Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

İletiler bölümüne Dogru_Yol kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. Adı Gülistan

    ADI Gülistan’dı, yirmi sekiz yaşındaydı. Bir oğlu vardı. Ve yeni bir cana hamileydi. Yedi aylık gebe. Karnı burnunda.

    Eğer eğitim düzeyi, maddi ve sosyal imkânları sınırlı bir ailede doğmak yerine, diyelim İzmir’de, Ankara’da, Adana’da ya da İstanbul’da bambaşka şartlarda doğmuş olsaydı, eğer babası okuması için sonuna kadar destek verse, ailesi ve çevresi yeteneklerini geliştirmesi için ona kol kanat gerseydi... Gencecik yaşta evlendirilmeseydi... Okuyabilseydi... Kendini geliştirebilseydi... Kendi parasını kazanabilseydi... Kimseye muhtaç olmayabilseydi... Ve onu hor gören, insan yerine koymayan, aklına estiği gibi şiddet uygulayan bir adamla değil, ona değer veren biriyle evlenseydi, bugün nerede olurdu Gülistan? Bir gül dalı gibi hayat dolu gülümser miydi?

    Kaç kadın ölüyor bu ülkede?

    Koca dayağı, baba dayağı, namus cinayeti, nişanlı gazabı, boşanmış eşin intikamı derken, kaç kadın, en yakınlarındaki erkeklerin elinde can veriyor, yaralanıyor, kırılıyor dal gibi? Ve daha kaç kadın korkuyla, endişeyle, cehennem hayatı yaşıyor? Gidecek bir yeri, sığınacak kapısı olmayan kaç kadın var? Kadın Sığınma Merkezleri ilk defa kurulduğunda, bu konuya alaycı bir tebessümle tepeden bakan bürokratlar oldu. “Canım ne gerek var?” diyenler oldu. Hatta ve hatta, “Evli kadının yeri kocasının yanıdır” diyerek, şiddet gören kadınları geri yollamaya kalkanlar oldu. Bu tuhaf zihniyet yüzünden bazı kadın sığınma merkezleri kapatıldı. Bugün o kadar az sığınak var ki. Eğer bir kadın, kocasından dayak yiyorsa ve baba ocağından yeterince destek görmüyorsa, ortada kalmış demektir.

    Kadınlarını inciten bir ülke mi olduk biz?

    Gencecik bir kadın öldü, karnında bebeğiyle. Bir değil, iki cinayet işlendi. İki can silindi yeryüzünden.

    Karnı burnundaydı. Koyun otlatmaya gidemedi. Koyun otlatma kısmı bahane. O olmasa başka bir şey olurdu bu sefer. Şiddete başvuran kocalar için her şey bir bahane aslında. “Çorbanın tuzu mu eksik”, al sana dayak için bir sebep. “Komşuya oturmaya mı gittin”, dayak için bir sebep. “Çocuk mu ağladı”, dayak için bir sebep. Dolayısıyla, gazetelerimizin “Koyun otlatmaya gitmediği için canından oldu” şeklinde ibareler kullanmasında doğru olmayan bir şey var. Bir kadın öldürüldü. Koyun otlatmaya gitmediği için değil. Herhangi bir hata yaptığı için değil.

    Ne zaman bırakacağız “kurbanlar”a odaklanmayı? Onların fotoğraflarını basmayı?

    Ne zaman bakacağız faillere?

    Kaç kadın soluyor her gün azar azar? Ne istatistikler var elimizde, ne yeterince bulgu. Tahmini konuşuyor, tahmini yazıyoruz. Çünkü ne yazık ki hâlâ dayak “cennetten çıkma”. Çünkü ne yazık ki aile içi şiddet bir çiftin “iç meselesi” sayılıyor. Çünkü ne yazık ki bir kocanın, karısına zulmetme hakkı olduğu zannediliyor. Çünkü ne yazık ki bizler de masum değiliz. Yeterince umursamıyoruz. Değiştirmek için bir şey yapmıyoruz. Bu duruma seyirci kalıyoruz.

    Politikacı eşlerinin siyasetten uzak durma gayretlerini anlıyorum. Ama böyle bir mesele için adım atmazlar mı? Kadın siyasetçilerimizin Ankara’nın temposunda koşturmalarını anlıyorum. Ama bu konuya zaman ayırmazlar mı? Medyadaki kadın kalemler, akademideki kadın hocalar, edebiyat dünyasındaki kadın yazarlar, televizyon ve sinemadaki kadın oyuncular, biz bir araya gelmez miyiz hiçbir zaman?

    Kaç belediye var bu konuya duyarlı?

    Kaç siyasetçi var başka Gülistan’lar olmasın diye gerekli adımları atmaya hazır?

    Hukukçular, akademisyenler, siyasetçiler, gazeteciler, sanatçılar... İşin tuhaf yanı, muhtemelen aramızda, dayak atılan evlerde büyüyenler var. Muhtemelen bazılarımız, babalarının annelerini dövdüğüne tanıklık ederek büyüdü. Peki onlar da mı bugün bu konuyu es geçmekte? Onlar da mı unuttu kendi çocuk yüreklerindeki yangını?

    Onlar da mı bir şey yapmayacaklar Gülistan mezarında rahat uyusun diye?

    Elif Şafak

    Kaynak


  2. ‘Dışarı’ korkusu

    ÇOCUKLUĞUMUN bir kısmı İspanya’da geçti. 1970’lerin Ankara’sından sonra Madrid alabildiğine farklıydı, renkliydi. Zil, şal ve gül, şendi. Sokaklarda ne kadar çok kadının yürüdüğünü gördükçe şaşırdığımı hatırlıyorum. İspanyol kadınları ürkek değildi. Bedenlerini ve kıyafetlerini bir yük gibi taşımıyorlardı. Kamusal alan sadece erkeklere ait değildi, herkesindi.

    Madrid’dekinden tamamen farklı bir kamusal alan düzenlemesini seneler sonra Amman ve Şam gezisinde gördüm. Amman sokakları daha farklı bir yazı konusu ama Şam sokakları ağırlıklı olarak erkeklere aitti. Etraftaki yayalar, görevliler, sürücüler, seyyar satıcılar, ekseriya erkekti. Orada yabancı olmak, kadın olmak, farklı olmak nında dikkat çekiyor, bireyi boğan bir hal alıyordu.

    Bir an için iki hayali şehir düşünün. Birinin sokaklarında, meydanlarında sadece erkekler olsun. Diğerinin kamusal alanında kadınlar ve erkekler beraber ve özgürce dolaşsın. İki şehrin bireyler üzerindeki etkisi aynı değil. Ritmi, enerjisi, havası aynı değil. Kamusal alanların sadece erkeklere açık olduğu yerlerde hayat daha yekparedir. Farklılıklara daha kapalı, daha tahammülsüzdür. Dolayısıyla daha baskıcıdır.

    On bir yaşında gittiğim İspanya’da seneler boyu kadınların kamusal alandaki etkinliğini görmek bende derin izler bıraktı. En az bunun kadar bana hayret veren bir başka şey daha vardı: Engellilerin gündelik hayata yoğun katılımı. Madrid’de sokaklarda, mağazalarda, sinemalarda, lokantalarda ve işyerlerinde ne kadar çok engelli insanın olduğunu gördüm. Sadece iziksel engelliler değil, aynı zamanda zihinsel engelliler de dışarıda, hayatın içindeydi. “Görünmez” değillerdi. Kimse “utanmıyor”, “saklamıyor”, “yok saymıyordu”.

    Belki farkında değiliz ama bu kadar çok zihinsel ve fiziksel engelli insanı hayatın her aşamasında, şehrin her noktasında görmeye alışkın değil bizim gözlerimiz. Bu bizim kendi ayıbımız. Kendi kusurumuz. ngelli insanların hayata dört dörtlük katılmalarının önünde doğuştan ya da sonradan bir “mâni” varsa şayet, bizim önümüzde de daha büyük bir “zihinsel mâni” var aşmamız gereken.

    Türkiye’de binlerce zihinsel ve fiziksel engelli yaşıyor, kimi çocuk kimi yetişkin, tıpkı başka ülkelerde olduğu gibi. Tek farkla: Bizde “farklı” görünen insanlar o kadar kolay dışarı çıkmıyor, çıkamıyor. Fiziksel olarak farklı görünen insanlar “dışarı korkusu” yaşıyor. Onları gözlerimizle, sözlerimizle dışlıyoruz. Biz engelli insanlarımızı eve kapatıyoruz. Bu kültürel ve toplumsal duvarı delebilenler ise çoğu zaman dışarıda pes ediyor. Çünkü şehir hayatı onları düşünerek planlanmamış.

    Hayrünnisa Gül’ün himayesinde başlatılan “Eğitim Her Engeli Aşar” kampanyasını bu açıdan çarpıcı, önemli buluyorum. Özel sınıfların kurulması, yeni okulların açılması ve en önemlisi, daha fazla engelli çocuğun kendilerini geliştirebilmeleri için bu kıymetli bir adım. Basına yansıyan konuşmasında Hayrünnisa Hanım, “Çocuklarınıza güvenin” diye seslendi anne babalara. “Hayata dört elle sarılmaları için onları teşvik edin.” Ve onları dört duvar arasında tutarak iyilik etmediğimizin altını çizdi. Bu sözlerin, engelli çocuklarını dışarıya çıkarmaya alışkın olmayan bir toplumda etkisi büyük.

    Ne kadar çok sayıda birbirinden farklı insan, eşit ve özgür şartlar altında, ezilmeden ve horlanmadan, aynı sokakları, aynı mekânları kullanmayı başarırsa, demokrasi kültürümüz de o kadar pekişir. Demokrasi masa başında ya da kürsüde değil, hayatın içinde test edilir. Bir insanın ne kadar hoşgörülü olduğu lafla değil, ündelik hayatın içinde belli olur. Daha renkli, daha çoğulcu, daha eşitlikçi ve daha oşgörülü bir kamusal alandır ihtiyacımız olan. Hepimizin.

    Elif Şafak

    Kaynak


  3. KİMSEYE YARIN SÖZÜ VERİLEMEZ....

    Diyordu filminde Clint Eastwood.....

    Kimseye yarın sözü verilmez; hatta kendimize bile ; kendimize bile yarın için ne bir vaat ne bir söz verebiliriz…..

    Sean Connery ‘nin başka bir filmde dediği gibi ‘Sadece güneşin yarını olabilir’……

    Peki o zaman nasıl yaşamalı ki; her dem anı düşünerek mi; yarın için hiç emek vermeyerek mi?

    Dengesi nedir ki bunun?

    Hep yarını düşünüp; bugünü geçiştirerek mi? Yoksa yarını hiç düşünmeyip sadece anı mı geçirsek ? Ama o zaman yarın gelince ne yaparız ki ; hiç tedbirsiz beklentisiz; yarının da bu an olacağını hesaba katmadan?

    Bazen oluyor, böyle cevabını bilmediğim sorular soruyorum.

    Bu soruyu sorduran belki de bir daha görememekten korktuğum insanlardır; belki de daha en az bir ay kullanacağımı düşündüğüm kırmızı parfüm şişeme elimi attığımda bittiğini görüp şaşırmamdır. Ve bitmediğini altının sessizce kırılıp; süzülüp gittiğini anlamam; tıpkı bir daha görememekten korktuğum insanlar misali…….Parfüm bu alınır değil mi;alınır alınır ama öylesine süzülüp giden hediye parfümün yerini tutar mı dersiniz? İşte şu an yaşanan günler de öyle ;bir tanesi diğerinin yerini tutamaz; yenisi gelir, gelir belki ama aynısı olamaz…….

    O zaman belki de elimizdeki parfümün biteceğini bilmeli hatta aniden kırılıp da dökülüvereceğini; her sürüşte keyfini bilmeli ve bittiğinde ya da kırıldığında sessizce ; kıymetli ise şişesini saklamalı ben gibi; yenisi yeni günlerde gelse bile eski anıları yüreğimizde taşımalı……Ve asla gelmesi ümit edilen günler için bugünü silmemeli güzellikleri ertelememeli….

    Kimseye yarın sözü verilemez ; verilemez ama gelebilecek yarın için de aklımızı; kendimizi güçle bilemeli; bazen gözyaşlarımızı yastığa dökmeli ve istiyorsak da göstermeli…..

    Ama bazen çaresizsek eğer ; ve yarının bittiğini düşünüyorsak; saten örtümüzü başımıza; kırmızı cam şişede kalan son demleri burnumuza çekercesine; ve turkuazın yere düşmüşünü

    özenle kalbimizin köşesine asar gibi ışığa gizlercesine….. içimizi korumalıyız ve anıları gözyaşlarımız eşliğinde yaşamalıyız; güneşin doğuşu bir vardır tek yarın; bir tek buna güvenebiliriz…..

    Ve yarına yarına yine de güvenmeliyiz ki güneş acılarımız silsin; yarını yeni ümitlerle getirsin….Yarın vardır bilmeliyiz ; biz olmasak da yarın vardır….hazırlıklı olunuz.....GÜNEŞE.....

    Yonca Ayas

    Kaynak Kişisel Başarı


  4. ZOR BİR YOL

    Ben bir anneyim; ve hayatımın en zor sınavına hazırlanıyorum.

    Daha da doğrusu oğlum LGS , OKS sınavına hazırlanıyor.Nasıl zor bir yolmuş bu …

    Doğrusunu soracak olursanız belki de bu kadar tedirgin olmamam lazım çünkü oğlum bugüne kadar yüzde doksanlara yakın bir oranda başarılı oldu. Oldu ama kanı kıpır kıpır ve kapasitesine göre düşük derece aldığı sınavlar da oldu ve çok üzüldü. Şimdi diyorum olur ya tüm bu deneme sınavlarından sonra esas sınav başarısızlığına denk gelirse; sıkılmış yorulmuş bunalmış olursa; ya da yaşının getirdiği dalgacılığına denk gelirse….

    Çok mu önemli? Aslında benim için değil bunu kendisine de söyledim ama şimdiden kurmuş olduğu idealleri ve gelecekle ilgili planları var ve istediği okula girebilirse onlara doğru büyük bir adım atmış olacak.

    Nasıl zor bir yolmuş bu: Bir yandan bu eğitim sisteminin çarpıklığı sizi deli ediyor; bir yandan bu sisteme rağmen başarılı çocuğunuzun hak ettiğini almasını istiyorsunuz. Ve yaşları kesinlikle bizim sınavın kuşağa girdiği yaşlara göre daha zor. Bizim kuşak ilk beş yıldan sonra girerdi ki bu hala denetimde olduğumuz yıllardı hala kanımız deli akmaya başlamamıştı. Bu çocuklar 13-14 yaşında giriyorlar bu sınava ve büyük bir kısmı çağın gereği zaten ergenlik sorunları ve gerilimi ile uğraşmaya başlamış durumda. Hareketli, kendilerini zor zapt ettikleri bir dönem. En aklı başında olanların en sorumluluğunu bilenlerin bile bir noktadan sonra sabrı taşabiliyor. Bir yandan az çok sorumluluk duygusu gelişmiş ve sınavın öneminin farkındalar ama bir yanları çocuk bir yanları ise büyüme savaşı veriyor.

    Bize gelince : Bir yanımızla başarılı olsunlar istiyoruz; bir yanımız ile onlar için üzülüyoruz derken panikleyiveriyoruz. Ben mesela bu yıla kadar Oğlum Emir’in derslerine yardım etmeye çalıştım hatırladığımı anlattım; hatırlamadığımı okudum ders kitaplarına bakıp öğrenip anlatmaya çalıştım.Çok da başarısız oldum sayılmaz. Ama biraz önce çıkmış sorulara bakınca şöyle bir sarsıldım doğrusu. Gerçi şimdilik toparlanmış durumdayım…Bu yazı da o duygular ile yazılıyor.

    Peki ama ebeveyn olarak bize düşen nedir? Sınava girme diyemeyiz; önemli değil desek bile çocuk çok farklı yerlerden farklı yorumlar alıyor , masaya oturmak zor kalkmak bir başka zor onlar için.

    Peki ama biz ne yapmalıyız?

    Öncelikle çocuğumuza her zaman sevileceğine dair garantisini hareketlerimiz ile vermeliyiz.

    Ondan sonra dönüp onu karşımıza alıp sınav hakkında; kazanırsa hayatında olabilecek olumlu değişiklikler hakkında bilgi vermeliyiz. Ama tabiî ki başına gökten yıldızlar yağmayacağını bilmeli. Ve isteyip istemediğini sormalıyız. Tüm bunları yaparken de tabi ki çocuğumuzun kapasitesini; yapıp yapamayacaklarını ve hayattan beklentilerini de göz önüne almalıyız. Tüm bunların sonucunda denemeye gerçekten niyetli olduğunu anlarsak yardım etmeliyiz. Bu yardım bazen yemeğini odasına götürmektir; bazen çok çalıştığını hissettiğinizde küçük bir mola verdirmektir; bazen yapabilirseniz takıldığı bir konuyu anlatmak ya da bir soruyu çözmektir. Unutulmamalı ki henüz daha kendilerini disipline edecek olgunlukta değil bir çoğu; biraz desteğe azıcık sırtından itilmeye ihtiyaç duyabilirler ama çok da incitmeden. Gerçekten kazanmak istiyorsa hayatının biraz kısıtlanacağını; programlı olmanın çok önemli olduğunu hatırlatmalıyız. Belki de onun için bir ders çalışma ve dinlenme programı bile yapmamız gerekebilir; ya da bir bilene yaptırtmamız. Ve bu program yapılırken zayıf ve güçlü olduğu dersleri; konuları bilmeliyiz; ve tabi ki zevklerini hobilerini de göz önüne almalıyız.

    Televizyonu doğrudan yasaklamak başka bir tutum; onun sevebileceği programların saatini çıkarıp ders arasını bunlara denk getirmek başka bir tutum.

    Ve en önemlisi bu sistemi yanlış buluyorsanız onunla paylaşın ama kazanmak istiyorsa oyunu kuralına göre oynamak zorunda olduğunu da daha doğrusu bir müddet için beraberce

    Oyunu kuralına göre oynayıp sıkıntı çekmeniz gerektiğini açıkça anlatın. Ve tabiî ki yaşamınızı hani çok da kendinizi ve diğer sevdiklerinizi ihmal etmeden biraz küçük oynamalarla O na uydurun. Hani ihtiyaç his ettiğinde bir şekilde ulaşsın; yalnız kalmak istediğinde bunu bulsun derim ben… Sonuç olarak ne kadar yardım etsek de; gerek o deneme sınavlarında, gerekse o kocaman stresli sınavda yalnız başına olacak ve omuzlarına hala küçücük olan omuzlarına öncelikli yük binen kişi O…

    Ve en çok vermeniz gereken de sıcak bir gülümseme iyi bir kahvaltı ve yorulduğunda başını koyup uyuyabileceği bir omuz.

    Evet zor bir yolmuş bu yol…

    Yonca AYAS ŞAN…YAŞAM DOKTORU

    Kaynak Kişisel Başarı


  5. Kızın elindeki sepete göz atarak onun içindekiler nedir diye sorar derviş... “Sevdiğim adama elma götürüyorum, elma var sepette” diye yanıt verir kız... Bunun üzerine Derviş; “Kaç tane var diye sorar.” Kız: “O nasıl soru efendi; İNSAN SEVDİĞİNE GÖTÜRDÜĞÜNÜ HİÇ SAYAR MI?” Bunun üzerine derviş kıza belli etmeden dişlerini sıkarak sessizce koparır elindeki 99´luk tespihini... Siz hiç ortadan ikiye böldünüz mü insanları sorguladığınız kaleminizi? Kopardınız mı hiç kırdığınız bir kalpten dolayı tespihinizi? Mesafeleri kaldırdınız mı öfkenizden dolayı aranıza koyduğunuz? Bir hikâyecik okudum ve bu yazıyı kaleme aldım. Öylesine yazdım söylediklerime katılabilirsinizde katılmayabilirsinizde! Bu yazıyı okuduktan sonra umarım tekrar sevginizi gözden geçirir ve etrafımızda bize yakın olan herkesi ve her şeyi hangi nazarla sevdiğimizi tekrar düşünürsünüz. Mesele bir papatyayı, bir kuşu, bir çiğ tanesini, bir çocuğu, bir kadını, bir adamı… Yunuslayın konuşlanın yüreğine bütün evrenin, azığınız sevgi, katığınız gülümseme olsun. İki yanağınızda eksik olmazsın gamzeniz. Yüreğiniz hudutsuz ve nihayetsiz bir sevgi ifraz etsin cümle mevcudata… Ağzınızdan sevgi sözcükleri eksik olmasın, kulağınıza sevgi sözleri girsin 24 saat, Gözleriniz nedensiz mutlu olmayı şiar edinenleri görsün her an. Ömrünüz sevgiyle demlensin, deminiz sevgi olsun. İnsan sevgisini sayar mı? İnsan sevgisine hudut koyar mı? İnsan severken kayırır mı bir sevdiğini diğer sevdiğinden? Çocuklara sorarız hep? “Anneni mi çok seviyorsun yoksa babanı mı?” diye…Bu sorunun cevabı hiçbir zaman net değildir çocuk ifadesi ile. Zaten neden böyle bir soru soruduğunuzun şaşkınlığı içersindedir küçük gözler. Hep kaçamak bir cevap, hep yarım bir söz, hep donuk bir ifade, hep kaçak bir cümle dökülür dudaklarından… Ve en çok da “ikisini de çok severim” sözü… Bu en zor imtihandır o an çocuk için, soran için ise psikopatik bir zevk… İnsana hiç anne ve babasından hangisini daha çok sevdiği ile ilgili soru sorulur mu? İnsan sevgisini gösterebilecek bir ekran var mıdır? Ya da bir ölçüm cihazı? Şöyle ki: “Sayın falanca kişi, siz yaptığımız ölçümlere göre annenizi babanızdan daha çok seviyorsunuz?” gibi bir sonuç çıkarsa ne olur? Sanki kaçak bir yapı yapmışsınız, bir gecekondu dikmişsiniz gibi… Bu ölçüm aleti yanlış, bu ekran yalancı deseler… Kadınların tarafını tutuyorsa mesela, feminel bir modda ise o alet, ne olacak şimdi? Arabesk bir tavırla: “Ne yani, ikisini de aynı dekar seviyoruz suç mu?” deseniz yine yırtamazsınız. Çünkü ne olursa olsun anne baba sevgisi sınanmaz. İnsana; ‘anneni mi, babanı mı çok seversin’ diye soru sorulur mu? Sevginin belli bir kalıbı var mıdır; miktarı, boyu posu, adedi, ölçüsü? Şu kadar seviyorum desek eksik ya da tam olduğunu nasıl bileceğiz? Ve armut dibine düşer kavlince çocuklarda sorar günü gelir; “beni mi çok seviyorsunuz kardeşimi mi?” diye. Çık çıkabilirsen işin içinden. Sevginizin miktarını, adedini, ölçütünü izah edin edebilirseniz? Çocuk aklı deyip hafife almayın sakın. Buyrun cenaze namazına? “O küçüktür, onunla ilgilenmemiz bu yüzden seni de seviyoruz” gibi mıymıy laflar hikâyedir. Ya ondan çok seviyorsunuz ya da ondan az… Karar sizin. Ortada her iki durumda da tatmin olmayacak ve büyük bir ihtimalle bir yumurta gibi çabucak kırılacak küçük bir kalp var. Oysa insan evlatları arasında ayrım yapmaz, candan bir yapraktır her bir çocuk. Döküldü mü can ağacından o yaprak; her birinin verdiği kadar acı verir. Durdu mu meyveye can ağacından o çiçek, her birinin verdiği meyve kadar mutluluk verir. İlk kıskançlık devresindedir çocuk ve merak etmektedir sevgiyi… Sevgiyi yaşayanlar anlatacak onlara her birinin vazgeçilmez olduğunu… Öyle ikna edecekler, öyle kabul ettirecekler değerli olduklarını, önemli olduklarını. Nerede gözü yaşlı bir çocuk görseniz sarılın ona, nedensiz yere okşayın saçlarını hemen. Belli belirsiz bir gülücük yayılacak suratına çocuğun ve size yansıyacak ışığı o gülücüğün. “Beni seviyor musun?” diye sorar sevgililer birbirlerine… Bunu bildikleri halde yine de duymak isterler bir kez daha. Bu bir teyittir bazen, bir tapudur, bir senettir yeri geldi mi? “Peki beni ne kadar seviyorsun” derse sevgili, faka basmamak elde değildir o an. Ne cevap vereceğiz? Dünyalar kadar desek zaten dünya beş kuruş etmez. Dağlar kadar desek hangi dağı örnek vereceğiz? Dağı aşan olaylar var: gökyüzü, bulut vesaire… İlla ki bir yerden yakalanırız sorgu meleğine. “Seviyorum işte başka yorum yok” deseniz aslında daha nettir bu ifade… Ancak toplum olarak, fert olarak o kadar yorumları seviyoruz ki ağzımız açık ve sulu bir şekilde başkasının bizim hakkımızda dediği şeyler yaşadığımız ve gördüğümüzden daha etkilidir ne yazık ki! Sahi size hiç sordular mı ‘hayatta en çok kimi seversin?’ diye… Bana bir kere sordular ve yanıldılar: “En çok Tanrımı sevdim, onun ışığında var olan her şeyi…” Biraz sevgi her yarayı iyileştirir, her derde devadır, her kapıyı açar, her aşılmazı aşar. Oysa sevgi gelmez hesaba kitaba… Hesap açık ve nettir; seveceksiniz her daim, Sorgu sualsiz hem de…

    Gürhan Gürses

    Kaynak Kişisel Başarı


  6. Bir anekdotla başlayalım: Peyzaj mimarlarından Mevlüt BAYSAL gittiği lokantada bir saat beklemek zorunda kalmış. Nihayet bir garson gelip sormuş: “Ne isterdiniz?” Mevlüt BAYSAL kibarca cevap vermiş: “Bir porsiyon ilgi lütfen!” Sihirli kelime İLGİ! Hırlının hırsızın, katilin caninin, kapanın kaçanın, balicinin tinercinin, yaramazın afacanın, delinin psikopatın hepsinin ortak paydasında eksik olan şey: “İLGİ…” İlgi eksikliği onları birer canavar haline getirmiş ve toplumun huzuruna da dinamit koymuştur. Başka açıklaması yok bu işin! Öğretmen öğrencisine ilgi göstermez, anne kızına, baba oğluna… Komşu komşusuna, patron işçisine, şoför muavinine… Komutan askerine, üst astına, kral maiyetine… Korucu köylüsüne, üniformalı hemşerisine, zengin ülkesine… Herkes birilerine hava basmak peşinde ömrünü ve sahip olduğunu zayi eder gider. Asıl zayi kaybedilen bir insandır ve o insanın bir tahribatı onlarca insana mal olur. Bu şuna benzer; “BİR AĞAÇTAN BİR MİLYON KİBRİT ÇIKAR, BİR KİBRİT BİR MİLYON AĞACI YAKAR...” Maddi karşılığı yok bunun, bir anlam da ifade etmeyebilir size… Ama biraz ilgi, biraz gururun okşanması, biraz taltif, biraz baş tacı, biraz sokak ağzı ile ara gazı iyi gelir hani! Cebimizden bir şey de çıkmaz, değil mi? İlgide cimriyiz, sevgide pintiyiz, cömertlikte nekesiz, gülümsemede eli sıkıyız. Ne pis bir toplum olmuşuz da haberimiz yok! Hoşsohbette akrep var sanki dilimizde! Öyle değil mi? Oysa gürül gürül çağlamalıyız gönülden, sarmalıyız her bir insanı… Tutmalıyız ellerinden… Kapsama alanı dışında bırakmamalıyız yüreğimizin hiçbir kimseyi. Bu Romandır diye kovmamalıyız insanları, bu Doğuludur diye kırro gözüyle bakmamalıyız hiçbir kimseye… Bu Adanalıdır diye toptan Fellah edip hepsini heba etmemeliyiz. Bu falancadır öğleden sonra kafası çalışmaz dememeliyiz… Bu şudur şu budur diye insanları etiketleyip salmamalıyız ortaya… Ne olursa olsun terslediğimiz, dışladığımız kişiler yine döner yüzünü bizlere… Kendi canavarını yaratan bir toplum sonra kalkıp da neden böyle oldu dememelidir. Besliyoruz her gün öfkemizi… Nefretimizi suluyoruz her gün… Gübresini eksik etmiyoruz kibrin. Büyüdükçe büyüyor içimizdeki zehirli, dikenli bitki… Oysa sevgiyi tohum alıp, besleyip büyütsek ne olur? İnsan isterse bulunduğu mekânı cennete çevirebilir. İnsan isterse bulunduğu mekânı cehenneme… Markete giriyorsun, bir makam işareti varsa üzerinde ona göre buyur ediliyorsunuz. Yoksa kimsenin umurunda değilsiniz. Oysa her gelen ister Kıpti olsun, ister Zenci olsun, ister nadan olsun, ister arif olsun… O kapı herkese eşit açık olmalı, o ses herkese aynı hoş geldin demeli, o dudak herkese eşit gülümsemelidir. Oysa o markete giren herkes saygıyı, ilgiyi ve gülümsemeyi baştan hak ederek giriyor. Esirgemeyin lütfen bunları! Zararınız yok kârınız ortada! Bir porsiyon ilginin sizden götürüsü ne? Bir porsiyon gülümsemenin size ederi kaç? Bir porsiyon hoş geldinin nefesinize zararı ne kadar? Eğer üniformalı iseniz kıymeti harbiyeniz ona göre daha fazla olur. İltifatlar havada uçuşur ve her türlü berbat esprilerinize yüzde yüz gülünür. Garantisi vardır, deneyin hele! Normal bir memur hali ile uğrayın: “Bir memur uğramış diyeler Kırk gün sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin” ki vay baboooo! Yunusça söyledik daha ne söyleyelim? Bir porsiyon sıcak merhabanın o insanda yaratacağı etki, gün boyunca kaç insanı olumlu etkileyecektir, düşündünüz mü hiç? İnsanların karnı kadar midesi kadar ruhu da açtır. Bu açlığın ilacı güzel sözlerdir, güven verici davranışlardır, gönül okşayıcı hareketlerdir. Eğer bunlar noksan olursa ve hiçbir kimse tarafından da ortaya konmazsa işte o zaman bu açlığın şiddeti ile orantılı olarak toplumda psikopatlar, katiller, caniler, eşkıyalar yaratılır. Sonra da kalkıp “ Bu memleket neden bu hale geldi?” diye bağırırız. Cevabı gayet basit: Sevgisizlik bu canavarları yarattı, ilgisizlik ise bu canavarlığın ekmeğine yağ sürdü. Bir çocuğun saçını okşamazsanız, bir gencin fikirlerini dinlemezseniz, bir evladın kendi başına hareket etmesini sağlamazsanız, bir delikanlının fiyakasını uluorta bozup onu rencide ederseniz, düşenin elinden tutmazsanız, sövülene bir sövgüde siz yollarsanız, dövülene bir tekmede siz vurursanız, aksanıyla dalga geçerseniz, inancı ile oynarsanız, rengi ile hor görürseniz tabi ki yaşadığınız yeri cinnethaneye çevirirsiniz. Apoleti bırak göze bak, fani makamı bırak ebedi makama bak, parayı unut kalbe bak, kolayı bırak zora bak… Hepside sahiplenme, adam yerine konma, güvenme ile ilgilidir. Toplum o kadar kopmuş ki kendi değerlerinden tutabilene aşk olsun; tekeri patlamış kamyon gibi maşallah. İlgisizlik diz boyu… Sevgisizlik boğazımıza kadar sarmış bizi… En ilgisiz toplumuz desem mübalağa yapmış sayılmam. Kimse kimseye ilgi göstermiyor. Kimse kimseyi umursamıyor. Kimse kimseyi takmıyor amiyane tabirle, hoş görün lütfen. Kimse kimseyi adam yerine koymuyor. Tabağımızda öfke var, hırs var, yalakalık var, adamsendecilik var, bananecilik var, kin var, haset var, dedikodu var… Yemekteyiz Programı mübarek; ne kadar olumsuzluk varsa hepsi masada… Hasıraltı da edemezsiniz, halının altına da saklayamazsınız her şeyi… Karşımızdaki de kan ve ruhtan ibaret… Et ve kemikten müteşekkil… Ve aynı pederden gelmeyiz; Hazreti Âdem’ den! O zaman neyi esirgiyoruz birbirimizden? Neyi paylaşamıyoruz? Neyin hesabını yapamıyoruz? Sadece ilgi, biraz da gülümseme, azıcık da iltifat. Gerisi gelir çorap söküğü gibi… Deneyin bir, hemen şimdi!

    Gürhan Gürses

    Kaynak Kişisel Başarı


  7. Anneler çilekeşi ömrümüzün… Kahır çekeni, eziyet ve cefa adına yüreği ev sahibi olanı dünyamızın. Anne bir kutsal sözcük, bir aziz mana, bir umman yürek…

    Cennet annelerin ayakları altındadır ama bizler o ayakları bir gün dahi baş tacı yapıp taşıyamıyoruz bugün. Belki sadece tabuta girdiğinde kollarımızın üzerinde taşıyacağız annemizin nazik bedenini. O zaman da çok geç olacak. Çok geç olacak sarılmamız için, af dilememiz için.

    Onların 24 saat dahi hizmetkârı olsak ömrümüzün sonuna değin yine de haklarını vermiş sayılmayız.

    Onların kul kölesi olsak dahi ve her an yanlarında dursak dahi yine de haklarını tam olarak karşılamış sayılmayız. Borçlu gideceğiz hep, onlara borçlu kalacağız hep.

    Dokuz ay on gün bizlere ev sahipliği yapan bedeninde ve ondan sonra ömrünün ahirine değin yüreğinde bizlere en görkemli koltuğu veren kadın. Düştüğümüzde bacağı kanayan, ağladığımızda gözleri yaşaran, güldüğümüzde kahkaha atan, acıktığımızda acıkan kadın. Onun şiirini kimse yazamaz, onun destanını kimse anlatamaz. Onu kimse ifade edemez.

    Anne sihirli bir kelimedir, bizi bizden alır sıcak ve mesut bir iklime sürükler. İçimiz ısınır birden, duygularımız yeşerir, renk gelir tenimize… Daha bir soluklanırız, daha bir canlanırız daha bir havalanırız. Memlekete bahar gelmiş gibidir annenin yanında durmak. Onun nefesi bir okşayıştır ruhlarımızı baştanbaşa… Sözleri sihirli bir melodidir kulağımızın içinde akseden. Dokunuşu ipek bir kumaşa dokunmaktır içinizi titretircesine…

    Ömrümüzün moral kaynağı, güç deposu yüreğimizin, trafosu her şeyimizin. Karanlıkta kalır ama sizi karanlıkta komaz. Aç kalır ama aç komaz sizi, susuz kalır ama susuz komaz sizi… Üşür ama üşütmez, ölür ama öldürtmez sizi…

    Öylesine fedakâr, öylesine cefakâr, öylesine hürmetkârdır evladına. Başınız ağrıdığında aspirin olur size, öksürdüğünüzde şurup olur, sinirlendiğinizde sakinleştirici olur; Annesilin diye bir ilaçtır O! Her derdinize devadır; yaranıza merhem, ateşinize ıslak mendil, soğuk algınlığınıza sıcak bir çorba.

    Yırtık elbisenize yama, kabuk bağlamış yaranıza ipek bir el, kirli saçınıza yumuşacık bir şampuan, perişan duygunuza sokulacak bir liman… Daha nen olsun bu hayatta anne? Azrail geldiğinde dahi ömrünü sizin uğrunuza verecek kadar fedakâr. Bundan ötesi var mıdır? Sevgiliniz mi ömrünü verecek size? Arkadaşınız mı? Başkaları mı?

    Bir anne hikâyesi, anne yüreğidir her ne de olsa!

    Gecenin ilerleyen bir saatinde bir anne telefon açar yavrusuna… Gecenin üçünde. Ve yavrusu hırsla telefonu kaldırır, gecenin üçünde telefon mu olur diye!

    Bakar annesidir; “Hayırdır anne!”

    “Yok, oğlum yok bir şey, sesini duyayım diye aradım.” der.

    “Bu saatte ses mi duyulur, telefon mu olur anne?” der oğlu ve ağzına geleni sayıp döker annesine.

    Bir anne düşünün ki yavrusu tarafından azarlansın.

    “Bu saatte arayarak rahatsız mı ettim evladım?

    Yavrum rahatsız mı oldun?” der kadın usulca...

    “Evet” der çocuk “rahatsız oldum.”

    Anne sesini içten gelen bir duygu ritmiyle şöyle tamama erdirir: “Oğlum sende bundan 25 sene evvel bu saatlerde beni rahatsız etmiştin. Doğum günün kutlu olsun.”

    Bu yazı bir anne hikâyesi yazısıdır.

    Lütfen yanınızdaysa sarılın hemen uzağınızda ise koşun yanına… Mesafeler ne olursa olsun aranızda… Bir dakikalığına da olsa yok sayın yaşadığınız dünyayı.

    Varsayın ki anneniz tek dünyanızdır yaşadığınız.

    Tek ormanınız, tek okyanusunuz, tek gökyüzünüz.

    Yok sayın hastalığınızı, hüznünüzü, yalnızlığınızı…

    Koşun annenize hemen; nerede olursa olsun.

    Uzakta, çok uzakta, hatta atta da dahi olsa…

    Gürhan Gürses

    Kaynak Kişisel Başarı

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    Doğru Yolu'u Sevenler Annelerini Asla Azıcık Bile Üzmesinler Ve Şuan Annelerinize Benim Yerimede Sımsıkı Sarılıp O Eşsiz Anne Kokusunu Yüreklerinize Çekin Ve Onunla Olduğunuz İçin Çok Ama Çok Şükür Edin....

    Ümmeti Muhammedin Vefat Eden Annelerine de Allah Rızası İçin Fatiha Okuyun....( Doğru Yol )

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


  8. Herkes kendi hikayesini yaşar tüm şehirlerde…

    Aslında bu kalabalıkta birazda kendi yalnızlığında kürek çeker o büyük sırra doğru…

    Ve bu hayat yolculuğunun bilmem kaçıncı durağında şöyle bir durup düşününce hep olmayı istediğimiz şu “iyi insan olmak” kavramına takıldım…

    İyi insan olmak?

    Doğru, dürüst, samimi, içten ve güler yüzlü olmak… Mutlu ve umutlu olmak…

    Huzurlu ve sağlıklı olmak… Karşılık beklemeden, sonuç istemeden, zarar vermeden yaşamaya çalışmak…Neşeli, coşkulu, sadece kendi iyiliğini değil herkesin iyiliğini düşünerek çabalamak…

    Kimseyi ırk, dil, din, milliyet ayrımı yapmadan sadece toplumsal sıfatlarına değil insanlığına değer vermeye çalışmak… Yani onun toplumdaki sonradan edindiği o pek alingirli(!) sıfatlarına değil insanlığına saygı duymak.

    Ve iyi insan olmak için bütün bunların yanında aynı zamanda…

    Meraklı olmak…

    Çalışkan olmak..

    Sabırlı olmak gerek…

    Dayanıklı olmak gerek…

    Bu arada kabul ediyorum hayat yolculuğunda anlamlı bir yaşam için sadece iyi insan olmak yetmez.. İşinizde de iyi olmak gerek… Yani iyi esnaf, iyi işçi, iyi öğretmen, iyi memur… Sonra iyi baba, iyi anne, iyi eş olmak ta gerek…

    Sonra iyi bakmak, görmek, bilmek ve iyi sevmek…

    Ne çok şey varmış iyi olmamız gereken…

    Peki iyi olmak yetiyor mu?

    Valla ister kabul edin ister etmeyin bence yetmez, iyi kalmak da gerek.

    Yani sadece bir zamanda olmak yetmez, her zaman iyi olmak ve her zaman doğru, dürüst ve samimi olmak vs...gerek. Eğer bugün de iyi değilseniz, geçmişteki iyilikleriniz bir işe yaramaz ve kaybetmeye başlarsınız.

    İyi kalabilmenizi sağlayacak en önemli unsurlardan birisi ise kabul görmektir.

    Çevrenizde kabul görüyorsanız yani bu iyilikleriniz görülüyor, anlaşılıyor, takdir ediliyor ve destekleniyorsa o zaman sizde kendi iyiliğinizden keyif almaya başlar yeni iyilikler edinirsiniz ve iyi kalmak için de çabalarsınız.

    Ve ben bu çabalamada hepimize başarılar dilerim…

    Sarp KAYA

    Kaynak Kişisel Başarı


  9. Aslında çok saçma bir soru ama bazen bir şeylere dikkat çekebilmek için çok işe yarıyor.

    Neden sever insan?

    Her şeyde, her yerde aradığı nedir?

    Birisini, bir şeyi ya da bir yeri, bir olayı, bir an’ı, bir zamanı, bir duyguyu, bir davranışı, bir rengi ve hatta bir şekli neden sever?

    Bence, insan sevdiği her neyse kendinin bir yönüyle özdeşleştirdiği için sever.. Bazen hareketliliği bazen sessizliği sevmeleri, ya kendinin bir eksiğini gidermek ya da var olan bir yönünü daha da hissetmek içindir.

    Ve insanlar sevgiyi hissettikleri oranda yaşama daha sıkı sarılır.

    Sevgi öyle bir duygudur ki bunu her an, her yerde ve her şeyde görmeyi umarsınız ve hatta neredeyse tüm duyguların içine katarsınız. Samimiyetin içine sevgiyi katmadığınızı bir düşünün? Çok anlamsız bir samimiyet olurdu değil mi? Hatta olur muydu?

    Ve tüm şiirlerin en temel duygusudur, tüm dizelerde onu arar gözler. Öyle ki öfke, hayal kırıklığı ya da şaşkınlık içeren şiirlerde bile aslında sevgidir aranan. Zira sevginin yokluğunun yarattığı yoksunluk duygusudur şairlere yazdıran. Ve sazların nağmelerinde, notaların arasına gizlenir ve sazendeler notalarda bu duyguyu seslendirir…

    Sevdiğinizi söylediğiniz şeylere aslında kendinizce anlamlar yüklersiniz ve size bir şeyler kattığına inandığınız için de seversiniz.

    Bazen sevgilinin gözlerinde bazen sözlerinde gibi görünse de aslında sevgi kendi içimizdedir. Ve o insana yaşamı hatırlatır ve siz yaşadığınızı hissedersiniz, zira bir anlam kazanmıştır hikayeniz.

    Sevgiyi sevdiğiniz zaman hissedersiniz ama o güzel duyguyu şartlara bağlama yanlışlığına da düşerseniz işte o zaman yandınız.

    Sevgili Volkan Konak’ın bir türküsünde “Sen elmayı seviyorsun diye elmanın seni sevmesi şart mı?” sözünü bayılıyorum. Sevginin şartlara bağlanması ve karşılık aranmasına bir cevap gibi olan bu sözler aklıma şu soruyu getirdi.

    Siz hissettiğiniz bir duygudan karşılıklı değil diye vazgeçer miydiniz?

    Madem herkes kendi duygularını hissediyor o zaman neden yaşam coşkumuzu, enerjimizi, doğruluğumuzu, dürüstlüğümüzü, iyiliğimizi, sevgimizi, saygımızı, dostluğumuzu ve arkadaşlığımızı şartlara bağlıyoruz? Bana gülmüyorsa bende gülmem diyerek gülümsemekten kendimizi neden mahrum bırakıyoruz?

    İyilik yapmak keyifli bir duygu ve biz o keyfi neden bir başkasına duyduğumuz öfkeye kurban ediyoruz?

    Madem her insan kendi duygularını hissediyor o zaman vazgeçmeyin iyilikten, vazgeçmeyin sevgiden…

    En güzel duygularınızı kurtarın şu “……se, … sa” gibi şartların esaretinden…

    Ve böylece beklentilerin kölesi olmak yerine bence duygularınızın efendisi olun…

    Sevgiyle kalın…

    Sarp KAYA

    Kaynak Kişisel Başarı


  10. Özürlülere Kapıları Kapattırmayın Sayın Bakan

    Fikret Gökçe

    O yıllarda hiçbir kapı kapalı değildi Özürlüler İdaresi’nde… Burası kamunun diğer kurumlarına benzemeyecek derdik. Özürlü olsun olmasın her vatandaş derdine çare bulmak amacıyla geldiği İdarede başkan dahil her makama girebiliyor, sorununu anlatabiliyor, çözüm arayabiliyordu.

    Zaten 1995 yılında Faruk ÖZTİMUR’un başkanlığında başlattığımız Özürlüler İdaresinin kuruluş çalışmalarında temel aldığımız ilk kural buydu. Kimileri bakanlık olsun istiyorlardı özürlülerle ilgili…Bu konuda otuzu aşkın toplantı yaptık, STK’lar, bürokratlar, akademisyenler ve siyasilerle. TRT o yıllar daha ilgiliydi özürlülerin sorunlarıyla. Bugün TBMM Basın Halkla İlişkiler Daire Başkanı olan Feridun KEŞİR’in yönetmenliğinde, Faruk Bey’in sunuculuğunu yaptığı HERŞEYE RAĞMEN adlı program, 300’ü aşan haftalık bölümüyle kamuoyu oluşturmaya, toplumsal bilinci geliştirmeye çalışıyor, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu da bağlı federasyonlarıyla asırlardır göz ardı edilmiş bu insanların devlet katında etkili olmasının yollarını arıyordu.

    Sosyal yardımlarla değil, yurttaşlık haklarımızla toplumda yer almak, üretimde ve yönetimde Birleşmiş Milletler Standart Kurallarının öngördüğü gibi, söz ve karar sahibi olmak istiyorduk.

    1995 yılı Aralık ayında yapılan Genel Seçimlerden üç ay sonra işbaşına gelen 53 ncü Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı Mesut YILMAZ’ın konutunda dile getirdiğimiz isteklerden biri de özürlüleri temsil edecek bir kişinin Başbakanlıkta önemli bir göreve atanmasıydı. Kısa süre sonra bu isteğimiz doğrultusunda Faruk ÖZTİMUR Başbakanlık Müşavirliğine atandı. Özürlülerle ilgili bu makam doğrudan Başbakana bağlıydı.

    Bu gelişmeyle Özürlüler İdaresi konusundaki çalışmalar daha da hızlandı. Artık toplantılarımız Başbakanlığın 2 no.lu toplantı salonunda yapılıyor, federasyon temsilcileri ve bizzat özürlüler, bürokratlar ve akademisyenlerle yasal düzenlemeleri hazırlıyorlardı. Nihayet bu toplantılar sonucunda hazırlanan 571, 572 ve 573 sayılı KHK’ler, TBMM’nin verdiği altı aylık yetkiyle, Necmettin ERBAKAN’ın Başbakan olduğu 54’ncü hükümet döneminde yürürlüğe girdi.

    571 sayılı KHK, Başbakanlık Özürlüler İdaresi’nin kuruluşunu, yetki ve görevlerini içeriyordu. Kararnameyi hazırlarken “ Başbakanlık” sözcüğünü özenle seçmiş, bunun kurumu siyasi etkilerden koruyacak bir kalkan olacağını ve kuruma etkinlik kazandıracağını düşünmüştük.

    30 Mayıs 1997’de kurulan İdare ile kuruluşunu sağlayan Türkiye Sakatlar Konfederasyonu arasında Eylül ayında imzalanan “İşbirliği ve Eşgüdüm Protokolu”, özürlüler konusunda daha etkin ve verimli olmayı amaçlıyordu.

    Zaman içinde İdare ile Konfederasyonun birlikteliği etkilerini göstermeye başlamış, umut veren gelişmeler yaşanır olmuştu. Devlet Bakanı Hasan GEMİCİ zamanında bu uyum daha da gelişti. Devletin kapıları özürlülere ardına kadar açıktı. KAPILAR HİÇ KAPANMIYORDU. Meclis’te, Başbakanlık, bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşlarında özürlüler haklarını bizzat kendileri arıyorlar, sorunlarına çözüm istiyorlardı. İdare sınırlı olanaklara karşın heyecanlı, genç ve güler yüzlü çalışanlarıyla etkin ve verimli çalışmalar yapıyor, beğeni ve saygınlık kazanıyordu.

    KAPILAR HİÇ KAPANMIYORDU.

    1999 Nisan’ında Genel Seçimler yapıldı ve Rahmetli Ecevit’in liderliğinde üçlü koalisyon hükümeti kuruldu. Özürlüler İdaresi ilgili diğer kuruluşlarla birlikte MHP Yozgat Milletvekili Prof.Dr. Şuayip ÜŞENMEZ’in Devlet Bakanlığına bağlandı ve operasyon başladı. Koalisyon ortağı olarak sorumluluk paylaştıkları hükümetin başka bir devlet bakanlığına getirilen Hasan GEMİCİ dönemi sorgulanmaya başladı. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünden görevlendirilen bir müfettiş, personel sicil dosyalarını didik didik inceliyor, kadrolaşma için zemin hazırlıyordu. Bu arada Bakan, Gazi Üniversitesi’nden bir profesör arkadaşını kendisine danışman, İdareye koordinatör olarak görevlendirdi. 140 dolayındaki personeli artı, eksi, sağcı, solcu, sendikalı, sendikasız diye etiketlendiren ve buna ait belgenin bir örneği eline geçen bu danışman, İdare’de bir odaya yerleşti. Aynı günlerde Başkanlığa eski bir polis hocası, boş bulunan başkan yardımcılığına MHP Yozgat Milletvekili adayı olmuş bir bayan getirildi. KAPILAR KAPANMAYA BAŞLADI. Kapıları kapalı bu odalara özürlülerden çok siyasi kimlikli kişiler girmeye başladı. Kilit noktalar, belirli kadrolar ele geçirilmeliydi. Çünkü, özürlüler büyük bir kitleydi ve adeta “oy ambarıydı”. Bakan gazetelerde “bir baston bile veremiyorum” diye feryad ederken, bin bir zorlukla hazırlanan İdarenin internet sitesinde bakanın özgeçmişi iki sayfada yer alıyor ama danışmanı tam 18 sayfada kendi reklamını yapıyordu. Bu arada rantiyesi yüksek iki de uyduruk proje getirmez mi? Devletten alacağı parayla 3-5 kişiyle Türkiye’nin Özürlü Haritasını çıkaracağını, özürlülerin sayısını belirleyeceğini içeren projesiyle, tekerlekli sandalye üreteceğini içeren diğer projesi İdarece reddedildi. Bir gün müfettiş odama gelerek “ kapınızı kapatabilir miyim, sizinle özel görüşeceğim” diyerek içeri girdi. “Buyurun kapatın” dedim. O KAPI İLK VE SON KEZ O GÜN KAPANDI. Müfettişin hazırladığı raporlar doğrultusunda sudan sebeplerle cezalandırmalar başladı. Etiketlenen personele çeşitli disiplin cezaları, görevden almalar, hatta memuriyete son vermeler uygulandı.

    İLAHİ ADALET

    Sonra ne mi oldu? Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcılığına ve bu kurum bünyesindeki vakfın başkanlığına getirilen müfettiş vakfın kaybolan paralarıyla ilgili yargılanmaya başladı. Danışman Profesör, Maltepe’de SHÇEK’e ait bir yurtta kalan 13-14 yaşlarında iki kız çocuğuna tacizden ağır cezada yargılandı. Bakanın özel kalem müdürü ise, işe yerleştireceğim vaadiyle özürlülerden rüşvet aldığı TV haber kanallarında ortaya çıkınca hapse atıldı.

    Derken 2002 yılına gelindi. Bu kez AKP iktidar oldu. Önceki hükümet döneminin benzeri olaylar yaşanmaya başladı. Yargı kararıyla görevlerine dönenlerin bir kısmı tekrar görevden alındı.

    AKP diyorum diye Sayın Başbakan kızmasın, 3 Aralık 2003’te TBMM’de toplanan ilk Engelliler Parlamentosu Başkanlığını yaptığım sırada parti genel merkezinden işaret dili çevirmeni olarak görevlendirilen genç bir bayan, “AKP demeyiniz” diye beni uyarınca, “ne diyeceğim” demiş, O’da “Ak Parti diyeceksiniz” diye eklemişti. İyi ki Sayın Başbakan duymamış ben “Adalet ve Kalkınma Partisi” diyerek konuşmamı sürdürmüştüm. Yoksa fırçayı ta o zaman yer, ilk edepsiz! sıfatını ben alırdım.

    Bu dönem içinde de birçok değişiklikler yapıldı, yandaş atamaları gerçekleştirildi. Solcu bıyığı bırakıyorsun diye bir şube müdürüne soruşturma açıldı. Özürlüler konusunda bilgi ve birikimi olmayan bir takım kişilere yeni makam ve unvanlar verildi ve hatta kurumun amblemi bile değiştirildi. Artık örgüte el atılmalıydı. İdare kendisini doğuran konfederasyon ve federasyonların büyük bir sabırla yıllarca uğraşılarak sağladığı bütünlükten rahatsız oluyor, sivil toplumun ön planda olmasını istemiyordu. Yetkililer asıl işleri dururken örgütün genel kurullarında etkili olmaya çalıştılar, militanlık yapmaya kalkıştılar. Değiştirilen dernekler kanunu da bölünmeye zemin hazırladı. Onlar özveriyle kurulmuş, kıt olanaklarla özürlüleri bir çatı altında toplamış, etkili bir demokratik kitle örgütü olmuşlardı. Soros vakıflarından değil, özürlülerin ve toplumun belirli kesimlerinin manevi desteklerinden besleniyorlardı.

    Kuruluş yıllarında gerekli kırtasiye malzemelerini ortaklaşa cebimizden aldığımız İdare, Yüksek Kurul toplantılarını Başbakanlık yerine lüks otellerde, proje tanıtımlarını saraylarda yapmaya başlamıştı. O saray toplantılarından birinde Gökkuşağı diye adlandırılan bir proje için 15 trilyon lira toplandığı basında manşet olmuştu. Sonra Gökkuşağı gibi o paranın da havada kaybolduğu duyuldu. Şimdi ne oldu bilmiyorum, ama bu işten sorumlu tutulan dönemin başkanı görevden alındı ve yargılanmaya başladı.

    Kendinize gelin efendiler! Bugün oturduğunuz makamların, aldığınız maaşların özürlüler sayesinde olduğunu unutmayın. Sekreter duvarlarınızı yıkın, yanıtsız bıraktığınız telefonlarınızı açın, özürlülere KAPILARINIZI KAPATMAYIN. Çünkü, onlar için varsınız. Çünkü, bu insanlar bizim. Hele DEVLETİN ÇOCUKLARI dediklerimiz, bir zamanlar işkencenin, sapık eğilimlerin hedefi haline gelen özürlü çocuklarımız… Önceki dönem AKP İstanbul Milletvekili Gürsoy EROL’un, İngiltere’de olduğu sanılan Turhan ÇÖMEZ’in medyada yankı uyandıran açıklamalarını, İngiliz Kraliçesi’nin kuzeni Prenses Ferguson’un dünyayı ayağa kaldıran gizli çekimlerini unutmayın.

    Sayın Bakan, sizi tanıyan, çevrenizdeki bazı insanların hakkınızdaki olumlu düşünceleri beni mutlu etti. Aydın ve saygın bir Türk kadını olduğunuza inanıyorum. Çok önemli bir görev ve sorumluluk üstlendiniz. Bu alan başka alanlara benzemez. Yüreğinde insan sevgisi, yaşamında özveriye yer vermeyenlerin alanı değil bu alan… Geçtiğimiz günlerde Başbakanlık Özürlüler İdaresi’nin kapısından zihinsel özürlü yavrusuyla kovulan yüreği yaralı anneyi çağırın yanınıza, derdini dinleyip ortak olun. Bir Bakan olarak değil, bir anne sevgisiyle ona ve onun gibilere KAPILARI KAPATTIRMAYIN.

    Esen Kalın Sayın Okurlar

    Kaynak


  11. Engelli İstihdamında Yine Hülle !

    Fikret Gökçe

    Anımsayacaksınız, Başbakan Erdoğan 2005 yılını engelliler için istihdam yılı ilan etmişti. Engelli camiasında büyük bir sevinç yaratan bu açıklamaya göre 50 bin dolayında engelli yurttaşımız iş sahibi olacaktı. 2004 yılının son aylarında yapılan bu açıklama, 2005 yılının engelliler açısından mutlu bir yıl olacağı müjdesini veriyordu.

    Bu açıklamadan kısa bir süre sonra, Aralık ayının son haftasında, AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu toplantısında Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN özelleştirilecek kuruluşlar için engelli istihdamı zorunluluğunu ortadan kaldıran bütçe hükmüne büyük tepki gösterdi. 2005 yılını ÖZÜRLÜ İSTİHDAM YILI ilan ettiğini, bunun için kampanya yürüttüğünü anımsatan Başbakanın böyle bir ortamda Bütçe Kanunu’na konulan bir hükmün kendisini zor durumda bıraktığını söyleyerek, Devlet Bakanı Ali BABACAN’a, “ Neden bana sormadan böyle bir hüküm koyuyorsunuz ? Ben daha fazla özürlü istihdam edelim diyorum, siz özürlülerin imkanlarını daraltıyorsunuz. “ dedi. (Bu habere DÜŞÜNSEL Dergisi’nin Mart 2005 tarihli 12. Sayısında yer vermiştik)

    Sonuç malum…

    Aradan beş yıl geçti. Bu kez de engellilerden sorumlu devlet bakanı Selma Aliye KAVAF basına verdiği bilgide, özürlülerin aktif istihdamı bakımından 2010 yılının ALTIN BİR DÖNEM olacağını belirtti. 2010 yılı Merkezi Bütçe Kanunu’nda yapılan değişiklikle kamudaki engelli istihdamının, kadro sınırlamasının dışında bırakıldığını da söyleyen bakan, böylece yükümlülüklerini yerine getiremeyen kamu kurum ve kuruluşlarının 2010 yılı içerisinde özürlü kontenjanlarının tamamını kullanabileceğini sözlerine ekledi. 657 sayılı kanunun 53. maddesine göre yapılacak özürlü personel atamalarının istisna kapsamında tutulduğunu açıklayan bakan, bu düzenlemeyle kadro sayılarının %3’ü oranında özürlü çalıştırmak zorunda bulunan ancak bu yükümlülüklerini kadro sınırlaması ve diğer nedenlerle yerine getiremeyen kamu kurum ve kuruluşları, 2010 yılı içerisinde özürlü kontenjanlarının tamamını doldurabileceklerini söyledi.

    Halen kamu kurum ve kuruluşlarında 48 bin 549 özürlü kadrosunun bulunduğu, bunun ancak 10 bin 357’sinin istihdam edildiği, 38 bin 192 kadronun ise boş bulunduğu biliniyor..

    Bu açık kadroların bin 813’ü Adalet Bakanlığı’nda, 619’u İçişleri Bakanlığı’nda, 16 bin 256’sı Milli Eğitim Bakanlığı’nda, 8 bin 51’i Sağlık Bakanlığı’nda, 780’i Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nda, bin 638’i Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, 628’i Gelir İdaresi Başkanlığı’nda, 6 bin 229’u Emniyet Genel Müdürlüğü’nde, 229’u Orman Genel Müdürlüğü’nde, bin 949’u da diğer kamu kurum ve kuruluşlarında bulunuyor.

    Bilindiği gibi; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre bütün kamu kurum ve kuruluşları çalıştırdıkları personele ait kadrolarda %3 oranında engelli çalıştırmak zorundadır. Özürlülerin Devlet Memurluğuna Alınma Şartları İle Yapılacak Sınavları Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre; kamu kurum ve kuruluşlarınca, özürlü açığı bulunduğu sürece, her yılın Nisan-Mayıs, Temmuz-Ağustos, Ekim-Kasım dönemlerinden bir veya birkaçında sınav yapılmak suretiyle, özürlülere tahsis edilen boş kadroların ilgili mevzuatına göre doldurulması gerekmektedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesinin takip ve denetiminden Devlet Personel Başkanlığı sorumludur.

    Yukarıda değindiğimiz açıklamaya göre; bu yılın Nisan-Mayıs dönemi için ancak 5 bin 148 kişilik sınav açıldı. 5000’i Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan bu sınavların sadece 2’si ilköğretim mezunları içindir. Geriye kalan 5 bin 146 sınav ise, lise ve yüksek okul mezunları içindir. Oysa Türkiye Özürlüler Araştırmasına göre engelli nüfusun sadece yüzde 8.8’i lise ve yüksek okul mezunudur. Bu duruma göre engelli nüfusun % 91.2’si sınav için başvurma hakkından bile yoksun bırakılmıştır.

    Yine aynı araştırmaya göre; toplam nüfus içinde her on kişiden birinin okuma yazma bilmediği, bu oranın süreğen hastalığı olanlarda iki kişiye, ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanlarda dört kişiye çıktığı açıklanmaktadır. Bilindiği gibi; toplam nüfus içindeki oranı % 12.29 olan engellilerin, % 2.58’i ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel engelli, % 9.70’i süreğen hastalığı olanlardır.

    Ülkenin bu gerçeği ortada iken, açılmış ve açılacak olan sınavların lise ve yüksek okul eğitimlerini tamamlamış engellilere yönelik olması, sonucun yine hüsran olacağını göstermektedir.

    Anlaşılan, topluma kazandırılmaları, kimseye muhtaç olmadan bağımsız bireyler olarak yaşamlarını sürdürebilmeleri için bunca uğraş verilen, okul ve merkezlerde eğitim ve rehabilitasyon almaları sağlanan zihinsel engelliler için yine değişen bir şey yok.. Onların anneleri, “BEN ÖLÜNCE O’NA KİM BAKACAK ?” diye yine haykırmaya devam edecek.

    Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı bu sınavlara girebilmek için adaylardan sınav ücreti olarak 120 TL istemektedir. Yasaların öngördüğü istihdam hakkından yararlanabilmek ve anayasal hakkı olan onurlu bireyler olarak yaşamak isteyen, zaten büyük ekonomik sorunlarla boğuşan engellilerden istenen bu ücret ile sınava girebilmeleri için ortaya konulan eğitim koşulunun gerekçesini anlayabilmek zordur.

    Artık her beş yılda bir, “Bu yıl İstihdam Yılı, 2010 Altın Yıl” gibi söylemlerin kulağa hoş geldiğini söylemek istiyor, ancak, ancak içlerinin boş olduğunu görmek istemiyoruz.

    Kaynak


  12. TÜRKİYE’DE ÖZÜRLÜ OLMAK

    Rasim Yılmaz

    Her insan kendi yaşadığı koşulların sıkıntı ve sorunlarıyla yüzleştiği bir gerçektir. Hayatımızda öyle olaylar vardır ki, ta ki başımıza gelinceye kadar neler olup bittiğini fark edemeyiz. Çoğu kez görmezden gelip duyarsız bir şekilde geçip gideriz.

    Nitekim 24 Mart günü Zihinsel Özürlüler Federasyonunun düzenlemiş olduğu Şükran yemeğine davetli olarak katıldığımda yüzleştiğim gerçek gibi. 0rtalama yüz ağırlığında özürlü bir vatandaşımızın yedi kişi tarafından arabasıyla birlikte merdivenlerden indirilişi beni utandırdı.

    Neden derseniz burası belediyenin sosyal tesisi ve nikah salonu. Yani günübirlik binlerce insanın girip çıktığı bir yer, ama özürlü arabasının inebileceği tahsisli bölüm olmadığı için böyle çirkin bir manzara ile karşılaştım. Evet, yıllardır sözüm ona çağdaş bir anlayış tarafından yönetildiği iddia olunan bu tesiste ne ilk yapılışında ne de sonradan tadilat yapılarak böyle bir eksiğin giderilmemiş olması beni hem üzdü hem de utandırdı.

    Bu akşamı yaşadıktan, o güzelim insanları yakından tanıdıktan sonra kendime acaba bu insanların topluma adapte olma çabalarını, bunların yaşam mücadelelerini görmek için illada bir yakınımızın özürlü olması mı gerekiyor diye düşünmeden edemedim. İşte bunun içindir ki ZihinselÖzürlüler federasyonu Başkanı Sayın Hamdi Atay ve Federasyon eski başkanlarından Sayın Fikret Gökçe ile Özürlüler sorunları ve yapmak istedikleriyle ilgili konuştum.

    İşte bu konuşmaları ve çalışmaları siz okuyucularla paylaşmak istedim.

    R_Yilmazz.jpgR_Yilmazz1.jpg

    R_Yilmazz2.jpg

    1.ZİHİNSEL ÖZÜRLÜLER FEDERASYONU BAŞKANI HAMDİ ATAY İLE YAPILAM SÖYLEŞİ:

    Rasim Yılmaz

    Sayın Atay, Zihinsel Özürlüler Federasyonu ve Türkiye de Özürlü olmak la ilgili neler söylemek istersiniz.

    -Federasyonumuz 1985 yılında Ankara da kurulmuştur. Kurulduğu günden bu yana kendisine bağlı olan dernekler ile yurdumuzun bütün il ve ilçelerinde zihinsel özürlülerin sorunlarını kesintisiz olarak gidermek için çalışmalarını sürdürmektedir. Z. Özürlüler diğer engellilere göre en dezavantajlı gruptur. Çünkü diğer engel grupları kendilerini bizzat temsil yeteneğine sahipken Z. Özürlüleri onların anne – babaları, yakınları veya gönüllü destekçileri temsil etmektedir.

    İşte, Federasyonumuz, görmezden gelinmiş,göz ardı edilmiş hatta yok sayılmış bu vatandaşlarımızın sesi, soluğu ve sözcüsü olmuş önemli bir sivil toplum kuruluşudur. federasyonumuz diğer dört engelli federasyonla bir araya gelerek Türkiye Sakatlar Konfederasyonunun da kurucu üyesidir.

    Yıllardan itibaren zihinsel özürlülük alanında ki çalışmaları başlatan ve buna bağlı olarak genel engellilik alanında da çalışmaları ve hizmetleri geçen öncülerimiz, toplumda bu konuda farkındalık yaratmıştır. 1990’lı yıllarda bu çalışmalar sayesinde özürlülük devletimizin politikaları içine alınmıştır. Bundan ötürüde emeği geçen dostlarımızı şükranla anıyoruz.

    Devletimizin uluslararası sözleşmeleri imzalaması sonucunda bu çalışmalar hız kazanmıştır. (B.M. engeli hakları sözleşmesi v.b. gibi) İçerde örgütlü çalışmalar, dışarıda imzalanan sözleşmeler sonrasında K:H. K: ler çıkarılmış buna bağlı olarak Aileden ve Özürlülerden Sorumlu Devlet Bakanlığı kurulmuştur.

    Artık özürlüler dikkate alınmış, özürlülerin sorunlarının çözümlenmesi bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Bu çalışmalar sonunda özürlülere çeşitli sosyal destekler sağlanmıştır. Yıllarca birikmiş olan özürlerin sorunları kamuoyunun önüne getirilmiş ve çözümsüzlük yumağı çözülmeye başlamıştır.

    Federasyonumuzun çalışmalarının odağında olan zihinsel özürlülerin eğitim ve rehabilitasyonuna İmkan veren özel eğitim çalışmaları bu dönemde ortaya çıkmıştır. Özel Eğitim Genel Müdürlüğü zihinsel özürlülerin eğitim ve rehabilitasyonu için yeni programlar hazırlamış ve zihinsel özürlüler için özel eğitim okulları açmıştır. Özel eğitim zihinsel özürlülere bir ilaç gibi gelmiştir. Erken yaşta eğitim verme bilincini de doğurmuştur. Devletin parasal eğitim ve rehabilitasyon desteği verilmesiyle birlikte bu süreç hızlanmıştır. Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri ülkemizin en ücra köşelerinde kurulmuş ve bunun sonucunda bütün zihinsel özürlüler özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetine kavuşmuştur.

    Devletimiz 1990 yılların sonunda özürlü S.T. K. larla birlikte çalışarak özürlülük alanında birikmiş olan sorunları çözümlemiştir. İlki 29 Kasım-2 Aralık 1999 Tarihinde düzenlenen 1. Özürlüler Şura’sı yapılmış, alınan kararlar uygulama alanına taşınmıştır. Her iki yılda bir özürlüler şuralarının yapılmasına karar verilmiştir. 2000’liı yılların başında bütün özürlü örgütleri çalışmalarını hızlandırarak devletin desteğini almayı başarmıştır. Bu çalışmalar sonunda 1 Temmuz 2005 Tarihinde Özürlülerle İlgili 5378 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Bu kanun özürlü vatandaşlarımız ve aileleri açısından bir dönüm noktası olmuştur. Aynı zamanda bu Kanunla Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı da resmen kurulmuştur.

    Artık özürlülerin sosyal, sağlık, eğitim ve rehabilitasyon, hukuksal, iş ve istihdam, bakım ve ekonomik desteklerinin sağlanması için mekanizmalar geliştirilmeye başlanmıştır. Nasıl ki 1940 - 1950 yıllarında( sıtma, çiçek, kolera ve tifo,),1950-1960 yılları arasında (trahom, verem), 1980-1990 yılları arasında (çocuk felci) ülke gündeminden çalışılarak çıkarılmış ise, Zihinsel Özürlüler Federasyonunun hedefi de zihinsel özürlü vatandaşlarımızın sorunlarını çağımıza yakışır şekilde örgütsel çalışmalar yaparak ortak aklın kabul edeceği önerileri devletimize sunarak ve onların desteği ile sorunları çözmek ve ülkemizin gündeminde tutmaktır.

    Bu gün Z.Özürlülerin Eğitim ve Rehabilitasyonu bazı sorunları olmakla birlikte iyi bir duruma gelmiştir. Ancak iş ve istihdam ve bakım konusunda Z.Özürlülerimiz tam bir çaresizlik içindedirler. Ancak İşsizlik konusu Devletimizin yöneticilerinin de önem verdiği bir konu olduğundan, bu sebeple Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı delaletiyle ve Sayın Başbakanımızın ve Özürlülerden sorumlu Sayın Devlet Bakanımızın da katılımı ile Ankara’da IV. Özürlüler Şura’sı “İSTİHDAM” konusunu 16-20 Kasım tarihleri arasında ele alıp sonuçlandırmıştır.

    Sayın Başbakanımız açılış konuşmasında: Devletimizin resmi kurumlarında münhal özürlü kadrolarına özürlü işsiz yurttaşlarımızın alınacağı müjdesini vermiştir. Federasyon olarak özel kesiminde Özürlü münhal kadrolarının doldurmasını bekliyoruz. Ancak 19-23 kasım 2007 tarihleri arasında İstanbul da gerçekleştirilen III. Bakım Şura kararlarının hayata geçirilmemesi bakıma muhtaç özürlülerimizi özellikle Z.Özürlü kitlemizi üzmektedir. Bakım yasası Z.Özürlü kitlesi için hayati önem taşımaktadır. Bakım yasasının bir an önce çıkarılmasını yetkililerimizden talep etmekteyiz. Sayın Başbakanımız açış konuşmasında “Özürlüler kader mahkûmu değil, hak temelli imkanlar verilmesi gereken vatandaşlarımızdır.” sözü ile bu durumumuzu teyit etmiştir. Bizde Federasyon olarak bu konudaki çabalarımızı sürdüreceğiz.

    Zihinsel Özürlüler Federasyonu olarak kurulduğumuz günden bu güne kadar Z.Özürlülük alanında toplumsal bilinci yükseltmek ve sosyal farkındalığı artırmak için faaliyetlerimizi devam ettiriyoruz.

    Ülkemizin çeşitli yerlerinde farkındalığı artırmak için Zihinsel Özürlülük alanında panel, söyleşi, yarışmalar, tanışma yemekleri, şenlikler, kültürel ve turizm etkinliklerini sürdüreceğiz. Bu sene 18. Ayvalık Özürlüler Kültür ve Turizm etkinliklerini uluslararası katılımla yapmayı planlamaktayız.

    Şimdiden önümüzdeki günlerde yapılacak olan çalışmalara katkı verecek olan herkese teşekkür eder, tüm özürlülerimize ve ailelerine sağlık ve mutluluklar dilerim.

    Sayın Atay, son olarak çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

    -Tabi’iki öncelikli hedefimiz tamamen gönüllü kadrolarca yönetilen, devletten ve üst kuruluşundan hiçbir bütçe ve yardım alamadan federasyonumuzu ayakta tutmaya çalışmaktayız. Federasyonumuz ayakta olduğu sürece zihinsel özürlü kardeşlerimizin sorunlarını bugün olduğu gibi sürekli gündemde tutulacaktır.. Geleneksel bir hale gelen her sene düzenlediğimiz Ayvalık ve Gemlik Özürlüler Şenliklerini devam ettirmek ve zihinsel özürlülerin eğitimi, sağlığı ve istihdamı konusunda da çalışmalarımız devam edecektir. Önümüzdeki günlerde Federasyon olarak İŞKUR ile ortaklaşa yürüttüğümüz bir meslek edindirme kursu başlatıyoruz. Diğer üye derneklerimiz inde devam eden ve başlayacak olan çok sayıda meslek edindirme kursları var.

    Efendim zaman ayırıp verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

    -Biz teşekkür ederiz.

    R_Yilmazz3.jpgR_Yilmazz4.jpg

    ZİHİNSEL ÖZÜRLÜLER FEDERASYONU YÖNETİM KURUL ÜYESİ

    ŞÜKRÜ MUTLU İLE YAPILAM GÖRÜŞME

    Rasim Yılmaz

    Sayın Mutlu, bildiğim kadarıyla ailenizde özürlü olmamasına rağmen özürlülerle bağınız nasıl gelişti, neler yapıyorsunuz anlatır mısınız?

    -1998 yılı Ağustos ayında Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığında personel şube müdürü olarak göreve başladım. Daha önceleri iki farklı kurumda görev yaptım. Özel sektörde çalışmalarım oldu. O nedenle Özürlüler İdaresi Başkanlığını diğer kurumlardan farklı görmedim. Başkanlıkta dört ana hizmet birimi vardı. Bu birimler özürlüler ile ilgili çalışmalar yapıyordu. Özürlüler ile ilgili eğitim almış personelimiz vardı. Ancak ben bunlardan habersiz bir şekilde işimi yapıyordum.

    Özürlüler İdaresi Başkanlığında ikinci günümü hiç unutmuyorum. Özürlüler İdaresi Başkan Vekili olan Sayın Fikret GÖKÇE, personel dairesi başkanlğında göreve şef olarak başlamış Mehtap GÖÇER ile beni odasına çağırdı. Bir süre sohbet ettikten sonra bizlere özürlülerin yaşamında olan bazı malzemeler gösterdi. Bir çoğunu orada ilk defa görüyordum. Fikret GÖKÇE bizlere “çocuklar burası Tapu Dairesi, Nüfus Müdürlükleri gibi değil. Özürlüler İdaresinde çalışmak zordur. Eğer yüreğinde insan sevgisi yoksa burada mutlu olamazlar.” demişti. O gün odasından ayrılırken Başkanımın ne demek istediğini açıkçası anlamış değildim. Sonuçta ben buraya gelmeden iki Kurumda çalışmıştım. Hepsi bir birine benzemektedir diye düşünmekteydim.

    1999 yılında Gölcük Depremi nedeniyle Ekim 1999 tarihinde Kocaeli’ne görevledirildim. Elimize bir çizelge verildi. Çadırkentlere giderek özürlüleri bulacağız ve isteklerini bu çizelgelere yazacağız. Kocaeli Valiliği karşısına Türkiye Sakatlar Konfederasyonu “Özürlüler Koordinasyon Merkezi” kurmuş. Göreve giderken İdare bizi “Gittiğiniz yerde Türkiye Sakatlar Konfederasyonu” ile işbirliği yapılmayacak diye uyardı. Görev yerine vardığımızda İdarenin verdiği listeden başka hiçbir şey yok elimizde. Ancak Türkiye Sakatlar Konfederasyonunun elinde özürlülerin kullanacağı her türlü malzeme bulunmaktadır. Bize yapılan uyarıyı dikkate almadan onların elindeki malzemeleri araçlara yükleyerek çadırkentlere ulaştık. Çadırkentlerdeki özürlüleri bulup nelere ihtiyaçları varsa temin ettik.

    Özürlüler ile ilk karşılaşmam bu oldu. İkincisi ve en önemlisi ise; 2000 yılında Ayvalık Özürlüler Şenliğine katılmam oldu. Şenliklerde zihinsel özürlüler ile bir arada bulunup, onlarla zaman geçirmiş olmak benim yaşamımında dönüm noktasını oluşturdu. Bir haftalık şenlikler süresince inanılmaz anılarla, inanılmaz duygularla Ankara’ya döndüm.

    25 yıl derneklerde, sendikalarda zamanım geçti. Çok büyük emekler verdiğim derneklerde ihaneti gördüm. Emeğe saygısızlığı yaşadım. Zihinsel özürlüleri görünce, onları tanıyınca bu alanda çalışacağıma karar verdim. Ankara’ya dönünce Etlik zihinsel özürlüler derneğine üye oldum. Hiçbir sosyal kirlenmeye uğramamış bu özel çocuklarımıza hizmet etmek benim için inanılmaz bir mutluluk kaynağı oldu. 2000 yılında başladığım çalışmalarımda 10 yılımı doldurdum. Bu alanda olmaktan çok mutluyum. Bu güne kadar hiç pişmalıklarım olmadı. Yaşamımın bundan sonraki kısmında da onlarla bu yolculuğa devam edeceğim.

    ZİHİNSEL ÖZÜRLÜLER FEDERASYONU

    1985 yılında kurulan Federasyonumuza bağlı 43 üye dernek bulunmaktadır. Federasyonumuzun iki dönem denetleme kurulu üyeliği görevinde bulundum. 2007 ve 2009 yıllarında yapılan Genel Kurulda Yönetim Kuruluna seçildim. Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapmaktayım.

    ÖZÜRLÜLERİN SORUNLARI

    2005 yılında Özürlüler Yasası çıkınca çoğu çevrelerde büyük sevinçlerle karşılandı. Yasanın çıkması bir çoklarına göre bir kazanım olarak görülebilir. Ancak ben farklı düşünüyorum. Düzgün çıkarılmayan, eksiklikleri olan bir yasa ile özürlülerin sorunları çözülememektedir. Özürlülere bir takım haklar verilmiştir. Evet bu bir kazanımdır. Ancak yeterli değildir.

    Özürlülerin Eğitim sorunları devam etmektedir.

    •Milli Eğitim Bakanlığının ödediği ücret arttırılmalıdır. Özürlülerin bireysel ve grup eğitimi ders saatleri arttırılmalıdır.

    •Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinin uzman personel sayıları arttırlmalıdır. Özürlülere RAM’larda 6 aya varan sürelerde ravdevu verilmektedir.

    •Rehabilitasyon Merkezlerine giden destek eğitimi alan özürlülere ödenen ücretler Özel Eğitim Okullarına devam eden özürlülerimiz içinde ödenmelidir.

    •Kaynaştırma eğitimi “kaynatmadan” yapılmalıdır.

    Özürlülerin İstihdam sorunları devam etmektedir.

    •Özel sektör özülüleri çalıştırmak yerine ceza paralarını ödemeyi tercih etmektedirler.

    •Devlet 2005 yılını “özürlülerin istaihdam yılı” olarak ilan etmesine karşılık bugün yaklaşık 40.000 kadro boş bulunmaktadır.

    •Zihinsel özürlülerin istihdamı zorlaşmaktadır.

    •Bu hafta 657 sayılı yasanın 53 üncü maddesinde yapılacak değişiklerde “kuruluş kanunlarına ve bütçe türlerine bakılmaksızın tüm kamu kurum ve kuruluşları toplam dolu memur kadrosu ve dolu sözleşmeli personel pozisyonu sayısının % 5’ i oranında özürlü personel çalıştırmak zorundadır.”

    Madde bu şeklinde okunduğunda kamuda özürlü çalıştırma oranı % 3 ‘den % 5’e çıkarılmış olduğunu anlayacağız. Ancak devamı tuzaklarla dolu şöyle ki;

    “Yürütülmekte olan hizmetin ve görevin veya unvanın zorunlu kıldığı hallerde; ilgili kurumların önerileri Özürlüler İdaresi Başkanlığının görüşü ve Devlet Personel Başkanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca birinci fıkrada belirtilen oranı aşmamak üzere farklı bir oran tespit ederbilir”

    Bunun anlamı;

    Yürütülmekte olan hizmetin ve görevin veya unvanın zorunlu kıldığı hallerde İlgili kurum % 0 - % 1 oran tespit edebilir.

    Özürlülerin Kamudaki çalıştırlma oranlarını arttırdık derlerken esan tehlikenin farkında olmayacağız.

    Özürlülerin Bakım ve 2022 aylıklarında bir çok sorunlar yaşanmaktadır. İller arasında uygulamalarda farklıklar bulunmaktadır. İl ve ilçe İdare Kurullarının kararları bazen mevzuata aykırı olmaktadır

    •Bakım ücreti için aranılan şartlarda haneye giren gelirin kişi sayısına bölündüğünde 2/3 oranı değiştirilmelidir.

    •18 yaş altında olupta 2022 aylığı alacakların kiş başına gelir hesabının yukarı çekilmesi gerekmektedir.

    Özürlülerin Sağlık Kurulu Raporları için 2006 yılında çıkarılan yönetmelik sonucu bir çok sorun yaşanmaktadır.

    •2005 yılında Özürlüler için sağlık kurulu raporu almış ve % 45 özürlüler 2006 çıkarılan yeni yönetmeliğe göre rapor aldıklarında % 40’ın altında kaldıklarından sorun yaşanmaktadır.

    •Özürlü sağlık kurulu raporları alacaklardan hiçbir şekilde ücret alınmaması gerekirken bir çok yerde ücret istendiğini bilmekteyiz.

    •Vergi indiriminden yararlanacak özürlülerimiz, Sağlık Kurullarından aldıkları raporlar Maliye Bakanlığınca yeniden değerlendirmeye tutulmakta ve oranları düşürülmektedir.

    Rasim Yılmaz

    Kaynak


  13. nativasyon.jpg

    Ulaştırma Bakanlığı, 'Gören Göz Projesi' kapsamında, görme engelliler için navigasyon sistemi ile yön tarif yapan cihaz alımı için ihaleye çıkıyor.

    AA muhabirinin Ulaştırma Bakanlığı yetkililerinden aldığı bilgiye göre, Bakanlık, 'Gören Göz-Karanlığa Bir Yol Feneri' adını taşıyan bir projeyi hayata geçiriyor. Bakanlık, bu ay içinde, görme engellilerin GPS alıcısına gelen koordinat bilgileri sayesinde yardım almaksızın istediklere yere ulaşmasını sağlayacak cihaz alımı için ihaleye çıkacak. İlk etapta 5 bin adet alınacak cihazın bedeli, bilgisayar okur-yazarlığı da dahil olmak üzere bilgi teknolojilerinin yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde kurulan 'Evrensel Hizmet Fonu'ndan karşılanacak.

    İhale sürecinin tamamlanmasının ardından, 5 bin adet cihaz, proje kapsamında pilot il olarak belirlenen Ankara ve İstanbul'da yaşayan görme engelli vatandaşlara, bu yıl sonuna kadar ücretsiz olarak verilecek. Bakanlık, diğer illerde yaşayan görme engelli vatandaşlara da bu cihazlardan temin edilebilmesi için bu yıl içinde tekrar ihaleye çıkmayı planlıyor.

    SİSTEMİN ÇALIŞMA ŞEKLİ

    Sistem, görme engelli vatandaşların istediği yere kolay ve en uygun biçimde seyahatinin planlanmasını sağlayacak ve bunu kullanıcısına sesli bir şekilde bildirecek el ünitesi ile üzerinde çalışan yazılımdan oluşuyor.

    Cihaz, üzerinde bulunan GPS alıcısına gelen koordinat bilgileriyle kullanıcının yerini tespit edecek. Bu bilgiler, dijital harita yardımıyla kullanıcıyı istediği adrese yönlendirecek.

    Hastane, banka ve kamu binası gibi merkezlerin yakınlarında sesli uyarılar vererek görme engelli vatandaşların sosyal haklarından yararlanmasına yardımcı olacak. Bir başka deyişle, görme engelli vatandaşlar, yön tarifi yapan navigasyon sistemine dayalı cihazın GPS alıcısına gelen koordinat bilgileri sayesinde yardım almaksızın istediği yere ulaşabilecek.

    Sisteme dahil edilen ve kısa mesafede cihazlar arasındaki iletişimi kapsayan bluetooth teknolojisi ile görme engelli vatandaşların birbirleriyle de konuşabilmeleri mümkün hale getirilecek. Projenin ilerleyen aşamalarında kurumlardan alınacak bluetooth ile yayın altyapısı doğrultusunda pek çok uygulamanın da devreye alınması planlanıyor.

    Kaynak


  14. Görünüşü ve çirkin sesi tahammül edilemez olabilir... Ancak o çok yararlı bir robot. Tek amacı işitme engelli insanların konuşma artikülasyonlarını geliştirmesini yardımcı olmak.

    (CNNTURK.COM) --İnsansı robot ağız, korkunç görüntüsüne rağmen üstlendiği misyonla saygı duyulacak bir proje olmayı hakediyor.

    Japonya'daki Kagawa Üniversitesi'nden bir çalışma grubunun sen analizörüne bağlı bir hava pompasından yola çıkarak oluşturduğu yapay ses sistemi robotun insan gibi konuşmasını ağlıyor. Bir mikrofon, yapay ses telleri ve rezonans tüpü gibi aksamlarla konuşmayı başaran robot ağızın yapabildikleri bununla da sınırlı değil. Robot konuşmanın yanı sıra insan konuşmasını ve mimiklerini de taklit edebiliyor.

    Henüz dudak ve burundan ibaret olan icadın tam olarak işlemesi için halan uzun bir yol katetmesi gerekiyor.

    Robot Ağız Video İzle

    Kaynak


  15. ozge.jpg

    Ekranların popüler haber spikerlerinden Özge Uzun, gerçek hayatında mücadeleci bir anne..

    Ekranların sevilen haber spikeri Özge Uzun, renkli camın dışındaki gerçek hayatında mücadeleci iyi bir anne... ‘Mavi Gözlü Küçük Dev’ diye sevdiği 2.5 yaşındaki oğlu Dağhan doğuştan engelli bir çocuk. Onların hikayesi tüm annelere örnek olacak cinsten...

    Haber spikeri Özge Uzun, canlı yayında ‘balta’ kolleksiyonu yapan konuğu Cemal Hünal’a ‘balata’ hediye ederek uzun süre kendisinden söz ettirmişti. Bir süredir CNNTÜRK’te sabah haberlerini sunarak iş yaşamında yeni bir sayfa açan Özge, gerçek yaşamda ekrandaki görüntüsünden çok farklı bir hayat yaşıyor. 2,5 yaşında engelli bir çocuğa sahip olan genç kadın... İş dışında kalan tüm zamanını ‘Mavigözlü küçük dev’ dediği oğlu Dağhan’ın iyileşmesi için dua etmekle geçiriyor. İşte ‘Gerçek Özge’nin öyküsü.

    ** Radyoculuk, NTV haber spikerliği, Habertürk’te programcılık... En son durağınız CNNTÜRK oldu, sabah kuşağında “Güne merhaba”yı sunuyorsunuz, memnun musunuz halinizden?

    Burada çok huzurluyum. Sabah altıda program başlıyor, üç saat sürüyor. Gece 2.30’da evden çıkıyorum, 3.00’te oradayım. Sabah 11:00 gibi eve geliyorum. Gazeteleri okurken uyuyorum. 6’da uyanıyorum. Birkaç saat oturup, 9.30 gibi tekrar uyuyorum.

    ** Özel bir ilgiye ihtiyacı olan çocuğa sahipsiniz; Dağhan... O doğunca neler yaşadınız?

    Dağhan 2,5 yaşında. Annemle eşim, doğar doğmaz öğrenmişler. Annem emekli hemşiredir, yoğun bakımda Dağhan’ı görünce bir şeylerin ters gittiğini anlamış. Eşimle konuşmuş. Oğlumun kalça çıkığı var, parmakları yapışık ve kalp problemi yaşıyordu. Sonra bana uygun bir dille anlattılar.

    ** Hiç isyan ettiniz mi?

    Hayır, çünkü Allah kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemez! Hiç “Allah bana bir ceza verdi” demedim. Sonuçta her yaşadığımız bir sınav... Bu sınavı olgunlukla karşıladığıma inanıyorum. Olması gerekeni yaptım. Dağhan’ı tanıdıkça, onun özelliklerini gördükçe demeye başladım ki “Allah’ım bana verdiğin hediyen için çok teşekkür ederim.” Oğlumun kokusu bile bana yeter. O yanımda olsun başka bir şey istemem.

    DAĞHAN’IN HASTALIĞININ DÜNYADA BiR EŞi BiLE YOK

    ** Oğlunuzun hastalığının bir tanısı var mı?

    İşin ilginci yok! Hastalığının adını koyamıyorlar. Dağhan 22 günlüktü. Bir ortopedist “Çocuğunuz belki hiçbir zaman yürüyemeyebilir” deyince üzüntüden sütüm kesildi. Çok doktor gezdik, çok tecrübe kazandık. İki bacağı, altı ay göğsünden parmak ucuna kadar alçıdaydı. Dağhan bebek, çiş yapıyordu, ben de fön makinesiyle alçıyı kurutmaya çalışıyordum. Annem dahiyane bir fikir bulmuştu. Alçı ıslanmasın diye kadın pedi koyduk. Bir doktor yaptığımız şeyin fotoğraflarını çekerek kendi hastalarına tavsiye etti. Çok müdacele verdik. Hâlâ mücadele ediyoruz. Daha yapacak, kat edecek çok yolumuz var.

    ** Neden hastalığa tanı konulamıyor?

    O kadar çok anomalinin üst üste geldiği vaka neredeyse hiç yok. Şu an, Dağhan’ın anomalilerini gösteren kayıtlı başka çocuk yok.

    O BENiM NEFES ALMA SEBEBiM

    ** Bu arada Dağhan’ın annesiyle arası nasıl?

    O bana, ben de ona aşığım. Bizim aramızdaki bağ başka bir şey. Cuma günü arabaya atlayıp Ankara’ya gidiyorum. Akşam oradayım, cumartesi günüm oğlumla baş başa geçiyor. Dağhan orada, çünkü orada bir tedavi ve rehabilitasyon merkezine gidiyor. Haftada 6 gün uzmanlar eşliğinde tedavi görüyor.

    ** Dağhan’ın tamamen iyileşme imkanı var mı?

    Allah her şeye kadirdir. Biliyoruz belki yürüyüşü, konuşması, farklılık gösterebilir. Ama o bizim çocuğumuz. Onu kucağıma aldığım andaki mutluluğum hiç geçmedi. İyi ki ‘Mavigözlü Küçük Devi’ Allah bana verdi. Biz Dağhan’ın problemli bir çocuk olduğunu kabullenme aşamasını geçtik, o canımız ciğerimiz, benim nefes alma sebebim, aşkım, her şeyim...

    BENiM BABAM ŞEKERCi

    ** Özge Hanım geçmişe çocukluğunuza dönmenizi istesem bana ne anlatırsınız?

    Gözümü kapattığımda ilk hatırladığım şey babaannemin, “Çabuk gel bu odaya topla” diye bağırışı... Beni babaannem ve büyükbabam büyüttü. Evin içerisinde adab-ı muaşeret kurallar vardı. n Bu arada büyük baba nereli? Safranbolulular... Lokumcudur bizim ailemiz.

    ** Aslen ‘Lokumcu Kızı’ mı oluyorsunuz yani?

    Evet, hatta ‘Şekerci Osman Nuri’ diye geçer. O zaman bana “Ay sen ne şekersin, baban şekerci mi yoksa” derlermiş. Ben de “Evet babam şekerci” dermişim, bir ukalıkla. İnanmazlarmış, “İnanmıyorsunuz ama gerçekten öyle” diye ısrar edermişim.

    ‘AVUKAT OL’ DEDiLER

    ** Ekran yüzü olmak fikrine nasıl kapıldınız?

    Hiç aklımda yoktu. Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde 18 yaşındaydım. O güne kadar Ankara’da zaten bir radyoda çalışıyordum. 15 yaşında başladım çalışmaya...

    ** Ne aceleniz vardı, çalışmak için çok erken bir yaş değil mi?

    Ailem bana çok karşıydı, onlar benim bu mesleği yapmamı hiç istemedi. “Ya avukat ol ya doktor ol” diyorlardı. Halam Oxford’da okudu, ben de çok çalışkandım. Çok konuşuyordum, “Bu kesin avukat olur” diyorlardı. “Hayır, ben DJ olacağım, radyocu olacağım” diyerek işin içinden sıyrıldım.

    KIPKIRMIZI OLURUM

    ** NTV’ye nasıl girdiniz?

    NTV’de haber, perfore seslendirmesi için biri aranıyordu. Orada Akın Ağabey var, Alem FM’de de çalışıyordu. Akın Ağabey, “Senin sesin haber okumaya çok uygun” diyordu. NTV Haber Koordinatörü Oğuz Haksever’le tanıştık. TRT spikerlerinden ders aldım ama hiçbir zaman haber okumadım. Girdim, titreye titreye okuyorum. Oğuz Ağabey “Tamam bu kız olsun” demiş. Ama arkamdan, “2 ay sonra gönderirler” diyorlarmış. Haber okurken heyecanlanıyorum, sesim titriyor o yüzden. Çok mahçup bir kızdım. Bu benim az açılmış bir halim. Biri bana “Aaa” dese kıpkırmızı oluyordum.

    Şebnem Özcan / Bugün

    Kaynak


  16. Almanya ausburg ulaşım: Ulaşım genelde şehiriçi taranvaylarla sağlanıyor.her tranvay da engelli bölümü var.engelliler tranvayın engelli kapısının düğmesine basınca kapı ve rampa otomotik açılıyor.engelli başkasına muhtaç olmadan rahat bir şekilde bir yerden bir bir yere rahat ulaşım sağlaya biliyor.trenvayın bulunmadığı yerlerde belediyenin rampalı otobüsleri mevcuttur.Buna engelliler yanlızca engelli düğmesine basarak otobüs şöförü yardımıyla rampadan cıkışı sağlanıyor.

    Şöför engelliyi otobüse bindirdikten sonra engelliye hangi durakta ineceğini soruyor inecek durağa gelince şöför tekrar rampayı hazır hale getirip engellinin inmesinin sağlıyor.Görme engelliler için sesli bedensel engelliler için acil trafik ışıkları yapılmıştır. Bu nedenle karşıdan karşıya gece bilmek için hiçbir sorun yaşamamaktadır. Üst geçit yok buda engelliler için başka bir avantaj Ayrıca merkezi duraklarda yaşlı ve engelli vatandaşlarına yardımcı olmak amacıyla güvenlik görevlileri bulunmaktadır.Trafikte bile ambulas ve itfaye kadar engellilere öncelik ön planda ve bu sayede engelliler eve daha rahat ulaşım yapabiliyor eve mahkum kalmıyor toplum içinde bende varım diyor.Metrolarda ve alışveriş merkezlerinde engelli vatandaşlarımız için asansör ve tuveletler bulunmaktadır.Engelli tuvaletlerini sadece bir kişi girmek üzere yapılmıştır.

    Engellilerin rahatsız ve özgürce hareket etmeleri nedeniyle birer kişilik yapılmış ayrıca hijiyeniktir.Merkezlerde kaldırımların hepsi standart yapılmış ayrıcan ışıkların bulunduğu alanlar duz bir zemin şeklinde buda tekerlekli sandalye kullanan bir kişi için çok rahat bir ulaşım sağlıyor.

    Bina girişleri yola düz olduğu için binalara giriş ve çıkışta sorun yaşanmıyor.şehirler arası ulaşımda otobüs yerine tren kullanılmaktadır bu trenler basamaklardan çok düz bir rampa yapılmıştır.Bu nedenle yaşlı ve engelli trenlere biniş ve inişlerde sorun yaşamamaktadır.Engelliler için özel olarak bisiklet ve engelli oturma alanları mevcuttur. Almanyada gözlemlerim sonucuda hayat ve yaşamak çok rahattır.

    Eğitim alanında almanyada doğuştan devlet güvencesi altında doğuştan itibaren kilse vakıflar dernekler ve devlet okullarıda engelliler eğitilirler.Okullar bina altlarında değil bağımsız büyük araziler üzerine kurulu içerinde her türlü sosyal donanımlar mevcuttur. Okullarda engellinin her türlü ihtiyaçları karşılanır.

    Ayrıca yıllık istatistikler tutulur.Almanyada ayrımcılığı ortadan kaldırmak için engelsiz eğitim veren okullarda da ilkokul 1`den itibaren engelli dersleri vardır.Eğitim uygulamaları evlerde bile yapılmaktadır.Devlet podagog,odyololik,uzman eğitimcileri vatandaşın evine kadar götürür yerinde eğitim hizmeti sunar.Bu hizmet engelli için bir ayrıcalıktır.

    Engelli vatandaşları doğuştan sağlık güvencesinde olduğu için devlet sağlığının iğleşmesi için hiçbir masraftan kaçmadan elinden gelen her türlü maddi manevi desteği sunar.Almanya bir istatistik devletidir hiçbir uygulama var sayımlara yönelik yapılmaz yıllık istatistiklere göre yapılır.Engellilerinde bu istatistiklere göre işe yerleşimi basittir iş yapacak hiçbir engelli işsiz kalmaz.Devlet kurumlarında ve özel sektörde korumalı işyerlerinde çalışırlar İş kurumu engellileri bazı uygulamalardan geçirerek ona göre bir meslek dalında o engelli yetişerek o mesleğe yerleştirilir.

    Yüksek okul okuyan engellinin masraflarını devlet karşılamaktadır.Her insan gibi engelininde yasal hakları mevcuttur.Almanyada engellinin beyin gücünü ortaya cıkarmak için engelli el becerisi için eserler yaptırılır.Bu yapılan eserler acık artırmayla yada kermeslerde satılmaya sunulur.Elde edilen gelirin yarısı eser sahibine verilir diğer yarısıda engelliler yararına harcanır.

    Bülent Altaç

    Kaynak


  17. Almanya’da yasalara göre, tam görme engelli biri lise mezunu olması ve daha sonra üniversitede ilgili bölümü bitirmesi kaydıyla normal liselerde öğretmenlik yapabilir. Buradaki zorluklar sınıftaki düzeni sağlama, sınav kağıtlarının kontrolü olarak ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla yüzde 100 görme engelli öğretmenlere bir asistan tayin edilir ve onun yardımı ile derslere girerler.

    Bettina Koletnig

    Bettina Koletnig, yüzde 100 görme engelli. Buna rağmen görme engelli olmayan çocukların gittiği bir lisede öğretmenlik yapmak istiyor. Doğduğundan beri görme engelli olan 31 yaşındaki Bettina, bir avukat vasıtasıyla Bavyera Eyalet Devleti’ne idari mahkemede dava açıyor. Eyalet Kültür Bakanlığı Germanistik (Alman Dili ve Edebiyatı) tahsili yapan Bettina’yı bir sınıfın önünde öğretmenlik yapacak durumda görmüyor. Bakanlıktan kendisine gönderilen ret yazısında “Okuldaki öğrencilerin ve ebeveynlerin bu şekilde bir öğretmen ile karşı karşıya kalmaları mümkün değildir” deniliyor.

    Davayı kazanıyor

    İdari mahkeme, Bettina’nın lehinde karar veriyor ve normal lisede öğretmenlik yapmasında bir sakınca görmediğini karara bağlıyor.

    Eğitim süreci

    Bettina, Münih’te liseyi bitirdikten sonra Ludwig-MaximiliansÜniversitesi’nde başladığı eğitimini Passau’da bitiriyor. Passau Üniversitesi’nin daha küçük bir üniversite olması, büyük sınıflarda kaybolma tehlikesini ortadan kaldırıyor.

    Nasıl olacak?

    Görme engelli bir öğretmen nasıl derslere girecek? Sınavları nasıl kontrol edecek? Kopya çekmeyi nasıl önleyecek? Tahtaya nasıl yazı yazacak? Huzur bozan öğrencileri nasıl tanıyacak? Bunların cevabı ise hazır! Görme engelli öğretmene bir asistan yardımcı olacak. Örneğin; sınavların cevaplarını aynı şekilde bilgisayara aktaracak. Bettina bilgisayardan bu sınavları kontrol edip notlarını verebilecek. Bu arada Braille alfabesini kullanacak. Sınıfta huzursuzluk çıkaran öğrencileri ise asistanı kendisine bildirecek, o da gerekli önlemleri alacak. Pedagojik bölümü ise tamamıyla Bettina’nın kontrolünde. Sohbet sırasında Bettina şöyle diyor: “Havada bir kağıt uçtuğu zaman onu göremem ama duyarım. Öğrencilerin bir öğretmene karşı nasıl davrandığı, onun görüp görmemesine değil, öğretmenin sınıfta onların karşısındaki duruşuna bağlıdır. Ben bunu kendi okul dönemimden de biliyorum.”

    Masraflar

    Bettina gibi görme engelli öğretmenlere yardımcı olan asistanların ücret ve giderlerini ise Entegrasyon Dairesi ödüyor. Bizde ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın engelli öğretmenlerle ilgili yeni çıkaracağı yönetmelik tartışılıyor. Bekleyelim ve görelim, uygulama nasıl olacak? İnancımız yıllarını eğitime veren görme engellilerimizin Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından mağdur edilmeyeceği bir çözüm bulunacağı yönünde. Temyize giderse Bettina’ya, eğer kazandığı dava temyize gider de orada aleyhine bir karar çıkarsa ne yapacağı sorulduğunda cevabı net: “O zaman en yüksek mahkemeye kadar giderim.” Bettina sözlerini şöyle bitiriyor: “Bu konulardaki kararımı kendim vermek istiyorum. Belki öğretmenliğe başladıktan 1-2 yıl sonra zorlanıp kendim vazgeçebilirim ama kararımı kendim vermeliyim. Eğer körler hep kendilerine söyleneni yaparlarsa, ilerleme şansları çok azalır. Öyle yapsaydım bugün herhalde bir santral memuru olarak kalırdım.”

    TESYEV

    Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı’nın (TESYEV) Olağan Genel Kurulu geçtiğimiz haftalarda yapıldı. Yönetim Kurulu’na A. Yavuz Kocaömer, Hayati Babaoğlu, Ali Kiremitcioğlu, Aslı Çini, Siren Ertan Çarmıklı, İbrahim Gümüşdal, Ümit Deniz Kurt, Ali Özbudak, Mümtaz Karakay seçildi. Ayrıca yedek yönetim kurulu üyesi olarak da sizlerin ‘Var Mısın Yok Musun?’ programından tanıdığı Kemal Özcanlı ve Ali Evren Doğru girdi. TESYEV’in yeni yönetim kurulunda özellikle Ali Özbudak ile Mümtaz Karakaya bu kurumumuzun dışarıya daha çok açılması konusunda önemli görevler üstlenecekler. Sonunda amaç belli. Düzgün, dürüst ve sistemli bir şekilde engellilere verilecek destek daha da artacak. Özellikle engelliler konusunda çalışan kurumlarımızın TESYEV’le yapacağı işbirlikleri daha güzel günlere bizleri hep birlikte götürecek.

    TK 1593

    4 Nisan Pazar günü İstanbul- Frankfurt seferini yapan TK 1593 sefer sayılı uçağındayım. Uçağımızın kaptanı A. Tufan Uluçeçen anons yapıyor: “Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler, SEVGİLİ ÇOCUKLAR”. Yanlış duyduğumu düşünüyorum bir an, birazdan İngilizce anonsta da yine “Sevgili çocuklar” diyor kaptanımız. Yıllardır binlerce defa uçtum ve uçuyorum, uçakta bulunan çocuklara hitap eden bir kaptana ilk defa rastladım.

    Geleceğin yolcuları

    Ve bir an düşündüm, acaba Türk Havayolları kaptanlarımızın böyle bir anons yapmasını kural haline getirebilir mi? Kendilerine “Sevgili çocuklar” diye hitap edilen küçük yolcular da bir gün büyüyüp o havayollarının uçaklarına yalnız binecekler ve eminim anılarında “Ben küçükken de kaptan amca uçakta bizi selamlardı” diye anımsayacaklar.

    Buradan kaptanımız A. Tufan Uluçeçen’e bu güzel jesti için tekrar teşekkür ediyor ve bu davranışın yalnız milli havayollarımıza değil tüm havayollarına örnek olmasını diliyorum.

    ÇENGELLİ PANO

    Biz, Silifke ve çevresinde yaşayan engellilere sahip çıkarak onların sosyal yaşamda daha aktif olması için çaba harcıyoruz. ‘Herkes için spor’ sloganıyla Silifke Belediye Spor Kulübü Başkanı Sayın Mehmet Taşer ile birlikte Silifke Belediye Spor Bedensel Engelliler Basketbol Takımı’nı kurduk. Silifke Belediye Başkanımız Sayın Bayram Ali Öngel’in girişimleri sonucu Türkiye Birleşik Sakatlar Federasyonu’nun katkılarıyla getirilen 50 adet tekerlekli sandalye Silifke ve çevresinde yaşayan engellilere teslim edildi. Silifke Belediye Başkanımız Sayın Bayram Ali Öngel’e engelli ve engelli yakınlarına vermiş olduğu desteklerden dolayı teşekkürler... Silifke Belediye Spor Bedensel Engelliler Basketbol Takımı Adına Takım Kaptanı Engin ÇİM

    Engelli okuyucuların dikkatine!

    Her çeşit yardım talebinde bulunan engelli okurlarımız, mektuplarınızı yayınlayabilmemiz için mutlaka muhtarlıktan alacağınız fakirlik kağıdı ile devlet hastanesinden alınmış engelli raporlarınızı bizlere fakslamanız gerekmektedir. Ayrıca yazdığınız mektubun ve göndereceğiniz e-mail’in altına isminizi, telefonunuzu, adresinizi ve gazetede yayınlanmasını istediğinizi belirtmeniz şarttır. Aksi halde eksik evrak ve bilgi nedeniyle mektuplarınızı yayınlamamız mümkün değildir. Tüm okurlarımıza duyurulur. Saygılarımla Yavuz Kocaömer

    ENGELLER

    Engelleri aşmak yürek ister yürek

    Ben engel tanımam

    Korkular engelleri getirir

    Engelleri

    Yürüyemeyebilirim

    Yüreğimle aşamayacağım

    Engel yok, yok be arkadaş

    Görmeyebilirim

    Yüreğimle gökkuşağını görürüm

    Konuşamayabilirim

    Gözlerimle konuşurum

    Yürek isterse aşamayacağı engel yok, yok be arkadaş

    Sağlıklı bacaklar var koşmak değil yürüyemez

    Sağlıklı gözler var gökkuşağını göremez

    Sağlıklı diller var ‘Seni seviyorum’ demesini bilemez be arkadaş

    Bacaklarım olmayabilir

    Gözlerim görmeyebilir

    Yüreğim var, sevmesini bilirim be arkadaşım

    Konuşamayabilirim, taş gibi yüreğim var, yüreğim

    Aşamayacağım engel yok, yok be arkadaş

    ‘Seni seviyorum’ demeye engel yok, yok be arkadaşım

    Şükrüye Karabaş

    Yavuz Kocaömer

    Kaynak


  18. Rifat Yerlikaya - Konya'da spastik engelli 16 yaşındaki Mehmet Ali, anne ve babasının sırtında ilkokula giderken yaşlı bir kadının 'bu çocuk okusa ne olacak' sözünü gurur yaparak engelli olduğu için kendisini aşağılayanlara inat okumaya karar verdi.

    Konya'nın Sarayönü ilçesinde 29 yıl önce hayatlarını birleştiren halen ilçeye bağlı Ladik beldesinde yaşayan Halime (50) ve Ahmet (51) Kabak çiftinin, mutlu süren evliliklerinden 5 çocukları oldu.

    İlk 4 çocuğunda herhangi bir fiziksel ve zihinsel problem bulunmayan Kabak çifti, 5. çocukları Mehmet Ali'nin (16), 1 yaşına geldiğinde gelişiminin diğer çocuklarından daha yavaş olduğunu fark etti.

    Bunun üzerine Mehmet Ali'yi doktora götüren Kabak çifti, vitamin yetersizliği teşhisi konulan çocukları için ilaç tedavisine başladı, ancak bundan sonuç alamayan aile Mehmet Ali'yi Konya ve Ankara'daki çeşitli hastanelere götürdü.

    Aile, götürdüğü bir hastanede doktordan çocuklarının, doğum esnasında bebeğin yeterli oksijen alamamasına bağlı olarak spastik özürlü doğduğunu ve ilerleyen yaşlarında da bu şekilde kalacağını duyduğunda adeta yıkıldı.

    Çocukları için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını ancak bir sonuç alamadıklarını, fizik tedavi merkezine başvurduklarını anlatan baba Ahmet Kabak, yüzde 76 özürlü raporu verilen Mehmet Ali'nin yürüyemediğini, günlük hayatta birçok işini başkalarının yardımıyla yapabildiğini belirtti.

    Mehmet Ali'nin kendini geliştirebilmesi için SGK tarafından yurt dışından yürümeyi geliştiren bir cihaz alındığını anlatan baba Kabak, bu cihaz sayesinde çocuklarının bir yerden tutunarak da olsa ayakta kalabilmeyi başardığını bildirdi.

    - YAŞLI KADININ 'BU ÇOCUK OKUSA NE OLACAK' SÖZÜNE İNAT OKUYOR-

    Kabak, çocuklarının zihinsel engelli olmadığını ancak spastik engelli olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

    'Spastik engelli olmasına rağmen Mehmet Ali, çok zeki ve akılı bir çocuk. Küçük yaşlarında annesi, ablası ve ben her gün sırtımızda okula götürerek okutmaya çalıştık. Çevresindeki insanlar, okuldaki çocuklar ona bazen rencide edecek sözler söylüyordu. Onu okula götürüp getirirken bir gün yaşlı bir kadın arkamızdan 'bu çocuk okusa ne olacak, boşuna masraf etmeyin' diye alaycı bir laf etti. Onun bu sözünü duyan Mehmet Ali de çok üzüldü, ama bu sözü kendine gurur yaparak, o insanlara kendini kanıtlayabilmek için derslerine daha sıkı sarılmaya başladı. İlkokulu 8 yılda takdir ve teşekkürlerle bitirdi. İnsanlar onun bu başarısını duyduğunda hayrete düştü. Sonra liseye kaydoldu. Ancak yine rencide olmamak için liseyi dışardan okumayı tercih etti. Şu anda 4. dönemi okuyor. 2 yıl sonra liseyi de bitirecek.'

    Mehmet Ali Kabak ise babasının sırtında ilkokula giderken yaşlı bir kadının kendisi için söylediği 'bu çocuk okusa ne olacak' sözüne çok üzüldüğünü, ama günden sonra fakülte mezunu olana kadar okumaya karar verdiğini söyledi.

    - HEDEFİ, ÜNİVERSİTEYİ BİTİRDİKTEN SONRA MİLLETVEKİLİ OLMAK-

    Liseyi okuduğunu, üniversiteyi de örgün eğitimde okumak istediğini ifade eden Kabak, 'Engelli olduğum için bana acıyan, sözleriyle beni rencide eden insanlara inat üniversiteyi de başarıyla bitirmek istiyorum. Sonraki hedefim ise parlamenter olmak. Bunu başarabileceğime inanıyorum' diye konuştu.

    Kabak, insanlardan, çevrelerinde gördükleri engellileri küçük görmemelerini, onları rencide edecek davranış ve sözlerden kaçınmalarını istedi.

    (RIF-ERS-NİS) - KONYA (Anadolu Ajansı)

    Kaynak


  19. Alman David Behre, 20 yaşında iken 8 Eylül 2007 tarihinde bir kaza geçiriyor. Motosikleti ile bir sinyalizasyon hatası dolayısıyla açık kalan tren rayı üzerindeki bariyerin olduğu bölümden geçerken trenin altında kalıyor ve iki bacağı dizi altından kopuyor. Civarda kimse olmadığı için 4 saat sonra kendine geldiğinde hayatı tehlike ile kaldırıldığı hastanede, hayatında ilk defa iki bacağı diz üstünde olmayan 400 metre atleti Güney Afrika’lı Oscar Pistorius’u adını duyuyor.

    Rehabilitasyonu tamamladıktan sonra Almanların ampüte Paralimpik şampiyon atleti Heinrich Popow’la tanışıyor ve böylece atletizme gönül veriyor. Hafta da 3 kez başladığı antrenmanları, protezleri yerleşene kadar çok zorlukla devam ettiriyor. Bacaklarının kopan kısmının incelmesi üzerine çeşitli protezler deneniyor.

    Bizde çok pahalı

    2009 senesinin Nisan ayında ilk koşu protezlerini deniyor. Antrenmanlarını sıklaştıran David bu arada protezleri dolayısıyla çektiği sıkıntılara katlanıyor ve Köln’de katıldığı 100 metre yarışında Heinrich Popow’un ardından 13,27 ile ikinciliği ulaşıyor. 200 metrede ise 27,05 saniyelik bir derece yapıyor. Devamlı antrenmanlar sonunda 100 metredeki derecesini 12,29 indiriyor ve böylece Hindistan’ın Bangalore kentinde yapılacak olan İWAS Dünya Atletizm

    Şampiyonası’na katılmaya hak kazanıyor. Atletizm oteriterleri yeni bir Oscar Pistorius’un gelmekte olduğuna işaret ediyorlar. David’in hedefi ise 2012 Londra Paralimpik Oyunları’nda madalyaya ulaşmak.

    Ülkemizde ise ampute atletimiz maalesef yok. Bunun en büyük nedeni ise bu tip, özellikle çift protezlerin, çok pahalı olması. David’in kullandığı protezler yaklaşık 70-80 bin TL civarında. Son yıllarda birçok engelli sporunda uluslararası başarılara imza atan sporcularımızın, destek sağlanırsa, ampute atletizmde de Dünya da sözü edilecek dereceler alacağımızdan hiç şüphem yok.

    Yavuz Kocaömer

    Kaynak


  20. <div style="width:450px"><object classid="clsid:d27cdb6e-ae6d-11cf-96b8-444553540000" codebase=http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab id="uzmanEmbedPlayerNrTPT0VW_pt" width="450" height="404"><param name="movie" value=http://www.uzmantv.com/getswf/NrTPT0VW_pt /><param name="WMode" value="Transparent"><param name="allowNetworking" value="all"/><param name="allowScriptAccess" value="always"/><embed src=http://www.uzmantv.com/getswf/NrTPT0VW_pt wmode="transparent" width="450" allowScriptAccess="always" allowNetworking="all" height="404" name="uzmanPlayerNrTPT0VW_pt" type="application/x-shockwave-flash"/></object><div><div style="float:left;"><a id="uzmanlinkNrTPT0VW_pt" href=http://www.uzmantv.com target="_blank"><img src=http://www.uzmantv.com/images/uzmantv.png style="border:none"/></a>   </div><div style="padding-top:7px;"><a id="konulinkNrTPT0VW_pt" href=http://www.uzmantv.com/konu/disiniz-kirilirsa target="_blank" style="font-family:Verdana;font-size:12px">Benzer videolar için tıklayın</a></div></div></div>


  21. <div style="width:450px"><object classid="clsid:d27cdb6e-ae6d-11cf-96b8-444553540000" codebase=http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab id="uzmanEmbedPlayerpTQTQMV-5DA" width="450" height="404"><param name="movie" value=http://www.uzmantv.com/getswf/pTQTQMV-5DA /><param name="WMode" value="Transparent"><param name="allowNetworking" value="all"/><param name="allowScriptAccess" value="always"/><embed src=http://www.uzmantv.com/getswf/pTQTQMV-5DA wmode="transparent" width="450" allowScriptAccess="always" allowNetworking="all" height="404" name="uzmanPlayerpTQTQMV-5DA" type="application/x-shockwave-flash"/></object><div><div style="float:left;"><a id="uzmanlinkpTQTQMV-5DA" href=http://www.uzmantv.com target="_blank"><img src=http://www.uzmantv.com/images/uzmantv.png style="border:none"/></a>   </div><div style="padding-top:7px;"><a id="konulinkpTQTQMV-5DA" href=http://www.uzmantv.com/konu/disiniz-kirilirsa target="_blank" style="font-family:Verdana;font-size:12px">Benzer videolar için tıklayın</a></div></div></div>


  22. <div style="width:450px"><object classid="clsid:d27cdb6e-ae6d-11cf-96b8-444553540000" codebase=http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab id="uzmanEmbedPlayerndQ0PMPW-jS" width="450" height="404"><param name="movie" value=http://www.uzmantv.com/getswf/ndQ0PMPW-jS /><param name="WMode" value="Transparent"><param name="allowNetworking" value="all"/><param name="allowScriptAccess" value="always"/><embed src=http://www.uzmantv.com/getswf/ndQ0PMPW-jS wmode="transparent" width="450" allowScriptAccess="always" allowNetworking="all" height="404" name="uzmanPlayerndQ0PMPW-jS" type="application/x-shockwave-flash"/></object><div><div style="float:left;"><a id="uzmanlinkndQ0PMPW-jS" href=http://www.uzmantv.com target="_blank"><img src=http://www.uzmantv.com/images/uzmantv.png style="border:none"/></a>   </div><div style="padding-top:7px;"><a id="konulinkndQ0PMPW-jS" href=http://www.uzmantv.com/konu/yirmi-yas-disi target="_blank" style="font-family:Verdana;font-size:12px">Benzer videolar için tıklayın</a></div></div></div>


  23. <div style="width:450px"><object classid="clsid:d27cdb6e-ae6d-11cf-96b8-444553540000" codebase=http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab id="uzmanEmbedPlayerC00MPdrJ256" width="450" height="404"><param name="movie" value=http://www.uzmantv.com/getswf/C00MPdrJ256 /><param name="WMode" value="Transparent"><param name="allowNetworking" value="all"/><param name="allowScriptAccess" value="always"/><embed src=http://www.uzmantv.com/getswf/C00MPdrJ256 wmode="transparent" width="450" allowScriptAccess="always" allowNetworking="all" height="404" name="uzmanPlayerC00MPdrJ256" type="application/x-shockwave-flash"/></object><div><div style="float:left;"><a id="uzmanlinkC00MPdrJ256" href=http://www.uzmantv.com target="_blank"><img src=http://www.uzmantv.com/images/uzmantv.png style="border:none"/></a>   </div><div style="padding-top:7px;"><a id="konulinkC00MPdrJ256" href=http://www.uzmantv.com/konu/yirmi-yas-disi target="_blank" style="font-family:Verdana;font-size:12px">Benzer videolar için tıklayın</a></div></div></div>