Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

İletiler bölümüne Dogru_Yol kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. istav.jpg

    -KÜÇÜK İSTAVRİT ÖYKÜSÜ-

    Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp

    Hızla atıldı çapariye.

    Önce müthiş bir acı duydu dudağında

    Gümbür gümbür oldu yureği,

    Sonra hızla çekildi yukarıya.

    Aslında hep merak etmişti

    Denizlerin üstünü

    Neye benzerdi acep gökyüzü

    Bir yanda büyük bir merak

    Bir yanda ölüm korkusu.

    “Dudağı yarıklar” denir, şanslıdır onlar

    Hani görüpte gökyüzünü, insanı

    Oltadan son anda kurtulanlar.

    Ne çare balıkcının parmakları hoyratça kavradı onu

    Kücük istavrit anladı yolun sonu.

    Koca denizlere sığmazdı yüreği

    Oysa şimdi yüzerken

    Kücücük yeşil leğende

    Cansız uzanıvermiş dostlarına

    Değiyordu minik yüzgeci.

    İnsanlar gelip geçtiler önünden

    Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine

    Yavaşça karardı dünya

    Başı da dönüyordu.

    Son bir kez düşündü derin maviyi

    Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.

    İşte tam o anda eğilip aldım onu

    Yürüdüm deniz kenarına

    Bir öpücük kondurdum başına.

    İki damla gözyaşından ibaret,

    Sade bir törenle saldım denizin sularına.

    Bir an öylece bakakaldı

    Sonra sevinçle dibe daldı

    Gitti, tüm kederimi söküp atarak

    Teşekkürü de ihmal etmemişti

    Bir kaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak.

    Balıkcı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme

    Sorar gibiydiler neden yaptı bunu, niye

    “Bir gün”dedim “bulursam kendimi

    Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz

    Son ana kadar hep bir umudum olsun diye”.

    Alıntıdır.

    Resim Kaynak

    Kaynak Pozitif Gazete


  2. refet_angin.jpg

    Fatma Refet Angın, (d. 18 Mart 1915 – Gelibolu, Çanakkale – ö. 30 Ocak 2010) Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk kadın öğretmenlerinden.

    Gelibolu’da Emmiyet Amiri Hafız Şerif Bey’le Halime Hanım’ın üç çocuğundan en büyüğü olarak 1915′de dünyaya geldi. Babası bir Kuvay-i Milliye üyesidir. Mustafa Kemal’in arkasından Anadolu’ya gidip orta cephede üç yıl savaşmıştır. İlk okul denemesini mahalle mektebinde yaşayan Angın, bu sistemdeki eğitime ancak iki gün dayanabilmiştir. Okuma yazmayı annesinden öğrenen Refet Angın, Cumhuriyetin ilanı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan sonra Gelibolu’da açılan iki okuldan biri olan Cumhuriyet Okulu sınavını kazanarak okula üçüncü sınıftan başlamış, henüz küçük bir çocukken öğretmen olmaya da karar vermişti.

    Mustafa Kemal Atatürk ile yolları bir çok kez kesişen Refet Angın, birinci karşılaşması olan ilk okul yıllarında Atatürk’ün “Büyüyünce ne olacaksın çocuk?” sözüne, “Öğretmen” diye cevap verir. İkinci karşılaşmalarında ise Öğretmen Okulu öğrencisidir ve Atatürk’e “Bakın sözümü tuttum Paşam. Öğretmen olacağım işte” dediğinde, Atatürk onun Gelibolu’daki küçük kız olduğunu derhal hatırlar ve bunu belirterek, ne öğretmeni olmak istediğini sorar. ‘Matematik’ cevabını alınca “Hayır tarih öğretmeni olacaksın. Çünkü nesillere tarihlerini öğretmek en önemli vazifedir” sözü üzerine Refet Angın, tarih öğretmeni olmaya karar verir.

    1955 – 1975 yılları arasında Ankara’da görev yapan Angın, Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi Müdüreliğini de yürütür. Daha sonraki meslek hayatını İstanbul’da sürdüren Angın, Atatürk’ün 100′üncü yaş kutlamalarında görevlendirilir. İlk Öğretmenler Gününde ise yılın öğretmeni seçilir. Tarih öğretmenliğinden 1982′de emekli olan Refet Angın, Yıldız Teknik Üniversitesi senatosunun 29 Haziran 2006 tarihinde aldığı kararla onursal doktora ünvanını, yapılan bir törenle almıştır. Halen Bakanlık Danışmanı olarak görevini sürdürmektedir. Ayrıca İstanbul Kağıthane’de adına kurulmuş bir ilkokul vardır. Hürriyet Mahallesi içindedir. Okul 2 binalıdır.Ayrıca Hayat Bilgisi dizisinin bir bölümünde – dizide – Afet Güçverir’in öğretmeni olarak karşımıza çıkmıştır.

    Cumhuriyetin ilk kadın öğretmenlerinden Fatma Refet Angın tedavi gördüğü İstanbul Bahçelievler Özel Hizmet Hastanesi’nde 30 Ocak 2010 Çarşamba günü 95 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur.

    Alıntıdır.

    Fotoğraf Kaynak

    Kaynak Pozitif Gazete


  3. Aile içerisindeki her birey ailenin diğer üyelerine güvenmek ve onlar tarafından güvenilmek ister. Bu onun kendine olan güvenini de etkiler. Güven ortamının olmadığı bir ailede ilişkilerin sağlıklı olması mümkün değildir. Anne baba arasındaki ilişkinin boyutu ve birbirlerine olan güvenin seviyesi çocuklara da yansımaktadır. Eğer anne baba çocuğuna güven duymuyor ve ona güven vermiyorsa çocuk bu güven ihtiyacını dışarıda aramaya yönelecektir. Bu kişi amca, dayı olabildiği gibi genellikle istenmeyen arkadaş grupları olmaktadır.

    Anne-baba olarak öncelikle kendimize ve birbirimize güvenmeli, çocuğumuzun güvenini sarsacak tavır ve davranışlardan uzak durmalıyız. Sonra da her fırsatta çocuğumuza olan güvenimizi ona açıkça ifade etmeli bunu davranışlarımızla göstermeliyiz. Herhangi bir tehlikeyle veya problemle karşılaştığında ise yanında olduğumuzu hissettirmeliyiz. Bu onun problemlerini bizim çözmemiz anlamına gelmemeli. Çünkü böyle yaparsak, çocuğumuzun problemlerini çözme kabiliyetlerini ve özgüveninin gelişmesini engellemiş oluruz.

    HAYAT BİR DENİZE BENZER

    Hayatı bir denize benzetmişimdir hep. Sakin ve güven veren bir koyda başlarız genellikle bu yolculuğa. Gittikçe derinleşen ve derinleştikçe şiddetini artıran dalgalarla karşılaşırız sonra. Güçlü olmak zorundayızdır, bu dev dalgalan aşarak karşı sahile ulaşmak için. Huzur ve emniyet içinde başladığımız bu yolculukta çetin mücadeleler beklemektedir bizi. Bu sınavı başarıyla geçebilmek için ailemizin ve dostlarımızın desteğini yanımızda bulmak isteriz. İsteriz de, peki biz çocuklarımıza bu hayat yolculuğunda güven verip destek olabiliyor muyuz acaba?

    Nice aileler bilirim çocuklarını bu çetin mücadelelerinde yapayalnız bırakan. Islak bir kuş yavrusu gibi aciz, yalnız, titreyen çocuklar bilirim, yüreğimi burkan ve hayata ürkek gözlerle bakan.

    Bazı aileler vardır, çocuklarını atarlar denizin içerisine yüzmeyi öğrensin diye. Ve arkasını döner bırakır giderler kendi işleriyle uğraşmak için. Sonra acı haber tez gelir: "Çocuğunuz öldü!"

    Bazılarının cesetleri vurmuştur kıyıya, bazıları ise kaybolup gitmiştir denizin acımasız dalgalar içerisinde. Ve aileler, şairin mısralarında dediği gibi "Günlerce siyah ufka bakar, gözleri nemli" bekler dururlar ümitsizce.

    Bu çocuklardan bir kısmı ise çok iyi birer yüzücü olurlar. Ama unutmamışlardır kendilerini yalnız bırakanları. Ve arkalarına dönüp bakmazlar bir daha. Çelik gibi iradeleri vardır. Çatık kaşla bakarlar hayata ve insanlara güvenmezler artık. Çünkü en çok güvendiği aileleri yalnız bırakmıştır onları. Bu yüzden vefa duygulan da pek gelişmemiştir. Boğulma tehlikesi geçirdiği zaman,- yardımsever birileri tarafından tutulup ellerinden kurtarılanlar müstesna. Ama onların da aileleri ile bağları oldukça kopuk ve mesafelidir.

    Ve nice aileler bilirim çocuklarına aşırı düşkün ama onlara güvenemedikleri için bir türlü kendi başına yüzmelerine izin vermeyen. Sürekli onları sırtında taşıdıkları için suyla tanışmamış, kabiliyetleri gelişmemiş çocuklar yetiştiren. Bu çocuklar uzun süre babalarının sırtında devam ederler hayatlarına, oyun oynaş içerisinde. Ve öyle bir zaman gelir ki dalgalar şiddetini artırmış babanın kendinden başkasını taşıyacak takati kalmamıştır. Sırtından inmesini ve bundan sonra yüzmeye kendisinin devam etmesini ister çocuğundan. Ama çocuğun yüzmeyi öğrenme yaşı oldukça geçmiştir ve güvenememektedir kendisine. İnmek istemez babasının sırtından ve sıkıca sarılır boynuna. Dalgalarla mücadele etmekte zorlanan baba bir de çocuğuyla mücadele etmeye çalışırken, yutuverir deniz her ikisini de. Yani çocuk kendisini kurtaramadığı gibi babasını da çeker suyun derinliklerine.

    Halbuki böyle mi olmalıydı? Hem bizim hem çocuklarımızın emniyet ve güven içerisinde yolumuza devam etmemizin bir yolu yok muydu acaba?

    Elbette var. Çocuklarımızı denizin azgın sularında yalnız bırakmak ya da sırtımızda taşımak yerine; onlara önce denizin sakin ve sığ bölgelerinde kulaç atmayı, sırt üstü gitmeyi, kurbağalama yüzmeyi, bazen de suyun altında ilerlemeyi öğretmeliyiz. Sonra da bu öğrettiklerimizi kendi başlarına tatbik etmeleri için fırsat vermeliyiz onlara. Ama asla yalnız bırakmamalı, boğulma tehlikesi geçirdiklerinde, onları kurtarabileceğimiz mesafede olmalıyız ki bizden Öğrendikleriyle kendi kabiliyetlerini birleştirip huzur ve güven içerisinde kendi yollarına devam edebilsinler.

    Bize de onların başarılarıyla gurur duymak ve anne-baba olarak görevimizi yapmış olmanın verdiği huzur kalsın. Bu da bize yeter sanıyorum.

    Efkan Yeşildağ

    Fatih Üniversitesi ögretim görevlisi


  4. Müslüman ana-babalara açık mektup

    Müslüman anne ve babalara sesleniyorum: Çocuklarınızı iyi Müslümanlar olarak yetiştiriniz. İyi Müslüman ne demektir? Kısaca arz edeyim:

    “ İyi insan demektir. İyi vatandaş demektir. Erkekse, hanımına iyi bir koca, çocuklarına iyi bir baba demektir. Kadınsa, kocasına iyi bir hanım, çocuklarına iyi bir anne demektir. Çocuksa, anne-babasına iyi evlat demektir. İyi komşu demektir. İyi âmir, iyi memur demektir. İyi işveren, iyi işçi demektir. İyi tâcir, iyi esnaf, iyi müşteri demektir.” Dahası da var, lakin bu saydıklarım yetmez mi iyi Müslümanı anlatmak için?

    Muhterem anne-babalar!

    Yarın hepimiz bu imtihan dünyasından çekilip gideceğiz, son yolculuk tarihini bilmiyoruz ama yolculuk kesin. Çocuklarımızı iyi Müslümanlar olarak yetiştirmezsek son derece ağır bir vebal altında kalmış oluruz. İyi Müslüman, gerçek dindar demektir. Gerçek dindar kimdir?

    1- O, doğru olan inançlara, düşüncelere, görüşlere sahiptir. Dinî konularda mutlaka Kur’ân-ı Kerim’e ve Sünnet’e uygun olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadı üzeredir. İslâm’a, Kur’ân-ı Kerim’e, Sünnet’e, din önderlerinin inanç, görüş ve düşüncelerine uymayan hiçbir dünyevî görüşe ve ideolojiye bağlanamaz Müslüman.

    2- İyi Müslüman, başta günlük beş vakit namazlar olmak üzere dinimizin farz kıldığı bütün ibadetleri eda eder, dosdoğru bir şekilde yerine getirir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin müekked sünnetlerini de ihmal etmez.

    3- İyi Müslüman ahlâkı düzgün, yüksek faziletlere sahip, yüksek karakter sahibi kimsedir. Ahlâksız, faziletsiz, karaktersiz, şımarık, kendini beğenmiş, bencil, görgüsüz, terbiyesiz adama ve kadına asla iyi Müslüman denilemez. İyi Müslüman o kimsedir ki, gayr-i müslimler bile onun ahlâk ve faziletini kabul ederler, onu bu konuda överler.

    4- İyi Müslüman dünya için, dünyada kalacağı kadar, ahiret için de orada kalacağı kadar çalışan kimsedir. Ahiretin sadece kuru edebiyatını yapan, var gücüyle ve büyük bir hırsla bu fanî dünya için çalışan kimseler kesinlikle iyi Müslüman değildirler. Ahirette ebedî olarak kalacağını bilen iyi Müslüman, dünya hizmetlerini ihmal etmez, aksatmaz, lakin bütün varlığı ile ebedî hayatta mutluluğu yakalamak için çalışır.

    5- İyi Müslüman parayı değer olarak kabul etmez. Parayı putlaştıran kişi dıştan Müslüman görünse de, o gizli bir müşriktir. Dini imanı para olan, iyi Müslüman değildir.

    6- İyi Müslüman, bütün dünya işlerinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz hazretlerini en büyük önder, en güzel örnek ve model, en güvenilir rehber, en muzaffer kumandan olarak kabul eder. Elinden geldiği kadar ve zamanın şartlarına uygun şekilde onun gibi yaşamaya çalışır, onun gibi davranmaya çalışır. Onun sünnetini kendisine hayat düsturu olarak kabul eder ve bu sünnetin dışına çıkmaz.

    7- İyi Müslüman, sadece din ve iman kardeşlerine değil, bütün insanlara, bütün canlılara, hattâ cansız maddelere bile şefkat ve merhametle muamele eder. Müslümanları yok etmeye ahd etmiş son derece harbî, son derece agresif, son derece fanatik düşmanlar bu kaidenin içine dahil değildir.

    8- İyi Müslüman paylaşan kimsedir. Abdullah b. Ömer (R.A.)’den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

    “Yüksek el alçak elden hayırlıdır. Çünkü yüksek el infak edici yani verici, alçak el ise isteyici, dilenici eldir” buyurmuşlardır. Milyonlarca din kardeşi ve vatandaşı sefalet ve perişanlık içinde sürünürken kendileri en lüks ve israflı bir şekilde har vurup harman savuran kimseler iyi Müslüman değildir.

    9- Kendi cüz’î iradesiyle iyi Müslüman olmaya çalışan kimseye Cenab-ı Hak vehbî ilimler, hikmetler, faziletler ihsan eder. Onların aydınlığı o Müslümanda görülür. Lakin herkes göremez. Gören görür, görmeyen görmez.

    10- İyi Müslüman “Ölmeden önce ölmeye çalışır”, yani bencilliğini, varlığını yok etmek için uğraşır. Sonunda ona bu başarıyı nasip ederse hiç olur.

    Mehmet Talü


  5. Engelli Çocuk Allah'ın Özel Emaneti

    kapak23ro2.jpg

    Allahım ben ne günah işledim? Bu bize bir ceza mı? Bu çocuk benim olamaz, görmek istemiyorum…” Bu isyan dolu ifadeler dinin sınırları dışına çıkmaya kadar götürür insanı. Ancak kimi zaman dokuz aylık zorlu hamilelik sürecinden sonra engelli bir çocuk dünyaya getiren bir annenin ağzından dökülür bu cümleler. Kalbi böyle demese de o an yaşadığı üzüntüyle dili söyler. ölünceye kadar bebek kalacak, bakıma muhtaç bir çocuğa sahip olma gerçeğiyle yüzleşen her kadın başlarda bu durumu kabullenmek istemiyor. O kadar ki, bazı anneler çocuğunun bu özel durumundan kendisini sorumlu tutuyor. Yaptığı bir hata sonucunda ya da hamilelik dönemindeki ihmaller yüzünden engelli bir çocuk dünyaya getirdiğini düşünüyor. Yaşanan ilk şoku atlattıktan sonra evladını kucağına alan, onun sıcaklığını yüreğinde hisseden her anne zamanla yavrusunu kabulleniyor, hatta bütün hayatını çocuğuna adıyor.

    Engelli çocukla ilgilenmek, bakımından yetiştirilmesine kadar her şeyini üstlenmek diğer çocuklardan daha zor şüphesiz. Annelerin yaşadıkları zorluklar da ortada. Bağışıklık sistemi oldukça zayıf olan bu çocuklar daha sık hastalanıyor. Ayrıca, sağlıklı büyüyen çocuklar birçok şeyi belli bir yaştan sonra annelerinden bağımsız olarak yapar hale gelmelerine rağmen engelli bir çocuk ömür boyu annenin kontrolü altında ve ona bağımlı yaşamak zorunda kalıyor. Bazen babalar çocuğu kabullenmiyor, yemek yemesinden bakımına, temizliğine kadar bütün sorumluluğu anneye yüklüyor. Ayrıca, evdeki diğer çocuk, anne babasının engelli kardeşine olan ilgisini kıskandığında psikolojisi olumsuz etkileniyor. Burada dengeyi kurmak yine anneye düşüyor.

    Engelli çocuk ailelerinin sosyal hayatla ilişkisi azalıyor

    Engelli çocuğu olan annelerin birçoğu mutsuz ve kendi halinde yaşıyor, hatta çevresiyle ilişkisini koparıyor. Kimi ebeveynler çocuğunun iyileşmeyeceğini düşünürken, inancını muhafaza eden aileler evladının durumu ne kadar ağır olursa olsun ileride normal bir çocuk olacağı umudunu taşıyor. Ailelerin en büyük korkuları ise onlar öldükten sonra çocuklarının akıbetinin ne olacağı. Uzmanlar, hayatın bir imtihan, her derdin bir sabrı ve mükafatı olduğu inancını taşıyan anne babaların bu durumu daha çabuk kabullendiklerini söylüyorlar.

    Sebahat İnan ve Havva Işık Tepe engelli çocuk sahibi birer anne. Ev hanımı Sebahat İnan, 15 ve 8 yaşlarında iki erkek çocuk annesi. Her iki oğlu da sağlıklı dünyaya gelmiş. Lisede okuyan büyük oğlunun sağlık problemi yok. Küçük oğlu Mücahit Furkan ise altı aylıkken yakalandığı Hipoplazi (Beyin dopları arasında açıklık) hastalığıyla savaşmaya devam ediyor. Sebahat Hanım, aynı zamanda ailesinin tek evladı. Bir yandan annelik, diğer yandan da evlatlık vazifelerini yerine getirmeye çalışıyor. Biri sağlıklı, diğeri engelli iki çocuğuna sevgi ve şefkatini eksiksiz verirken, 35 yıldır şeker hastası olan, gözleri görmeyen annesinin bütün hizmetini üstlenmiş.

    Mücahit Furkan, sekiz yıl önce gözlerini dünyaya sağlıklı bir bebek olarak açar. Altı aylık oluncaya kadar çok nadir hastalanır. 17 Ağustos depremi, İnan ailesinin ve minik Mücahit Furkan’ın yıllarca sürecek hastalığının başlangıcı olur adeta. Depremden üç gün sonra, henüz altı aylık olan Mücahit Furkan’da aşırı mide bulantısı başlar. İnan ailesi, midesine giden her damla sütü geri çıkaran minik yavrularını hemen hastaneye kaldırırlar. Doktorlar bebeğin midesini üşüttüğünü, korkulacak bir durum olmadığını belirterek, hafif ilaçlarla aileyi eve gönderir.

    Ancak, ilerleyen günlerde Furkan’ın durumu daha da kötüleşir. Artık, ne anne sütünü kabul eder ne de mamasını yer. Evlatlarının hastalığı karşısında iyice çaresiz kalan anne baba tekrar hastaneye koşar. Tahliller yeniden yapılır ancak sonuçlar gene normal değerlerde çıkar. Bulantısı devam eden minik yavru, uzun araştırmalar sonrasında teşhis konulamadan yeniden evine gönderilir. Doktorların yapacak bir şey olmadığını söyledikleri Mücahit Furkan’ın beslenmesi tamamen durur. Verilen ilaçlar ise mideye inmeden geri gelmektedir.

    Bu durum bir yaşına kadar devam eder. Evlatları elleri arasında günden güne eriyen İnan ailesi mücadeleye devam eder, her hastaneye gider, her doktorun kapısını çalar. Furkan bir yaşına geldiğinde özel bir hastanede tedavi altına alınır ve verilen ilaç sayesinde mide bulantısı durur ancak, artık yeme alışkanlığını kaybetmiştir. Sebahat Hanım, bir yaşındaki oğlunu, bebek maması ve bitki çaylarıyla beslemeye başlar. Oğlu, artık ne konuşabiliyor ne de emekleyebiliyordur. Büyümesi de durur.

    İnan ailesi evlatlarının hastalığının ne olduğunu öğrenmek için mücadeleyi bırakmaz. Furkan iki yaşına geldiğinde çekilen beyin MR’ıyla hastalığın adı konur: Beyin dopları arasında açıklık vardır. Aile bir kez daha yıkılır. Doktorlar yapılacak fazla bir şey olmadığını söylese de, onlar “Allah’tan ümit kesilmez” diyerek tedaviye devam ederler. Furkan, altı ay boyunca İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde fizyoterapi ve özel eğitim alır. Tedaviye cevap veren Furkan 2,5 yaşına geldiğinde emeklemeye başlar. Mücahit Furkan, şu an sekiz yaşında. Üç yaşından beri Üsküdar Belediyesi özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde fizyoterapi ve özel eğitim görüyor. Annesinin desteğiyle yürüyebiliyor, etrafındakileri algılayabiliyor, kısmen de olsa şikayetini dile getirebiliyor.

    “Oğlum bu dünyada yürüyemiyor ama inşallah cennet-i alada koşacak”

    Sebahat Hanım, hiçbir zaman umudunu yitirmeyen annelerden. Oğlunun sağlığına kavuşması için bir yandan dua ediyor, diğer yandan sebeplere sarılarak şifayı Allah’tan bekliyor. 35 yıldır şeker hastası olan annesinin hizmetini de eksiksiz yapmaya gayret eden vefakar kadın, dört yıl önce alzheimer hastalığına yakalanan babasına da evlatlık vazifesini yerine getirmiş. “Bir evde üç hasta vardı” diyen Sebahat Hanım, o günleri şöyle anlatıyor: “Mücahit Furkan üç yaşındayken, babam alzheimer hastalığına yakalandı. Şeker hastası olan ve gözleri görmeyen annem dolaşım bozukluğu nedeniyle ameliyat oldu. Hastanede annemin yanında kalıyor, bir yandan da babamın hizmetini yapıyordum. Bu arada Furkan’la da ilgileniyordum. Babam üç yıl yaşadı. Üç yıl üç hasta bezledim. Çok zor günlerdi ama Allah’a sığınarak atlattım. Annem benim yanımda ve bakıma muhtaç. Ben annelik ve evlatlık vazifeleriyle imtihan edildiğimi bilerek inancımla görevlerimi yerine getirmeye çalışıyorum. Hayır ve şer Allah’tan gelir. Oğlum bu dünyada yürüyemiyor ama insaşallah cennet-i alada koşacak.”

    Engelli çocuk annelerinin her duyguyu daha yoğun yaşadığını belirten Sebahat Hanım, zorlukların kendisini daha sabırlı ve şükür sahibi bir insan yaptığını söylüyor. “İnancım beni huzurlu kılıyor” diyen Sebahat Hanım, “Eskiden olumsuz baktığım her şeye artık olumlu bakıyorum. Şefkatim ve merhametim daha da arttı. Furkan’ın ve annemin rahatsızlığı nedeniyle sosyal hayatım tamamen durdu. Beş yıldır kimseyle görüşemiyorum. Yalnız, oğlumun tedavisi ve alışveriş için dışarı çıkabiliyorum ama her zorlukta ebedi alemi gözümün önüne getiriyorum. Çünkü bu dünyada çekilen her derdin sabrı ve mükafatı olduğuna inanıyorum” şeklinde konuşuyor.

    Doktorlar beş yıl ömür biçti, ancak Acar şu an yedi yaşında

    “Ben ve oğlum Acar, Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail gibiyiz…” Havva Işık Tepe, doğuştan engelli oğlu Acar’ı hayata bağlayabilmek için verdiği mücadeleyi bu sözlerle anlatıyor. Doktorların, “Yalnız karaciğeri sağlam, yürüyemez, dört yaşında gözlerini kaybeder, beş yaşında bu dünyadan ayrılır” dediği Acar şimdi yedi yaşında. Havva Hanım, doktorlar kadar çabuk pes etmemiş ve yedi yıl boyunca İnşirah suresini dilinden ve kalbinden düşürmeden, Allah’a sığınarak, oğluna bir damla hayat suyu bulmaya çalışmış. Eşinin akrabası Yeliz altı yıldır Havva Hanım’ın yanında olan tek insan. Hayatta yapabileceği en güzel hizmetin Acar’ın yanında bulunmak olduğunu düşünerek ailesini ve eğitimini bırakıp, Tepe ailesinin evine taşınan genç kız tek destekçileri. “Yeliz, bedenimin ve ruhumun diğer yarısı” diyor Havva Hanım.

    Şimdiler de Üsküdar Belediyesi özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde haftada üç gün fizyoterapi ve özel eğitim gören minik Acar 2000 yılında dünyaya gelir. Hamilelik döneminde sık sık yapılan kontrollerde doktorlar bazı problemlerden bahseder, ancak bunların önemsiz olduğunu söylerler Tepe çiftine. Dokuz ay süren heyecanlı bekleyişin sonunda doğum gerçekleşir. Allah’ın bir hediyesi olan evladını kucağına almayı hayal eden ve sabırsızlanan anne, doktorların “Bir oğlunuz oldu ancak yalnız karaciğeri sağlam, kalbinde ciddi problem var. Kontrollerde fark edemedik” sözleriyle yıkılır. Evladı bir kuvözde hayata tutunmaya çalışmaktadır. Her şeyin Allah’ın takdiri olduğunu bilen acılı anne o zor günlerde Lokman suresi 34. ayetinden güç alır. “Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır” ayet-i kerimesi karanlık günlerinde yolunu aydınlatır. Günler sonra hastaneden çıktıklarında minik Acar’ın emme-yutma yeteneği yoktur.

    Havva Hanım pes etmez; doktorlardan bebeğin beslenmesi ile ilgili bilgi alır, hastane hastane dolaşır, oğlunun yaşaması için elinden gelen bütün çabayı harcar. İstanbul’daki bütün üniversite hastanelerinde yapılan araştırmalar sonucunda Acar’a beyin felci tanısı konur. Oğlu hiç iyileşmeyecek, bir ömür boyu kendisine bağlı yaşayacaktır. Havva Hanım kendini oğlunun yerine koyarak onun her yaptığı hareketi yapmaya çalışır, onu daha iyi anlayabilmek ve dünyasına girebilmek için onun gibi yaşamaya başlar. Acar’ın içinde bulunduğu durumu çözebilmek için oğlu gibi bakar, onun gibi oturur, onun gibi hareket eder. Oğlunun adeta kulağı, gözü ve dili olur. Beş yıl ömür biçilen minik Acar 5,5 yaşından beri annesinin desteğiyle yürüyebiliyor, yemeğini yiyebiliyor. Acar’ın bir de dört yaşında erkek kardeşi var. Oldukça sağlıklı bir çocuk olan Efe, ağabeyi Acar’ı adeta küçük kardeşi gibi koruyor, onunla oyunlar oynuyor.

    “Oğlumu en iyi şekilde yaşatmak anne olarak benim görevim”

    Halkla İlişkiler Uzmanı olan Havva Işık Tepe, Acar’ın doğumundan sonra iki yıl engelli çocukların annelerine danışmanlık yapar. İkinci oğlu dünyaya geldikten sonra mesleğini bırakarak, hayatını, biri sağlıklı diğeri engelli iki oğluna adar. Yoğun tedavi sürecinde maddi sıkıntılar içine düşünce, iki yıl önce, takı tasarımcısı olan komşusundan takı yapmayı öğrenir. Havva Hanım iki yıldır bir yandan çocuklarına bakıyor diğer yandan takı tasarımcılığı yaparak eşine maddi destek olmaya çalışıyor. İnancını hiç kaybetmediğini, yaşadığı zorlukların kendisini Allah’a daha da yaklaştırdığını belirten Havva Hanım, “Her zorlukta bir kolaylık vardır. İnsan hayata nasıl bakarsa hayat ona o şekilde dönüyor. Bakmasını bilmek lazım” diyor. Çocuğunu kendisinin olduğu için sevmekten öte Allah’ın emaneti olarak gördüğünü anlatan cefakar anne şöyle devam ediyor: “Acar bana Allah’ın özel bir emaneti. Ben o emanete sahip çıkmalıyım. Onun sorumluğu bana verildi. Hz. Hacer gibi evladıma su bulmalıyım. Allah’ın verdiği ömrü ona en iyi şekilde yaşatmak anne olarak benim görevim. Biraz içgüdüsel biraz bilgiyle hareket ediyorum. Acar sayesinde sabretmeyi öğrendim. Allah’a olan inancımı asla kaybetmedim. Ona dayanarak yola devam ediyorum.”

    Huri Yazıcı

    Sayı : Ağustos 07 6.Sayfa


  6. Türkiye, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi kapsamında özürlü vatandaşlar için bazı yasal düzenlemeler yaptı, yapıyor. Ancak tüm iyi niyete rağmen bürokrasi kösteği insanları dertli yapıyor. Kimi, özürlü maaşı, alamadığından, kimi evde bakım hizmetindeki zorluktan, kimi rapor oranlarının budanmasından, kimi de eğitim, sağlık ve ulaşımdaki zorluklardan dertli.

    Gülçin İşimtekin. Zihinsel engelli çocuk anası. Engelli haklarıyla ilgili yeterli bilgisi yok. Olsa da çaldığı kapılar yüzüne kapanmış. O da "Mağdur oldum" diyerek soruyor:

    "1979 doğumlu, zihinsel engelli bir oğlum var. Bir rehabilitasyon merkezine gittiği için her sene bin çile çekerek rapor alıyoruz; ne hikmetse oran yüzde 50 ile yüzde 70 arası değişiyor. 'Birçok hakkınız var' deniyor, ancak gittiğim tüm kapılar nedense yüzümüze kapanıyor. Çocuğum nelerden faydalanabilir? Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bize bir yol göstermenizi rica ediyoruz."

    Analar baştacımız. İstekleri başımın üstüne. İşte özürlülere sağlanan haklar:

    THY yüzde 40 ve üzeri özürlü yolculara, iç ve dış hatlarda yüzde 25 indirim yapıyor. Ayrıca, "refakatçi ile seyahat etmelidir" ibaresi yazılı doktor raporunun ibrazı halinde, refakatçiye de yüzde 25 indirim uygulanıyor.

    Denizcilik İşletmeleri'ne ait kruvaziyer seferleri ve iç hatlarda yüzde 20 indirim var.

    Şehirlerarası otobüsle seyahatlerde yüzde 30 indirim yapılıyor.

    Sosyal güvencesi olsun olmasın ağır özürlülere asgari ücretin iki katına kadar bakım ücreti veriliyor.

    Muhtaç özürlü, sakatlık derecesine göre maaş alıyor.

    Sosyal güvencesi olana da olmayana da eğitim desteği, veriliyor.

    Görme engelliler şahit bulundurmadan noterde imza atabiliyor.

    Engelliler, ihtiyaç duyulması halinde, oturduğu apartmanda fiziki değişiklik yaptırabilir.

    Tek ev (200 metrekare) için özürlü emlak vergisinden muaf.

    Özürlü personelin, işyerinde kullanması gereken araç-gereç kurum tarafından yaptırılıyor.

    Toplumsal yaşama katılmayı kolaylaştıran araç gereçler KDV'ye tabi değil.

    Ulaşım ve erişim olanağını sağlamak amacıyla özel tertibatlı otomobil vergiye tabi olmadan alınabiliyor.

    Okudunuz. Devletin sizlere verdiği haklardan yararlanmak için aman, bürokratik engeller sizi yıldırmasın.

    Cemalettin Gürsoy

    Kaynak


  7. mahkeme.jpg

    Birini döven bir adam hakimin karşısına çıkarılmış,

    Hakim sormuş :

    - Nerede yaşıyorsun?

    - Orda burda…

    - Ne iş yaparsın?

    - Onu bunu…

    - Barda dövdüğün adamı önceden tanıyor musun?

    - Söyle böyle…

    - Ne demek yani nerden tanıyorsun?

    - Ordan burdan…

    Hakim artik dayanamamış :

    - Anlaşıldı, götürün bu adamı tikin içeri!..

    İki jandarma adamın koluna girmiş götürürlerken adam hakime seslenmiş:

    - Heeeey bi dakika!.. Ne zaman çıkıcam ben burdan!..

    Hakim de ona seslenmiş:

    - BUGÜN YARIN!…

    Alıntıdır

    Resim Kaynak

    Kaynak Pozitif Gazete


  8. 3maymun.jpg

    Biri gözlerini, biri kulaklarını, diğeri de ağzını elleriyle kapamış üç maymun figürü ile her yerde karşılaşıyoruz. ‘Üç maymunu oynamak’ deyimi kişinin olaylara karışmak istememesi anlamında kullanılıyor. Japon kökenli bu figürdeki maymunların isimleri, Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru, Japonca’da sırasıyla (şeytanı) görmemek, işitmemek ve konuşmamak anlamına geliyor.

    Aslında bu isimlerde Japonca’daki bir kelime oyunu vardır. Japonca ’saru’ hem maymun anlamına gelen bir isim hem de arkasından geldiği kelimeye olumsuz anlam veren bir ek. Farklı anlamlarına rağmen aynı şekilde telaffuz ediliyorlar ve bir kelime ile birleştiklerinde ’sasu’, ‘zasu’ya dönüşüyor. Yani Mizaru hem gören maymun hem de görmemek anlamına geliyor.

    Üç maymunun kökeni hakkında çeşitli hikayeler var ama ilk olarak on yedinci yüzyılda Japonya’da, Nikku’da, ülkedeki iç savaşı bitirmekle ünlü soğun (baş kumandan) Tokugawa’nın anısına 1636 yılında yapılan anıtın ön tarafındaki ağaç oyma figürler arasında yer aldıkları kesin. Bu anıtta üç maymunun görevi ise kutsal ahırlara muhafızlık etmek. Aslında maymunun Japon kültürü içinde özel yeri vardır. Yıldız burçlarından birinin simgesi maymundur. ‘Maymunlar günü’ diye adlandırılan günde tapınaklarda dualar edilir.

    Her ne kadar görmeyen, duymayan, konuşmayan maymunlar ilk defa Japonya’da şekillendiyseler de felsefesinin sekizinci yüzyılda Hindistan’da ortaya çıktığı, Budist rahipler vasıtasıyla önce Çin’e sonra da Japonya’ya geçtiği sanılıyor. Hindistan’daki kökeni ise ‘görmezsek, işitmezsek, konuşmazsak, şeytan da bize dokunmaz, işimize karışmaz’ şeklinde özetlenebilecek Vadjra düşüncesine dayanıyor.

    Vadjra aslında üç gözü ve birçok eli olan mavi yüzlü, dehşetli ve korkunç bir Tanrı. Elleri ile sürekli gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatıyor. Böylece insanlara kötülüklere bulaşmama mesajı veriyor. Üç maymun figürünü bu kadar ünlü yapan da zaten yazı ile zor anlatılacak bir mesajı etkileyici, göz alıcı ve akılda kalıcı bir biçimde insanlara doğrudan iletmesidir.

    Japonya, Nikku’da üç maymun figürünün bulunduğu yeri gezdiren rehberler ise tapınaklardaki rahiplerin bir başka hikayeleri olduğunu söylüyorlar. Doğrusu bu hikaye üç maymun figürüne daha iyi uyuyor:

    Çok eski zamanlarda bir dağın bir yamacında iyi ve akıllı bir maymun kral, diğer yamacında da şeytan yaşarmış. Kralın çok yaşlı ama çok da akıllı üç danışman maymunu varmış. İnançlarına göre öbür yamaçta yaşayan şeytanı gören ve sesini duyanlar sonsuza kadar lanetlenip taş kesilir, maymun krallığı da felakete uğrarmış.

    Bu üç danışman maymun bir gün kralları için tepede nadide çiçekler ararlarken çalıların arasında bir hışırtı duymuşlar. Merakla çalıları aralayıp baktıklarında şeytanla yüz yüze gelmişler. Şeytan çirkin sesiyle çığlıklar atmaya başlamış. Maymunlardan birincisi görmemek için gözlerini kapamış ama şeytanın sesini duymuş. İkincisi kulaklarını kapamış ama o da şeytanı görmüş. Üçüncüsü ise hiçbir şey yapamamış, şeytanı hem görmüş hem de sesini işitmiş, bu ölümcül sırdan kimseye bahsetmemek için hemen ağzını kapamış.

    Kalplerinin taşlaşacağını bilerek ormanda dalları yere değen bir söğüt ağacının altına gizlenmişler. Orada korkudan titreyerek saatlerce hareketsiz kalmışlar. Gece yarısı bu sırrı kimseye söylemeyeceklerine, krallarını ve halklarını tehlikeye atmamak için ellerini kapattıkları yerlerden çekmeyeceklerine dair birbirlerine söz vermişler. O günden sonra insanlar ne zaman gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatmış üç maymun görseler anlamışlar ki onlar şeytanı görmüş ve duymuşlardır ama toplumun çıkarları uğruna bunu bir sır olarak saklamışlardır.

    Alıntıdır

    Fotoğraf Kaynak

    Kaynak Pozitif Gazete


  9. 3372.jpg

    Samsun'da yaşayan Nisanur ve dedesi engellerine rağmen mutlu bir hayat sürerek çevrelerine de örnek oluyorlar.

    Dilek Sezen Samsun'da doğuştan kolları olmayan 2 yaşındaki Nisanur ve geçirdiği kaza sonucu tekerlekli sandalyeye bağlı yaşamak zorunda kalan dedesi Ahmet Aktaş engellerine rağmen mutlu bir hayat sürerek çevrelerine de örnek oluyorlar.

    Nisanur annesi ile hayata tutunurken dedesi ise daha önce adını bile duymadığı “badminton” sporu ile geleceğe umutla bakıyor.

    İstanbul'da bir tekstil firmasında çalışırken asansör boşluğuna düşerek sakat kalan 46 yaşındaki Ahmet Aktaş, 2001 yılında geçirdiği kaza

    sonrası hayatının tamamen değiştiğini anlattı.

    Kazanın ardından bir süre tedavi gördüğünü ve bu süreçte bir daha yürüyemeyeceği gerçeğiyle yüzleştiğini ifade eden Aktaş, eşinden ayrıldıktan sonra 2007 yılında kızının yaşadığı Samsun'a yerleştiğini söyledi.

    İki çocuğundan oğlunun askerde olduğunu belirten Aktaş, zor günler geçirdiğini, hayata küstüğü sırada daha önce adını bile duymadığı badminton sporu ile tanıştığını kaydetti.

    Aktaş, Türkiye Sakatlar Derneği Samsun Şubesi kanalıyla Amisos 55 Engelliler Gençlik ve Spor Kulübü'ne üye olduğunu ve kulübün Türkiye'de ilk kez düzenlediği Engelliler Badminton Türkiye Şampiyonası'nda bronz madalya kazandığını belirtti.

    Sporun kendisi için adeta bir rehabilitasyon olduğunu ve en umutsuz döneminde kendisini yeniden hayata bağladığını söyleyen Aktaş, “Çalışırken bazen spor salonu bulamıyorduk. Şampiyonaya çizgi ve file olmadığı için göz kararı çalıştık. Sporcu sandalyemiz olmadığı için statik ve durgun olarak çalıştık. Daha iyisini bekliyorduk ama zorluklara rağmen üçüncü olmayı başardık. Daha iyi şeyler yapacağız” dedi.

    Engellilere hayata küsmemeleri ve spor yapmaları tavsiyesinde bulunan Aktaş, kulüp olarak destek beklediklerini, spor salonu ve spor sandalyesi desteğine ihtiyaçları olduğunu kaydetti.

    Samsun'a geldikten bir yıl sonra torunu Nisanur'un dünyaya geldiğini ve kendisi gibi engelli olan Nisanur'la çok mutlu olduklarını ifade eden Aktaş, sporla birlikte hayata artık gülümseyerek bakabildiğini söyledi.

    Nisanur'un annesi Sevinç Çalık (24) ise evlendikten sonra 4 yıl çocuklarının olması için tedavi gördüğünü, daha sonra kızına hamile kaldığını, gebeliğin 4.5-5 ayında bebeğin engelli olduğunun anlaşılması üzerine doktorların gebeliğe son verilmesi için ısrar ettiklerini ama kendisinin çocuğunu dünyaya getirmek istediğini anlattı.

    Nisanur'un engeliyle doğmasına rağmen,verdiği karardan hiçbir zaman pişman olmadığını vurgulayan Çalık, Nisanur'un son derece akıllı ve mutlu bir çocuk olduğunu vurguladı.

    “Bir kolu olmayan, diğer kolunda da dirseğin üzerinde bir et parçası görünümünde çıkıntı olan Nisanur, kendi ihtiyacını şu anda görüyor. Tek sıkıntımız kızıma bir kol yaptırabilmek. Ona da bizim imkanım yok” diyen Çalık, sigortalarının bulunmadığını, yeşilkartlı olduklarını ifade etti.

    İkinci bir çocuk beklediğini bildiren Çalık, engellere rağmen mutlu bir aile olduklarını belirterek, “Artık bu duruma alıştım. Bana son derece normal geliyor. Ben kolları olan bir çocuk gördüğüm zaman onlar benim tuhafıma gidiyor. Kızım tek parmağı ile pek çok şeyi yapabiliyor” diye konuştu.

    Sevinç Çalık, dede ve torunun iyi anlaştığını, kızı ve babası için iyi şeyler dilediğini sözlerine ekledi. Kurduğu kulüple engellileri sosyal hayatın içine sokarak mutlu bireyler olmalarını amaçlayan Amisos 55 Engelliler Gençlik ve Spor Kulübü Başkanı Mehmet Yaşar da, Türkiye'de engelliler için rehabilitasyon hizmetlerinin yetersizliğine işaret ederek, sporun bir çeşit rehabilitasyon görevi gördüğünü bu konuda spor kulüplerinin desteklenmesini istediklerini söyledi.

    Kaynak


  10. Merhaba gönül dostlarım.

    Geçtiğimiz hafta Borçka’da güzel bir etkinlikle engellilere akülü araba verildi.

    Bunu düşünen ve bu yardımları veren herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

    Biz engelliler için akülü araba deyip geçmeyin.

    Sizler bunun önemini bizler kadar anlayamazsınız.

    Akülü araba demek, özgürlük demek, hayata attığımız adım demek. Sizler biraz uzunca bir yerde otursanız sıkılır kalkar yer değiştirirsiniz.

    Ama biz bunu yapamayız. Engellinin de kafasında ki sorunları bir kenara itip, kalabalığa karışıp insan olduğunu his etmesi gerekir.

    Bir araba bir limon satıp veya benim gibi gazete dağıtarak kazanacakları birkaç kuruş demektir. Ne kadar yazsam da sizler bizleri anlayamazsınız. İşte bu gecede beni üzen bir olay oldu.

    Akülü araba için müracaat eden engelli sayısı 4 gelen araba sayısı 3 olduğundan bir tercih yapıldı ve lise 2 sınıfa giden Ahmet akülü araba alamadı. Onun o üzüntüsü gözlerimin önünden gitmiyor.

    Oraya geldiğinde içinde yaşadığı heyecan kurduğu hayaller bir anda uçup gitti.

    Kaymakam beyin yanına gitti uzun, uzun konuştu ama bir netice alamadı. Gecede şarkı söylemeyi düşünüyordu o dakikadan sonra söyleyemedi.

    Sizlerden tek ricam var bu geceleri düzenlerken kimseyi kırmamaya özen gösterin ya da yardımlarınızı gizlice yapın böylece kimseyi üzmemiş olursunuz.

    Sevgili okurlarım o gecede birde melekle tanıştım ve bu devirde böyle bir gencecik kız çocuğunun oluşuna şaşırdım. İsmi Nazlı…

    Geçtiğimiz yıl Borçka’da çıkan yangında ağabeyini canını tehlikeye atarak kurtarmış ve bu haber yaygın basında yer almıştı.

    Kendi 15 yaşında, kurtardığı ağabeyi 30 yaşında ve yatağa mahkûm bir engelli.

    Beni etkileyen bir yanı da kurtardığı ağabeyi üvey olmasıydı. Bu devirde öz kardeş, kardeşini tanımazken bu küçük melek ağabeyi için canını tehlikeye atarak büyük bir insanlık dersi vermiştir.

    Gecede kendisi için değil, ağabeyine rahat bir ortamda yaşatabilmek için mücadele ediyordu. Evet, melekler hâlâ var ve yarınlara ümitle bakabiliriz, bunu gördüm.

    Bunu görünce yaşama sarılma gücünü kendimde his ettim.

    Bence gecenin yıldızı, engelli sanatçı Aydoğan’dı.

    Bizlerin sanatta temsilcisi olan bu cesur yürekli adam inşallah hak ettiği yerlere gelir.

    Gecede bir etrafıma baktım ve burada kim engelli diye düşündüm.

    Kendilerini aşmış sesleriyle yaptıkları işleriyle insanlıklarıyla çok adımlar atmış bu insanlar engelli olarak kabullenemiyorum.

    Öyle sağlam özürlüler gördüm ki, engelli oluşumdan dolayı şükür ettim.

    Bizlerin yüreğinde kötülük olmaz, iki yüzlülük olmaz riya hiç olmaz.

    Bizler içimizle dışımızla aynıyız kimsenin hakkına el uzatmayız, aç kalsak da ses etmeyiz. İşte bizler ele muhtaç verilenlerle yetinmek zorunda bırakılmış engelliler kaderimizi kabullenmek zorunda bırakılmışız.

    Üreticiliği unuturmuşlar tüketici gözüyle bakılarak zayıf insan olmaya zorlanmışız bu güne kadar. Ama artık yeter deme zamanımız geldi. Bizler de neler yapa bileceğimizi bazı başarılı engelli dostlarımızın sayesinde gördük. Şimdi gelen engelli genç kardeşlerimizin hayalleri var kimi müzisyen, kimi avukat olma hayalleriyle ele muhtaç olmaya HAYIR diyerek savaşıyorlar. Devletimizden tek isteğimiz bize tanıdıkları haklarımızı bizlere vererek tüketicilikten üreticiliğe geçmemizde önümüzü açmalarıdır. Öncelikle bizlere verilen iş kollarını bizlere vererek başlamalıdırlar. Sağlam özürlülere peş keş çekilen kadrolarımızı bizlere iade ederek engellilerin yaşama isteklerini güçlendirmiş olurlar ve üretici olmalarına katkıda bulunmuş olurlar. Biz sizden yeni bir şey istemiyoruz var olan hakkımızı istiyoruz. Sevgili Murgul halkı sizlerin içerisinden biri olarak Murgul da yaşayan engelli kardeşlerimiz için bir gece düzenlemek istiyorum. Sizlerden bana destek olmanızı rica ediyorum. Belediye başkanımızı ve ilçe kaymakamımızı bu hayırlı iş için bizlere destek vermeye davet ediyorum. Artvin zihinsel engelliler dernek başkanımız sayın HATİCE NUR ERSÖZ Hanım efendiden destek vereceğine dair söz aldım yaşadığım ilçemin insanları da beni yalnız bırakmayacağından emin olarak hepinizi saygı ve sevgilerimi sunar.

    ESEN KALIN.

    Kaynak


  11. Doktorların bulduğu hastalıklar haricinde birde toplum olarak yaşadığımız bazı hastalıklar varmış. Bunların hepsi de toplumsal gözlemle bulunan hastalıklar...

    Bir okuyalım bakalım biz hangi hastalığa yakalanmışız.

    01- Kardan adama tekme atma veya bozmaya çalışma hastalığı ,

    02- Yeni atılmış bir betona basma ve isim yazma hastalığı ,

    03- Gazete ve dergilerdeki resimlere sakal, bıyık ve gözlük yapma hastalığı ,

    04- En iyi arabayı ben kullanıyorum zannetme hastalığı ,

    05- Kar topunun içine buz koyma hastalığı ,

    06- Cep telefonu kullanımının yasak olduğu ortamlarda ille de görüşme yapma hastalığı ,

    07- Belediyenin duraklara koyduğu saatlerin yelkovan ve akrebini sökme hastalığı ,

    08- Kumsalda Deve güresi yapma hastalığı,

    09- şahin marka arabayı , Doğan görünümlü yapma hastalığı,

    10- Ağaçlara ve parktaki banklara kalp ve isim baş harfi kazıma hastalığı,

    11- Derslerini çalışıp sınıfını geçenleri inek sanma hastalığı,

    12- Mesleğimizdeki unvanımızı İngilizce olarak söyleme hastalığı, 13- Tiki

    olan insanların tikleri ile uğraşma hastalığı,

    14- İskambil kağıtlarından kule yapan birinin kulesini bozmaya çalışma hastalığı,

    15- Cep telefonu ile bağıra bağıra konuşma hastalığı,

    16- Reklam için duvarlara veya panolara yapıştırılan afişleri yırtma hastalığı,

    17- Tuvalet duvarlarını defter sanma hastalığı,

    18- Otobüs duraklarına "Ateşli sevişirim beni ara" yazma hastalığı,

    19- Trafikte bizi geçen bir Arabayı mutlaka yakalayıp onu geçmeyi ilke sayma hastalığı,

    20- Sinyal verir vermez şerit değiştirip, kazaya sebebiyet verdiğimizde sinyal verdik görmüyon mu deme hastalığı,

    21- Ara yollardan ana yola çıkacak araca yol vermeme hastalığı,

    22- Ünlü birini gördüğümüzde ona el sallama hastalığı,

    23- Ünlü birini gördüğümüzde onunla fotoğraf çektirip çok samimiyiz havası verme hastalığı,

    24- Yasamadığımız bir şeyi yasamış gibi anlatıp ona kendimizi inandırma hastalığı,

    25- Otobüs durağa yanaştığında ille de ön kapıdan inmeye çalışma hastalığı,

    26- Otobüs koltuklarını yırtma ve üzerlerine acayip acayip yazılar yazma hastalığı,

    27- Minibüs şoförüyseniz beğenmeseniz bile mutlaka kral FM dinleme hastalığı,

    28- Trafikte kırmızı ışıkta dururken, yeşil ışık yanar yanmaz kornaya basma hastalığı,

    29- Trafikte kırmızı ışıkta dururken burun karıştırma hastalığı,

    30- Kimsenin herhangi bir konu hakkında bilgisi olmadığını anladığımız anda o konu hakkında atıp tutma hastalığı,

    31- Elektrik, su, doğalgaz, vergi, trafik cezası vb.. faturaları son gününde ödeme hastalığı,

    32- Kar yağdığında eve bolca ekmek alma hastalığı,

    33- Grup halinde bir meydana konan güvercinlerin üzerine koşup onları kaçırmaya çalışma hastalığı,

    34- Evli olanların bekarlara sakin ha evlenme demesi hastalığı,

    35- Ayni filme giden insanların filmden çıktıktan sonra filmi birbirlerine anlatmaları hastalığı,

    36- Eline silah geçen birinin hemen o silahla saka yapma ihtiyacı duyması hastalığı,

    37-Arabayla yolda giderken tanıdık birini görünce arabayı şakadan onun üzerine doğru sürme hastalığı,

    38- Takım elbise giyince elini cebe sokma hastalığı,

    39- Tuttuğu takım galip gelince havaya silah sıkma hastalığı,

    40- Meslek arkadaşlarına mesleki şakalar yapma hastalığı

    Bülent Altaç

    Kaynak


  12. Yaklaşımız ve gösterdiğiniz nezaketten dolayı ben teşekkür ederim.

    Seviyenizi koruyarak güzel cevabınızdan ötürü tavsiye bağlantılar bölümüne sitenizi eklemiş bulunuyorum.

    Ayrıca facebook'ta da sitenizi paylaştım.

    Fırsat buldukça destek vermeye çalışırım.

    Kolay gelsin.

    Sayın Pozitif Gazete

    Çok naziksiniz....tüm omurilik felçlileri ailesi adına teşekkür ediyorum.....

    Sizin gibi değerli insanları her zaman aramızda görmekten mutluluk duyarız....

    Allaha emanet olun....bizleri unutmayın....


  13. Çocuk bir gün odasında '' İnş Allah'ım yarın dedem ölür '' diye dua ediyormuş,o sırada oradan geçmekte bulunan babası bunu duymuş ve aldırış etmemiş. Ertesi gün çocuğun dedesi ölmüş ve babası telaşlanmış. Bir gün yine çocuk '' İnş Allah'ım yarın babaannem ölür '' demiş. Babası yine aldırış etmemiş ve ertesi gün çocuğun babannesi ölmüş. Çocuk bu seferde '' İnş Allah'ım yarın babam ölür '' demiş. Babası bu sefer çok telaşlanmış,sabaha kadar gözüne uyku girmemiş.Ertesi gün olmuş ama hiç bişi olmamış. İşten eve geldiğinde karısını ağlarken görmüş ve niye ağlıyorsun diye sormuş.Karısı ise '' Kapıcı öldü bey '' demiş

    Alıntı


  14. Lütfen alıntı yerine kaynak ekleyiniz.

    Pozitif Gazete » Mantıklı ve Dikkatli misiniz?

    Konuyu sizden almadın diyorsanız yüklediğiniz fotoğrafın uzantısı: http://www.pozitifga...usal_mantik.jpg

    ____________

    MyFreeCopyright.com: Blog Entry Copyright

    Copyright:All Rights Reserved

    Registered:Sun Feb 21 07:15:49 UTC 2010

    Fingerprint:Show digital fingerprint

    Title:Mantıklı ve Dikkatli misiniz? Yoksa Hassas ve Duygusal mı?

    Entry: Show blog entry text

    MCN:EM1B7-CA46C-GVXC9

    Sayın Pozitif Gazete

    Öncelikle omurilik felçlileri ailesine hoş geldiniz.....sizi her zaman aramızda görmek isteriz.....

    Kaynak ekledim ve nezaketle haber verdiğiniz için teşekkür ederim....

    Hatasız kul olmaz....kusura bakmayın lütfen.....


  15. Erkeği mutfağa sokmak için gerekli malzemeler

    *Çiçekli-böcekli-meyveli mutfak önlükleri yerine Örümcek Adam Terminatör X-Man desenli

    önlükler yapılsın.

    *Fırın eldivenleri kaleci eldiveni gibi tasarlansın.

    *Çöp kutusu yüksekçe bir yere koyulsun; basket atmayı severler!

    *İsviçre çakısını da severler mesela; onun gibi birden fazla fonksiyonu bir arada sunan aletler üretilsin.

    *Televizyon mutlaka olsun ve öyle bir ayarlansın ki yalnızca Kurtlar Vadisi ve futbol maçları

    izlenebilsin.

    *Mümkünse porselen kristal gibi ‘kırılgan’ maddelerden yapılmış kap-kacak bulundurulmasın! Demir çelik olabilir.

    *Deterjanı kendisi koyan bulaşıkları kendisi yerleştiren ve uzaktan kumandayla çalışan bulaşık

    makineleri icat edilsin.

    *Mutfak aletlerinin kullanım kuralları mümkün olduğunca basitleştirilsin.

    *Ocağı yakmak için kullanılan çakmak Zippo olsun.

    *Mutfakta internete bağlı bir adet dizüstü bilgisayar olsun ki makarna suyunun kaynamasını

    beklerken ayaküstü oyun oynayabilsinler.

    *Etrafta çerez dolu kaseler küllük ve benzeri mühimmat bulundurmak faydalı olabilir.

    *Yemek kitaplarının dili değişsin yeni bir mutfak terminolojisi oluşturulsun. “Bir tutam tuz”

    yerine “çakının ucuyla tuz” diye yazılsın mesela.

    *Tencere tava cezve gibi mutfak eşyaları yıldız futbolcu desenleriyle bezensin. ( takım kuracağım diye onlarca tencere almaya kalkabilirler bu maddeyi yeterince büyük bir mutfağınız varsa dikkate alın)

    *Yemeğin yanması ya da başına başka bir felaket gelmesi durumunda acil çözüm için mutfak panosunda pizzacı kebapçı hamburgerci telefonları bulundurulsun

    Alıntı


  16. 3359.jpg

    Herhangi bir gözlüğe uyarlanan basit bir teknolojiyle felçlilere gözleriyle yeniden yazıp çizme yeteneği kazandırmak mümkün.

    Free Art and Technology (Özgür Sanat ve Teknoloji) adlı sivil toplum kuruluşu üyeleri felç olan ve yeteneklerini sergilemekten mahrum kalan sanatçılara yönelik bir çalışma başlattı. Boynundan altı tamamen felç kalanlara yönelik yürütülen çalışma sonucunda ortaya çıkan EyeWriter (Göz yazıcısı) adlı ürünse sanatçı olsun olmasın bütün felç hastalarına karşı umut ışığı doğurdu.

    Sistemin temelini her yerde bulunabilecek herhagi bir gözlük çerçevesine bakır telle bağlanan bağlanan kızılötesi LED ampuller ve basit bir kapalı devre kamerası oluşturuyor. Açık kaynaklı ve ücretsiz bir yazılım gözün hareketlerini gözlüğün camından gelen yansımayla takip ederek protez kolları yöneten bilgisayara aktarıyor. Böylece sadece göz hareketleriyle herhangi bir yüzeye yazı yazmak; hatta resim çizmek bile mümkün oluyor.

    Geçirdiği LMS hastalığı yüzünden 2003 yılından bu yana felç kalan Tempt One lakaplı ünlü grafitti sanatçısı Tony Quan için geliştirilen EyeWriter’a yönelik bütün bilgiler, kurulum planları ve yazılımlar ücretsiz olarak Free Art and Technology’nin web sitesine konuldu.

    Kaynak.haberciniz.biz


  17. 3367.jpg

    Ağrı Başkent Köyü'nde oturan Ayhan Babayiğit yüzde 97 yatalak ve özürlü raporu almasına rağmen özürlü maaşını alamıyor. Baba, Sali Babayiğit, tüm uğraşlarına rağmen özürlü oğluna maaş bağlanmamasına tepki gösterdi.

    AĞRI - Merkeze bağlı Başkent köyünde ikamet eden Ayhan Babayiğit(19) özürlü ve yatalak olmasına rağmen devletten yardım alamıyor. Serebral Palsi hastası, ağır özürlü olan ve Ağrı Devlet Hastanesi’nden yüzde 97 özürlü raporu alan Ayhan Babayiğit rapora rağmen devletin özürlülere tanımış olduğu özürlü maaşından faydalanamıyor.

    Konu hakkında görüştüğümüz baba Sali Babayiğit mağdur çocuğunun hakkı için gösterdiği çabasının sonuçsuz kaldığını söyledi. Babayiğit; “Çocuğum özürlü ve yatalak biri. Doktor doktor dolaştırdım ve yüzde 97 oranında özürlülük raporu verdiler. Şu koşulda devletin özürlülere 3 ayda bir verdiği özürlü maaşından faydalanması lazım. Ama verdiğim uğraşlara rağmen yine de maaşını vermediler.”dedi.

    Gerekli mercilere başvurduğunu ama kendisinin terslendiğini ifade eden Sali Babayiğit; “Ağrı Valiliği İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne başvura da bulundum, Müdür Metin Ürgün bana bütün köyleri dolaştıklarını bizim köye de geldiklerini söyledi. Ben de, bizim köye geldiniz de evime neden gitmediniz dedim. Ürgün de ‘Sen evde değildin’ cevabını verdi. Bunun üzerine benim evde olup olmamama neden bakıyorsunuz, çocuğum evdeydi baksaydınız. Rapor elimde, gelip çocuğuma da bakın gerçekten mağdurdur, ihtiyacıma cevap vermeyecekseniz Vali Mehmet Çetin’e çıkarım demem üzerine bana kızarak, ‘Senin ihtiyacını karşılamam çık Vali’ye’ şeklinde çıkıştı. Sorunumuzu kime söyleyelim, bizim sıkıntılarımızı kim karşılasın. Sınırları içinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti sıkıntılarımızı karşılamayacaksa yurt dışına mı çıkalım.” şeklinde tepkisini dile getirdi.

    Babayiğit imkânının olması halinde kimseye ihtiyaç duymayacağını vurgulayarak; “Ben hastalığımdan dolayı çalışamıyorum, şuanda işsizim, oturduğum yıkık ev bile bana ait değil. Eğer işim olsaydı, maddi gücüm yerinde olsaydı, kimseye ağız eğmez ihtiyaç duymazdım. Çocuğumun bütün ihtiyaçlarını karşılardım.

    Vali Mehmet Çetin’in gençleri spora teşvik etmesi, her fırsat bulduğunda hatta dün bile gençlere spor malzemesi yardımında bulunması ve bütün gençlere teşviklerini hiçbir zaman kesmeyeceğini, maddi imkânlarla gençlerin arkasında olacağını vurgularken bu özürlü gençlerimize sahip çıkmaması, görmezden gelmesi bizde şaşkınlık yarattı. Valimizin sadece sporla ilgilenen gençleri kollaması değil, ilgisine bütün gençleri almasını bekliyoruz.”şeklinde konuştu. (Ömer Adıgüzel – İLKHA)

    Kaynak.medya73.com


  18. Bir okuyucumun engelli kızına yazdığı mektubunu yorumsuz olarak sizlerle aşağıda paylaşmak istedim.

    Sevgili Kızım Azra,

    “Anlat babası!” dediler bana ablaların, amcaların, teyzelerin

    Öyle bir anlatmak istiyorum ki seni; ben anlattıkça, bütün engeller kalksın istiyorum, hayatının baharındaki bütün filizlerin önünden.

    Hani bir bahar sabahı güneşli bir güne uyanmışsınızdır, pencereyi açarsınız ve kıdemli bir ağacın çiçeğe durmuş dallarının birindeki neşeli bir kuşun cıvıltısı dolar ya odanıza, hani sadece duyarsınız ya cenneti, işte ondan daha güzeldir benim kızımın sesi...

    İnsan her gün anımsar mı aynı gözleri? Onun gözleri; berrak akan bir derenin içindeki siyah çakıl taşlarından daha siyahtır ve yakar yüreğimi bakışları.

    Her gün bir güneşin doğduğunu sanıyor bazıları. Oysa sen benim gözlerime bakıp her güldüğünde, başka bir güneş daha doğuyor benim dünyama. Sen dünyama girdiğinde, ben bir başka benle tanıştım. Sanki seninle beraber ben de doğdum. Doğum gününe izinsiz ortak oldum kızım beni affet.

    Umudumun filizi

    Umudumun filizi oldun. En çirkin yüzler bile sevimli artık senin şerefine. Güzel gözlerine umutsuzluğun gölgesi düşmesin diye, ceviz kabuğundan koca bir gemi yapar baban bu acımasız hayat okyanusunda ve daha sıkı asılır küreklere...

    Sana o kadar uzak bir diyardayım ki şimdi kızım. Hasretin de senin gibi nazlı biliyor musun? O da senin gibi inatçı. Hasretin de senin gibi bırakmıyor peşimi be kızım. Neden senden uzak olduğumu soruyorsundur eminim. Senin ve kardeşinin geleceği için, o narin bedeninin dayanamayacağı bir coğrafyada, üstelik akşamları koşarak gidilecek evleri olamayan amcalarınla birlikteyim kızım.

    Tek başına

    İnsan bazen tek başına aşamaz bazı engelleri, arkadaşlarına ihtiyaç duyar ve onların yardımıyla aşar. Senin kulaklarının da iki tane arkadaşa ihtiyacı varmış. Onlar yardım edeceklermiş dünyada var olan sesleri işitmene. Korktuk önce, ama sen o küçücük yüreğinle o kadar büyük bir olgunlukla kabul ettin ki bu yeni arkadaşları, kuyumcu vitrinlerindeki pırlanta küpelerden daha değerli olduklarını hissettirdin onlara. Keşke herkes senin gibi tanımlayabilse arkadaşlığı süslü gevezem.

    İyi dinlememek

    İnsanlar bu dünyada hep anlaşılamamaktan veya yanlış anlaşılmaktan şikayet ederler. Bunun tek sebebi insanların birbirlerini iyi dinlememeleridir. Yani kısacası işitirler ama duymazlar. Unutma kızım! O arkadaşların sadece işitmene yardımcı olacaklar. Duyman için dinlemen gerekir. Can kulağıyla dinle sana anlattıklarımı. Belki o zaman engelleri yüzünden engelli sayılan kardeşlerinin, ablalarının, ağabeylerinin haklı isyanlarını da duyarsın... Ufuk Baysal

    Belli ki Ufuk Baysal gurbette. Ailesinin geleceği için çalışıyor. Allah yardımcısı olsun, kuvvet versin. Küçük Azra da babası ile gurur duysun!

    ‘Spor Şurası 2008’

    1) Tüm tesislerin engelli, engelsiz sporcu ve seyirci ayrımı yapmaksızın düzenlenmesi, ulaşılabilir, erişilebilir ve ihtiyaca cevap verebilir hale getirilmesi,

    2) Tüm spor tesislerinin dışında, Milli Eğitim Bakanlığı’na ait okulların spor tesislerinde ve diğer kurumların bu amaçla kullanılan tüm spor tesislerinde aynı düzenlemenin yapılması ve denetlenmesi,

    3) 81 ilde bulunan spor tesislerinin değerlendirilmesi amacı ile GSGM Tesisler Dairesi Başkanlığı, Engelli Spor Federasyonu ve Türkiye Futbol Federasyonu yetkililerinin oluşturduğu bir komisyon kurulmalıdır. Bu komisyonca alınan kararlar doğrultusunda il müdürlükleri ile işbirliği içerisinde tesisler hakkında bilgi edinilmelidir.

    4) Spor tesislerinin engelli sporcu ve seyircilere uygun hale getirilmesi; 81 ilde bulunan tüm spor tesislerinin engelliler açısından kullanılabilmesi için gerekli olan çalışmaların ne olacağı ve maddi bilançosunun çıkarılarak rapor şeklinde hazırlanmalıdır.

    5) Yurt genelinde bütün tesislerde engelli, engelsiz tüm kulüplerin ayrım yapılmaksızın antrenman ve maç yapma imkanları eşit hale getirilmelidir.

    6) Federasyonlar, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK arasında yapılacak protokolle mevcut sistemdeki eksikliklerin ivedilikle düzeltilmesi sağlanmalı, özellikle alt yapı oluşturulmasında engelliler spor öğretmenliği ve antrenörleri eğitimi gerçekleştirilmelidir.

    Bu ve bunun gibi daha birçok engelli sporu ile ilgili konular 26- 28 Kasım 2008 tarihinde, yani bundan 16 ay önce yapılan ‘Spor Şurası’nda tavsiye kararı alarak engelliler ve spor komisyonunun raporunda yer aldı.

    Yalnız bunlar mı?

    Spor teşkilatının yeniden yapılanması ile ilgili Spor Komisyonu’nun karar ve görüşleri, Spor Kültürü ve Sporla Eğitim Komisyonu’nun görüşleri, Sporda Sağlık ve Sosyal Komisyonu’nun görüşleri gibi konularda da birçok görüşler ve tavsiye kararları bildirildi. Daha sonra bu çalışmaların takibi için bir komisyon kuruldu. Geldik 2010 Mart ayına. Bu arada Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bu konuları içeren tam 375 sayfalık bir kitap hazırladı. Netice sıfıra sıfır, elde var sıfır. Harcanan yüz milyarlarca para şu an ki görüntüye göre boşa gitti. Spor Bakanlığı da bugüne kadar bu konuda herhangi bir adım atmadı. O zaman sormak gerekir: Yazık değil mi bu halktan toplanan vergilerle harcanan paralara?

    Engelli kardeşlerimize sahip çıkılsın

    İl, ilçe, belde ve köylerdeki tüm engelli kardeşlerimizin birçok sıkıntı var. Ama onlar dertlerini bir türlü anlatamaz. hallerine şükreder, hayatını sıkıntılı bir şekilde sürdürür. Ülkemizde gerçekten duyarlı vatandaşlarımız var ama onlar da kendilerini zar zor geçindiriyor ve yine de elindeki bir ekmeği ikiye bölerek paylaştırmayı da bilir. TBMM’de vara yoğa parmak kaldırıp işlerine gelen meseleleri çözüyorlar. Bu kez de engelli kardeşlerimiz için o sihirli parmakları kaldırıp çözüm üretseler. Öncelikle maddi durumu iyi olmayan engellilerimizin sıcak bir yuvasının olması ve ihtiyaçlarını giderilmesi onlara yapılacak en büyük iyilik. Hayırsever büyüklerimiz, sanatçılar ve futbolcular da ülkemizdeki engelli derneklerine yardım yapabilir. Necip Yozgatlı/ İstanbul e-mail: necipyozgatli@hotmail.com

    Neden bizler için otomobil yapmıyorsunuz?

    Ankara’da yaşayan bir engelliyim. Tekerlekli sandalyem var. Toplu taşıma araçlarını kullanamıyorum. İşe gitmek için taksi tutmam gerekiyor ama param yetmiyor. Hükümete soruyorum: En önemli iddialarınızdan biri engelliye sahip çıkmaktı. Devrim niteliğinde iddialarıyla engelliler yasası meclisten çıkartıldı. Amaç engellilere hakkını vermek mi, haklarını geri almak mı? Yapılan değişiklik şöyle: 07. 10.2009 tarih ve 27369 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile engelliler tarafından yurt dışından özel tertibatlı olarak ithal edilen otomobillerin ‘model yılı dahil 3 yaşından eski olamayacağı’ hükmü getirildi. Engelliler zaten hayatlarını zor koşullarda sürdürüyor. Yol yok, kaldırım yok, engellilerin kullanımına uygun araç-gerecin yok, hizmet verecek sektör bile yok. Bütün malzemeler yurt dışından geliyor. Engelliler için araç, toplu taşıma araçlarının kullanılamadığı bir ülkede lüks değil bir ihtiyaçtır. Engelli olarak bizlere sahip çıkacak, sosyal sorumluluk projeleriyle çözüm getirecek yerli otomotiv firmalarına buradan sesleniyoruz. Engelli otomobilleri için neden çalışma ve kampanya yapmıyorsunuz?

    Taner Ünsal Altınpark / Ankara tanerunsall@hotmail.com

    AŞKA ENGEL YOKTUR

    Aşık oldum ben sana

    Seni Yaradan’a

    Kahrolurum sensiz geçen yıllarıma

    Aşkla bağlandım ben sana

    Engelin aşkımıza engel değil

    Ne yapsak elimizde değil

    Gönülden bağlandık biz aşka

    Engel koymasınlar aşkımıza

    Leyla ile Mecnun imrendi aşkımıza

    Yansa da yüreğimiz sevgiden

    Olmasın aşkımızın sonu hüsran

    Kalbimizde var aşk ile sevgi

    Tut elimden bırakma beni

    Usanmam seni sevmekten

    Rabbim ayırmasın bizi sevmekten

    Yasin Tuğrul/Aydın Tel: 0534 9654327 0534 9654327 Email: ask_0099@hotmail.com

    Yavuz Kocaömer

    Kaynak


  19. Sayın kalpsizim_85

    Emeğine sağlık....teşekkürler....

    Kaderime yazılan hayatı yaşıyorum ve bence herkes kaderine yazılanı yaşıyor.....

    Çocukluk yıllarımdan beri istediğim hayatı yaşamam için ailemin olması veya kendi maddi imkanlarımın geniş olması gerekir.....

    Beni anne tarafı akrabalarım büyüttü ve halen onlarla beraberim....her konuda bilgili ve imkanları olan topluluk arasındayım....dışardan beni gören el bebek gül bebek zanneder ama aslında öyle değil....ben evlatları değilim....ayrıntısını belki tahmin edersiniz.....aralarında bulunduğum insanlara uyum sağlamak zorundayım....

    Allah hepimizin sabrını gücünü arttırsın inşallah....


  20. 253.jpg

    Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi(ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, üniversite sınavlarında sorulacak soruların Braille alfabesi ile de yazılması gibi bir dizi önerinin görüşüldüğünü söyledi.

    Konuyla ilgili kesinleşmiş bir karar bulunmadığını belirten Yarımağan, "Bu seneki, sınavları etkileyeceğini sanmıyorum." dedi.

    Yükseköğretim Kurulu (YÖK) sınav ve üniversite eğitiminde engelli öğrencilerin karşılaştığı sorunlar ile ilgili bir toplantı yaptı. Toplantıya, ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan, Sanatçı Metin Şentürk, üniversite öğretim üyeleri ve engellilerle ilgili sivil toplum kuruluşları katıldı.

    ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, YÖK'ün engelliler ile ilgili oluşturduğu komisyonun uzun süredir çalışmalarına devam ettiğini belirtti. Komisyonun zaman zaman uzmanları da çağırarak, engelliler konusunda sınavlar ve üniversite eğitiminde yapılması gerekenler konusunda görüş alışverişinde bulunduğunu kaydeden Yarımağan, "Yani bu süren bir toplantılar zinciri. Bugün engelliler ile ilgili bir danışmanlık kuruluşu ve Metin Şentürk'ün başkanı olduğu örgüt birer sunum yaptı." diye konuştu.

    Yarımağan, sınav ve üniversite eğitiminde engellilerin karşılaştığı sorunlar ile ilgili, "Engel türlerine göre… Mesela görme engellilerin kendilerine göre sorunları var. Bunlara alternatifler sunulmak isteniyor. Sadece bir okuyucunun soruları okuması değil, onların kendi alfabelerinde soruların yazılması veya sınırlı engelli olanlar için büyütme olanakları, alet kullanmaları, bilgisayarla sesli olarak soruların okunması, hiperaktifler için onların ihtiyaçlarının karşılanması gibi… Sınavlarda neler yapılabilir? Tabii bunlar yapılırken, sınav güvenliğinin de dikkate alınması gerekir." şeklinde konuştu. Benzer bir çok öneri olduğunu, ancak henüz kesinleşmiş bir karar bulunmadığını ifade eden Yarımağan, "İmkanları artırıp onlara daha çok alternatif sunma genel eğilim." ifadesini kullandı.

    Engellilerin üniversite eğitimleri sırasında da sıkıntı çekmemeleri için gerek fiziksel ulaşım- dolaşım gerekse dersleri izleme açısından neler yapılabileceğinin de görüşüldüğünü aktaran Yarımağan, "Bu bilgilerin alınarak, üniversitelerin gerekli hazırlıkları yapması üzerinde çalışılıyor." dedi. Engelliler konusunda 2010'da yapılacak sınavda herhangi bir değişiklik olmayacağının altını çizen Yarımağan, "Bunlar daha ileriye dönük. Henüz verilmiş bir karar yok. Bunlar hazırlık yapılması gereken konular. Bu seneki, sınavları etkileyeceğini sanmıyorum." sözlerini kaydetti.

    SANATÇI METİN ŞENTÜRK: AKADEMİK DESTEK İÇİN BURADAYIZ

    Sanatçı Metin Şentürk, toplantı çıkışında yaptığı açıklamada, başkanlığını yaptığı Dünya Engelliler Vakfı'nın bir sunum yaptığını belirtti. Proje ve düşünce kuruluşu olduklarını kaydeden Şentürk, "Bunu hocalarımız ile paylaşmak, akademik destek almak için buraya geldik. İlerleyen zamanlarda da akademik desteğimizi buradan alarak yolumuza devam edeceğiz." diye konuştu.

    Şentürk, yapılan sunumun içeriği ile ilgili ise şunları dile getirdi: "Bizim vakfımızın kuruluş amacını, hedeflerimizi sıraladık. Bunların içinde adalet, sevgi, kardeşlik gibi duyguların hakça düzenlenmesi, geliştirilmesi, güçlendirilmesi ve yaşandığı bir toplum oluşturulmasıydı. Dünya Engelliler Birliği'nin kurulmasıydı, engellilerin, nitelikli ve öncü bir şekilde toplumda tam ve adil bir şekilde temsillerinin sağlanması, yerel yönetimlerde sosyal uygunluk vizesinin uygulanmasının sağlanması, engelliliğin engellenmesi ile ilgili… Bunun gibi birçok projemizi paylaştık. İnşallah, önümüzdeki günlerde çok güzel projeler ile birlikte olacağız."

    (CİHAN)


  21. 1761.jpg

    Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) yapılan düzenlemeyle, dershanelerde en az 3 yerine 6 derslik olması, dershanelerin bütün birimlerinin, aynı binanın birbirine bitişik daire veya bitişik alt ve üst katlarında veya bitişik binaların birbirine bağlantılı aynı katlarında olması şartı getirildi.

    MEB, Özel Öğretim Kurumları Standartları Yönergesini günümüz şartlarına göre, değişen, gelişen yöntem ve tekniklere uygunluk sağlaması için yeniden düzenledi.

    Bu yönergenin yürürlüğe girmesiyle, 17 Kasım 2004 tarihli Özel Öğretim Kurumlarına Ait Standartlar Yönergesi" yürürlükten kaldırıldı.

    Yetkililer, eski yönergenin çok detaylı olduğu, ders programları değiştiği için bu yönergede belirtilen araç-gereçlere artık ihtiyaç duyulmadığı için değiştirildiğini belirterek, yeni yönergenin teknolojiye ve günümüz şartlarına uygun olmasının amaçlandığını kaydetti.

    Buna göre yönergede, özel öğretim kurumlarının yerleşim planı, derslik sayıları, dersliklerde öğrencinin kullanım alanı, kurumlarda bulunması gereken bölümler ile ilgili hususlar yer alıyor.

    Özel okullardaki dersliklerin pencere alanları, dersliklerde öğrenci için kullanım alanları, merdivenler ile ilgili yeni düzenlemeler yapıldı. Özel okullarda okul öncesi eğitim kurumlarının oyun etkinlik odasında her öğrenci için kulanım alanı 1.5 metre kare, ilköğretim ve ortaöğretim okullarının dersliklerinde her öğrenci için kullanım alanı 1.2 metre kareden az olmayacak.

    Derslik ve diğer ders yapılan bölümdeki pencerenin alanı, o bölümün taban alanının yüzde 10’undan az olmayacak. Özel okul olarak kullanılacak binanın merdivenlerinin genişliği, binaya verilen toplam kontenjan dikkate alınarak öğrencilerin aynı anda güvenli ve rahatlıkla inip çıkabilecekleri genişlikte olacak. Bedensel özürlü bireyler için okulun bahçe ve bina girişi ile zemin katının merdiven bulunan bölümlerinde rampa bulunacak.

    Özel öğretim kurumları, mevcut tuvalet ve lavabolarının birini 1 yıl içerisinde bedensel özürlü bireylerin kullanımına uygun hale getirecek.

    EN FAZLA 30 ÖĞRENCİYE BİR DERSLİK

    Okulların seviyesine göre en az öğretim süresi kadar derslik bulunacak. Derslikler, okul öncesi eğitim kurumlarında en çok 20 öğrenciye, fen liseleri ve sosyal bilimler liselerinde en fazla 24 öğrenciye, diğer sınıflarda en fazla 30 öğrenciye bir derslik olacak şekilde hesaplanacak.

    Okullarda bedensel özürlü bireylerin kullanımına uygun şekilde düzenlenmiş tuvalet ve lavabo bulunacak.

    İlköğretim okulunun ana sınıflarında en az 15 metre karelik oyun etkinlik odası bulunacak, oyun etkinlik odalarının kontenjanı birinci sınıfların toplam kontenjanından fazla olmayacak. İlköğretim okullarında ayrıca teknoloji ve tasarım dersliği de bulunması gerekecek.

    Yönergede, laboratuvar konusunda da bir düzenleme yapıldı. Buna göre, aynı bina veya kampüs içinde birden fazla program uygulayan ortaöğretim kurumlarında her program için ayrı laboratuvar istenmeyecek. Bundan sonra aynı kampüs içindeki kurumlar ortak laboratuvar kullanabilecek.

    Özel okullarının büro hizmetleri, rehberlik ölçme ve değerlendirme odalarında, öğretmenler odasında ve yemekhanede Atatürk resmine ek olarak İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin de bulunması gerekecek.

    Özel ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında sağlık odası bölümü bulunması zorunluluğu kaldırıldı. Onun yerine isteyen kurumların sağlık odası olacak.

    ENGELLİLER İÇİN RAMPA

    Bedensel engelli bireylere ait öğretim programı uygulayan özel eğitim rehabilitasyon merkezlerinin merdivenlerinin her iki tarafında da özürlülerle ilgili Türk Standartları Enstitüsü standartlarına uygun korkuluk ve küpeşte yapılacak. Merdiven ve rampa başlangıçlarına uyarıcı işaretler zemine yapıştırılacak.

    Özel eğitim okullarının merdivenleri için gerekli standartlarda rampa olacak. Bedensel özürlü bireyler için asansör bulunacak.

    Yönergeye göre, özel eğitim okulları ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri 1 yıl içerisinde standartlara uygun asansör, 6 ay içerisinde de merdivenlere yapılması belirtilen düzenlemeleri yaptıracak.

    DERSHANE AÇMAK ZORLAŞACAK

    Özel dershanelerle ilgili hükümlerin de yer aldığı yönergeye göre, dershanelerin dersliklerinde en az 6 derslik olacak. En az 20’şer metre kare olacak dersliklerde en çok 30 öğrenci bulunabilecek.

    Yetkililer yapılan değişiklikle dershane açmanı zorlaştırıldığını, dershanelerin eskiden 3 derslikle açılabilirken, şimdi en az 6 derslikle açılabileceğini belirtti.

    Özel dershanelerin nerelerde açılabileceğinin düzenlendiği yönergede, özel dershanelerin bütün birimleri aynı binanın birbirine bitişik daire veya bitişik alt ve üst katlarda; bitişik binaların birbirine bağlantılı aynı katlarında ve aynı bahçe içerisinde tamamı kuruma ait binalarda olacak.

    Daha önceki yönergede dershanelerin "aynı binada, birbirlerine bağlantılı binalarda veya aynı bahçe içerisinde tümü özel dershaneye tahsis edilmiş binalarda açılabileceği" belirtiliyordu.

    Dershane yönetimince 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunun genel ve özel amaçlarıyla temel ilkelerine aykırı olmayan ziyaretçi odası, sağlık odası, konferans odası gibi farklı bölümler düzenlenebilecek.

    Dershanelerin kurucu, müdür ve müdür yardımcısı odalarında, rehberlik servisi odasında, öğretmenler odasında, laboratuvarlarda Atatürk resminin yanı sıra İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi yer alacak.

    UZAKTAN ÖĞRETİM YAPAN KURSLAR

    Yönergede, hizmet içi eğitim merkezleri ve uzaktan öğretim yapan kurslar ile ilgili düzenlemelere de yer verildi.

    Hizmet içi eğitim verilecek derslikler en az 20 metre kare olacak ve bir dersliğe 30 kursiyerden fazla kontenjan verilmeyecek. Hizmet içi eğitim faaliyeti, katılımcının çalıştığı binada veya sözleşme yaparak ve milli eğitim müdürlüğünce uygun görülen mekanlarda yapılacaksa bu şart aranmayacak.

    Uzaktan öğretim kurslarında, uzaktan öğretimin yapılacağı araç gereç ve donanımı için yeterli büyüklükte yayın odası, yüzyüze eğitim uygulama dersliği olacak.

    SÜRÜCÜ KURSLARI

    Yönergede, Özel Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursları ile ilgili de düzenlemelere yer verildi.

    Özel motorlu taşıt sürücü kurslarının, bütün birimleri aynı binanın birbirine bitişik daire ve katlarında; bitişik binaların birbirine bağlantılı aynı katlarında ve aynı bahçe içerisinde tamamı kuruma ait binalarda olacak.

    Yönergeye konulan geçici maddeye göre ise, direksiyon eğitim alanını 4 kurum tarafından kullanan özel motorlu taşıt sürücüleri kursları, 2 yıl içinde yönergede belirtilen direksiyon eğitim alanında bulunması gereken şartları yerine getirecek. Şartları yerine getirmeyen kurumlar ise kapatılacak.

    Kaynak


  22. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım.

    çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim

    tarzıydı.

    Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben

    bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim.

    Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla

    oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da,

    hadi odana git, derdi.

    Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir

    araya gelirdik babamla.

    Onlar annemle konuşurken ben araya girer,

    sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir,

    'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, bir de sen kafamı

    ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama

    gönderirdi.

    çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol

    alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip,

    hala ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de

    bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep

    birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret

    edemezdim.

    Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon

    seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli

    birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip

    koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.

    Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi

    anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.

    önce resim yaparak başladım işe.

    Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.'

    diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam

    afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son

    günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem

    halimi.

    Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye

    odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.

    Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama

    odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir gün.

    Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden

    alırsa ben ne yapacaktım?

    Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince

    uygun zamanı kolladım.

    Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi.

    Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim.

    Babam baktı. Hım, dedi 'çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi.

    Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim.

    O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu

    küçük kız da arkadaşın.'dedi.

    Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu

    küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim.

    Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi.

    Heyecanla başladım anlatmaya.

    Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz

    yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek,

    komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten

    geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler

    paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.'

    diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları

    da var, daha ne istiyorlar' diye.

    Annemle babamın gözleri fal taşı gibi

    açılmıştı.

    Duyduklarına inanamıyorlardı ..

    Bana sarılıp beni öyle

    içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar

    konuşsam hiç bıkmadan

    dinleyecekler gibiydi.

    Alıntı


  23. Sır bir namustur; onu koruyan -ister kendisine isterse başkasına ait olsun- namusunu korumuş olur. Onu fâşeden ise, şeref ve haysiyetini açıkta bırakmış ve ona değerince itibar etmemiş sayılır.

    İnsanın, sırrını emanet edeceği kimse, kendisine namus emanet edilecek kadar emin ve onu muhafaza hususunda, kendi namusunu korumadaki titizliği kadar hassas olmalıdır. Emin olmayana emanet, sırrı namus bilmeyene de sır tevdi edilmemelidir.

    Sır tutma ve başkalarının sırrına saygılı kalma, tamamen irade ve idrâkla alâkalı insânî bir meziyettir. İradesiz kimselerin sır tutmaları beklenemeyeceği gibi; yaptığı işlerin ve söylediği sözlerin akıbetini idrâk edemeyecek kadar safderûn kimselerin de ketûm olmaları düşünülemez.

    Bir insanın, emanet ettiği sırrını birkaç defa fâşetmiş birisine, yine de sır vermesi, onun idrâksizliğine ve sırdaş seçiminde aczine delâlet eder. İnançla gönlü oturaklaşmış ve gözü açılmış birisi, hayatında bu kadar aldatılıp, bu kadar iğfal edilemez.

    İnsan, beyan ve tavzîhe lüzum görülen yerlerde, kendisine düşeni anlatmalı; boş yere kalbinin kapağını açarak sırlarını fâşetmekten de kat’iyyen sakınmalıdır. Öyle ulu-orta, her yerde, kalbindeki sırları saçıp gezenlerin, günün birinde hem kendilerini, hem de içinde bulundukları toplumu, önünü alamayacakları bir ölüme sürükleyecekleri, kat’iyyen hatırdan çıkarılmamalıdır.

    İnsan, kendisine ait gizli şeyleri şurada-burada fâşetmekten fevkalâde sakınmalıdır. Hele bunlar, çirkin ve sevimsiz ve netice itibariyle de faide getirmeyen şeyler ise... Zira bu hâl, çok defa dostları mahcûb, düşmanları da mesrûr edebilecek uygun olmayan durumların doğmasına sebebiyet verebilir.

    Sîneler, sırlar için birer sandukça olarak yaratılmışlardır. Akıl onların kilidi, irade de anahtarıdır. Bu kilit ve anahtarda arıza olmadığı sürece, sandukçanın içindeki cevherlere kimsenin muttali olmasına imkân yoktur...

    Başkasının sırlarını sana taşıyan birisi, senin sırlarını da, başkalarına taşıyabileceği ihtimaline binâen, öyle densizlerin, en ehemmiyetsiz hususiyetlerimize dahi vâkıf olmalarına kat’iyyen fırsat verilmemelidir.

    Sır vardır, ferdi ilgilendirir; sır vardır aileyi; sır da vardır ki, bütün bir toplum ve milleti... Ferdî bir sırrın fâşedilmesiyle ferdî haysiyet; ailevî bir sırrın açığa çıkmasıyla ailevî haysiyet; topluma ait bir sırrın ifşâ edilmesiyle de millî haysiyetle oynanılmaya fırsat verilmiş olur. Zira sır, sînelerde kaldığı müddetçe sahibi için bir kuvvet olmasına mukabil, başkalarının eline geçince, onun aleyhine kullanılmaya müsait bir silah haline gelir. Onun içindir ki, atalarımız: “Sırrın senin esîrindir; fâşedersen esîri olursun” demişlerdir.

    Bir prensip olarak, sırrın benimsenmesi gerekli olan nice kıymetli işler vardır ki; onu temsîl edenlerin sır tutmayışından, o işde bir adım ileriye gidilememiş, hatta bazen müteşebbisler için ciddî rizikolara da sebebiyet verilmiştir. Hele bu iş, milletin hayat ve bekâsıyla alâkalı nazik mevzûlardan ise..!

    Bir devlet, devlet sırlarını düşmanlarına kaptırmış; bir ordu hareket stratejisini hasım güçlere belli etmiş; bir iş ve aksiyon adamı, rakipleri tarafından keşfedilmiş ise, o devletin derlenip toparlanmasına; o ordunun zafer elde etmesine ve o aksiyon adamının muvaffak olmasına imkân yoktur.

    Necip Fazıl Kısakürek


  24. 3355.jpg

    Ulaştırma Bakanlığı, görme engelli vatandaşların yardım almadan istediği yere gidebilmelerini sağlayacak 5 bin 'gören göz' cihazı için ikinci kez ihaleye çıkıyor.

    Proje, araçlarda kullanılan navigasyon (seyrüsefer) cihazlarını, özel bir yazılımla görme engellilerin hizmetine sunuyor. Böylece görme engelliler, sesli olarak istedikleri adrese gidebilecek. Cihaz, görme engellilerin sadece adres ve yön bulmasına değil, hiçbir yardım almadan otobüsleri kullanmalarına da imkân tanıyor. Aynı şekilde otobüs şoförlerinin durakta görme engelli biri olup olmadığını anlayabilmelerini de sağlıyor. Bunun için otobüslere GPS alıcısı yerleştirilecek. Alıcı sayesinde, otobüs şoförleri durakta görme engelli biri olduğunu anlayarak, durağa yanaşacak. Görme engellinin elindeki cihaz da, sesli olarak otobüsün durağa yanaştığı uyarısını yapacak. Mesela uyarı; "261 numaralı otobüs durağa yanaştı, 20 metre ileride sağ tarafta bekliyor" şeklinde yapılacak. Engelli de santim santim yapılan tarif üzerine beklediği otobüse binecek. Otobüsün içinde, her durak, engelliye sesli olarak iletilecek. Böylece görme engelli vatandaşlar, yanında oturan birinin yardımına dahi ihtiyaç duymadan seyahat edebilecek.

    Bakanlık daha önce ihale ilanı çıkarmış ancak birçok firmanın şartname almasına rağmen ihaleye katılmamalarından dolayı iptal etmişti. Bakanlığın üzerinde durduğu proje için Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, "Karanlığa bir yol feneri" nitelemesini yapıyor. Gören göz projesinin pilot uygulaması, Türkiye'deki 1,5 milyon görme engellinin büyük kısmının yaşadığı Ankara ve İstanbul'da başlayacak. Görme engellilere dağıtılacak 5 bin cihazla, uygulamanın eksiklerini görme fırsatı yakalanacak. Projenin maliyeti yaklaşık 6 milyon Euro'yu bulacak. Maliyet, haberleşme hizmetlerinden toplanan paralarla oluşturulan Evrensel Hizmet Fonu'ndan karşılanacak.

    ZAMAN