapısı olan bir kişinin, hiç olmazsa birkaç yıl erkek gibi giyinmesi, erkeksi işler görmesi, sorumluluklar alması ameliyattan bir koşul olarak ortaya konmalıdır. Bugün için resmi kurumlarda cinsiyet değişimi için operasyonlar öncesinde ameliyata izin veren psikiyatri sağlık kurulu raporu istenmektedir.

    Hermafrodizm ( intersex)

    İnterseksde biyolojik yapıda bozukluk, doğuştan anormallik vardır. Örneğin, kız çocukta penise benzer iri bir klitoris, fakat aynı zamanda öbür kadına özgü cinsel organları az gelişmiş ya da gelişmiş olarak bulunur. Ama, aile erkektir diyerek bir yanılgı ile çocuğu erkek olarak yatiştirebilir. Böyle bir çocuğu büyüdükten sonra ameliyat etmek çok örseleyici olabilir. Bu nedenle, interseks vakalarında erken tanı konması ve erken ameliyat yapılması neredeyse bir zorunluluktur. Çocuğun henüz cinsel kimlik duygusu yerleşmeden, iki yaşından önce ameliyat edilmesi uygun olur.

    Kaynak


  24. Enkopresis ( Dışkı Kaçırma)

    Dört yaş üzeri çocuklarda dışkının giysilerine ya da uygunsuz herhangi bir yere kaçırılmasıdır. DSM-IV tanı ölçütlerine göre konstipasyonlu ve konstipasyonsuz olarak iki tipi tanımlanmıştır.

    Sıklık

    Batı kültüründe 4 yaşındaki çocukların %95’inin, 5 yaşında ise %99’unun dışkı kontrolünü kazandığı kabul edilmektedir. Enkoprezis 7 yaşında %1.5, 10-11 yaşlar arasında %0.8 olarak bildirilmektedir.

    Nedenleri

    Bozukluk değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Yeterli tuvalet eğitimi verilmemesi ya da bu eğitime yeterli yanıt alınmaması şeklinde olabilir. Bu durumda barsak kontrolü hiç kazanılmamıştır. İkinci şekilde ise ruhsal bir bozukluğa bağlı olarak, fizyolojik barsak kontrolü normal olmasına rağmen uygun yerlere dışkılamayla ilgili kurallara karşı isteksizlik, direnç ve başarısızlık vardır. Fizyolojik olarak dışkıyı tutamamanın sonucu ortaya çıkan son durumda ise barsak içeriğinin birikmesine bağlı olarak kaçırma ve uygunsuz yerlere dışkılama görülebilir. Bu ebeveyn-çocuk arasındaki tuvalet eğitimi çatışmasından ya da ağrılı dışkılama nedeniyle dışkının tutulmasından kaynaklanabilir. Bozukluğa yol açan nedenler:

    Fizyolojik etkenler: Sfinkter kontrol bozuklukları, sıvı ya da yarı sıvı durumundaki dışkının kaçırılmasına yol açan kabızlık, psikojenik megakolon, tuvalet eğitiminin verilmemesi veya tamamlanmaması, DEHB nedeniyle tuvalet alışkanlığının gelişmemiş olması ve depresyon sayılabilir.

    İlişkisel etkenler: Ebeveynden kaynaklananlar: babanın uzaklığı, annenin ise nevrotik özellikleridir. Özellikle annenin tuvalet eğitimindeki ya aşırı katı tutumu ya da aşırı gevşek ve aldırmaz tutumu örnek verilebilir. Çocuktan kaynaklananlar: nörolojik, bilişsel ve fiziksel gelişme gerilikleri, tuvalet ve tuvalete gitme ile ilgili mantık dışı fantezi ve korkular ile çocuğun genel olarak inatçı tutumu içinde tuvalet eğitiminde de direnmesidir.

    Çevresel etkenler: Aile içi bozuk etkileşim, anne-çocuk ilişkilerindeki bozukluklar ve aile dışı diğer çevresel etkenler ayılabilir. Aile dışı çevresel etkenlerden ise çocuğun ya da birincil bakım veren kişinin önemli hastalıkları, çocuğun stres olarak algılayabileceği önemli değişiklikler ile çocuk ve aileyi etkileyen önemli yaşam olayları sayılabilir.

    Organik nedenler: Anal ya da rektal dışa atım dinamiklerindeki bozukluklar sayılmaktadır. Bu başlık altında, rektal ya da anal bölge stenozları, düz kas hastalığı, anal fissür, rektal prolapsus, konjenital aganglionik megakolon, gastrointestinal enfeksiyonlar, spina bifida ve endokrin nedenlerdir.

    Ayırıcı tanı ve eşlik eden bozukluklar

    Yukarıda belirtilen organik nedenlerin tümünün ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

    DEHB; karşı gelme bozukluğu ve davranım bozukluğu ile enürezis ve masturbasyon enkoprezise eşik edebilmektedir. Enkoprezise eşlik eden hiperaktivite oranı %23.4 olarak bildirilmektedir. Enkoprezisi olan çocuklarda bozukluğa bağlı sosyal etkinliklerden kaçınma, özgüvende azalma gibi sorunların yanı sıra, bulaştırdıkları çamaşırlarını saklama gibi davranışlarda gelişebilmektedir.

    Tedavi

    Çocukların %78‘i eğitimsel, davranışsal ve fizyolojik girişimlere yanıt verirler. Ailedeki sorunların ya da gerginliklerin giderilmesi belirtilerde azalmaya neden olmaktadır. Enüreziste olduğu gibi takvim tutması önerilir. Konstipasyonla giden tipinde oral laksatif ve rektal katartikler ile liften zengin diyet önerilebilir. İlaç tedavisi olarak düşük dozda imipramin kullanımının da yararlı olabileceği bildirilmektedir.

    Kaynak


  25. Enuresiz ( Alt Islatma )

    Çocuklar genellikle iki yaş civarında büyük tuvaletlerini, iki-üç yaş dolaylarında da küçük tuvaletlerini kontrol ederler. Altını ıslatma olayının duygusal ve bedensel bozukluklarla ilgili nedenleri vardır.

    Nedenleri

    Böbrek, sidik torbası ve boşaltım yollarındaki bozukluklar.

    Bağırsak kurtları.

    Epilepsi nöbetleri.

    Omurganın alt taraflarında çatallı diken denilen bir bozukluğun olması. Bu tür çocuklarda uyku derindir. Yukarıda sözü edilen yapısal bozukluklar sonucu derin uykuda sidik torbasının büzücü kasları gevşemekte ya da içten gelen işeme uyarılması çocuğu uyandırmaya yetmemektedir.

    Soya çekim.

    Kıskançlık. Özellikle küçük kardeşini kıskanması sonucunda bebekliğe dönmek ve O'nun gibi ilgi görmek istemesi. Sevgi ve ilgiyi anne-babanın çocuklarına eşit olarak ayarlayamaması karşısındaki kıskançlık tepkileri.

    Anne-baba geçimsizliği.

    Erken ve baskılı tuvalet eğitimi, çocuğun altını ıslatma durumundan dolayı ayıplanması, hor görülmesi, cezalandırılması, altını ıslatmaması için korktulması.

    Anne-babanın çocuğa sert davranması, şiddetli cezalar vermesi (dayak, azarlama, bazı isteklerden mahrum etme, odaya kapatma vs.) veya gereken ilgi, sevginin verilmemesi.

    Çocuklarda derin, dalgın uyku ve korkulu rüyalar. Çocuğun psikolojik ve sosyal özürlerine karşı tepki göstermesi. (Örneğin; Çevreden bazı çocukların görünürdeki bazı kusur ve davranışları alay konusu edilir). Çocuk buna karşı altını ıslatma biçiminde tepki gösterebilir.

    Önlemler

    Altını ıslatma bedensel bozukluklardan ileri geliyorsa, çocuk tıbbi muayenelerden geçirilip, tedavi yoluna gidilmelidir.

    Gece işemesi genellikle uykunun ilk saatlerinde olur. Özellikle çocuğun 7 yaşından önce gecede 1-2 kez tuvalete kaldırılması yararlı olabilir. Genellikle hangi saatlerde altını ıslattığı tesbit edilmeli ve o saatlerde tuvalete götürülmelidir.

    Akşam yemeklerinde ve gece yatmadan önce çocuğa sıvı gıdalar verilmemeli. Her gece yatmadan önce tuvalete gitmesi sağlanmalıdır.

    Akşam yemekleri fazla ağır olmamalıdır. Sindirimi güç olan yiyecekler çocuğun uyku düzenini bozar. Rüya ile karışık olan bu düzensiz uyku içinde de çocuk altını ıslatabilir.

    Altını ıslatan çocuğun yatağı mutlaka her zaman temiz olmalı, her defasında değiştirilmeli, yatağı ve çarşafı korumak için altına muşamba vs. konulmamalıdır.

    Çocuk her gece yatağına sevgi ve sevecenlik ile götürülmeli, yatağının temiz olduğu çocuğa belli edilmeli, ancak açıkca söylenmemelidir.

    Altını ıslatmadığı günler sayılarak ve ödüllendirilerek takvim tutma yöntemi ile kuru kalkmaya özendirilmelidir.

    Alınan tüm önlemlere karşın yine altını ıslatmaya devam ederse, durum ne olursa olsun çocuğun temizliği söylentisiz yapılmalıdır.

    Sayın anne ve babalar! Şunu anımsamakta yarar var. Altını ıslatmanın cezalarla, korkutmalarla giderilmesi mümkün değildir. Bu önlemler aksine olumsuz sonuçlar yaratır.

    Kaynak