Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

İletiler bölümüne Dogru_Yol kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. Bugün günlüğümden iki şeyi siliyorum :

    Dünü ve Yarını

    Dün öğrenmem için vardı

    Yarın ise, bugün yapabildiklerimin sonucu olacak.

    Bugün hayatı içinde bulunduğum anın bir daha asla geri dönmeyeceğini bilerek karşılıyorum.

    Bugün hayatı en yoğun şekilde yaşayabilmem için son fırsat, çünkü kimse benim yarınki güneş doğumunu göreceğime garanti veremez.

    Bugün karşıma çıkan hiçbir fırsatın geçip gitmesine izin vermeyecek kadar cesurum,

    Bugün için tek alternatifim var; o da başarmak.

    Bugün hayatımdaki en değerli kaynağım zamanımı en temel işim hayatım için kullanıyorum

    İçinde bulunduğum her dakikayı bugünü farklı ve özel bir gün yapmak için coşkuyla yaşıyorum.

    Bugün başaracağıma dair olan güvenimi kıracak her türlü karmaşık duygunun hayatımdan

    silinmesine izin veriyorum.

    Bugün olumsuzlukları hayatımdan çıkarıyor ve dünyaya büyük bir gülümsemeyle, pozitif bir yaklaşımla, en iyiyi bekleyerek yaklaşıyorum.

    Bugün tüm sıradan işlerimi keyif ile yapıyorum.

    Bugün ayaklarım yere basıyor gerçeği anlıyorum ve bulunduğum yerden yıldızlara bakıyorum geleceğimi yaratmak için.

    Bugün zamanımı mutlu olmak ve varlığımın diğerlerinin kalbinde yer bırakması için kullanıyorum.

    Bugün sizleri hayal ettiğimiz ve giriştiğimiz her şeyi büyük bir mutluluk ve saygı

    ile gerçekleştirdiğimiz yeni bir döneme davet ediyorum...

    Bugün sizleri koşuLsuz sevgiye davet ediyorum..

    ALINTI


  2. Virüs enfeksiyonunun bulgusu olan boğaz ağrısı, kişinin yaşam konforunu bozarak büyük sıkıntılara yol açıyor.

    Tıptaki adı farenjit olan ve genelde bazı hastalıkların habercisi olarak kabul edilen boğaz ağrısının en sık nedenleri arasında boğaz enfeksiyonları yer alıyor. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş-Boyun Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Tamer Haliloğlu, boğaz ağrısına yol açan enfeksiyonların genelde bulaşıcı özelliğe sahip virüs ve bakteriler tarafından oluşturulduğunu belirterek şu bilgileri verdi:

    “Boğaz ağrılarının büyük çoğunluğunun nedeni virüstür ve genellikle bir hafta içinde kendi kendilerine geçerler. Bakteri enfeksiyonlarının sadece yaklaşık yüzde 10’unda tıbbi bakıma gerek duyulabilmektedir. Çoğu boğaz ağrısı mikrobu, doğrudan temas ile aktarılır. Hasta biri bir kapı koluna, telefona veya başka bir nesneye dokunur. Siz de aynı nesneyi tutarak, mikropları alırsınız, mikroplar en sonunda ellerinizden ağzınıza ve burnunuza aktarılır. Bakteri enfeksiyonları, zaman zaman antibiyotiklerle tedavi edilse de, ilaçlar her zaman iyileşmeyi hızlandırmaz ya da enfeksiyonların nüksetmesini engellemez.”

    Hangi hastalıklarda boğazımız ağrır?

    Op. Dr. Tamer Haliloğlu, toplumun pek çok kesimini ilgilendiren boğaz ağrısının genellikle başka belirtilerle birleşik olarak meydana geldiğinin de altını Bu belirtilerin kişideki enfeksiyon türüne bağlı olarak büyük değişiklik gösterdiğini ifade eden Op. Dr. Haliloğlu şöyle devam etti:

    “Örneğin soğuk algınlığı; boğazda kaşıntı ve ağrının yanı sıra, hapşırma, gözlerde sulanma, öksürme, düşük ateş, burun tıkanıklığı, hafif vücut ağrıları veya şiddetli olmayan baş ağrılarına da neden olur. Mononükleoz da, şiddetli boğaz ağrısına neden olan, çok daha uzun süren bir virüs hastalığıdır. Kızamık, su çiçeği ve krup hastalığı da dahil olmak üzere, diğer virüs hastalıkları da genellikle boğaz ağrısı ile meydana gelir. Boğaz ağrısı ile bağlantılı bakteri enfeksiyonları arasında bademcik iltihabı, difteri ve yaygın görülmeyen bir bakteri enfeksiyonu olan epiglotit de bulunmaktadır.”

    Boğaz ağrısının nedenleri

    Çoğu boğaz ağrısının nedeninin soğuk algınlığı ve gribe neden olan mikroplarla aynı olan virüsler olduğunu kaydeden Op. Dr. Tamer Haliloğlu, ancak bütün boğaz ağrılarının virüs ya da bakteri enfeksiyonlarından ileri gelmediğini vurgulayarak, “Boğaz ağrısının pek çok yaygın nedeni de bulunmaktadır. Bu nedenler arasında alerjiler, odalardaki havanın kuruluğu, kirlilik ve diğer tahriş ediciler, kas zorlanması, asit (gastroözofajyal) reflü, HIV enfeksiyonu ve

    Tümörler bulunmaktadır” dedi.

    Ne zaman tıbbi yardım alınmalı?

    Op. Dr. Tamer haliloğlu, boğaz ağrılarının çoğunun rahatsız edici olmakla beraber zararlı olmadığını ve beş ila yedi gün içerisinde kendi kendine geçtiğini söyledi. Boğaz ağrılarının zaman zaman, daha ciddi bir rahatsızlıkların işareti olabileceğinin altını çizen Op. Dr. Haliloğlu şu bilgileri verdi:

    “Eğer; şiddetli olan veya bir haftadan daha uzun süren boğaz ağrısı, yutkunmada veya nefes almada büyük zorluk, boyunda acıyan veya şişmiş lenf düğümleri, boğazın arka tarafında irin, isilik, iki haftadan daha uzun süren ses kısıklığı, tükürük veya balgamda kan, gözlerde içe göçme, şiddetli yorgunluk, idrar çıkışında azalma ve nükseden boğaz ağrılarınız varsa mutlaka doktora görünmelisiniz.”

    Nasıl önlem alınmalı?

    Pek çok hastalıkta olduğu gibi boğaz ağrısında da kuşkusuz el yıkamanın büyük önemi bulunuyor. Op. Dr. Tamer Haliloğlu, hastalığı önlemenin tek ve aynı zamanda en basit yolunun el yıkamaktan geçtiğini söyledi. Boğaz ağrısının en çok görüldüğü çocuklarda el yıkama alışkanlığının mutlaka erken yaşta edinilmesi gerektiğini ifade eden Op. Dr. Haliloğlu, alınması gereken diğer önlemleri ise şöyle sıraladı:

    -Çatal bıçakları, bardakları, mendilleri, yemek veya havluları başkaları ile paylaşmaktan kaçının.

    -Kamuya açık telefonlara veya çeşmelere ağzınızı değdirmekten kaçının.

    -Hasta olan kişilerle yakın temastan kaçının.

    -Kirliliğin yüksek olduğu günlerde mümkün olduğunca kapalı mekanlarda kalın.

    -Sigara içmeyin ve sigara dumanına maruz kalmaktan kaçının.

    -Eğer hava kuru ise evinizi nemlendirin.

    Boğazı ağrıyanlara öneriler

    Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Tamer Haliloğlu, boğaz ağrısının kişideki devresi tamamlanıncaya dek, hastalara şu önerilerde bulundu:

    -Sıvı alımınızı iki katına çıkarın. Sıvılar, balgamın ince tutulmasına ve kolay temizlenmesine yardımcı olur.

    -Ilık ve tuzlu su ile gargara yapın. Su ile dolu bardağa yarım çay kaşığı tuz koyun, gargara yapın, daha sonra suyu tükürün. Bu sayede boğazınız temizlenecek ve balgamdan arınacaktır.

    -Bal ve limon kullanın. Bal ve limonu karıştırarak çok sıcak bir bardak suyun içine ekleyin. Bal boğazınızı kaplar ve yumuşatır, limon da balgamın azaltılmasına yardım eder. Zamanın testinden geçmiş bu tarif ağrınızı, sadece geçici süreyle olsa da, büyük ölçüde hafifletir.

    -Boğaz kapsülü veya sert bir şeker emin. Bu hareketin kendisi, mutlak rahatlama sağlamaz, ancak tükürük üretimini uyararak, boğazınızı yıkar ve arındırır.

    -Havayı nemlendirin. Havadaki nemi artırmak, balgam zarlarınızın kurumasını önler. Bu da iltihaplanmayı azaltarak uyumayı daha kolay hale getirir. Tuzlu burun spreyleri de işe yarar.

    -Dumandan ve havayı kirleten diğer maddelerden uzak durun. Duman, ağrıyan boğazı tahriş eder. En azından hasta iken, sigarayı kesin ve ev temizleyicilerinden ya da boyadan ileri gelen tüm buharlardan kaçının. Ayrıca çocuklarınızı sigara dumanına maruz bırakmayın.

    -Sesinizi dinlendirin. Eğer boğaz ağrınız gırtlağınızı (larenks) etkilediyse, konuşmak daha fazla tahrişe ve geçici ses kaybına (laranjit) neden olabilir.

    Risk faktörleri nelerdir?

    -Yaş

    -Sigara kullanmak veya dumanına maruz kalmak

    -Alerjiler

    -Kimyasal tahriş edicilere maruz kalma

    -Kronik ya da sık görülen sinüs enfeksiyonları

    -Kapalı yerlerde yaşama veya çalışma

    -Bağışıklıkta düşüş

    ALINTI


  3. Sayın sümeyye

    Emeğine sağlık.....bilgi için teşekkürler.....

    Ben hayatım boyunca hep öğün atlıyorum.....çünkü formumu korumam lazım....atladığım öğünler karışık oluyor....yani bazen kahvaltı bazen öğle yemeği bazen akşam yemeği.....ama en önemlisi de akşam yemeğini atlamak lazım....yediğim öğünleride tıka basa yemem ve her zaman formumdayımdır.... smile.gif


  4. Sayın zeynepkrtas

    Çoook güzeldi.....emeğine sağlık....teşekkürler.....

    Ah aşığın esması derler. Ah u figan içinde aşıklar esrarlı bir efsun çekerler. Sırlara gark olur aşıkların sevdası, büyür ha büyür…

    Çağlayan olur, nehirler doldurur deryayı,derya okyanus olur ve hangi aşık yüreğindeki okyanusu bir çırpıda yutkunur.


  5. Sayın zeynepkrtas

    Çok güzeldi.....emeğine sağlık.....teşekkürler.....

    Az önce düştün göz bebeklerimden, uzandın resmimizin üzerine, çöktün dizlerime, döküldün şakaklarımdan. Az önce sensiz o yolları kilometrelere bölerken, süzüldün gözlerimden.

    Ben seni bırakmsamda zaman bizi ayırır...


  6. Sayın zeynepkrtas

    Çok güzeldi.....emeğine sağlık....teşekkürler.....

    Seninle bir gün daha bitiyor;

    Güneşle batıp ayla doğuyorsun odama

    Kapatıyorum gözlerimi;

    Karanlığım sen oluyorsun.

    Bitip tükenmez bir vefayla

    Her gece geliyorsun rüyalarıma.

    Uykulardan uyanışım oluyorsun;

    Ölüme aman vermeyen hummalarla...


  7. Sayın zeynepkrtas

    Çok güzeldi.....emeğine sağlık....teşekkürler......

    Biliyormusun seni unutmadım demek daha zor..

    Yada sensiz geçen ömrümü sana adasaydım demek..

    Kaderi yaşıyorum görmüyormusun..

    Sonlardayım aslında.

    Seni ilkbaharımda bir yerlerde bırakmışım haberin yok..


  8. 7edf4f5_o.jpg

    Bir Şehidin Yürek Sızlatan Hikayesi

    Mehmet doğduğunda Türkiye, 1987 yılını yaşıyordu ve Turgut Özal ikinci kere başbakan seçilmişti. O doğduğu zaman herkes seçimleri, oyları, hükümetin kurulmasını konuştuğu için evin büyükleri "Bu çocuk büyüdüğünde herhalde hükümet adamı olacak.'' demişlerdi.

    Annesinin Eruh'ta şehit olan dayısının oğluna çok üzülmesi onu bir ay erken getirmişti dünyaya. Bir ay erken doğmanın çok riskli olduğunu bilemiyordu tabiî ki. Soluk alıp vermekte zorlanıyor, bu nedenle hayatının ilk günlerinin neredeyse tamamını hastanede geçiriyordu. Herkes onun yaşaması için çok uğraştı, soluk problemine bir de gaz sancıları eklenince, annesinin, babasının, babaannesinin, geceleriyle gündüzleri birbirine karışmıştı. Zaten annesi, hamilelik alerjisi yüzünden aylarca çok büyük sıkıntılar çekmiş, bütün vücudu kaşıntıdan kaynaklanan yaralar içinde kalmıştı. Eyüp Peygamber'in (as) yaraları gibi bütün vücudunu kaplayan yaralara sebep olmuştu hamile kalması. Ama buna değdiğini düşünüyordu. Bebeğin erkek olması, Saliha gelini çok ama çok mutlu etmişti. Bu, çektiği bütün sıkıntıları göğüs gerilebilir hale getirmişti.

    Büyükleri çocuğun gürbüz olabilmesi için en az iki yıl emzirmek gerektiğini söylemişlerdi; ama sütü kesildiği için ancak 13 ay emzirebilmişti. Bir de erken doğmasından kaynaklanan problemler nedeniyle iyi gelişmediğini, zayıf kaldığını düşünüyordu Saliha gelin. Birisi, "Sabah namazında ballı süt içirirsen gelişir, gürbüz bir çocuk olur." demişti. Bu söz üzerine her gün taze süt bulup oğluna içirmeye başladı. Bunun için her gün iki kilometre uzaklıkta taze süt satan bir kadının evine yürüyor, sütü alıp dönüyordu. Tam dokuz yıl neredeyse her gün o yolu yürüyüp süt aldı kadından. Ve gün doğmadan bal ile karıştırıp Mehmet'e içirdi. Her geçen gün geliştiğini, sağlığına kavuştuğunu gördükçe mutlu oldu. Teşekkür etti Allah'a. Geceleri defalarca uyanır, oğlunu seyreder üzerini açıp açmadığına bakardı. Terlemiş mi diye mutlaka sırtını kontrol eder, eğer terlemişse bütün üzerini değiştirirdi. Mehmet'in bundan hiç haberi bile olmadı.

    1992 yılında Aktütün Karakolu'na yapılan baskında 22 askerin şehit edilişini de oğluna süt almak için dışarı çıkmaya hazırlanırken öğrenmişti. Altı yıl önce şehit olan dayısının oğlu aklına geldi. Canı fena halde acıdı. Mehmet, o esnada ablasıyla boğuşuyordu ve ne olduğunu bilecek yaşta değildi, sadece annesinin bir şeye çok üzülmesi dikkatini çekmişti. 1993 yılında da kötü bir rüya görmüş ama kimselere anlatmamıştı. Sıkıntıyla uyanır uyanmaz oğlunun yanına gitmiş ve ona dualar okumuştu. Terleyip terlemediğine baktı, saçlarını okşadı, üzerini örttü. Gün doğduktan sonra 33 ana kuzusu askerin kurbanlık koyunlar gibi şehit edildiği kara haberi yayıldı bütün Türkiye'ye. Bir otobüsle silahsız olarak sevk edilen 33 asker arabadan indirilmiş ve kurşun yağmuruna tutulmuştu. Yüreğindeki sıkıntının sebebinin bu olduğuna hükmetti. Kötü rüyadan 15 yıl sonra, oğlunun şehit haberini almadan önce de böyle bir yürek sıkıntısı basmıştı onu. Yüreği dışarı fırlayacak gibi kasılmış, kasılmış, kasılmıştı. Haberi aldığında da bir daha hiç yerine gelmeyecek şekilde fırlamış gitmişti zaten.

    Mehmet, 21 yıl önce yine bir şehit haberi yüzünden erken doğmuş, 21 yıl sonra hiçbir şey değişmeden annesinin dayı oğlu gibi şehit olmuştu. Parasızlık yüzünden değiştirilmemiş, muhkem hale getirilmemiş, can güvenliği sağlanmamış ve kimsenin umuru olmamış bir yerde, devlet büyüklerinin gözünde duvar kadar değeri olmayan canını teslim etmişti. Başkasının hayatı çok ucuzdu zaten. Hele Türkiye'de insan hayatından daha ucuz ne vardı ki? Iğsız Paşa, askerin can güvenliğini sağlayacak para bulamamıştı.

    NOT: Yazıda geçen kahramanların isimleri kurgusal; ama yaşananların tamamı gerçektir.

    MEHMET KAMIŞ


  9. Askerlerimize Neden Mehmetcik Denir ?

    Milletlerin tarihlerine şan ve şeref örnekleri veren kahramanlık için çeşitli düşünce ve yorumlar vardır. Bu düşüncelerde çok kere cesaret ile kahramanlık karıştırılmış ve karıştırılmaktadır. Cesaret, insanda sadece manevi bir kuvvet, kahramanlık ise fazilettir. Kahramanlık ruhu ferde ırkından intikal eder. Bir millet yapısı itibariyle kahraman değilse, içinden çıkacak birkaç yiğitle dünya üzerinde özgür yaşamak imkanını bulamaz veya özgürlüğü her savaşta tehlikeye girer.

    Buna karşı bir milletin cephede savaşan evlatları dünyayı hayretler içinde bırakan kahramanlıklar yaratmışsa hiç şüphe yok ki o milletin yalnız cephede savaşan erleri değil beşik sallayan anaları, okul çağındaki evlatları ve ak saçlı ihtiyarları, sonuç olarak bütünü kahramandır.

    Türk ordusunun kahraman askerine verilen unvan olarak “Mehmetçik” simgesi, kökenini İslamiyet öncesi Türk medeniyetine kadar uzanmaktadır. Atalarımız daha Orta Asya’dayken belirli eşyaları, cisimleri ve şekilleri belirli manalara simge yapmışlardır. Mesela, “ok” Tanrı’ya bağlılığın, “yay” da bu bağlılığın cihana yayılmasının simgesiydi. Keza davulun, tuğun devlet şeklinde değişik anlamları vardı. Doğal olarak Türk ordusu içerisinde görev yapan askerler için de bir simge geliştirilmişti. Bu dönemde Türk ordusu içerisinde görev yapan askerlere “alp”, alp er”, “alperen” vs. gibi unvanlar verilmekte idi. Bu unvanların verilmesinin temel nedeni askeri kişiliğin bir kişiye ait olmaması, tüm ulusu temsil etmesi nedeniyle olmuştur.

    İslamiyet sonrası Türk ulusunun oluşturduğu devletler içerisindeki ordularda görev alan askerlere “Mehmetçik” unvanının verilmesi görülmeye başlanmıştır. Bu durumun gerekçesi ise şu şekilde ortaya konmaktadır: İslam dini benimsendikten sonra uluslar üzerinde özellikle bu dinin peygamberi olan Hz. Muhammed’e karşı bir hayranlık oluşmuştu. Oluşan bu hayranlık üzerine insanlar doğan erkek çocuklarının birçoğuna “Mehemmed”¹ ismini vermişlerdir. Bu isim daha sonra “Mehmet” şekline dönüşecektir.² Mehmet isminin kullanımı günümüzde de yaygın şekilde görülmektedir. Özellikle kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın birçoğu doğan erkek çocuklarına “Mehmet” ismini koymaktadırlar.

    “Mehmet” isminin kullanım alanının bu kadar geniş olması sonucunda zamanla askere giden erkek evlatlar için söylenen bir deyim haline dönüşmüştür. Tüm Türkiye’de bu şekilde anılan askerlerimizin bu adı alması zaten cesaret ve kahramanlığının sonucu olmuştur. Bütünü kahraman olan bir milletin fertlerini ismen ayırt etmek, kahramanlıklarını sayabilmek ise imkansızdır. İşte onların hepsini bir tek adla bağrına basmak için Türk milleti, adları ayırt edilemeyen evlatlarının hepsine birden bir sevgi, kendisini savaş alanlarında tanıyan düşmanları ise bir saygı nişanesi olarak “MEHMETÇİK”3 demiştir. Mehmetçik bütün Türk ordusunun simgesidir. Mehmetçik bir isim değil bir fikirdir, bir amaçtır.

    ¹ “Mehemmed” isminin verilmesinin altında yatan neden olarak da İslam peygamberi Muhammed’in kutsallığının zedelenmemesi fikri yatmaktadır.

    ² Türkçesinin dil zenginliğinin belirtilerinden biri olarak da nitelendirilebilir. Böylece fazla sesler kelime içerisinden çıkarılarak Türkçenin sadeliği korunmuş oluyordu.

    3 “Mehmetçik” kelimesinde “Mehmet” kelimesine”-çik” eki gelmiştir. Bu ek, kelimeye sevgi anlamını kazandırmaktadır


  10. Adım Şehadet Benim Ana !

    Şehadet çınlıyor kulaklarımda

    En son ALLAH-U EKBER nidasıyla haykırdığım

    Düşmanın kabuslarına karıştığım geliyor aklıma

    Uyku yok! Vatan üzerinde yabancı varken bana.

    Merak etmesin garib anam

    Duaları yanımda her an

    Korkmuyorum!

    Adım şehadet benim ana...

    Bağrımdaki kan küllenmişse

    Şehitler ölmüyor ana...

    Bu topraklar bize emanet

    Emanetimiz kan kokarken

    Nasıl olur da hıyanet ederim....

    Doğduğumda nasıl bayram ettiyseniz

    Şehadete erdiğim gün de bayram edin

    Benim adım şehadet...

    Bağrımda bir kurşun var!

    Düşmanın namlusundan çıkan değil

    Toprağıma uzanan silahın kurşunu

    Yas tutarsanız ardımdan

    Kahrolur kurşuna dizilir ruhum

    Al kana bulanırsa cesedim

    Adım şehadet benim ana

    Şehadet kutlu bir sevdadır bana

    Şehitler ölmüyor ana

    Rüyalarında beni görüp

    Secdede ağlamayasın

    Boynunu büküp içini yakmayasın

    Adım şehadet benim ana

    Şehit oğlun ölmedi

    Şehitler ölmüyor ana...

    12/02/2007


  11. Şehadetim Kefaret Olsun Vatana

    Gözlerini, yağmur sonrası sisli havalara benzeyen bir hava kaplamıştı Mehmet’in. Etrafına bakmaya çalıştı ama gittikçe kendine yaklaşan sisler ve o sislerin önündeki yıldızlardan kimseyi göremedi. Kolundan akan kanları gördükçe ölüm fikri tekrar yokladı beynini. Kaç yerine kurşun isabet ettiğini anlamaya çalıştı ama anlayamadı işte. Yoğun bir kan kokusu kaplamıştı her yeri. Kamuflajının kolundan akan kanlar, yaylasındaki çeşmeyi hatırlattı O’na. Ağustos aylarında suyu bir parmak kadar kalır, sanki biraz sonra kesilecekmiş gibi akardı ama asla kesilmezdi. Kolundan akan kan da böyleydi; dakikalardır akıyordu ama bir türlü kesilmiyordu. “belki” dedi içinden “belki sadece bir sıyrıktır” dedi; şarjör boşaltılan yaralarına. Anlayamazdı elbet kaç kurşun yediğini. Ama bir taraftan yıldızlar ve beraberindeki puslu hava bir metre yakınına kadar yaklaşmış, bir yandan da ateşi alabildiğine fırlamıştı. Hararetini azaltıp biraz rahatlamak için kamuflajının düğmelerini açmak istedi ama ellerini bulundukları yerden kaldırıp göğsüne götüremedi. Kollarına hükmedemiyor, parmaklarını hissetmiyordu.

    Su diye inledi öylesine. Hâlbuki biraz hareket edebilse hemen yanından akan ırmaktan kana kana içebilecekti. Bulunduğu yerden kalkmayı denedi defalarca, fakat olmadı. Her defasında puf diye yere düştü, iyice ağırlaşan bedeni. Bir ara saatinin metalinden yüzünü gördü belli belirsiz. Kendinden irkilip korktu biran… Bembeyaz, sanki kireçle boyanmış gibi olmuştu yüzü.

    Yıldızlar ve sisli hava yaklaştıkça O’da güçten düşüp öylece yatmaya başladı. “Hiçbir şeyim yok. Zaten birazdan gelir arkadaşlarım; silah seslerini duymuşlardır.” diye geçirdi içinden. Mani olamadığı tatlı bir uyku da gözkapaklarını ağırlaştırmaya başlamıştı artık. Beynine hücum eden onlarca düşünceden en çok geride kalacaklar ve pişmanlıkları, hataları acıttı O’nu.

    — Allah’ım bana yaşama gücü ver. Yaşama gücü ver ki; dul anam kimsesiz kalmasın. Yaşama gücü ver ki, anam aç kalıp el âlemin hayrına muhtaç kalmasın.

    — Allah’ım ben kötü birisi değilim. Belki bazı arkadaşlarımı üzdüm, belki sana tam kulluk edemedim ama beni affet. İşte vatanım, milletim için buradayım. Şahadetim kefaret olsun vatanıma ve milletime.

    Yıldızlar yine yaklaştı. Ölüm fikri ise Mehmet’in kafasına artık çıkmamak üzere yerleşti. Etrafında olanları artık algılayamıyordu; uğultular, bağrışlar, insan siluetleri… “Bir insan nasıl can vermeli?” diye düşündü. Eğer ölecekse ölürken neler yapması gerektiğini düşündü. Ölmek istemiyordu ama yine de şahadet getirdi. Ve ardından da ağırlaşan göz kapakları bir bir kenetlendi.

    * * *

    Ambulans helikoptere alınan yaralılardan birisi de Mehmet’ti. Askeri hastanede hemen müdahale edildi. Fakat yaşamı seçen birkaç arkadaşının aksine Mehmet, 11 arkadaşıyla birlikte daha çok yaşamayı; ölümsüzlüğü seçti. Geride dul bir ana ve sevdiğini bile söyleyemediği bir hasret bırakarak, uçuverdi meleklerin kanatlarında.


  12. Kendi Cenaze Namazlarını Kılan Türk Askerleri

    Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya, Dumlupınar'da savaşmış. Ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra köyüne dönebilen Kahraman bir Türk askerinin anlattıklarında hep acı, kan, cefa vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan? Ölüm neydi ki?

    Şerbet içmek kadar kolaydı. "Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale'de !" derdi sık sık. Olur muydu??

    Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperlerdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hucum için emir bekliyor. Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin ! ...Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor.

    Yüzbaşı erlere sesleniyor...

    "Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi !

    Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..."

    Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;

    " Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor.

    Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..."

    " Kabe Karşımızda... "

    Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... "

    O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti. Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular....


  13. 7 Kurşunla İstiklal Marşı

    Güneydogu'nun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim, ilçe disindaki

    lojmanindan görünen karakolun bir gecesini söyle anlatir:

    "Lojmanimizin balkonundan o karakol görünürdü. Yaklasik bir aydir her

    istihbarat kaynagindan karakolun basilacagi haberi geliyordu. Üstelik

    baskinin simdiye kadar yapilanlardan çok daha büyük olacagi

    söyleniyordu.

    Yakin birliklerden timler getirildi, karakolun etrafina mayinlar

    dösendi, agir silahlarla takviyeler yapildi ve baskin beklenmeye

    baslandi. "En son gelen istihbaratta baskinin saati ve baskina

    katilacak terörist sayisi bile veriliyordu. 22:10,.

    Karakol o gün basilmadi."Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem

    basladi. Balkonumuzdan izledigim dehset dolu manzarada, daire haline

    gelmis teröristlerin, dairenin ortasina, gecenin karanliginda atesleri

    parildayan silahlari ateslediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve

    roket mermilerinin patladigi yerde oldugunu biliyorduk.

    Tam anlamiyla çember içine almislardi. Lojmandan ayrilip dogruca

    jandarmanin binasina gittik. Karakolun merkezi, telsizle, sürekli

    timlerden durumlarini bildirmelerini istiyor; dis emniyette bulunan

    timler de bu çagrilara cevap veriyor, havan ve uçaksavar atesi

    istedikleri yerleri de tarif ediyorlardi.

    "Bir süre sonra telsiz konusmalari, timlerden birinin üzerine

    yogunlasti.

    Timden bir türlü cevap alinamiyordu. Üst üste, defalarca çagri

    yapiliyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konusmalari

    takip eden askerler timden ümitlerini kesmislerdi. Ama bir yandan da

    çagrilar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir

    ses duyuldu:

    "Yaralilarim var, yaralilarimi alin." Tüylerimiz diken diken

    olmustu. Hemen cevap verildi. "Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra

    birlik çikacak. "Ilk yarali haberi, bu saatlerdir aranan timden

    gelmisti. Tim komutani konusurken arkadan silah sesleri duyuluyordu.

    Herkes bu sözler üzerine yorum yapiyordu. Telsizin basindaki tim

    komutanlarindan biri, bu timde sehit oldugundan emindi. Merkezden

    tekrar çagri yapildi. "Suat 3 , irtibati kesme. Sakin olun!" Cevapta

    bir degisiklik olmadi :

    "Yaralilarim var. Kan kaybediyorlar. Yaralilarimi alin!" "Ve tam bir

    buçuk saat, beser dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu

    sözlerle sürdü : "Yaralilarimi alin" , "Sakin olun, geliyoruz.

    "Hepimiz o time kimsenin yardima gidemeyecegini çok iyi biliyorduk.

    Karakola düsen mermi sayisinda azalma olmuyor, aksine, takviye alan

    teröristler baskinin siddetini gittikçe arttiriyorlardi. Kimsenin,

    degil karakolun disina çikmak, mevzi degistirebilecek firsati dahi

    olmadigi apaçikti. "Bir süre sonra, Suat 3'ün telsizinden hirs dolu

    kelimelerini isittik:

    "Hemen gelip yaralilarimi almazsaniz, karakola dönüp bölügü

    tarayacagim. "Hepimiz sok olmustuk. Hemen tabur komutani devreye

    girdi. Hemen hemen Ayni sözcüklerle tim komutanina sakin olma çagrisi

    yapti. Ama ise yaramiyordu. Tim komutani "Yaralilarimi alin!" disinda

    baska bir sey demiyordu. Tabur komutaninin da telsizi birakmasiyla,

    bir saat kadar daha tim komutanindan ses çikmadi. Birer dakika arayla

    yapilan yogun çagrilara cevap vermedi. Hepimiz tim komutaninin da

    sehit oldugunu düsünüyorduk.

    Içim burkuluyor, basim dönüyor, tanik oldugum bu anlardan nefret

    ediyordum.

    Telsizin basina tim komutaninin okuldan devre arkadasi geldi. Son bir

    ümitle eline mikrofonu alip, cevap beklemeden, telsizin kodlarini da

    kullanmadan, konusmaya basladi: "Devrem ben Hüseyin. Geçmis olsun

    devrem.

    Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çikti. Sana dogru

    geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?"

    "Telsizin mandalini birakip beklemeye basladi. Hepimiz Motorola

    marka,duvara monteli telsiz cihazinin hoparlör kismina gözlerimizi

    dikmis bekliyorduk. Ve konustu : "Devrem, bölük komutani nerde?"

    Hepimiz derin bir "Oh!" çektik. Telsizden, "Izinde devrem" yaniti

    verildi. Suat 3 , artik tükenen bir sesle konusmayi sürdürdü: "Ne olur

    yaralilarimi alin. Bende yaraliyim. "O ana kadar kendisinin de yarali

    oldugunu söylememisti.

    Hepimiz donup kalmistik. Telsizin basindaki devre arkadasi da bu

    sözü üzerine mikrofonu firlatti ve odadan çikti. Ben kapinin hemen

    esiginde ayakta duruyor,duyduklarim ve gördüklerimle bir tarihe

    taniklik ettigimi

    düsünüyordum. "Ben de yaraliyim" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha

    kadar hiç konusmadi Yüzlerce kez yapilan çagrilara cevap vermedi.

    Artik onun sehit olduguna ben de inanmistim. "Gün agarirken hepimiz

    yorgun düsmüs, telsizden yapilan "Suat 3, Konusan Suat, Cevap ver!"

    çagrisindan bikmis halde bir kösede yigilmisken,

    birden telsizin mandalina basildigini fark ettik. Telsizden silah

    sesleri geliyordu. Ve on on bes saniye sonra hayatim boyunca

    unutamayacagim bir Istiklal Marsi dinlemeye basladim. Mandala sürekli

    basildigi için bütün telsizlerin konusma imkani durmustu. "Çatismanin

    altinda yarali bir tim komutaninin, makamiyla söyledigi Istiklal

    Marsi'ni dinliyordum. Gözlerim dolmustu. O ana kadar duydugum en

    güzel Istiklal Marsi'ydi.

    Birinci dörtlügü bitirdi. Ikinci dörtlükte sesi çatallasti. Kelimeler

    uzadi. Ama marsi söylemeyi birakmadi. Bozuk bir ses tonuyla, kendini

    zorlayarak okumaya devam etti. Marsi bitirdiginde, ben de bitmistim.

    Hemen orayi terk ettim."

    Bir daha onun sesini hiç duymadim.

    Toplam 22 sehidin verildigi o baskin gecesinde, vücuduna saplanmis 7

    merminin acisiyla söyledigi Istiklal Marsi'ni ruhuma isleten tim

    komutaninin ölmedigine ise hala inanamiyorum."Hakimin anilari burada

    sona eriyor. Iste benim Türk subayindan anladigim budur. Vücudunda

    yedi mermi oldugu halde makami ile istiklal Marsi söyleyen adamdir.

    Okuyun Arkadaslar ve bu VATAN için kanlarini akitan Kahramanlarimizla

    övünün, gururlanin...

    ŞEHİTLERİMİZİN KABRİ NUR MEKANI CENNET OLSUN...

    VATAN SİZE MİNNETTAR...


  14. sehit-b1.jpeg

    Ben Vuruldum Anne

    Yine bu akşam nöbetteyim anne

    Ortalık o kadar karanlık ki göz gözü görmüyor

    Ama içimde bir his o gece biliyormusun?

    Bir an daldım öyle karanlığa kız kardeşimi görür gibi oldum

    Sanki babam'ın göz yaşlarını hissettim yüreğimde

    İçim ürperdi birden nöbette bir asker ağlıyordu anne

    Oğlun seni özlemişti anne,oğlun sizi özlemişti anne

    Bir ihbar aldık o gece toplandık tüm askerler

    Gece karanlığında dağlarda o çakalları

    Vatanımın toprağına bastığı o ayakları kırmaya gidiyorduk

    Ve çatışma başlamıştı o anda

    Kaç asker şehit oldu anne dökülüyordu gözlerimden yaşlar

    Elini bırakmadım şehitimin gözlerime baktı

    O garip bedenini boşluğa bıraktı içim yanıyordu

    İçim kanağlıyordu anne

    İşte o zaman dahada kızdım birbiri ardına mermileri sallıyordum

    Ve birden ahhhhhh

    Gözlerim karardı ben vuruldum anne

    O an yanımda sen vardın sanki

    Kollarına bırakır gibi bıraktım kendimi

    Kalk oğlum diye haykırırcasına bağrıyordun

    Tuttum ellerini bırakma dedim beni

    Ağlama anam sil göz yaşlarını bedenim toprak olsa

    Ruhum yanında bedenimi sardığın gibi ruhumuda al kollarına

    Baba sensin bu değil mi ? Ben gidiyorum vatan

    Nice benler gitti uğruna feda olsun vatan sana

    Akar anamın göz yaşları tabutumun başında

    Hissettirme anne göz yaşlarını bana

    Oğlunun kanı dökülmüş çok mu vatana

    Sen dökme göz yaşlarını ağlatma beni ana


  15. Vatan Hainlerine Gaziden Mektup....

    Bu mektup güneydoğuda gazi olmus bir askerimizin ,bir şahsın terör örgütü pkk'dan bir mektupla merhamet dileği için ona hitaben yazılmıstır.

    Lütfen sonuna kadar okuyunuz.

    Allah Türkü Daim Muzaffer Kılsın

    MEKTUP

    Bu bir mektuptur.

    Kuş kanadına, suya, çöl kumlarına yazılmış mektupları okuyanlara veya bu mektupları yazanlara ithaf edilmiştir.

    Vatan üzerine.

    Bayrak üzerine.

    Onur üzerine.

    Namus üzerine.

    Vicdan üzerine.

    Akıl üzerine.

    Adı fark etmeyen ve ithal edilmiş tüm meseleler üzerine.

    Kelimeler ve kelimeleri çirkinleştiren kalemler üzerine.

    Kalemleri tutan riyakâr ve kan kokulu eller üzerine.

    Kalemlerini sapladıkları şehitlerin ve kadınlarının ve çocuklarının ve kardeşlerinin ve onların analarının yürekleri üzerine yazılmıştır.

    Mayın, bomba, pusu, baskın, yazar, çizer ve ihanete alet olan her şey üzerine.

    İstemeyen okumasın.

    Kanla yazılmış bir mektuptur bu. Güvercin kanadının gücü yetmez taşımaya, karabaşlı kartal olsa nafile.

    Ağırdır; zira eskidir ve unutuldukça kanla yeniden yazılır, şehit mezarlarının taşları üzerine.

    Bu mektup binlerce yıl önce yazıldı ve binlerce yıldır yazılıyor, yeni fark edenler utansın.

    Kardeş kardeşi öldürmez, öldüren kardeş falan değildir, kalleştir olsa olsa.

    Kalleşlerin en kalleşi ise kardeşim diyerek kalleşlik yapan kalleşlerdir.

    Ve aslında en kahpesi, mayın değil onu Adil Binbaşıların, Davut çavuşların yoluna döşeyen eldir, o eli alkışlayan ve ululayıp aklayan kalemdir.

    En az o el kadar suçludur o kalem, tarihin yanılmaz vicdanında.

    O mayınlara basıp parçalanan bedenler, Edirnekapı’dadır ve bizim yüreklerimizde ve hafızalarımızda yaşarlar.

    Kemerburgaz’daki Kemer Country villalarından görünmez Edirnekapı, çok uzaktır hem de çok.

    DAĞLARDA YARIM KALDILAR VATAN İÇİN

    Ellerimizde can verdi o parçalanan bedenlerin sahipleri, bayrakları dalgalansın diye.

    Vücudunda sigara söndürülerek, tüm kemikleri kırılarak, kafa derileri yüzülerek işkence edilen, sonra da ağaçtan kazıklarla öldürülen ve çığlıkları telsizlerden dinletilen vatan evlatlarının yeri bizim yüreklerimizdedir, o çığlıkları duymayanların yanı başında durmaz onlar.

    Bir de katillerinin yanı başında dururlar, kulaklarında çınlar haykırışları eğer bir yerlerinde bir parça insanlık kalmışsa.

    Yazıklar olsun, can veren o yiğitleri hainlerle bir tutanlara.

    “Ağabey diyordu bana telefonda Astsubay Zülfikar, geçen gün kız arkadaşımla gezdim biraz ve kimse bacağımın takma olduğunu anlamadı”.

    “Ağabey diyordu, biraz daha uğraşırsam belki bisiklet bile sürebilirim”.

    Daha on dokuz yaşındaydı Zülfikar, mezun olalı tam yirmi gün olmuştu, o kahpe ellerin döşediği mayınla ve bazı kalemler tarafından ululanan o hainlerin, ilk izleriyle tanışırken.

    Küskün veya kızgın değildi sesi, pişman veya aciz de değildi.

    Gururlu ve biraz pusluydu sadece, bisiklet sürebilse yeterdi.

    Koşmayı, atlamayı, denize girmeyi feda etmişti vatanı için.

    Bacağını payanda yapmıştı, Kemerburgaz’ın da üzerinde bulunan Türk egemenlik örtüsüne.

    Yazıklar olsun, çiçek toplayan küçük kızları öldürenlere ve yazıklar olsun o katilleri ululayan kalemlere.

    KAVGANIN BİR SEBEBİ VAR, İHANETİN DE

    Kavganın sebebini unutmadık, çünkü bu kavga hiç bitmedi.

    Kavganın sebebi vatandır çünkü bayraktır, onur ve namustur, vicdandır.

    Kimseye verilemeyecek olan, kimse ve hiçbir şey için vazgeçilemeyecek olan egemenlik hakkıdır.

    Atalarımdan bana kalmış olan ve benim çocuklarıma bırakmak zorunda olduğum mirasın vicdani sorumluluğudur.

    Hiçbir vicdana dayanarak reddedilemez, hiçbir çocuğun veya sevgilinin sevgisiyle değiştirilemez.

    Hiçbir aşağılık pazarlığa konu edilemez, namustur çünkü istiklal, öbür ihtimal ölümdür.

    Ben dilimle, bayrağımla, hudutlarımla yaşamak için ölmeyi kayıp veya yazık değil, şeref sayarım.

    Bu paha ne ile biçilirse biçilsin, kimseye yalvarmam durdurun diye, benim olana uzanmışsa el, ben durdururum ellerimle.

    Meğerki ölüm varmış, sevememek varmış, çiçek koklayamamak, ne gam?

    Vermek vicdansa eğer, akılsa susmak, pusmak, yerle yeksan olmuştur onur ve şeref.

    MAYINLAR NEREDE

    Mayınların yeri bilinmez, döşeyen ********in yeri bilinmedikçe.

    Ve dağlara döşenen mayından daha tehlikeli ve kahpecedir dimağlara ve bilinçlere döşenen mayınlar.

    Dağlara döşenen mayın tek kalır, tek can alır.

    Ürer her doğumda, her okunmada zihinlere döşenen mayınlar ve ihanet her doğumda bir daha artar.

    Başka zihinlere bulaşır, mayınların en tehlikelisidir bu, yayılır.

    Dağlardaki gibi otla ve toprakla gizlenmez, sevgiyle, barışla ve daha ne kadar varsa tüm süslü kelimeler alet edilir bu gizlemeye.

    İşte o anda ölür kelimeler, kahreder kaderine.

    Kullanıcısını seçme hakkı yoktur çünkü sevgi, bölen ve yıkanın ağzından, aşk yataklık edenin, sinsice zihinlere mayın döşeyenin kaleminden dökülür.

    Ölür kelimelerde sevgi.

    Ve barış artık, en fazla parayı verenin yatağını doldurur, en fazla paraya yazıp çizenin elinden.

    En pahalı kalemler pazarlar barışı, salyaları akan bölücülerin sofrasına.

    Bazen bir villanın çalışma odasında ve bazen bir gazete köşesinde dokunaklı kelimelerle süslenip öylece pazarlanır barış. Pazarlığı yapılmış ve satın alınmış bir fuhuş için.

    Bölmek ve parçalamak için yapılan hain savaş, fuhuş yapar barışla, tecavüz eder barışa hayâsızca.

    Dedim ya, bu eski ve ağır bir mektuptur, Türk nereye gittiyse obasıyla, ihanet en sondaki katırla takip eder göç kolunu.

    Soylu atlar hızlıdır, bu yüzden biraz geç gelir ihanet, yolda haram meralardan beslenerek.

    Bu eski bir hikâyedir, ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; ağırdır, kanla yazılmıştır, bir kısmı Edirnekapı’dadır, Çanakkale’de bir kısmı ve Karsta, İzmir’de, Muş ovasında, Malazgirt’tedir, Sakarya’dadır.

    Bir kısmı hala yazılmaktadır, Cudi’de, Gabar ve Körkandil’de, Masura çayında, Ali boğazında, Cehennem deresinde cehennem sıcağında yazılmaktadır, şehit Mehmetlerin kanıyla.

    Yazıklar oluyor, onur ve şerefe, bayrağa, vatana, kutsal olan ne varsa yazıklar oluyor onursuz bir hayatla değiş tokuş edilirken.

    BU YAZGIYI KİM YAZMIŞ?

    Yazıklar oluyor yazgıya, çünkü yazgı ihanet edenin suçunu taşıyamaz, can alanın, ev yakanın, çocuk öldürenin yükü yazgıya bile ağır gelir.

    Kışlaya gidenin, askerden sonra evlenip çifte çubuğa bakmanın hayalini güdenin yazgısı Allahın ise eğer, çocuk öldürenin, mayın döşeyip pusu kuranın yazgısı kimindir.

    Kim yazar bu yazgıyı ve hangi kalem bunu yazgı diye ulular, hangi akıl buna inanır ve bu nasıl vicdandır?

    Bu ağır ve eski bir hikâyedir, kanla yazılmıştır ve ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; bir kısmı Edirnekapı’dadır ve Edirnekapı çok uzaktır, Kemerburgaz’daki bir villanın çalışma odasına.

    Adil Binbaşının bastığı mayının üzerinde “made in Italy” yazıyordu İngilizce. Ama döşeyen eller İngilizce veya Latince değil Kürtçe konuşuyordu ve Kürtçe de “mayın” kelimesinin nasıl söylendiği önemli değildi, taşıdığı anlam ihanetti nasıl olsa.

    Kimseyi haklı veya haksız bulmayan kalemler, hakkı yazar sonra, hak için ölenlerin inadına.

    Böylece hakkı, batıla pazarlar aynı sabıkalı eller ve kalemler, aynı hayâsız fuhuş için.

    Ne gariptir ki bu kalleş ellerin döşediği mayınlara daima anayasal yolculuklara çıkanlar basar. Onlar ki; bu yolculuğa siyasal veya mukaddes yolculuklar yapılabilsin diye çıkarlar.

    Yazıklar olsun, baktıkları kırık camlı siyasal gözlükleri ile ödenen bedellerin mukaddesatını göremeyenlere.

    Yazıklar olsun!

    DİL KAVGANIN VE İHANETİN SEBEBİ MİDİR YOKSA ARACI MI?

    Korku salan ve öfke çağrıştıran meselelerin parçaları değil, esas gerekçeleridir aslında Türkçe dışındaki başka diller.

    Dil özgür olunca, Özgürlük dil olur artık ve bütün bölünmeler böyle başlar.

    Özgürlük daima yeni sınırlar ister.

    Okul der, ayrı olsun.

    Bürokrasi der, bu dilde anlayamıyorum ayrı olsun.

    Bayrak der sonra, ayrı olsun dilim ayrı nasılsa, ben de ayrıyım ve bu da varlığımın sembolüdür.

    Toprak der arkasından, ayrı olsun birazını bana ver, nasıl olsa daha önce dilinin, özgürlüğünün birazını vermedin mi?

    Hem ne olacak, birazcık topraktan ne çıkar biz kardeş değil miyiz?

    Özgürlük paylaşılmaz oysa.

    Birinin özgür olduğu yerde, diğeri özgür olanın kurallarını ve özgürlüğünü tehdit edinceye kadar özgürdür.

    Yani dilin de kişinin de özgürlüğü esas mülk sahibinin özgürlüğünü ve geleceğini tehdit edene kadardır.

    Sonrası anarşi, sonrası terör, sonrası bölücülük, kahpelik ve ihanettir. Sonra arkadan vurmalar ve mayın döşemeler başlar yollara ve zihinlere.

    Ama her hal ve şart altında, tüm bölücülerin yardım ve yataklığa ihtiyaçları vardır. Gizli olmalıdır, yardım ve yataklık, sinsice.

    Kimse fark etmeden yapılmalıdır, Türkçe konuşmalıdır ama aslında başka dilde anlaşılmalıdır.

    Acındırmalıdır ama aslında acımadan katletmelidir, dili, egemenliği ve onun bekçilerini.

    Yardım ve yataklık yapanın da yardıma ihtiyacı vardır.

    Dışarıdan.

    Çok uzaktan, denizler ve tarihler ötesinden. Eski kinlerden ve hesaplardan ve o hesapların sahiplerinden beslenir yataklık yapan.

    Para alır, vaat alır, AFERİN alır.

    Bu eski ve çok ağır bir mektuptur.

    Türk bağımsızlığını koruyanların kanları ile yazılmıştır.

    Ne suya salınan bir şişenin ve nede kuşkanadının taşımaya gücü yeter; karabaşlı kartal olsa nafile.

    Başlığı binlerce yıl önce atılmıştır ve Edirnekapıda’ki şehit mezarlarının taşları üzerine yazılmaya devam etmektedir.

    Emin olun binlerce yıl daha yazılmaya devam edecektir.

    Türkçenin sahipleri yaşadıkça bu kanlı mektup yazılmaya devam edecektir çünkü Türkçenin ve onun sahiplerinin özgür yaşamasını istemeyenler, yollara ve zihinlere mayın döşemeye, parçalamak ve bölmek için çabalamaya, parçalamaya çalışanlara yardım ve yataklık etmeye devam edeceklerdir.

    Bu eski mektup bir yazıttır aslında Türk’ün var oluş destanıdır, binlerce yıldır yaşlı dünyanın bağrına saplı kaidelere ve mezar taşlarına yazılır.

    Yazanlar asla diz çökmezler ve kimseye yalvarmazlar.

    Kimsenin toprağını, dilini veya özgürlüğünü istemezler ve kendilerinin olanı da kimseye vermezler.

    Bu bir mektuptur.

    Vatan, Bayrak ve Onur üzerine yazılmıştır.

    Vatansızlar, dilsizler, hainler, bölücüler ve toprak hırsızları gibi aczi ve acınmayı anlatmaz.

    Var olduğu yerde kendinden gayri herşeyi önemsizleştiren, vatan ve bayrak aşkını anlatır.

    Onurlu ve egemen ölebilmenin, onursuzca ve esir yaşamaktan daha önemli olduğunu anlatır.

    Asla diz çökmeyeceğimizi anlatır.

    Yüreği olan varsa gelsin de çöktürsün diye, Yüreği olan varsa okusun diye yazılmıştır.

    “VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

    OKTAY YILDIRIM

    29-07-2006


  16. 61459689cu3mo0.jpg

    Adları Mehmet, Soyadları Şehit Olsun !

    Gene hangi dua’yı okudun anne,

    Vurulduğum yerde güneş açtı

    Yine mi ağlıyorsun anne,

    Cennetime yağmur yağdı

    Üzülme anne ağlama, sırtımdan yedim kurşunu kalbimden değil.

    Öylece duruyor hayallerim, vatanım --------lere yar değil.

    İzin günümde be anam.

    Yârime mektup yazdım o gün.

    Kınalı ellerinin kokusunu özledim demiş,

    Bir kalp çizip içine de şafağımı yazmıştım.

    Birliğe döndüğümde erkenden yatmış,

    Gece beni bir üç nöbetine uyandırmaya gelen çavuşla

    Rüyamda seni gördüğüm ve beni uyandırdığı için tartışmıştım.

    Sıkı giyin oğlum, hasta olma sakın ve paran varmı diye soruyordun

    Bende her zamanki gibi var anne diyordum, var.

    Hiç olmadı be anam, hiç olmadı

    Nasıl isterdim, ardımda bir yar birde ana bırakmıştım.

    Sağ olsun tertibim cemil memleketinden tütün getirmiş,

    sigarasız kalmıyorduk.

    O gece birlikte gittik nöbete.

    Yolda bana "Sanki bu gece bir şeyler olacak" der gibi bakıyordu

    Ama yiğitti söylemiyordu.

    Nöbeti devraldığımızda garip bir sızı çöktü benimde içime.

    Sanki terli terli su içiyor, seni üzüyordum be anam, öyle bir

    şeydi işte.

    Nasıl oldu anlamadım!

    Cemil " yere yat " dediğinde çoktan yerde bulmuştum kendimi.

    Anlamadım vurulduğumu, sıcacık bir şey hissettim sırtımda

    Terliyordum, sanki yaz gelmiş öğlen sıcağı çökmüştü tepeme.

    Dudaklarım kurudu birden

    Cemil " dayan " diyordu, ama ağlıyordu

    Gözyaşları yüzüme damladığında verdim son nefesimi.

    İşte o an sana ilk ihanetimi ettim anne.

    Önce atalarım, sonra yârim canlandı birden gözümde.

    Hoş gör be anam, kızma. Bende baba olacaktım

    Daha adını bile koymamıştık oğlumuzun, iki ay vardı doğmasına.

    Bilmiyorum duyuyor musunuz sesimizi

    Korkmayın, ağlamayın, gurur duyun.

    Vasiyetimizdir.

    Öyle evlatlar yetiştirin ki, adları Mehmet, soyadları Şehit olsun.


  17. Çocuk Kahramanlar........

    Millet olarak topyekün verilen Kurtuluş Savaşı’nın birçok çocuk kahramanı bulunuyor.

    İnsanlık tarihinde birçok ulusun verdiği kurtuluş mücadelelerine örnek teşkil eden olan Kurtuluş Savaşı’nda, dünyanın dört bir yanından gelen düşmana karşı, millet olarak topyekün mücadele verirken, bu mücadeleye katılan çocukların unutulmaz kahramanlıkları bulunuyor.

    Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Enver Konukçu, Büyük Önder Atatürk’ün çocuklara bayram armağan eden tek lider olduğunu belirterek, “Çocuklarımız yaptıkları kahramanlıklarla bu bayramı hak etmişlerdir” dedi.

    Kurtuluş Savaşı’nda kadın ve erkekler gibi çocuklarında düşmana karşı verilen mücadelede yerini aldığını anlatan Prof. Dr. Konukçu, yaptıkları kahramanlıklarla dikkati çeken yüzlerce çocuğun bulunduğunu ifade etti.

    Her savaş gibi 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda da en fazla zararı çocukların gördüğünü anlatan Prof. Dr. Konukçu, Ermenilerin Erzurum’da yaptıkları katliamlarda çocukları bile öldürdüklerini ifade ederek, “Ermeni çeteciler, kazanlarda haşladıkları çocukları ailelerine yedirdikleri biliniyor” diye konuştu.

    7 YAŞINDA DÜŞMANA VE İSYANCILARA KARŞI SAVAŞTI

    Erzurum’un 1955-1960 yılları arasında belediye başkanlığı yapan 1965-1967 yılları arasında da Sağlık Bakanlığı görevini yürüten Edip Somunoğlu’nun 7 yaşında düşmana ve isyancılara karşı verilen mücadele de yer aldığını anlatan Prof. Dr. Konukçu, şunları söyledi:

    “Atatürk’ün uygun görmesiyle ve Kazım Karabekir Paşa’nın emriyle, Ebulhindili Cafer Bey komutasında kurulan ve sadece Dadaşlardan oluşan birlik, 1920’de Ankara’ya gitmiştir. Bu birlik Düzce ve Adapazarı isyanlarının bastırılmasında önemli görevler üstlenmiş, ayrıca Yunan ordularına Geyve boğazının geçilmez olduğunu göstermişlerdir. Bu birlik içinde 7 yaşındaki Edip Somunoğlu’da yer almış ve yapılan başarılı mücadelede pay sahibi olmuştur.”

    “İLK CUMHURİYET SEDASI ÇOCUKLARDAN GELDİ”

    Erzurum Kongresi’nin yapıldığı günlerde Atatürk, kaldığı evde Mazhar Müfit Kansu’ya gizli kalması şartıyla yazdırdığı önemli notlar arasında kurulacak yeni devletin idare şeklinin Cumhuriyet olduğunu ifade ettiğini hatırlatan Konukçu, şöyle devam etti:

    “Atatürk bu dönemde Köşk adlı mesire bölgesinde Erzurumlularla sohbet ederken, Albayrak okulu öğrencileri buranın önünden geçerken ‘İdaremiz cumhuriyet olmalıdır’ şeklinde bağırdıkları tarihi kaynaklarda yer alıyor. Bu ülkemizin kurucu Atatürk’ü çok duygulandırır ve mutlu eder. Yeni kurulacak devletin idare şeklini korkusuzca ilk ifade eden çocuklar olmuştur.”

    ÇOCUKLARIN KAHRAMANLARINDAN BAZI ÖRNEKLER

    Çeşitli kaynaklardan derlenen çocuk kahramanlıklarıyla ilgili birkaç örnek ise şöyle:

    1. Dünya Savaşı’nda binlerce askerin donarak şehit olduğu Sarıkamış Harekatının yapıldığı günlerde cephedeki askerlerin iaşe sorunu baş gösterir. Galip Paşa’nın “yiyecek yetiştirin” şeklindeki telgrafları üzerine dönemin Erzurum Valisi Tahsin Bey çaresizlik içindedir. İlk hamlede toplanan 150 bin kilo buğdayın 90-95 kilometre uzaklığındaki cepheye ulaştırılması için çareler aranır.

    Vali Tahsin Bey, cepheye yiyeceklerin çocuklar tarafından taşınabileceği fikri üzerine harekete geçer. Durum okullara, muhtarlara bildirilir. Bir gece Amerikan bezlerinden 30 kiloluk bini aşkın torba dikilerek unla dolduruldu.

    Sayıları bine yaklaşan henüz çocuk yaştaki gençler, Hükümet Konağı önünde toplanarak Nebilhan’a kadar taşıyacakları unları sırtlanarak aşırı soğuğa cepheye yiyecek yetiştirmek yola çıkar.

    CEPHANE TAŞIRKEN ÇIĞ ALTINDA KALDILAR

    İran sınırında Ruslara karşı savaşan tümen cephanesiz kalınca Van’dan istenen yardım sonrası yaşları 12-17 arasında değişen 80’i öğrenci 120 çocuk, yatak çarşaflarından ve perdelerden kesilerek yapılan torbalara konulan mermileri sırtlarına bağla¤¤¤¤¤ yanlarındaki jandarma erleri ile cepheye doğru yola koyulur.

    Aşırı soğuğa rağmen yol alan çocuklardan, dağı aşarken yakalandıkları fırtına sonrası haber alınamayınca arama çalışması başlatılır ve çığ altında kaldıkları belirlenir. Çocuklardan 38’i ile 3 jandarma çığ altından son anda kurtarılırken, 82 çocuk ile diğer jandarma erleri şehit olur.

    14 YAŞINDAKİ OSMAN

    İsmail Habib Sevük’ün Yurttan Yazılar adlı esirinde ise Çukurovalı 14 yaşındaki Osman’ın destanlaşan kahramanlığı yer alıyor. 14 yaşında olan ve adı muhtemelen Osman olduğu anlatılan çocuğun Fransızlara karşı verilen mücadele de yaptığı kahramanlık şöyle:

    “Türkler tarafından Toroslarda sıkıştırılan tam teçhizatlı Fransız müfrezesi kagir bir binaya sığınır. Günler geçmesine rağmen bina ele geçirilemez. Fransızlara yardım gelmesinden korkulur ancak askerler binadan çıkarılamaz. Bu sırada 14 yaşındaki Osman, gece karanlığında gaz yağı tenekesiyle çatıya tırmanır ve binayı ateşe verir. Kargaşa içinde dışarı çıkan Fransız askerler ele geçirilir.”

    Olayın kahramanı Osman’ın akıbeti bilinmiyor ancak, bir müfrezeyi bir çocuğun alt etmesi tarihteki yerini alır.