Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

İletiler bölümüne Dogru_Yol kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. Adı Soyadı : Ömer Hayyam

    Doğum Tarihi : 18. Mayıs. 1048

    Ölüm Tarihi : 04. Aralık. 1131

    Doğum Yeri : Nişabur, İran

    Ölüm Yeri : Nişabur, İran

    Meslek : Şair, Yazar, Filozof, Fizikçi

    İranlı astronom, bilim adamı, şair, bilgin ve filozoftur. Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam' dır. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusudur. Batı ülkelerinde adına birçok dernek kurulmuş, rubaileri bütün batı dillerine çevrilmiştir. Matematik, fizik, astronomi ve tıp alanlarında birçok icadı ve önemli eseri bulunmaktadır. İbn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul edilmiştir.

    18 Mayıs1048'de İran’ın Nişabur kentinde doğdu. Ömer Hayyam, bir çadırcının oğluydu. Bu yüzden acem dilinde çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden aldı. Ömer Hayyam, yaşadığı dönemde daha çok bilgin olarak ün kazandı.

    Matematik ,fizik, astronomi ve tıp gibi rasyonel ilimler dışında müzik ve şiirle de yakından ilgilendi. İran'ın, Selçuklular yönetiminde olduğu dönemde yaşayan Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük şehirleri, Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezdi, Bağdat'a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle Selçuklu Sultanı Melikşah ve Karahanlı Şemsülmülk'ten büyük yakınlık gördü. Saraylarına ve meclislerine sık sık konuk oldu. Residüddin'in "Cami-üt-Tevarih" adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşları ve yakın dosttular. Nizamülmülk, bilgisine çok güvendiği için devlet yönetimi konusunda kendisine yardımcı olması için Hayyam’dan yardım istedi, ancak o, saray entrikalarından hayatının sonuna kadar uzak kalmayı yeğlediği için bu teklifi geri çevirdi.

    Gerek kendi yaşadığı dönemde, gerekse sonraki çağlarda yazılan tüm kaynaklarda, Ömer Hayyam’ın çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, fıkıh, ilahiyat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi okuttuğu yazılıdır.

    Hayyam, fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir alanlarında değişik eserler yazdı. Yazdığı bilimsel içerikli kitaplar arasında İbni Sina'nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi, Cebir ve Geometri Üzerine, Fiziksel Bilimler Alanında Bir Özet, Varlıkla İlgili Bilgi Özeti, Oluş ve Görüşler, Bilgelikler Ölçüsü, Akıllar Bahçesi yer aldı. En büyük eseri Cebir Risalesi'ydi. Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın çok ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yaptı. Bunun yanısıra, binom açılımını ve bu açılımdaki katsayıları da bulan ilk kişiydi.

    Ömer Hayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini belirleyen, sonraki yüzyıllarda da İslam dünyasının en büyük şairlerinden biri olarak anılmasına neden olan, yazdığı rubailerdi. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusuydu. O günlerden bugüne dilden dile dolaşarak gelen sayısının ikiyüz kadar olduğu tahmin edilen rubaileri, sonraki çağlara da damgasını vuran eserler oldu.

    Hayyam, rubailerini yazarken oldukça kolay anlaşılan, akıcı ve açık bir dil kullandı. Şiirlerinde gerçekçiydi. Yaşadıklarını ve gözlemlediklerini olduğu gibi dile getirdi. Ona göre, en şaşmaz ölçü akıl ve sağduyuydu. İnsanoğlu, gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabilirdi.

    Şiirlerinde zamanının haksızlıklarını ve saçmalıklarını ince ve alaycı bir dille yerdi. Dörtlüklerinin konusunu aşk, şarap, dünya, insan hayatı ve yaşama sevinci gibi temalardan seçti. İnsan hayatının ana dokularına felsefi bir gözle baktı.

    “Horasan'ın yıldızı; İran'ın ve Irak’ın dahisi, feylesofların prensi Ömer” şeklinde anıldı.

    4 Aralık 1131'de doğduğu yer olan Nişabur'da hayatı sona erdi.

    Hayyam, yaptığı çalışmaların çoğunu kaleme almamıştır, ancak kendisi birçok teori ve icadın isimsiz kahramanıdır. 21 Mart1079 yılında tamamladığı, “Celali Takvimi” olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmiştir. Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim 5000 yılda bir gün hata verirken, bugün kullandığımız “Gregoryen takvimi” 3330 yılda bir gün hata vermektedir.


  2. Herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimiz (sav)’e yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı.

    Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir.

    Herkes gibi Peygamberimiz (sav) de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır.

    Bunun yanında, Peygamberimiz (sav) insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.

    Peygamberimiz (sav)’in yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.

    Peygamberimiz (sav)’in bir başka latifesini de Enes bin Mâlik'ten dinleyelim:

    "Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimiz (sav)’e her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber (sav) Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:

    "Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz."

    "Peygamberimiz (sav) Zahir'i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı.

    "Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber (sav) Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.

    "Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın' diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz (sav) olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimiz (sav)’in göğsüne iyice dayamaya başladı.

    "Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber (sav) Efendimiz yüksek sesle:

    "Bu köleyi satıyorum, var mı alan?' diye seslenmeye başladı.

    "Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:

    "Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz' deyince Peygamber (sav) Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin' buyurdu."

    Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimiz (sav)’e gelerek:

    "Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.

    Peygamber (sav) Efendimiz:

    "Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı.

    Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.

    Peygamber (sav) Efendimiz, Sahabîlere:

    "Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.)

    Peygamberimiz (sav) kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, kalplerini kazanırdı.

    Enes bin Mâlik anlatıyor:

    "Bir gün adamın biri Peygamber (sav) Efendimizin huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi.

    "Peygamberimiz (sav) ona, 'Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?' diye takıldı.

    "Adamcağız, 'Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?"

    "Peygamber (sav) Efendimiz gülerek:

    "Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?' buyurdu."

    Peygamberimiz (sav)’in dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber (sav) Efendimize gelir ve onu evine davet eder:

    "Yâ Resulallah, beyim sizi davet ediyor."

    "O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?"

    "Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulallah!"

    "Evet, gözlerinde beyazlık var."

    "Vallahi yok yâ Resulallah."

    "Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın."

    DEVEYİ KESTİRDİLER.

    Sahabîlerin içinde Nuayman adında çok şakacı birisi vardı. Yaptığı şakalar bazen aşırıya kaçardı. Fakat yine de Peygamberimiz (sav) onu anlayışla karşılardı.

    Bir gün çölde yaşayan bedevi Araplardan birisi Peygamberimiz (sav)’i ziyarete gelmişti. Devesini Mescidin avlusuna bağlayıp içeri girmişti.

    Sahabîlerden birisi deveyi görünce Nuayman'a:

    "Şu deveyi kessen de etini yesek, eti çok özledik. Nasıl olsa Peygamberimiz (sav) devenin parasını ödeyecektir."

    Nuayman da itiraz etmedi ve deveyi yere yatırdı, kesti ve başladı yüzmeye.

    Devenin sahibi Peygamberimiz (sav)’in huzurundan çıkınca bir de ne görsün, devesinin derisi yüzülüyor.

    "Eyvah! Devemi kesmişler" diye feryada başladı.

    Peygamber (sav) Efendimiz dışarı çıktı:

    "Bunu kim yaptı?" diye sordu.

    "Nuayman yaptı" dediler.

    Nuayman kaçmıştı. Peygamber (sav) Efendimiz Nuayman'ın peşine düştü, aramaya koyuldu.

    Sonunda Duabaa adında bir kadının evinin bahçesinde buldu. Nuayman evin avlusundaki çukura girmiş, üzerini de hurma ağacı yaprağı ile örtmüştü.

    Peygamberimiz (sav) eve girince birisi bir taraftan yüksek sesle:

    "Biz onu görmedik" diyor, bir taraftan da parmağıyla Nuayman'ın saklandığı çukura işaret ediyordu.

    Peygamberimiz (sav) gitti, onu çukurdan çıkardı. Nuayman'ın yüzü gözü toz toprak içinde kalmıştı. Peygamberimiz (sav) sordu:

    "Niçin böyle yaptın?"

    Nuayman:

    "Yâ Resulallah, size burada olduğumu söyleyenler yaptırdılar bana..."

    Peygamber (sav) Efendimiz bir yandan Nuayman'ın yüzünü gözünü siliyor, diğer yandan da gülüyordu. Peygamberimiz (sav) daha sonra deve sahibine devesinin parasını ödedi ve işi tatlıya bağladı.

    Peygamber Efendimiz, Allah'ın elçisi olması dolayısıyla ciddi, vakarlı, ağırbaşlı, heybetli bir insandı. Bu hali zaten normaldi. Çünkü taşıdığı görev, üstlendiği vazife bunun gereğiydi. Ancak her haliyle o da bir insandı. Hem de çok cana yakın...

    Herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimize yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı.

    Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir.

    Herkes gibi Peygamberimiz de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır.

    Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

    "Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile olsa lüzumsuz tartışmayı bırakmadıkça tam inanmış bir mü'min olamaz."

    Peygamber Efendimiz bir yandan yeri geldikçe şaka yaparken, diğer yandan da Sahabîlerin yersiz şaka yapmamaları konusunda uyarıda bulunurlardı.

    "Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, bir söz verip de tutmamazlık etme."

    Etrafındakiler sordular:

    "Yâ Resulallah, siz de şaka yapıyorsunuz."

    Çelişkili gibi görünen bu durumu Peygamberimiz şöyle cevapladı:

    "Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim."

    Bunun yanında, Peygamberimiz insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.

    Peygamberimizin yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.

    Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onlarla ilgilenir, sevindirirdi. Çocuklar Peygamberimizden hiç kaçmazlar, nerede görseler hemen yanına gelirler, çevresini sararlardı.

    Enes bin Mâlik anlatıyor:

    "Peygamber Efendimiz insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim Ebû Umeyr adında küçük bir kardeşim vardı. Peygamber Efendimiz bizim eve gelerek onu gördüğünde,

    "Ebû Umeyr'i üzgün görüyorum, sebebi nedir?" "Babam, 'Yâ Resulallah, oynadığı nugayr kuşu öldü' dedi.

    (Nugayr, serçeye benzeyen kırmızı gagalı bir kuştur.)

    "Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Ebû Umeyr'i ne zaman görse;

    "Ebû Umeyr ne oldu senin nugayr?' diye takılırdı."

    Hazret-i Enes'in kendisi de Peygamberimizin hizmetine on yaşlarında iken girmişti. Bir defasında Efendimiz kendisine:

    "Ey iki kulaklı adam" diye takılmıştı.

    Peygamberimiz aile içinde mükemmel bir eş, şefkatli ve sevimli bir babaydı. Zaman zaman eşleriyle de şaka yapar, onlarla olan samimiyetini geliştirirdi.

    Hazret-i Âişe genç ve zeki bir hanım olduğu için Peygamberimiz ona ayrı bir ilgi gösterirdi.

    Hazret-i Âişe anlatıyor:

    "Ben zayıf, ince belli genç bir hanımdım. Bir seferde Peygamberimizle birlikte bir yolculuğa çıktım. Peygamberimiz bir yerde Sahabîlere:

    "Siz ilerleyin" dedi. Onlar gidince ikimiz arkada yalnız başına kaldık. Bana:

    "Gel seninle yarışalım" dedi ve koşmaya başladık. Ben kendisini geçtim.

    "Aradan birkaç yıl geçmişti. Yine onunla birlikte bir yolculukta iken bir yerde Sahabîlere:

    "Siz ilerleyin" dedi ve ikimiz yalnız kaldık.

    "Gel yarışalım" dedi. O zamanlar ben kilo almıştım. Önceki yarışmayı da unutmuştum. Koşmaya başladık. Fakat bu sefer de o beni geçti. Gülümseyerek:

    "Bu defaki benim seni geçişim, o gün beni geçişine bedel olsun' buyurdu."

    Peygamber Efendimizin kendi aile içindeki bir latifesini de Numan bin Beşir rivayet ediyor:

    "Bir gün Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber Efendimizin huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı Âişe'nin Efendimize bağırdığını işitti.

    "Resulullaha nasıl bağırırsın?' diye elini kaldırarak bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz bırakmadı. Ebû Bekir kızgın olarak ayrıldı, çıktı.

    "Ebû Bekir çıktıktan sonra Peygamber Efendimiz Âişe' ye:

    "Gördün mü, seni nasıl kurtardım adamın elinden...' dedi.

    "Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebû Bekir tekrar müsaade isteyerek Peygamberimizin huzuruna girdi. Bu sefer Efendimizle Âişe'yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimize dönerek şöyle dedi:

    "Beni nasıl kavganıza kattıysanız, barışınıza da katar mısınız?"

    "Peygamberimiz:

    "Kattık, kattık' buyurdu."

    Peygamberimizin aile içinde şöyle bir latifesi de olmuştu:

    Adamın biri Peygamberimizin amcasıoğlu Abdullah bin Abbas'a sordu:

    "Peygamber Efendimiz şaka yapar mıydı?"

    "Evet, yapardı."

    "Şakalarından bir örnek verir misiniz?"

    "Bir gün hanımına bol bir elbise giydirdikten sonra;

    "Güle güle giy, Allah'a şükret ve gelinler gibi yerde sürü' diye takıldı."

    Peygamberimiz kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, kalplerini kazanırdı.

    Enes bin Mâlik anlatıyor:

    "Bir gün adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi.

    "Peygamberimiz ona, 'Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?' diye takıldı.

    "Adamcağız, 'Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?"

    "Peygamber Efendimiz gülerek:

    "Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?' buyurdu."

    Peygamberimizin dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelir ve onu evine davet eder:

    "Yâ Resulallah, beyim sizi davet ediyor."

    "O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?"

    "Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulallah!"

    "Evet, gözlerinde beyazlık var."

    "Vallahi yok yâ Resulallah."

    "Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın."

    Peygamberimizin buna benzer bir latifesini Hasan-ı Basrî Hazretleri rivayet ediyor:

    Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek:

    "Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.

    Peygamber Efendimiz:

    "Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı.

    Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.

    Peygamber Efendimiz, Sahabîlere:

    "Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.)

    Peygamberimizin bir başka latifesini de Enes bin Mâlik'ten dinleyelim:

    "Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:

    "Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz."

    "Peygamberimiz Zahir'i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı.

    "Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.

    "Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın' diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı.

    "Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle:

    "Bu köleyi satıyorum, var mı alan?' diye seslenmeye başladı.

    "Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:

    "Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi

    kuruş veren olmaz' deyince Peygamber Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz

    değilsin' buyurdu."

    • • •

    Avf bin Mâlik anlatıyor:

    "Tebuk savaşında Peygamberimizin huzuruna gittim. Deriden yapılmış bir çadırın yanındaydı. Kapıdan selâm verdim. Selâmımı aldı ve bana:

    "Buyur, gir' dedi.

    "Bütün vücudumla mı gireyim?' dedim.

    "Bütününle gir' dedi ve girdim.

    "Çadır küçük olduğu için Avf şakayla, 'Bütün vücudumla mı gireyim?' demişti."

    Böylece Peygamberimiz şakaya şakayla karşılık vermişti.

    ALINTI


  3. Sana haykırmak isterdim şu iki kelimeyi ne pahasına olursa olsun

    seni sevdiğimi söylemek isterdim ama inan ki dilim söyletmiyor

    seni sevdiğimi ..

    Sana olan tutkunluğumu, bağımlılığımı, gerçek aşkı,

    Oysa bu yürek tek sana çarpıyor, seni özlüyor, tek sana hasret

    ve senden başkasınada bakamıyor ..

    Her ne olursa olsun ben seni seviyorum, her ne yaşanırsa yaşansın senden uzakda

    kalamıyorum ben, sana açmışım kalbimi, sana özlem duymuşum artık

    yapamam inan ki bir sen daha sevemem ben bu dünyada ..

    Yüreğim senle atıyor bugünümde, yarında atacak hep bu böyle gidip gelecek,

    seni sevecek tek seni ..

    Sana her canım dememde, sanki canımda bir parça oluyorsun, seni her gördüğümde daha

    da gittikçe bağlanıyorum sana, her zaman yanımda ol beni sensiz bu dünyada yapayanlız

    bırakma beni sensiz çöl kumlarında mecnun ettirme olur mu ben seninim, seni sevmekteyim

    ömrümün son anına kadarda seni seveceğim ..

    Her ne kadar söyleyemezsem sevgimi şuna inan ki her zaman kalbim

    sana atmakta bunu unutmayasın sakın ..

    Tuttuğum tüm dileklerde hep sen vardın..

    .. Derdim ki sana söylesem dileğim kabul olmaz diye, ama şimdi söylemek istiyorum

    ben burada seni dilerdim her dakika, yanımda olmanı isterdim

    sana deliler gibi aşkımı itiraf edecek günü dilerdim ve seni ne kadar çok sevdiğimi

    demek isterdim hep isterdim ben ..

    Şimdi de ALLAH'ımdan seni diliyorum beni yanlız bırakmayacağı ve hep mutlu olmanı ..

    Tek dileğim şimdilik bu kadar, çok mu şey diledim ki ben, ben sadece seni ve daima seni

    diledim ve halende dilenmekteyim ..

    Beni sakın bırakma ..

    Bırakma olur mu ..

    Şimdi yine seni düşünüyorum ben, napıyorsun diye, sende beni düşünüyormusun diye

    kendime soruyorum, seni her ne zaman düşünsem kalbim sıcacık oluyor

    elime kalbime koyduğum gibi bir heyecan başlıyor, seninde atıyor mu ben gibi.

    Sende ben gibi heyecan duyabiliyor musun,

    Hissede biliyor musun sen de ben gibi benim içimdeki aşk gibi ..

    Bazen canın yanıyor mu ben gibi, hayallere kapılıyor musun sende ..

    Söyle hissedebiliyor musun benim içimdeki AŞK gibi ..

    Rüyalarım hep seninle geçmekte her ne zaman seni görsem rüyamda, kalktığımda bir

    tebessüm doluyor yanaklarıma, diyorum haykırırcasına seviyorum ben diye ..

    Evet seviyorum ben seni, derin duygularla, aşk ile seviyorum ben seni,

    ve her ne yaşanırsa yaşansın seni sevmemek ölüm gibi gelecek bana ..

    Rüyalarda hep beraberiz seninle seni öpüyorum seni istiyorum hep rüyamdasın

    ve sensiz geçiremiyorum ben rüyalarımı, rüyamın adını sen koydum ben,

    senin adını da aşk koydum,

    heceledim ben seni kendime rüyalarımda olsa dahi adım adım izindeyim

    ben senin her zaman ve gün geçtikçe bu böyle olacak ..

    Her yatağa girdiğimde seni diliyorum her zaman ki gibi ..

    Beni rüyalarım da sensiz bırakma ..

    Bırakma olur mu ..

    Bu canım sana can desin, seni sevsin sadece.

    Seninle hayat bulsun yarınlarıma hep sen ol

    bundan sonra yaşantımda geleceğim senle anlam kazansın dünyam ol

    olur mu benim gerçek dünyam ..

    Seni sevmek bi başka güzel nedense, seni ne zaman ansam birden içimde bir huzur

    buluyorum ben, resmini alıyorum elime işte bu benim aşkım diyorum,

    her açısında bir başka güzelsin, renkler sana uyum sağlamakta, sen varya çok zevkli birisin.

    Ne giysen yakışıyor sana, duruşun apayrı bi güzel zaten, hele hele ki o gülümsemen yok mu

    senin işte tek bittiğim nokta o tatlı gülümsemen bana hayat veriyor ya, o gülümsemeni

    tatlı gözlerin ile gülümsemeni benden mahrum etme her zaman da gül,

    gül ki gamzeden gül tomurcukları açsın senin tek sevdiğim ..

    Sen Gül olur mu hep gül, Ağlama sen gözyaşın olayım ki ağlama sen!

    Ağlamana dayanamam ben ..

    Ağlama sen olur mu sevdiğim ..

    Şimdi de yokluğun sardı içimi birden, sana özlem duydum yine ben,

    sana hasret geçirdim içten içten ..

    Özlemim, hasretim, Tek canım benim hayat kaynağım sensin diyorum ..

    Ben seni seviyorum,Ben seni seviyorum Ben seni seviyorum..

    ALINTI


  4. Google'ın yeni DNS hizmetiyle YouTube ve diğer yasaklı sitelere girişin yolu ardına kadar açılıyor.

    Google interneti hızlandırıyor, hem de yarın öbür gün değil; hemen...

    Sayfaların yüklenirken sürünmesine sebep olan sorun ortadan kalkıyor: Google DNS sistemini duyurdu. Domain Name System yani alan adı sistemi internetin anahtar parçalarından birisini oluşturuyor. İnternet bağlantısında yaşadığımız çoğu sıkıntının sebebi de DNS sorunları. Yüksek bağlantı hızına karşın tıklanan internet sayfalarının bir türlü yüklenememesinin en büyük sebebi bu.

    Google interneti bütün dünya için hızlandıracak bir hizmete imza atıyor ve DNS hizmeti sunmaya başlıyor. Google kendi DNS hizmetinin sorunları çözeceğini ve çok hızlı çalışacağını belirtiyor.

    Alan adı sistemi, internet üzerinde rakamlarla ifade edilen IP adreslerine, tarayıcıya isim yazarak ulaşılabilmesi için çeviren hizmet. Adres tarifi yapan bu hizmet, internetin temel taşlarından birisi. DNS'i aşarak sörf yapmak mümkün ama bunun için her sitenin IP adresini bilmek gerekiyor. Bu da pratikte mümkün değil, bu iş için DNS var.

    Google'ın halka açık DNS sunucu hizmeti, Google'ın araştırmaları sonucunda internet kullanıcılarının yaşadığı en büyük sorunlardan birisinin DNS'ler yüzünden yaşandığını ortaya koyması sonucunda alınan bir karar olmuş.

    Google'ın DNS adresleri 8.8.8.8 ve 8.8.4.4, bunu bilgisayarınızdaki ağ bağlantılarına sağ tıklayıp özellikler menüsü altından TCP/IP Protocol kısmının gelişmiş ayarları altında görebilir ve değiştirebilirsiniz. Bu DNS sunucularının bir diğer ilginç yanı da YouTube gibi yasaklanan internet sitelerini açabilmeleri. Yani Google internet yasaklarının çevresinden dolaşmak için de bir araç sunuyor. Kullanıcıların pek çoğu zaten yasağı aşmak için farklı DNS'ler kullanıyordu ama Google'ın kendi DNS'leri toplu bir çözüm sunuyor.

    Google'ın arama hizmeti zaten çok önemli bir konumda; Google'ın DNS hizmeti de vaat ettiği hızı ve güvenliği sunarsa, erişim özgürlüğü sağlarsa Google internet ile daha da özdeşleşmiş olacak.

    Peki DNS adreslerini Google'dan kullanarak internet sörf bilgilerimizi Google'ın eline vermiyor muyuz?

    Google'ın bu konuda yaptığı açıklama ve kullanım şartları belli: Kalıcı kişisel bilgi depolanmıyor.

    Google'ın detaylı açıklaması şu şekilde:"Google Public DNS'i interneti hızlandırmak için yaptık. Sorunları belirleyip çözebilecek kadar bilgi toplamak istiyoruz. Google Public DNS kişisel olarak tanımlanabilecek bilgileri kalıcı olarak depolamaz..."

    Google Public DNS'te iki kayıt dosyası vardır: Kalıcı ve geçici. Geçicide kullanıcıların IP adresleri depolanır ve böylece DDoS saldırıları gibi sorunlar tespit edilebilir. Bu kayıtlar 24-48 saatte bir silinir.

    Kalıcı kayıtlarda kişisel bilgi tutulmaz, şehir-metro seviyesinde bölge bilgisi toplanır. Bu bilgi yine internet sorunlarının analizi ve Google Public DNS'in önbelleklemesi, interneti hızlandırması için gereklidir. Bu kayıtlar başka kayıtlarla karşılaştırılmaz ve çapraz analizde kullanılmaz. Kişisel bilgileriniz ile alaka kurulmaz ve internet aramalarınız ya da Google reklamları için toplanan bilgiler ile birleştirilmez. Bu bilgiler 2 hafta tutulur, rastgele seçilen küçük bir numune ise kalıcı olarak depolanır."

    ALINTI


  5. Sayın zaynepkrtas

    Emeğine sağlık....teşekkürler....

    İnsanlığın daha fazla olduğu mekanlara sevgi derim....istanbulu sevmiyorum ve mecburen bu şehirde yaşıyorum.....ipini koparan istanbula geliyor ve ürpertici olayların çoğu istanbulda yaşanıyor....


  6. Sayın kalpsizim_85

    Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.....

    Kavaf, ''Özürlülerin aktif istihdamı bakımından 2010 yılı altın bir dönem olacaktır'' diye konuştu. ( inanmıyorum..... ve bizlere yanlış yapıp hakkımızı alanlar Allahın hesap gününde hesaplaşacağız.....bizler fani dünyadayız ve an bu an kefenlerimizi giyip kurtulacağız....ama sonu olmayan ebediyette sizlerin vay hallerine....


  7. Sayın kalpsizim_85

    Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.....

    Özürlülere yapılan ve yapılacaklar lütuf değildir ( tabi ki değil )

    Özürlüler için yapılan ve yapılacak olanlar asla bir lütuf değildir. Ülkemiz insanının, ayrılmaz bir parçasını oluşturan özürlülerimiz güzel olan her şeye layıktır. Saydığımız hizmetler yeterli midir? Hayır. Daha güzel şeyler, daha güzel hizmetler mutlaka yapılmalıdır” dedi. ( mutlaka yapılmalıdır ama ben bu ülkeden ümitsizim )


  8. Sayın kalpsizim_85

    Emeğine sağlık....haber için teşekkürler....

    son 5 yılda Kurban Bayramı`nda meydana gelen trafik kazalarında 2 bin 803 kişinin sakatlar ordusuna katıldığını vurguladı. sağlıklı insanlar an bu andır.....ama sizler ancak başlarınıza gelince anlarsınız..... biz engelliler engelli değiliz.....ama siz çoğunuz kendilerini akıllı zan eden beyinsizlersiniz.....ama yine anlamazsınız.... çünkü musalla taşında doğrulursunuz....


  9. Sayın kalpsizim_85

    Emeğine sağlık....haber için teşekkürler....

    Eli öpülecek bir öğretmen Sayın Emine Aycan gibilerdir....

    İlköğretim yıllarında öğretmenlerinin kendisini bir engel olarak gördüğünü ifade eden Aycan, "Pikniğe gidilirdi beni götürmezlerdi, tahtaya kaldırmaz, küçümserlerdi, onlar içinde bir engelsiniz. Öğretmenlerimin davranışları beni incitti. Bunların benim halimdeki başka insanlara yapılmaması için öğretmen olmam gerekiyordu. Okumaya dört elle sarıldım ve öğretmen oldum." dedi. Öğretmenliği çok sevdiğini vurgulayan Aycan, maaş verilmese bile yine de bu mesleği yapacağını dile getirdi.

    Bu bölümü okurken gözyaşım boğazıma dizildi.....böyle öğretmenlik yapanları bu ülkeden göndermek ya da diplomasını elinden almak lazım.....


  10. Sayın zeynepkrtas

    Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler.....

    Muradıma eremedim dünyada

    Sensizlik bana kara bir bela

    Çile çekerim her defasında

    SENİ DÜŞÜNÜRÜM

    her gece...

    Mezar taşıyım yokluğunda

    Gül ile bülbül sevdamız kimse anlamaz, boşver umursama

    Gittiğin yerde adımı ağzına alma


  11. Gittin...

    Gidişini görmemek için gözlerimi kapadım.

    Öylesine acıdı ki içim; tutup koparsalardı kolumu, bacağımı bu kadar acı duymazdım.

    Acım yaş olup akmalıydı gözlerimden.

    AĞLAYAMADIM...

    Gittin...

    Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa...

    Tutkum seninle olmaktı, tutkum teninde erimek, tutkum hayatı sadece seninle paylaşmaktı.

    ANLATAMADIM...

    Gittin...

    Gidişini önlemek için tutmak vardı ellerinden.

    Ellerim değil miydi her dokunuşumda seni ürperten? Ürperirdin yine, biliyorum.

    Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini, gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu.

    TUTAMADIM...

    Gittin...

    Bir yıkım gibiydi gidişin.

    Sen adım adım uzaklaşırken benden, çöküp kaldı bedenim olduğu yere.

    Nice terk edilişlere dayanan bu yürek, bu kez yenilmişti.

    Bu kadar zayıf değildim ben kalkmalıydım.

    KALKAMADIM...

    Gittin...

    Oysa geldiğin gün gideceğini biliyordum.

    Hazırdım gidişine. Kaçak zamanları yaşıyorduk. Zaman bitecek ve sen gidecektin.

    Bense gidişinin ertesi günü hayatıma kaldığım yerden devam edecektim.

    DEVAM EDEMEDİM...

    Gittin...

    Bir şey söyledin mi giderken?..

    "Kal" dememi istedin mi?

    Son bir kez "Seni Seviyorum" dedin mi?...

    "Bekle beni, döneceğim..." diye umut verdin mi?..

    Beynim öylesine uğulduyordu ki.

    DUYAMADIM...

    Gittin...

    Nereye gittiğin önemli değildi.

    Binlerce km. uzakta da olsan, iki metre ötemde de fark etmiyordu.Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu.

    Kurtulmalıydım senden, bu yokluk duygusundan kurtulmalıydım.

    KURTULAMADIM...

    Gittin...

    Unutulanların arasına katılmalıydın.

    Anıları sandığa koyup hayatı yeniden yakalamalıydım.

    Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim.

    YAPAMADIM...

    Gittin...

    Bir okyanusun ortasında, tek küreği kaybolmuş sandalda dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim şimdi.

    BİL Kİ SEVMEKTEN VAZGEÇMEDİM SENİ,

    BİL Kİ SENİNLE BİRLİKTE, SEVDANI DA TAŞIYACAĞIM YÜREGİMDE,

    BİL Kİ; SENİ ASLA UNUTMAYACAĞIM

    Biliyorum aslında sen hiç bir zaman gelmedin bana.

    Duymuyorsun !

    Gitme diyorum sana, gitme !

    Çığlıklarım boğuluyor gecenin karanlığında.

    Gece korkunç, gece sessiz, gece yalnız...

    Sesim kısılıyor

    Gidişin bitişi olacak yüreğimdeki heyecanın,

    Gidişin sönüşü olacak gözlerimdeki ateşin.

    Beni, yüregimdeki sevgiyi,

    Gözlerimdeki bitmek bilmeyen umudu unuttun!

    Ama ne olur bunu unutma.

    Gidişin dindiremez bu fırtınayı.

    Bir fırtınanın uğultusuyla sesleniyorum sana;

    GİTME.........................

    ALINTI


  12. tipkiyureklerimizgibiyahz5.png

    Kayıp zamanların ötesinde yaşanmamış hayaller karalıyorum.

    Çoktan kaybettiğim kalemlerle, bir türlü bulamadığım kağıtların üstüne..

    Mürekkeplerim bembeyaz, seni sana yazıyorum…

    nesenvarsinnehayallerimjy3.jpg

    ikiye bölünmüş bu dünya.. bir yarısı hüzün öbür yarısı hazan.

    Sağ yanım gözyaşı denizi.. Sol yanım sapsarı yapraklar harmanı,

    bir yanda sen kayboluyorsun diğer yanda ben yok oluyorum..

    Her uykuya yatışım iğneli fıçıyla kucaklaşmak..

    Gecelerimin başlangıç saatleri kâbuslarımın mutluluğu..

    Senli gecelerim dönülmez sürgünlerde

    nemehtaplarimkalmisnedobw7.jpg

    Ne ben senin yanındayım ne de sen yanımdasın..

    ikiye bölünmüş bu dünya.. Tıpkı yüreklerimiz gibi..

    Yarısı sende yarısı bende…

    ALINTI


  13. Bir varmış bir yokmuş, kadın sabah kalkmış, aynaya bakmış ve kafasında yalnız üç kıl saç görmüş.

    "Hımm, demiş galiba bugün saçımı örgü yapacağım!!.."

    Öyle de yapmış, günü de harika geçmiş!!...

    Ertesi gün kalkmış,aynaya bakmış,kafasında iki tel saç kalmışmış...

    "H-M-M," demiş,

    "Bugün saçımı ikiye ayıracağım demiş..."

    Dediğini de yapmış, harika bir gün geçirmiş...

    Bir ertesi gün gene kalkmış, aynaya bakmış, kafasında tek tel saç var.

    "Tamam, tamam demiş...artık bugün at kuyruğu yaparım..."

    Öyle de yapmış, ve çok çok güzel bir gün geçirmiş...

    Daha bir ertesi gün,aynaya baktığında, kafasında bir tek tel bile kalmamışmış!!!.

    "WoW!" diye bağırmış.

    "Bugün saç derdim yok!!!!"

    Bakış açısı herşeydir!!!.

    Gerektiğinden kibar ol!!!,

    Tanıdığın herkes kendi savaşını yaşamakta zaten!!!!.

    Basit yaşa, cömertçe sev, yürekten düşün sevdiklerini, tatlı konuş.......

    Hayat, fırtınanın geçmesini beklemek değildir ki!...

    Yağmurda dansetmeyi becerebilmektir!!!!!!.

    ALINTI