Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

Dogru_Yol kullanıcısının paylaşımları

  1. Kadılık yaptığı sırada Hoca’ya bir adam gelip başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş: —Haklı değil miyim Hocam? — Haklısın, demiş Hoca. Biraz sonra başka biri gelmiş, aynı olayı kendince anlatmış. O da sormuş: —Haklı değil miyim? demiş. Ona da: —Haklısın, demiş Hoca. İçerdeki odadan konuşmaları dinleyen karısı, adam gittikten sonra: — Efendi, demiş, her biri kendine göre anlattı. Sen ikisini de dinledin, ikisine de “haklısın” dedin. Biri haklıysa öteki haksız olmaz mı? Hoca, azıcık düşündükten sonra: — Sen de haklısın Hatun! demiş. Alıntıdır Fotoğraf Kaynak Kaynak Pozitif Gazete
  2. Diksiyon Çalışmaları

    Diksiyon Çalışmaları 1. Bir berber bir berbere bre berber beri gel diye bar bar bağırmış. Bizde bize biz derler, sizde bize ne derler? Gül dibi bülbül dili gibi,gül dibi bülbül dili. 2. Pireli peyniri perhizli pireler tepelerse pireli peynirler de pır pır pervaz ederler. 3. Ocak kıvılcımlandırıcılardan mısın,kapı gıcırdatıcılardan mısın?Ne ocak kıvılcımlandırıcılardanım, ne kapı gıcırdatıcılardanım. 4. Çatalca’da topal çoban çatal yapıp çatal satar,nesi için çatalca da topal çoban çatal yapıp çatal satar?Kârı için çatalca da topal çoban çatal yapıp çatal satar. Üç tunç tas kayısı hoşafı. 5. Dört deryanın deresini dört dergahın derbendine devrederlerse,dört deryadan dört dert,dört dergahtan dört dev çıkar. Paşa tası ile beş has tas kayısı hoşafı. Zaman saman satar, saman zaman satar. 6. Al bu takatukaları takatukacıya takatukalatmaya götür.Takatukacı takatukaları takatukalamam derse takatukacıdan takatukaları takatukalatmadan al da gel. 7. Nankör nalbant nalları nallamalı mı,nallamamalı mı? Az kaz, uz kaz, boyunca kaz. 8. İşlek işlemeci,işlemeli işleri işlikte işleyerek işletmeciye işyerinde izletti. 9. Ilgarcı ılgar,ılgıngillerin ılgancırı ılgalayarak,ılgıt ılgıt ılgılardı. 10. Pısırık pırlak pırnallıklarda pırnallanırken pılı pırtısını pısırık pıtraklara pıtır pıtır pırtlattı. 11. Üçüncü üçkağıtçı,üçetek üçleşerek üç teker arabayla süzüm süzüm süzülen süzgeçleri süzdü. 12. Kırk kırık küp, kırkının da kulpu kırık kara küp.A be kuru dayı ne kuru sarı darı bu darı ,a be kuru dayı. Şu odayı badanalamalı mı,yoksa badanalamamalı mı? 13. Sen seni bil,sen seni,bil sen seni,bil sen seni,sen seni bilmezsen patlatırlar enseni. 14. Şu karşıda bir dal,dal sarkar kartal kalkar,kartal kalkar dal sarkar,dal kalkar kantar tartar. 15. Şu köşe yaz köşesi,şu köşe kış köşesi,ortadaki su şişesi. Şiş şişeyi şişlemiş,şişe kesişe kiş demiş. Elalem aladana aldı aladanalandı da biz bir aladana alıp da aladanalanamadık. 16. Bu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak?Bu yoğurdu mayalamalı da mı saklamalı, mayalamamalı da mı saklamalı? 17. Sizin damda var,beş boz başlı beş boz ördek, Değirmene girdi köpek, Bizim damda var beş boz başlı beş boz ördek, Değirmenci çaldı kötek. Sizin damdaki beş boz başlı beş boz ördek Hem kepek yedi köpek, Bizim damdaki beş boz başlı beş boz ördeğe, Hem kötek yedi köpek. Siz de bizcileyin beş boz başlı beş boz ördek misiniz,demiş. 18. Bir tarlaya kemeken ekmişler.İki kürkü yırtık kel kör kirpi dadanmış.Biri erkek kürkü yırtık kel kör kirpi,öteki dişi kürkü yırtık kel kör kirpi.Kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürkünü,kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürküne;kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü,kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürküne eklemişler. 19. Getirince el getirir,yel getirir,sel getirir;götürünce el götürür,yel götürür,sel götürür. 20. Bu mum, umumumuzun mumu. Kaynak Kişisel Başarı
  3. Kurnazlık Başa Bela Mı, Taç Mı ?

    Canlılar içinde akıl sadece insanda var. ‘Başa dert mi, avantaj mı?’ olduğunu hep merak ediyoruz. Kurnazlıksa, aklı yanıltabildiği sürece işe yarıyor. Her ikisi de zekâdan güç alıyor. Zekânın hangisi için daha çok çalıştığına bağlı olarak daha akıllı ya da daha kurnaz oluyoruz. Hangisi daha makbuldür? Kurnazlık mı, akıllı olmak mı? Kurnazlığın daha makbul ya da yaygın olduğu bizimki gibi toplumlarda, çoğunluğun birbirinin kuyusunu kazdığı, gözünü boyamaya, oymaya çalıştığı, sürekli itiş, kakış ve karmaşa yaşadığı ortada olduğuna göre, alsında yanıt ortada. Uzun vadede işe yaramadığı, bir çok şeyi berbat ettiği toplumsal gelişmişlik düzeyini ölçen göstergelerin hepsinde dünya ülkelerinin çok gerisinde olmamızdan belli... İnsanlar veri parçacıklarından bilgi yaratıp, zekâsıyla analiz edip, fikir, düşünce üretiyor. Toplumlar da öyle. Fikir, düşünce oluşması için; veri, bilgi ve analitik düşünen, tercihan hızlı algılayan, işlem yapan makul seviyede zekâ olması lazım. Böyle insanlar çok olunca, o toplumların olumlu göstergeleri de ibreyi yukarı çeviriyor... Zekâyı doğarken getiriyor, aklımızı eğitimle, bilgiyle, detayları çöze çöze geliştiriyoruz. Her hangi bir konuda az, yetersiz veri ile bilgi üretildiğinde, bunlardan çıkan fikirler kıymetsiz, sağlıksız söylenti, dedikodu oluyor. Popüler ifadesi ile buna şimdilerde çoğunlukla ‘gündem’ deniyor... Geri kalmış ülkelerde ve tabii o toplumu oluşturan insanlarda, “fikir özgürlüğü” deyince aslında, bu tür kıymetsiz, çoğu zaman toplum çıkarlarına da aykırı düşen fikirlerin rahatça söylenip, yayılması özgürlüğü anlaşılıyor. Verilerin, bilgilerin saklanması, özgürce ve hızlı akamaması nedeniyle, sağlıksız, yararsız fikir üretimi yayılıyor. Bu yüzden geri kalmış toplumlarda bilgi yerine, ifade, fikir özgürlüğü ve kaos kol kola gezerler. Gelişmiş olanlarda ise bilgi, enformasyon özgürlüğü önemsenir, kaynaklar öncelikle bunu sağlamaya tahsis edilir. Sonuçta ikinciler birincileri daima yönetir. Kurnazlar da arada durumdan vazife çıkarıp, semirirler, kurnazlığı başlara taç ederler, ama uzun vadede fena çuvallarlar! Ufuk Tarhan Ekleyen:tarçın Kaynak Kişisel Başarı
  4. Türk Büro-Sen Çankırı Şube Başkanı Metin MEMİŞ yaptığı basın açıklamasında Özürlü Personele de, Asgari Geçim İndirimi Ödenmeli dedi. Türk Büro-Sen sendikamız, Maliye Bakanlığı’na gönderdiği 31.03.2010 tarihli ve 852 sayılı yazı ile kamuda çalışan özürlü personellerin asgari geçim indirimi hakkından yararlandırılmasını istemiştir. Yazıda, Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan 265 seri numaralı Gelir Vergisi Genel Tebliği'nin üçüncü bölümünde yer alan açıklamalarda, ücret geliri elde edenlerden kimlerin asgari geçim indirimi uygulamasından yararlanamayacağının belirlendiği, fakat kamuda çalışan özürlü personelin bu kişiler arasında yer almadığı belirtilerek, özürlü personele bu hakkın verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Maliye Bakanlığı’nın, aylık ücret tahakkukuna ilişkin olarak kurulan “SAY 2000i” programında, özürlü personelin asgari geçim indirimini düzenleyen bu programın olmaması, başta kendi bünyesinde olmak üzere, kamuda çalışan tüm özürlü personelin bu indirimden faydalanamaması sonucunu doğurduğundan bahisle, “SAY 2000i” sisteminde değişikliğe gidilerek bu programa özürlü personelin asgari geçim indiriminin de eklenmesini ve geciktirilmiş bu hakkın özürlü personele 01.01.2008 tarihinden itibaren geçmişe dönük olarak ödenmesi istenmiştir. Bakanlıkça tarafımıza olumsuz bir cevap verilmesi veya süresi içerisinde cevap verilmemesi durumunda, sendikamız kamuda çalışan engelli personelin hakkını hukuki zeminde arayacaktır. İlgillerin bilgilerine sunulur.Metin MEMİŞ Türk Büro-Sen Çankırı Şube Başkanı haber18 Kaynak
  5. Avucunuza dikkatlice bakın! Arif Nihat, iyi bir müslümandı. Bir gün bana: “Yavuz sağ elini aç bakayım. Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku!” Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu. “Sol avucunu aç; onda ne yazıyor?” dedi. Açtım, onda da 18 yazıyordu. “81’le 18’i topla” dedi. Topladım 99. “Bu rakam sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu. “Tabiki Allah’ın 99 sıfatı!” diye cevapladım. “Peki 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?” Elbette 63. “Peki bu sana neyi çağrıştırıyor?” diye sordu. Düşündüm! Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ölüm yaşı geldi. Peygamberimiz 63 yaşında ölmüştü. Bana dönerek: “Bak Yavuz! Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur. Bu asla tesadüf olamaz. Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu.” dedi. (Yavuz Bülent Bakiler) Kainat boş işler için yaratılmadı Bir kimyager büyük bir itina ve çalışma sonucu her yaprağı on milyon lira kıymetinde olan gayet güzel ve eşsiz çiçekler yapsa ve bunları âdi bir saman çöpüymüş gibi keçilere yedirse ne kadar abes olur. O halde , her bir organı milyarlarca liraya değişilmeyecek kadar kıymetli olan insanları, elbette ki Hakîm-i Zülkemâl olan Allah (c.c) sadece ve sadece toprak altındaki kurt ve böceklere yedirmek için yaratmamıştır. Yoksulluk Amerikalı gazeteci Afrikalıya sorar:Siz niye bu kadar aç ve yoksulsunuz?’Gazetecinin garip, biraz da naif sorusu Afrikalı tarafından şöyle cevaplanır:‘Siz bu kadar tok ve zengin olduğunuz için!”Sağlık Evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar hanene,İşin varsa bir sıfır daha koymalısın,İş seninse üç sıfır daha koymalısın,İşin iyi gidiyorsa üç sıfır daha,Araban varsa bir sıfır,Yazlığın varsa bir sıfır daha,Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi.Ancak, sağlığın varsa bir koyarsın başına, bütün sıfırlar anlamlı bir değere ulaşır.Yoksa sonuç sıfırdır, hiç uğraşmayasın boş yere. İçgüdüyü kim güdüyor? Bazı canlı davranışların sebebi içgüdüye veriliyor. Peki içgüdüyü kim güdüyor? (Ali Suad) Ah şu insanlar! Daha bir solucan yapamazken, nice nice ilahlar yarattılar!(Montaigne) Yeryüzünde açlıktan ölenlerin sayısı, tokluktan ölenlerden çok daha azdır.(Theognis) Ekleyen:Semra Kaynak Kişisel Başarı
  6. Bundan 100 yıl öncesinde bir İngiliz kolonist Avustralya kıtasına gider ve aborjinlerin yaşam tarzını inceler. Bu esnada karşılarına, kucağında kesesi olan ve kesesinde yavrularını taşıyan bir hayvanla karşılaşır. What is this? (Bu nedir? ) diye sorar. Aborjin (yerli) Kangroo diye cevap verir. İngiliz ülkesine döner ve bu hayvanı tüm dünyaya kanguru olarak tanıtır. Ancak bir süre sonra bir dil bilimci bu kıtaya yerlilerin dilini araştırmaya gider. Yerlilerin kanguruya başka bir isim verdiklerini ve KAGROO kelimesinin yerlilerin dilinde seni anlamıyorum anlamına geldiğini öğrenir. Anne-Babalar olarak çocuklarımızla iletişimde bir çok kanguru örneği yaşıyoruz. Yani birbirimizi anlamıyoruz. Özellikle çocuğumuz 14-18 yaş arasında ise, ergeni anlamak daha da zorlaşıyor. O halde formül ne? Formül; Sağlıklı iletişim becerisi. Eşler arasında ve ebeveyn çocuk iletişiminde dikkat edilecek 5 nitelik vardır. Çocuklarımız kale alınmak, umursanmak ister. Çocuğumuzun gününün nasıl geçtiğini sormak, eve gelince hoş geldin demek vs. çocukta ben önemliyim duygusunu oluşturur. Çocuklarımızı oldukları gibi kabul etmek. Doğuştan getirdikleri fiziksel özelliklerini yargılamadan, eleştirmeden kabul etmek.Onları kusurlarıyla sevmek. Çocuklarımızın değerli olduklarını hissettirmek. Bazı konularda onların fikirlerini alarak karar vermek onlarda, ben değerliyim duygusunu ortaya çıkarır. Çocuklarımız yeterli olduklarını bilmek ister. Bir işi yapabileceklerine ve başarılı olacaklarına ebeveynlerinin inanmasını ister. Çocuklarımız sevilmek ister. Her anne baba çocuğunu sever. Burada önemli olan sevginin gösterilme şeklidir. Koşullu sevgi yada içinden sevmek en olumsuz sevgi türüdür. Japon yazar Toyotome'ye göre üç tür sevgi vardır: EĞER türü sevgi: Eğer yaramazlık yapmazsan, takdir getirirsen seni severim şeklinde. ÇÜNKÜ türü sevgi: Seni seviyorum Çünkü sözümü dinliyorsun. RAĞMEN türü sevgi: Karnende zayıfın olmasına rağmen seni seviyorum. Dünyada kıtlığı en çok yaşanan sevgi türü rağmen türü sevgidir diyor yazar. Ancak olması gereken sevgi türü ise yine rağmen türü sevgidir. Her şeye rağmen sevgimizi devam ettirmek. ANNE BABA TUTUMLARI OTORİTER Anne-Baba tutumu: ülkemizde %70 oranında görülüyor. Fiziksel şiddeti kullanıp, çocuğa baskı yapan tutumdur. Çocuğun değerli olduğunu önemsendiğini ve sevildiğini hissetmesine engel olan tutum. PASİF ANNE BABA TUTUMU: biz gençliğimizi yaşayamadık bari çocuğumuz her şeyi yaşasın diye serbest bırakmaya dayana tutum. Aşırı sevgi, yetersiz disiplinin görüldüğü ebeveyn tutumu. DESTEKLEYİCİ ANNE BABA TUTUMU: % 10 oranında görülen tutum. Yukarıda saydığımız beş özelliği olumlu anlamda kullanan, çocuğun sağlıklı gelişmesini sağlayan anne baba tutumudur. Sağlıklı bireylerin yetişmesi için çocuğun dinlenilmesi de önemlidir. Bu anlamda etkin dinleme yöntemiyle çocuğu var ederiz. Etkin dinlemek için ilk kural yumun ağzınızı, açın gözünüzü ilkesidir. Konuşurken çocuğunuzu dinleyemezsiniz. Çocuklarımızın kişisel gelişimlerini olumsuz etkiyen en önemli hususlardan biri ise, KIYASLAMAdır. Kendi çocuğumuzun olumsuz bir özelliğini, başka çocukların olumlu özellikleri ile kıyaslamak. Allah ellere ne çocuklar vermiş, bizimkine bak hiçbir işe yaramıyor gibi ifadeler çocuğumuzun aşağılık duygusuna kapılmasına yol açar. Bugünden itibaren çocuğumuz sevdiğimizi gösterecek davranışlara dikkat etmek olayları bir de onların gözünden değerlendirmek ilk adım olmalıdır. Ben nasıl bir babayım? Ben nasıl bir anneyim? Diye sorgulayıp ebeveyn tutumlarımızı günümüz koşullarına uydurmalıyız. Yoksa kendine güvenmeyen, içine kapanık yada aşırı şımarık , hedefsiz, gününü gün eden nesiller yetiştirerek geleceğimizi karartabiliriz. Mutluluğunuz narin bir kelebek gibidir. Bir zamanlar çok akıllı mı akıllı iki kız kardeş varmış. Etraflarındaki bilgi artık yetmez olmuş. Anneleri kızlarını bilge bir adama götürmüş. Bilge adama sorular sormuşlar, bilge hepsini bilmiş ancak bir süre sonra sıkılmaya başlamışlar. Kızlardan biri, ben öyle bir soru soracağım ki bilge bilemeyecek demiş. Avucumun içine bir kelebek koyacağım, bilgeye kelebek canlı mı? Ölü mü? Diye soracağım. Ölü derse avucumu açacağım kelebek uçacak, canlı derse avucumu bastırıp öldüreceğim demiş. Ve bilgeye sormuş avucumda bir kelebek var canlı mı? Ölü mü? Bilge kızın gözlerine bakmış bakmış ve cevaplamış: senin ellerinde kızım senin ellerinde! Mutluluğunuz nerede mi? Açın avcunuzu SİZİN ELLERİNİZDE! MUSTAFA ŞAHİNTÜRK Rehber Öğretmen MALATYA Phonex44@hotmail.com Kaynak Aktuel Eğitim
  7. Özgüven Dedikleri Nedir ? Özgüven nedir? Bireyin kendisinden memnun olması, kendi çevresiyle barışık yaşaması demektir. Başka bir tarif de Melody Beattıe’nin “Bağımdaşlığa Son” kitabındaki gibi; “Nasıl görünüyorlar? Ne kadar para kazanıyor? Kimleri tanıyorlar? Ne çeşit araba kullanıyorlar? Ne tür işte çalışıyorlar? Çocukları ne kadar başarılı? Eşleri ne kadar önemli, güçlü ya da güzel? Kaç diploması var? Başkalarının gözünde ne kadar başarılı? Tüm bu saydığım şeylerden doyum ve zevk almakta bir sakınca yok. Ama bunların hiç biri özgüven sağlamaz. Özgüven bu şeyler kaybedildiğinde geride kalandır.” Özgüven doğuştan sahip olduğumuz bir duygu değildir. Sonradan edinilen bir kavramdır. Çocukluğumuzda büyüklerimizin bize davranış biçimleri bu duygumuzu iyi veya kötü yönlendirir. Özgüven Kazandıran Bir İç Konuşma Zamanın akmaya başlamasından bu yana aklımın, kalbimin, gözlerimin, kulaklarımın, ellerimin, saçlarımın, ağzımın bir başka eşi yoktur. Daha önce benim gibi bir kimse doğmadı, bugün benim gibi bir kimse yok, yarın da benim gibi yürüyen ve konuşan ve tıpkı benim gibi düşünen bir kimse olmayacak. Bütün insanlar kardeşlerimdir, ama ben hepsinden farklıyım. Ben eşsiz bir yaratığım. Ben tabiatın en büyük mucizesiyim. Hayvanlar aleminden geliyorum, ama hayvani ödüller beni hiçbir zaman tatmin edemez. İçimde kuşaktan kuşağa taşınmış bir meşale yanıyor. Sıcaklığı ruhumu daha iyi olmaya tahrik ediyor, daha da iyi olacağım. Bu tatminsizlik alevini körükleyecek ve dünyaya eşsizliğimi ilan edeceğim. Fırça darbelerimi hiç kimse tekrarlayamaz, yontularımın aynısını kimse yapamaz, hiç kimse yazımı taklit edemez, hiç kimse benim çocuğumu yapamaz ve gerçekten de; hiç kimse tıpkı benim gibi başarılı olamaz.. Bundan böyle bu farklılıktan yararlanacağım; bu benim için her yönden desteklenmesi gereken bir servettir. Ben tabiatın en büyük mucizesiyim. Artık, başkalarını taklit etmek için boş çabalarda bulunmayacağım. Tersine, eşsizliğimi ortaya koyacağım, eşsizliğimi ilan edecek, evet, onu satacağım. Artık farklılıklarımı vurgulamaya başlayacağım, benzerliklerimi saklayacağım. Bütün ötekilerden farklı olan ve bu farklılıktan gurur duyan bir insan. Ben tabiatın eşsiz bir yaratığıyım. Ben nadirim ve nadir olan her şey değerlidir. Onun için ben de değerliyim. Binlerce yıllık evrimin ürünüyüm ben. O nedenle, benden önce gelen bütün imparatorlardan ve bilgelerden hem maddi hem de manevi olarak daha iyi donatılmış durumdayım. Ama eğer iyi yönde kullanmazsam, becerilerim, aklım, kalbim ve vücudum durgunlaşacak, çürüyecek ve sonunda yok olacaktır. Sınırsız potansiyele sahibim. Beynimin yalnızca küçük bir bölümünü kullanıyorum, kaslarımın yalnızca önemsiz bir kısmını geriyorum. Dünkü başarılarımı yüzlerce kat ve daha da fazla artırabilirim; bugünden başlamak üzere, bunu yapacağım. Artık hiçbir zaman dünün başarılarıyla tatmin olmayacağım, gerçekte sözünü etmeye değmeyecek kadar küçük eylemlerle övünmeye bundan böyle izin vermeyeceğim. Sahip olduğumdan daha fazlasına sahip olabilirim, sahip olacağım! Beni yaratan mucize doğumumdan sonra niçin sona ersin ki? Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Bu dünyaya tesadüfen gelmedim. Bir amaç için buradayım ve bu amaç, bir kum tanesi kadar küçülmek değil, bir dağ kadar büyümektir. Bundan böyle bütün kuvvetimi hepsinden daha büyük bir dağ olmaya yöneltecek, potansiyelimi, o merhamet çığlıkları atıncaya kadar zorlayacağım. İnsanlık ve kendim hakkındaki bilgilerimi artıracağım. Üslubumu ve nezaketimi sürekli iyileştireceğim, çünkü bunlar herkesi cezbeden şekerlerdir. Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Gücümü zamanın meydan okumalarında yoğunlaştıracağım, eylemlerim başka her şeyi unutmama yardım edecektir. Evdeki sorunlarım evde kalacaktır. İşimdeyken ailemi düşünmeyeceğim, yoksa bu zihnimi karartır. Aynı şekilde, işimdeki problemler iş yerinde kalacaktır. Evimdeyken mesleğimi düşünmeyeceğim, yoksa bu sevgimi azaltır. İşyerinde aileme yer yoktur, evimde de işyerine. Her ikisini de birbirinden ayıracak ve böylelikle her ikisiyle de evli olacağım. Her ikisi ayrı olmalıdır, yoksa mesleğim ölür. Bu, yılların çelişkisidir. Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Bana, görmem için gözler, düşünmem için akıl verilmiş. Ve hayatın artık idrak etmek istediğim büyük sırrı eninde sonunda odur ki, bütün sorunların, cesaretsizliklerim ve ıstıraplarım, gerçekte tebdili kıyafet etmiş olanaklarımdır. Bundan böyle onların kuşandığı kıyafetle aptallaşmayacağım, çünkü gözlerim açıldı. Giysinin ötesine bakacak ve kanmayacağım. Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Hiçbir yabani hayvan, hiçbir bitki, hiçbir rüzgar, hiçbir yağmur, hiçbir kaya, hiçbir göl benimle aynı geçmişe sahip değildir, çünkü ben sevgiyle yaratıldım ve bir amaç için doğuruldum. Eskiden bu gerçeği dikkate almazdım, ancak bundan böyle bu, hayatımı biçimlendirecek ve yönlendirecektir. Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Tabiat yenilgi bilmez. Sonunda galip gelir, ben de öyle. Her zaferle bir sonraki mücadele daha kolaylaşır. Kazanacağım, başaracağım, çünkü ben eşsizim. Ben tabiatın eşsiz bir mucizesiyim. Yazan : Hıncal uluç - IV numaralı parşömen : Özgüven Kaynak : SABAH - (13 Eylül 1997 de yayınlandı) Kaynak Kişisel Başarı
  8. Omurilik felçlileri ailesi Bazı insanlarımız psikologlara ihtiyaç duyarlar.....onlarla konuşmanın rahatlama olduğunu çözüm olacağını düşünürler..... Sizler psikologlar hakkında neler düşünüyorsunuz ? Psikologlardan destek aldığınız zamanlar oldu mu ? Ne gibi faydasını gördünüz hayatınızda neler değişti ?
  9. Kıskanç ve haset insanlardan nefret eden ve bunlarla bir arada olmamaya özen gösteren biriyim. Haset ve kıskançlığın insanı psikolojik ve bedensel olarak yıprattığını, yaşlandırdığını ve birtakım hastalıklara davetiye çıkardığını savunuyorum. Etrafımızda bu gibi insanları ne yazık ki sık sık görüyoruz. Haset ve kıskançlık birbirine çok yakın iki terimdir ve farklı durumlarda kişinin verdiği karmaşık tepkilerdir. Ancak gıpta etmek ve imrenmek bunlardan farklı şeylerdir. Haset, herhangi bir başarı, nesne veya insan ilişkisine bir başkasının sahip olup da kişinin kendisinin sahip olmadığı bir durumda ya kendisinin de sahip olmak istemesi ya da karşıdakinin de sahip olmamasını dilemesidir. Haset duygusu bazen açık ve belirgin olarak kendini hissettirirken bazen de üstü örtülü bir şekilde gündeme gelebilir. Bireyin kendi içinde ulaşmak isteyip de ulaşamadığı her türlü nesnenin, bir başkasının elinde veya gücünde olmasına imrenme duygusu şiddetlendikçe hasede, hasedin artması ise saldırganlığa dönüşür. Kıskançlık, kişinin kendisinin sahip olduğunu kaybetmekten çekinmesi ya da korkmasıdır. İstediği şey, başkasında olanın aynısının kendisinde olmasıdır. Ve bunu çaba harcamadan emek vermeden zahmete girişmeden yapmak ister. Ünlü filozof Spinoza Kıskanç bir insan için başkalarının mutsuzluğundan daha hoş ve başka bir kimsenin mutluluğundan daha katlanılmaz bir şey yoktur. Kıskanç insandan başka hiçbir kimse benim güçsüzlüğümden ve ıstırabımdan haz duyamaz demiştir. Aischylus, bu durumu Pek az kişi vardır ki, iyi talihli bir dostun başarılarını kıskançlık duymadan kutlayabilsin şeklinde özetlemiştir. Haset ve kıskançlık üzerine ise sayısız hadis ve söz vardır. Bunlar sadece birisi: Hasetten kaçının. Çünkü o, ateşin odunu veya kuru otu yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları tüketir.” TİPİK ÖZELLİKLERİNE İRONİK BİR BAKIŞ Onlar, vermeyi bilmez almayı bilirler. Onlar, övgüyü bilmez yergiyi bilirler. Onlar, camdan ötesini değil berisindeki lekeyi görürler. Onlar, beceriksizdirler bir işi becerenleri de beter ilan ederler. Onlar, riyakârdır duruma göre hareket ederler, Onlar, sık sık savunma mekanizması yaparlar, Onların lügatinde iltifat ve taltif yoktur, Onlar, çözümü değil çözümsüzlüğü sever, Onlar, ezeli ve ebedi muhalefette kalmayı yeğleyen tek partidir, Onlar, egoisttirler, Onlar, megalomandırlar, Onlar yanlarında başkalarının takdir edilmesinden nefret ederler, Onlar, söze ve eyleme değil sözü söyleyene ve eylemi yapana odaklanırlar, Onların içinde sürekli bir erik kurusu vardır, Onlar, sürekli gergindirler, Onlar, hep kendilerinin övülmesini ve meth edilmesini beklerler, Onlar, narsistirler, Onlar, emir almayı değil emir vermeyi severler, Onlar, her konuda bilgileri olan hiçbir şeyi tam olarak bilmeyen şaşkın insanlardır, Onlar Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeyen bu yüzden Bizansla hep sorun yaşayan insanlardır, Onlar, yiğidi öldürür ama hakkını vermezler, Onlar, bakarlar ama göremezler, Onlar, kolay kolay teşekkür edemez elinize sağlık diyemezler, Onlar, Katı ve kuralcıdırlar, Onlar, kibirli ve gururludurlar, Onlar, içleri çürümüş bir ağaç gibidir sürekli kendi kendilerini yer bitirirler, Onlar, fırsatçıdırlar ve fırsatları iyi kullanırlar, Onların ve onun gibilerin tanıdıkları çok; ama dostları azdır, Onlar, kolay kolay sevemez ve sevdiremezler; aynı zamanda gülemez ve güldüremezler, Onlar, vefayı, iyiliği, başarıyı, başarmayı, emeği, bilmezler ve tanımını yapamazlar, Onlar, eleştiriyi, çamur atmayı bir araç olarak değil bir amaç olarak silah niyetine kullanırlar, Onlar, ancak onlar gibi olanı sever ve sayarlar; ayrıca kendi gibilerle yer, içer ve gezerler, Onlar, komşusunun iki tavuğunun üç olmasını istemeyen varyemezlerdir, Onlar, sürekli hazımsız ve sindirim problemi çeken hasta ruhlu kişilerdir. Bu yüzden onlara Talcit mulcit,Regane hayır etmez, Onlar, sürekli Göz Doktorları ile randevularını asan, miyop ve hipermetrop insanlardır, Yüce Tanrım, bizleri bu ve bu gibi insanlardan koru Nevzat ÖZER Rehber Öğretmen Yozgat Kız Meslek Lisesi nevzatozer66@hotmail.com Kaynak Aktuel Egitim
  10. Engelliler Camiasından Haberler

    Sevgili okurlarım, bu hafta sizlerle engelliler camiası ile ilgili haberleri paylaşacağız. www.bilyoner.com Şans oyunları sitesi bilyoner.com , TESYEV Vasıtasıyla 50 engelli üniversite öğrencimize eğitim bursu veriyor. ‘’ Eğitim için el ele ‘’ projesi çerçevesinde yürütülen bu çalışma nedeniyle bilyoner.com her yıl burslu öğrencileri bir araya getiriyor. Bu yıl ki buluşma 26 Eylül Cumartesi günü Doğa Koleji Beykoz Kampüsü’ nda bir piknikte gerçekleşti. TESYEV sorumluları , bilyoner.com çalışanları , öğrenciler , aileler, basın mensupları düzenlenen aktivitelerle eğlenceli vakit geçirdi. Ve yeni eğitim, öğretim döneminin başında gerçekleşen bu piknikle gerçek anlamda moral buldular. Engelli öğrencilerimize verdiği destekten dolayı bilyoner.com’ a bir kez daha şükranlarımızı sunuyoruz. www.engellihaberleri.com İnternette dolaşıyorsanız www.engellihaberleri.com sitesine de uğrayın. Yaşam, sağlık, spor , ekonomi, teknoloji konularında , engellilerle ilgili duyurularda ilginizi çekecek birçok konu olduğuna eminiz. Özellikle yaşam ve sağlık bölümündeki en son haberleri , köşe yazarlarının yorumlarını ve görüşlerini okuyabilirsiniz. İnternet melaneti Bazı okuyucularımız hala telefon ederek , ‘’ T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Remzi Kaya ‘ nın geçtiğimiz yıl Spor Şurası’nda söylediği ‘’ İnternet melanettir ‘’ sözünün cevabı geldi mi ? İnternet gerçekten melanet midir ? Niye Milli Eğitim Bakanlığı bir açıklama yapmıyor ? ‘’ diye soruyorlar. Bu konuda söyleyebileceğimiz ‘’ Bize böyle bir açıklama gelmedi. Başka kanallar vasıtasıyla yapıldığını da duymadık ‘’ Eskilerin bir sözü vardır : ‘’ Sükut ikrardan gelir ‘’ derler. Yani susan insan kabul ediyor anlamına gelmektedir. Bildiğimiz kadarıyla müsteşar yardımcısı hala yerinde . Ne o bir açıklama yapıyor, ne Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bu konuda bir açıklama geldi. Ne de herhangi bir soruşturmaya başlandığı yönünde bilgi aldık. Bilgilendirilirsek tabiî ki sizleri de bilgilendireceğiz. Togay Bayatlı’nın özür borcu Togay Bayatlı’ nın Yavuz Kocaömer'e bir özür borcu olmuş. Umarım borçlu gezmeyecek kadar olgundur kendisi. Bir gazeteci olarak yıllar önce Kocaömer’le ilk söyleşiyi yapan kişiydim. O zaman kendisi , Engelliler Spor Federasyonu Başkanı’ ydı. Ben de engellilerle ilgili bir derginin yayın yönetmeniydim. Kocaömer , o gün söyleşimizde ne söylediyse yıllar içinde verdiği sözleri fazlasıyla yerine getirdi. Engelli sporunu , kurduğu vakıfla destekledi ve layık olduğu yerlere taşıdı. Engellileri toplantıya çağırdığı zaman, kendi nerede kalıyorsa onları da oralarda ağırladı. Kendi arkadaşlarından onları ayırt etmedi. Engelli kardeş Spor sandalyesi alamadıkları için spor yapamayan kulüplere hiçbir karşılık beklemeden en kaliteli sandalyeleri yurt dışından getirerek spor yapmalarını sağladı. Sonrasında vakfın çalışmaları sadece spor kulüpleriyle sınırlı kalmadı. Ayrıca Kocaömer, ülkemizde bir sivil toplum kuruluşunun nasıl çalışması gerektiğini de , çalışmaları ile göstererek örnek olmuştur. Eğer engelli bir kardeşe sahip olduğu için bunları yaptıysa ALLAH HEPİMİZE BİRER ENGELLİ kardeş nasip etsin. Engelli aileleri Engelli aileleri, engelli yakınlarına baktıkları için zor zamanlar yaşarlar. Ama yüreklerindeki sevgi çektikleri sıkıntıyı unutturur . Kocaömer nitelendirildiği gibi ‘’ agresif " değildir. Sadece alışamadığımız ama olmamız gerektiği gibi açık sözlü, doğru bildiğini konuşan insandır. Böyle az bulunan doğru insanların , yaşarken kıymetini bilmemiz gerekiyor. Umarım Sayın Baytalı yaptığı yanlıştan bilgilenerek döner ve Yavuz Kocaömer' e olan özür borcunu ödeme erdemliğini gösterir. Bir özür de engelli aileleri için gerekiyor Sayın Bayatlı , bunu da hatırlatırım. Ve engelli kardeşlerime Yavuz abilerine hak ettiği desteği verdikleri için teşekkür ediyorum. Not : Sayın Bayatlı, eğer bir insan hak etmediği bir yerde çalışıyorsa , onu yerinde kimse tutmaz. Sayın Kocaömer yazıları , araştırmaları ve cesur uyarıları ile engelli camiasına yazdığı köşelerden çok faydalı hizmetler sunmaktadır. Ne yapsın bu adam yaptığı her işi düzgün yapıyor. Sanıyorum tek suçu bu olsa gerek...’’ Alev Yorgancı Engelliler Ve Aileleri Dayanışma Ve Eğitim Derneği Başkanı alevyorganci@gmail.com Yavuz Kocaömer Kaynak
  11. Engelliler Camiasından Haberler

    Engelliler Camiasından Haberler Sevgili okurlarım, bu hafta sizlerle engelliler camiasıyla ilgili haberleri paylaşacağız. Bakırköy’de engelliler yaya kalmıyor Bakırköy Belediyesi, ilçede oturan omurilik felçlileri, kas hastaları ve tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan yurttaşlarına 2 adet engelli minibüsü tahsis ederek ulaşım engellerini ortadan kaldırıyor. Bakırköy Belediyesi Ulaşım Hizmetleri Müdürü Yunus Alışkan, engelli araçlarını engelli yurttaşlarımızın rehabilitasyon merkezlerine gidiş-gelişleri, okula, işe gidiş-gelişleri, eğitim merkezlerine gidişgelişleri sırasında kullandıklarını ifade etti. Yunus Alışkan, Bakırköy Belediyesi Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü tarafından sürdürülen engellilere kesintisiz ulaşım hizmetinden yararlanmak isteyen Bakırköylülerin (0212) 543 96 48 (0212) 543 96 48 numaralı telefondan ayrıntılı bilgi alabileceklerini sözlerine ekledi. Rampalar 2005 yılında çıkan ‘Özürlüler Yasası’ dolayısıyla 2012 yılına kadar kamuya açık yerler ve devlet kurumlarıyla ilgili binalarda tekerlekli sandalyeli vatandaşlarımızın rahatça girip çıkabilmelerini sağlayacak önlemler alınmak mecburiyetinde. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da ne yazık ki sadece yasaların gereklerini yerine getirmek düşünülüyor. Ama yapılan rampaların uygun olup olmadığını kontrol etmek kimsenin aklına gelmiyor. Mevcut rampalar Bugün özellikle İstanbul’da başta Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi olmak üzere, otellerde, bazı binaların girişinde rampalar mevcut. Ancak Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’ndeki rampadan tekerlekli sandalyeli bir vatandaşın çıkabilmesi için arkasından en az iki kişinin itmesi gerekiyor. Zira, eğimin yüzde 5 ila 10 arasında olması gereken rampa, belki de yüzde 30-40 eğime sahip. Bunu sadece bir örnek olarak veriyoruz. Ama gezin dolaşın İstanbul’u, benzeri örneklere çok rastlayacaksınız. Koordinasyon Yıllardır söylediğimiz bir konuyu yine yeri gelmişken belirtelim. Standartları tespit edip bunların uygulanmasını denetlemezseniz, aklına gelen rampa yapar ve o rampalar bir süs olmaktan öteye geçemez. Yıllar önce Yıllar önce Antalya’da yaptığımız bir klasifikasyon seminerini yönetmek üzere Almanya’dan gelen tekerlekli sandalyeli altın bröveli klasifikasyoncunun, o tarihlerde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne ait otelin rampasından 2 kişinin yardımıyla çıktıktan sonra, ağlayarak “Böyle bir rampa insan haklarına aykırı. Niçin ben buradan yalnız çıkamıyorum?” diye yakınmasını hala unutmuyoruz. Küçük adımlarla... İstanbul Büyükşehir Belediyesi yüzlerce aileye ‘Engelli çocuğuma nasıl davranmalıyım?’ eğitimi verdi ve vermeye devam ediyor. Çalışmalar ev merkezli uygulama şeklinde yürütülüyor. Yani küçük adımlar projesiyle İstanbul’da yaşayan ve engelli çocuk sahibi ailelere ev uygulamalarıyla, evde eğitim ve terapi hizmeti sunuluyor. İstanbul ve Marmara Üniversiteleri İstanbul ve Marmara Üniversitesi’nin danışmanlığını yaptığı projenin amacı ise İstanbul il sınırları içindeki 0-6 yaş arası gelişimsel geriliği olan çocukların erken eğitimini kademeli olarak sağlamak. Programın uygulanışı ise, İstanbul ve Marmara Üniversiteleri’nin Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü öğrencilerinin ‘Küçük adımlar erken eğitim’ programına uygun bir şekilde, engelli çocuğu olan aileleri ziyaret ederek çocuğun gelişimini takip etmek ve ailelere danışmanlık yaparak onları eğitmek şeklinde gerçekleşiyor. 8 kitaplık set Sidney Macquarie Üniversitesi’nin katkılarıyla hazırlanan kitaplar Türkçe’ye çevrilerek bu projede kullanılıyor. Adı geçen kitaplar son derece sade bir dille Türkçe’ye çevrilmiş. Konu ile ilgili bilgi almak isteyenler İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’na (0212) 528 00 05 (0212) 528 00 05 no’lu telefondan ulaşabilir. Kerim ve Selim Altınok kardeşler Her ikisi de görme engelli olan ikizler Kerim ve Selim birçoğunuzun tanıdığı kardeşlerimiz. Her ikisi de hukuk fakültesini birinci ve ikincilikle bitirdikten sonra, hukuk doktorası yapmışlar. Ayrıca Devlet Konservatuarı Batı şan bölümünü bitirmişler. Biri satrançta Türkiye birincisi, diğeri Türkiye ikincisiydi (Bendeki en son bilgilere göre). Şimdilerde yeni bir CD çıkartılar. ‘Yaşadıkça’ isimli albümde yer alan 10 parçadan 5 tanesinin müziği kendilerine ait. Albüme ismini veren ‘Yaşadıkça’ çok güzel bir parça. Ama benim favorim yıllardır olduğu gibi ‘Bir ağaç gibi.’ Bir Ağaç Gibi Sen sevgi nedir bilir misin? Hiç tattın mı? Bir ağaç gibi, fidan gibi suya doymaz Ne demekse bu onlar için işte böyle... diye başlayan bu parçayı muhakkak dinlemenizi tavsiye ederim. Sponsor Kerim ve Selim albümlerini az sayıda bastırıp dağıtmışlar. Tanıtım ve dağıtım için sponsora ihtiyaç var. İlgilenenler bu harika ‘İkizlerimize’ kerimaltinok@gmail.com mail adresinden ulaşabilir. ÇENGELLİ PANO LÖSEV’le uğraşmayın Biz 2002 yılında lösemiyle tanıştık. Çok zor günler geçirdik. Eğer Lösev olmasa o günleri geçirmemiz daha zor olurdu. Ama biz iyi şartlarla hastalığımızı atlattık. Kimsenin yapmadığı şeyleri gördük. Kısacası hayatı öğrendik. Artık çocuğum eğitimlere katılıp eğitim bursu alıyor. 2008 yılında benim asla yapamayacağımı Lösev yaptı ve kızımı Amerika’ya götürdü. Bana ne şanslar tanıdıklarını yazarak anlatmam mümkün değil. Hem moral olarak hem maddi yardımlarıyla hep yanımdalardı. Haklarını asla ödeyemem. Her ay aldığım Pınar ve gıda paketi, kızımı ve ailemi çok rahat ettiriyor. Tüm Lösev çalışanlarına ve en başta Sayın Üstün Bey’e saygılarımı ve sevgilerimi sunarım. Lütfen bizimle uğraşılmasın. Biz bunları hak etmiyoruz... Elif Kocaman’ın annesi Nuray Kocaman qokce_06_ask@hotmail.com Engelli motosikleti Ben size 2 defa engelli motosikleti için başvurmuştum. Sadece birkaç kişi aradı ama olumlu cevap ve yardım alamadım. Ben özellikle eşim için bu motosikleti istiyorum. Çünkü eşim ortopedik engelli olduğu için yürümekte zorlanıyor. Yardım eli uzatan olursa memnun oluruz. Mustafa Tapkı/Adana Tel: 0536 656 34 78 0536 656 34 78 Yardıma ihtiyacım var 4 Temmuz 1998’de düğünde ateşli silahla yaralandım. Omurilik felçlisi oldum. Yüzde 95 engelli raporum var. Sürekli sonda ve hasta bezi kullanıyorum. 12 senedir yatak yarası dahil pek çok rahatsızlık geçirdim. 4 kişilik bir aileyiz. Maddi sıkıntılarımız var. Evde bakım için başvurduk. Eşim çalışıyor diye ret cevabı geldi. Bir kişi kaç kişiye yetecek? Evli olduğum için engelli maaşı alamıyorum. Üstelik ‘Ömür boyu bakıma ve yardıma ihtiyacı vardır’ teşhisi konuluyor. Bu durumda çıkan özürlü yasalarında boşluklar var. Bazıları yararlanıyor peki yatalak olan bizlerin hakkı yok mu? Bu köşeden yetkililere sesleniyorum, “Yasalardan yararlanabilirsin” diyorsanız bana cevap verin, elimi tutun. Azize Eryılmaz/Nazili-Aydın Tel: Yavuz Kocaömer Kaynak
  12. Geçen hafta "Engelli haklarına bürokrasi kösteği" başlıklı yazımdan sonra özel durumu nedeniyle hareket kabiliyeti kısıtlanan kişiler aradı. Sorular üç ana konuda yoğunlaştı. 1- 'H' sınıfı ehliyet nasıl alırım? 2- ÖTV'den ve KDV'den muaf özürlü aracına nasıl sahip olabilirim? 3- Organ nakli olanlar özürlü aracı alabilir mi? Şimdi sizleri daha iyi aydınlatabilmek için konuyu soru cevap şeklinde ele alacağım. 'H' sınıfı ehliyet kimlere verilir? 18 yaşını dolduran ilkokul mezunu ve raporunda "H sınıfı ehliyet alabilir ve özel tertibatlı otomobil veya motosiklet kullanabilir" ibaresi olan özürlülere verilir. Özel tertibatsız otomobil almak isteyen ÖTV indiriminden faydalanabilir mi? Hayır. Sakatlığı yüzde 90'ın altında olanlar sadece özel tertibatlı araçlar için ÖTV ödemezler. Otomatik vitesli araç alan kişi ÖTV öder. 18 yaşını doldurmamış ilkokul mezunu da olmayan, yüzde 90 üzerinde özrü olan kişi adına ÖTV indirimli araç alınabilir mi?Evet. yüzde 90 üzerinde özrü bulunanlar için yaş ve eğitim sınırı bulunmuyor. Yüzde 90 üzerinde özürlü raporu olanların aldığı aracı kimler kullanabilir? Üçüncü dereceye kadar kan bağı olan akrabaları veya sigortalı çalıştırılan sürücü... Engellilere ait taşıtlarda 5 yıllık süre dolmadan ÖTV'den faydalanılabilir mi? Evet. Deprem, heyelan, sel, yangın veya kaza sonucu kullanılamaz hale gelir ve hurdaya çıkarılırsa 5 yılı beklemeden ve ÖTV ödemeden yeni araç alınabilir. İstediğim otomobili ÖTV'den muaf alabilir miyim? Hayır. Kanun açık: Motor silindir hacmi 1600 cm3'ü aşmayan binek otomobilleri ve esas itibariyle insan taşımak üzere imal edilmiş diğer motorlu taşıtlar (steyşın vagon, arazi taşıtı ve cipler dahil), motor silindir hacmi 2800 cm3'ü aşmayan eşya taşımaya mahsus araçlar, motosikletler, mopedler ve bir yardımcı motoru bulunan tekerlekli taşıtlar alınabilir. Yasadan zihinsel engelliler de yararlanabilir mi? Evet. Özür durumunu gösteren sağlık kurulu raporu olan ve mahkemeden velayet alan zihinsel engelli yakını ÖTV indiriminden yararlanır. ÖTV'siz alınan özürlü araçları KDV'den muaf mı? Hayır. Sadece ÖTV indirimi var. Sakatlık oranı yüzde 89'u aşmayan kişi özür derecesine göre KDV öder. Ancak dışarıdan getirilen araçlarda durum farklı. Yukarıda anlattığım şekilde yasadaki şartları taşıyan özürlüler için alınan araçlar gümrük vergisine tabi değil. Organ nakli olanlar ÖTV ve KDV'den muaf özürlü aracı alabilir mi? Yasaya göre, organ nakli olanlar (karaciğer, böbrek ve kalp gibi) özel tertibatsız araç kullanabildiği gerekçesiyle özürlü aracı alamaz. Ancak yine aynı yasaya göre kişinin özür derecesi yüzde 90 ve üzerindeyse adına (akrabalarından iki kişi ya da şoför tarafından kullanılması şartıyla) ÖTV ve KDV'den muaf araç alabilir. Cemalettin Gürsoy Kaynak
  13. Obsesif Kompulsif Bozukluk

    OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK (SAPLANTI ZORLANTI BOZUKLUĞU,OKB) OKB anksiyete bozuklukları içinde gruplanır. Günlük hayatta batıl inancı olan, en ufak şeylerden kaygı duyan veya şüphelenen insanlar çoktur. Bu gibi belirtileri gösteren herkes hasta olarak kabul edilemez, ancak bu düşünce ve davranışlar aşırıya kaçtığında obsesif kompulsif bozukluktan söz edilir. Bazı kişiler aklına kötü bir şey geldiğinde bir tahtaya vurarak “allah korusun” der veya evden çıkarken dış kapının kilitli olup olmadığını bir kaç defa kontrol eden sıktır, bu tür davranışları obsesif kompulsif bozukluk olarak değerlendirmek yanlış olur. Bu hastalığın en önemli özelliği kişilerin takıntılı düşüncelerinin ve davranışlarının farkında olmasıdır. Bu kişilerde akla takılan düşünceler istemli olarak uzaklaştırılamaz veya saçma olduğunu bile bile aynı davranış çok defa tekrar edilir(uzun süre el yıkamak veya kapının kilitli olduğunu bilerek tekrar tekrar kontrol etmek gibi). Bu hastalığa yakalanmış kişilerin günlük işlevlerini yerine getirmesi güçleşir, iş hayatı ve sosyal ilişkileri genelde bozulur. OKB bir hastalık olarak tek başına görülebileceği gibi bir belirti olarak başka psikiyatrik hastalıklara eşlik edebilir. OKB sıklıkla depresyonla bir arada görülür. Hastanın değerlendirmesinde buna dikkat etmek gerekir. Yapılan araştırmalarda bu hastalığın toplumda %2-3 oranında görüldüğü tespit edilmiştir. Ancak tahmin edilen değerler bunun çok üstündedir.Bu hastalık herhangi bir yaşta başlayabilir. Okul öncesi çocukluk döneminde veya yaşlılıkta ortaya çıkabilir, ortalama çıkış yaşı 40’dır. Çeşitli nedenlerle hastaların OKB tanısı alması gecikebilir. Bunun değişik nedenleri olabilir; hastaların yaşadıklarının hastalık olduğunun farkında olmaması veya hekimler ayırt edici tanıda bu hastalığı düşünmemeleri bu nedenlerden bazılarıdır. Bazen depresyon, iş ve aile sorunları gibi başka tanılarında bu hastalıkla bir arada bulunması OKB tanısını güçleştirebilmektedir. Tedavide gecikmenin en büyük sakıncası depresyonun veya iş ve aile sorunlarının ortaya çıkma riskinin artmasıdır. OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK BELİRTİLERİ NELERDİR ? Genelde obsesyon ve kompulsiyonlarla karakterizedir, ancak sadece obsesyon veya kompulsiyon yakınmaları olan hastalar da olabilir. Obsesyonlarda kompulsiyonlarda düşünce şeklinde olabilir. Ancak genelde obsesyonlar düşünce kompulsiyonlarda davranış şeklindedir. Obsesyon (takıntı): kişinin kontrolü dışında tekrarlayan düşünce ve uyaranlardır. Hastalar bunun çok anlamsız olduğunu, kendilerini çok rahatsız ettiğini ancak bu düşüncelerden kurtulamadıklarını belirtirler. Bu takıntılar hastada iğrenme, korkma, şüphelenme veya anksiyete gibi duyguları da beraberinde getirir. Hastalar bu düşüncelerin kendi beyinlerinin ürünü olduğunun farkındadır. Sık görülen obsesyonlar şunlardır: Kirlilik : çevreden kan, tükrük, mikrop veya semen gibi kir bulaşması veya kişinin çevreye kir bulaştırması Kendi başına veya yakınlarının başına bir kötülük geleceği düşüncesi Kontrolünü kaybetme ve saldırgan davranışta bulunma korkusu Tekrarlayan ve kontrol edilemeyen cinsel düşünceler Dinle ve ahlaki değerlerla aşırı uğraşma v.b. Kompulsiyon (tekrarlayan davranışlar): hastalar takıntılı düşüncelerden kurtulmak için akıllarına başka düşünceleri getirirler veya bazı davranışlarda bulunurlar bu tür düşünce ve davranışlara kompulsiyon denir. Takıntılı düşünceler anksiyete artışına neden olurken kompulsiyonlar anksiyeteyi azaltır. Ağır OKB hastalarında bazen bu kompulsiyonlar tüm günü alabilir. Sık görülen kompulsiyonlar şunlardır: Temizlik: saatlerce el yıkama, banyo yapma veya tekrar tekrar ev temizleme gibi. Bu şekilde el yıkayarak günde bir kalıp sabun bitiren veya çamaşır suyu ile elini yıkayan hastalar sıktır. Tekrarlama: takıntılı düşünce ile oluşan sıkıntıyı gidermek için tekrarlayan davranışta bulunma veya akıldan başka düşünceleri geçirme gibi. Yakınlarının başına kotü bir şey geleceğini düşünen bir hasta bunun olmaması için halen yapmakta olduğu davranışı ikinci kez yaparak bu düşünceden kurtulabilir (yolda yürürken aynı yolu geri dönüp tekrar yürümek gibi) Kontrol etme: evine bir şey olacak veya yangın çıkacak korkusu ile tekrar tekrar kapıyı veya tüpün kapalı olup olmadığını kontrol etmek gibi. Biriktirme: işe yaramayan bir çok eşyayı biriktirmek gibi. Örneğin bazı kişilerde yeterli yerleri olmadığı halde gazeteler, boş kavanozlar veya konserve kutuları gibi işe yaramayan şeyleri atamama davranışı görülebilir. Son birkaç yıldır yurdumuzda gazetelere yansıyan çöplük evler buna en güzel örnektir. Sayma: yolda yürürken kaldırım taşlarını sayma veya araba plakalarını okuma, günlük işleri yaparken belli sayılarda tekrar etme v.b.(örneğin kazağını beş kere giyip çıkarma veya aynı yere üç kere gitmeme gibi) Tamamlama: bu kompulsiyonu olan hastalar bir dizi davranışı mükemmel olana kadar tekrar tekrar yaparlar. Örneğin kirlilik takıntısı olan bazı hastalar el yıkamadan önce lavaboyu, musluğu ve sabunu yıkar (genelde belli sayıda) daha sonra belli sayıda elini yıkar ve elini yıkadıktan sonra tekrar aynı işlemi tekrarlar. Aşırı tertipli ve düzenli olma: örneğin çalışma odasında herşeyin simetrik durması veya masanın üstündeki herşeyin belirli bir sıra ile dizilmesi gibi. Yukarıda sayılanlar dışında sayı sayma, aşırı liste yapma veya aşırı dua etme gibi başka kompulsiyonlarda olabilir. OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUĞUN NEDENLERİ NELERDİR? OKB’nin bilinen tek nedeni yoktur. Çeşitli etkenlerin bir araya gelmesi ile bu hastalığın ortaya çıktığı belirtilmektedir. Genetik bir yatkınlıktan söz edilmektedir. OKB’ye neden olan bir gen bulunamamıştır, ancak OKB hastalarının yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı artmaktadır. Aynı ailede görülen OKB semptomlarının aynı olması gerekmez. Örneğin annede kontrol etme kompulsiyonları görülürken kızında sık el yıkama olabilir. Beyinde kimyasal haberci görevi üstlenen serotonin seviyesinde düşmenin bu hastalığa neden olduğu söylenmektedir. Serotonin seviyesini artıran ilaçlar bu nedenle tedavide kullanılmakta ve tedavi edici etkisi görülmektedir. Bazı araştırmacılar bu hastalarda beynin ön kısmı olan frontal kortex ile iç yapılardan bazal ganglionlar arasında iletişim kopukluğu olduğunu ileri sürmektedir. Aile içi sorunlar veya stres yaratan durumlar bu hastalığa yol açmaz ancak var olan hastalığın alevlenmesine yol açabilir. Obsesif kişilikteki kişilerle OKB’yi ayırmak gerekir. OKB hastalarının hastalık öncesi dönemlerinde genelde kompulsif davranışlara rastlanmaz.OKB hastalarının %15-35’inde hastalık öncesi dönemde obsesif uğraşlara rastlanır. OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK NASIL TEDAVİ EDİLİR? Tedavide amaç öncelikle var olan hastalığı tedavi etmek sonra da hastalığın tekrarlamasını önlemektir. Bu amaçla iki tedavi yöntemi kullanılmaktadır: Seçici serotonin geri alım inhibitörleri kullanmak Bilişsel davranışçı tedavi uygulamak Hastaların hastalıkları konusunda kendilerini eğitmeleri çok önemlidir. Tedavinin başlarında bilişsel ve davranışçı tedaviyi oturtmak ve tedavi dozunu ayarlamak amacı ile haftada en az bir kez doktor kontrolüne gitmek gerekir. Hastalık yatıştıkça kontroller seyrekleşir, tamamen düzeldikten sonra da yılda bir kez bile olsa kontrole gitmekte fayda vardır. İyileştikten sonra belirtiler tekrar başlar ve kognitif davranışçı tekniklerle kontrol edilemez ise, beklenmeyen ilaç yan etkileri görülürse, depresyon, anksiyete bozukluğu gibi başka ruhsal hastalık belirtileri görülürse veya bir yakınını kaybetmek gibi hastalığı kötü etkileyebilecek önemli bir yaşam olayı ile karşılaşılırsa vakit kaybetmeden psikiyatriste başvurmak gerekir. Hastalığın tedavisi uzun süreli ve hastayı çok zorlayıcıdır. Tedavi süresince hastanın kendi kaygısını kontrol etmesi gerekir ki bu bazen imkansız hale gelebilir. Böyle yorucu bir tedaviyi geçtikten sonra aniden tedaviyi kesmek kesinlikle önerilmez. Tedavinin seyri sırasında tedavi ile ilgili sorunlar ortaya çıktığında bunun doktor ile paylaşılmasında fayda vardır. HASTA YAKINLARINA DÜŞEN GÖREVLER NELERDİR? Bu hastaların kendi hastalıkları konusunda genelde iç görüleri yoktur. Bu nedenle bu hastalarla yaşayan kişilere çok iş düşmektedir. Bu hastalığın aslında tedavi edilebilir olduğunu anlatmak ve doktora gelem konusunda bu hastaları ikne etmek genelde yakınlarına düşmektedir. Hastalığın tedavisi yorucudur ve hastayı oldukça gerginleştirir, bu dönemlerde hastanın yanında olmak ve destek vermek çok önemlidir. Belirtileri tartışarak düzeltmek mümkün değildir. Hastalar zaten bu düşünce ve davranışın saçma olduğunun farkındadır, onlarla bunu tartışarak üzerlerine gitmek hastanın sıkıntısını artırmaktan başka işe yaramaz. Bunun yerine onları anladığınızı ve yanlarında olduğunuzu belirterek destek olmak tedavinin seyri açısından oldukça olumludur. Davranış tedavisinde amaç takıntılı düşünceleri ortadan kaldırmak değil hastanın bu düşüncelerle barışık yaşamasını sağlamaktır. Örneğin çöp bidonunun yanından geçerken eline kir bulaştığını düşünerek defalarca elini yıkayan bir hastaya “hayır kir bulaşmadı” demek yerine “eline kir bulaşıp bulaşmadığına karar vermek için çaba harcamamalısın, kir bulaştığını kabul etsen bile elini tekrar tekrar yıkamamak için direnmelisin” düşüncesi aşılanır ve hastanın bunu başarması istenir. Bu nedenle hasta yakınlarının bu düşünceye uymayan yaklaşımları tedaviyi zora sokmaktan başka işe yaramaz. Bu tür yaklaşımlar OKB beliritlerinin artmasına sebep olabilir. Aile içi sorunlar bu hastalığın sebebi olmaz ancak çoğu zaman hastalığın belirtileri aile içinde sorunlara neden olur. Bu hastalık pek çok hastalıktan daha fazla hasta yakınlarını rahatsız eder. Örneğin yıkanma obsesyonu olan bir hasta gün boyu banyoyu işgal ettiği için, hasta yakınları banyoyu kullanamaz hale gelebilir, veya dışarıdan kir bulaşacak diye obsesyonları olan bazı hastalar sadece kendileri değil ailenin diğer fertlerini de bazı davranışlar yapmaya zorlayabilirler (örneğin dışarıdan gelir gelmez soyunup banyo yapmak gibi). Bu nedenle tedaviye gelindiğinde çoğu zaman hasta yakınları da hastalar gibi yorgun ve tükenmiştir. Yakınları OKB tedavisi gören kişilerin zaman zaman tedaviyi yapan doktoru ziyaret ederek tedavinin seyri konusunda bilgilendirmesi ve ne yapacakları konusunda bilgi alması oldukça faydalıdır. Kaynak
  14. Engelli Spor Malzemeleri

    2005 yılında çıkarılan Özürlüler Yasası’nın 33‘üncü maddesine göre spor kulüplerinin malzeme ihtiyaçlarının temininin sorumluluğunun T.C. Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü‘nde olduğunu, artık konu ile ilgili herkes biliyor. Aradan geçen 5 yılda adı geçen yasanın bu maddesini mali zorluklar nedeniyle uygulamak mümkün olmadı. 2006 yılının sonunda zamanın Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mehmet Ali Şahin’in öncülüğünde oluşturulan bir fonla geçici bir çözüm bulundu. Sayın Faruk Özak Spor Bakanı olarak göreve geldikten sonra aynı formülle bu ihtiyaçların devlete yük olmadan karşılanması, bazı engelli spor federasyonları tarafından engellendi. Engellendi de yerine bir çözüm getirilemedi. Ne engelli federasyonları sponsorlarını bularak soruna bir çözüm bulabildiler, ne de Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı federasyonlara bu maddi desteği verebildi. Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı ise, son 3-4 ayda 750 bin TL tutarında spor sandalyelerini muhtelif kulüplere dağıttı. Ancak sorun diğer engelli spor federasyonlarında da devam etmekte. Böyle giderse bir süre sonra, özellikle Bedensel Engelliler Spor Federasyonu’na bağlı kulüplerden bazıları spor etkinliklerine son vermek zorunda kalacaklar. Nitekim bunun ilk belirtileri bu sene Lig‘ten çekilen birkaç takımla ortaya çıkmaya başladı. Sayın Özak Sayın Bakanım, bir çok engelli spor kulübü malzemesizlik yönünden deyim yerinde ise “kan ağlıyor.” TESYEV’e yapılan başvurular bunu göstermekte. Yeni bir fon kurulması engellendiğine göre, TESYEV kendi imkanlarıyla, o kurulması muhtemel fona taahhüt ettiği rakamlarında üzerinde bir yükün altına girerek yapabileceğini yaptı. Şimdi artık sıra sizde. Nasıl bir çözüm bulunur ve federasyonların ihtiyaçlarına göre adil bir şekilde nasıl dağıtılır, bu konuda biz görüşlerimizle destek vermeye hazırız. Ancak sizin ve ekibinizin de bu konuya biran önce eğilmesinin gerekli olduğuna inanıyoruz. Yavuz Kocaömer Kaynak
  15. <embed src='http://video.haber7.com/vidomodo/neuplayer/neuplayer.swf' height='350' width='450' allowscriptaccess='always' allowfullscreen='true' flashvars='&bandwidth=822&controlbar.margin=0&controlbar.size=32&dock=false&file=http%3A%2F%2Fvideo.haber7.com%2Fvideo_contents%2F03042010034827.flv&image=http%3A%2F%2Fvideo.haber7.com%2Fvideo_contents%2Fthumbs%2F03042010034827.png&level=0&plugins=viral-2d&skin=http%3A%2F%2Fvideo.haber7.com%2Fvidomodo%2Fneuplayer%2Fsnel.swf'/> İlk bakışta bu fotoğrafların birer 'photoshop' eseri olduğunu düşünebilirsiniz. Ama bu fotoğraflar, hayatı TAM yaşamaktan asla vazgeçmeyen YARIM vücutlu bir adamın yaşam hikayesine ait. Kenny Easterday 35 yaşında. Doktorlar 21 yaşını geçmesini beklemiyordu. Ama Kenny Easterday, yaşama tutunmaktan asla vazgeçmedi. Kenny çok nadir görülen görülen 'Sacral Agenesis' hastalığıyla dünyaya geldi. Bu hastalık omurgasının normal bir şekilde gelişmesini engelledi. Henüz altı aylıkken, doktorlar bacaklarını kesmek zorunda kaldı. Kaval kemiğinin bir parçasını kısmen oluşmamış belkemiğini tamamlamak üzere kullandı. Kenny bundan sonra yaşamını yarım vücutla geçirmek zorundaydı. Kendisine biçilen en fazla ömür ise 21 yıldı. Ama o hayata tutunmaktan asla vazgeçmedi. Bu onu bilardodan, bowlingten, çalışmaktan, aşık olmaktan ve kısacası hayattan alıkoymadı. 33 yaşındaki nişanlısı Nicky ile mutlu bir beraberliği olan Kenny'nin en büyük hayali baba olmak. Bir Amerikan televizyonundaki belgeselde, yedi yıl önce biraraya geldiklerini anlatan çiftin, Nicky'nin önceki evliliğinden iki çocuğu var. Kenny'ye küçük bir çocukken protez bacaklar kullanılması tavsiye edilmiş, ama onlardan nefret etmiş. Bunun yerine ellerini ve kaykay kullanmayı tercih etmiş. Batı Virginia'da yaşayan Kenny, "Ellerimin üzerinde yürümeyi büyük ölçüde babamdan öğrendim" diyor. Kenny'nin babası da belgeselde "Ona annenin hemen arkasından yürümesini, çünkü annesinin tıpkı bir ördek gibi yürüdüğünü ve onun gibi yürümesini söyledim" diyor. Kenny, 1988'de çocukluk yıllarını konu alan 'The Kid Brother' adlı filmde de oynamış. (Gazeteport) Kaynak
  16. Otizmin Gülen Yüzleri

    Her 100 çocuktan birinin otizmden etkilendiği dünyada, onları dışlamak yerine kucaklarsanız saf, tertemiz bir hayatla karşılaşacak, kendi hırslarınızdan utanacaksınız. Nisan ayı, otizmi fark etme ayınız farkında mısınız? Değilseniz, Tamer Yılmaz ve Koray Erkaya’nın objektifinden yansıyan, otistik çocukların hayatta en mutlu oldukları anları gösteren bu fotoğraf karelerine dikkatli bakın. Galeri İçin Tıklayın GAZETE HABERTURK - ELİF KEYFOTOĞRAFLAR: TAMER YILMAZ & KORAY ERKAYA Lisede en yakın arkadaşlarımdan biriydi İrem Afşin. Bir gün, oğlu Nazım Özgün’e otizm teşhisi konduğunu duydum. İrem’in bu durumu kabulleniş sürecinde yaşadığı sancıların, ailecek atlattıkları travmaların yakınında durmak istiyordum ancak nasıl yaklaşacağımı bilemediğimden de uzak duruyordum. Tamamen hatalı yoldan yürüdüğümü bile bile! İrem hiçbir zaman hiçbirimize benzememiş, hepimizden daha duygusal ve daha hırslı olmuş; kendi gibi ‘Özgün’ bir oğlan doğurmuştu. Ona yaklaşamama konusunda asıl engelli olan bendim! Ağlasam da zırlasam da “Otizmliyim, ben de varım, ben de vatandaşım” kampanyasının bir parçası oldum. BİR OYA GİBİ İŞLEMEK Otizm Platformu’nun genel sekreteri olan arkadaşım İrem Afşin, kampanyanın detaylarını ve ‘otizmle yaşam hikâyesi’ni anlattı. İrem’e göre otizm, o denli karmaşık ve genel olarak hayatın evrelerine yansıyan bir süreç ki, bireyin de ailesinin de tüm yaşamını kökten değiştiriyor... Ve ‘aileyi alıştırma’ amacıyla hareket ettiğini söyleyen birçok uzmanımız, maalesef tanıyı ailelere otizm olarak nitelendirmeden, etrafından dolaştırarak veriyor; otizm oluyor yaygın gelişim bozukluğu. Otizm, nörobiyolojik karmaşık yapılı ve genetik tabanlı bir rahatsızlık. Ne tam nedenlerine ne de tam tedavi bilgisine sahibiz, ama İrem elbet bir gün tıbbın bunu çözeceğine inanıyor. Ancak bu süreçte, bildiğimiz, uygulanan ve sonuç alınan en etkin tedavi; erken teşhisle gelen yoğun eğitim süreci. Tüm bu mücadeleyi veren anneler için geçerli tek bir cümle var: “Eğer otizm dünyasındaysanız, bir otizmliye bilmesi gereken veya yapacağı her şeyi iğne oyası gibi işleyerek tek tek öğretmek zorundasınız!”Nitekim bu konuda dünyada kabul edilen geçerli eğitim süresi haftada 40 saat iken, ülkemizde ayda 10 saat gibi karşılaştırılamaz bir tabloyla yaşamak durumundayız. Tabii ki iş burada ailelere düşüyor. Bu noktada ailelerin birbirlerine verdiği destek de çok önemli, zira otizmle yaşayan ailelerden çok var ve ‘otizm topluluğu’ zaman içinde gerçekten tek bir aileye dönüşmüş. Zorlanmıyorlar mı; tabii ki zorlanıyorlar. Nitekim İrem anlatıyor işte: “Tuhaf bir biçimde standart çocuklara tutkunuz biz toplumca; sorunsuz, sıradan, normal her neyse o. Çizginin biraz dışında kalan bir çocukla ne yapacağımızı bilemiyoruz çevre olarak. Otizmi veya aspergeri tanımıyoruz, dolayısıyla bir anneden ‘Ya benim çocuğuma da bulaşırsa’ gibi bir çıkış gelebiliyor. Siz ise sadece çocuğunuzu sosyal hayatın içine sokup okula göndermeye uğraşırsınız, çünkü bir otizmli, bakıp taklit ederek öğrenebilir. Dolayısıyla yaşıtlarıyla bir arada eğitim alabilmesinin anlamı ve önemi büyüktür.” ‘OTİZM BULAŞIR MI’ CEHALETİ Ama bilin ki otizm bulaşmıyor. İrem’in mesajı net: “Otizm, hayatınıza bir kere girdikten sonra, asla eski siz olamıyorsunuz. Hayata bakış açınız, mutluluklarınız, hüzünleriniz değişiyor. Bebeğiniz için kurduğunuz her hayali unutup yeni bir yol haritası çizmeniz gerekiyor. Oğluma her zaman, beni hayatımda durduğum noktaya getirdiği ve farklı bir bakış açısıyla eğittiği için minnettar kalacağım. Otizmle yaşamak gerçekten farklı bir hayat biçimi, bu süreçte yanınızdakiler çok önemli. Güven duygusu sabrı da beraberinde getiriyor ve otizmle mücadelede en büyük silahınız sabrınız, azminiz ve çocuğunuza olan sevginiz. Bütün ailelerimizi ve gönüllü herkesi, Otizm Platformu’na bağlı dernek ve vakıflara katılmaya, destek vermeye çağırıyorum.” 125 BİN OTİZMLİ ÇOCUK İÇİN, ŞİMDİ! Otizm Platformu, Türkiye’deki otizmli bireylerin ekonomik, sosyal ve kültürel hayata tam katılımlarının sağlanması için çalışan önde gelen 17 sivil toplum örgütünün oluşturduğu bir sivil toplum hareketi. Türkiye’de yaklaşık 450 bin otizmli birey var; 125 bini 0-14 yaş grubunda. Otizmde, •Erken teşhis için tarama testlerinin zorunlu sağlık hizmeti olmasına, •Devlet tarafından karşılanan eğitimin en az ayda 40 saate çıkarılmasına, •Otizm konusunda uzman en az 2 bin özel eğitim öğretmenine, •1.500 dil ve konuşma bozuklukları uzmanına, •1.500 uğraşı terapiste, •Çocukların korumalı iş ortamlarına yerleştirilmesine ve grup evlerinde bağımsız yaşamalarını sağlayacak en az 3 bin sosyal hizmet uzmanına ihtiyaç var. Dünya Otizm Farkındalık Ayı 2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratmak ve otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulmak amacıyla, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Otizm Farkındalık Günü” (2nd April World Autism Awareness Day) olarak ilan edilmiştir. 2 Nisan’da başlayan “Otizm Farkındalık Ayı” çerçevesinde tüm dünyada otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi ve bilinirliğin artırılarak, erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor. Kampanyanın televizyon ayağında Erdil Yaşaroğlu, Janset, Aylin Aslım, otizm engelli oğlu olan Ogün Sanlısoy ve Tan Sağtürk rol aldı. Çocuklar gıkları çıkmadan saatlerce çekimlere katıldı. Kaynak
  17. Paranoid Bozukluklar

    Eski adlandırmaları PARANOYA veya PARANOİD DURUM olan bu hastalık günümüzde SANRILI BOZUKLUK olarak adlandırılmaktadır. Eski zamanlardan beri bilinen bu hastalık hastaların olayları gerçekçi olmayan değişik bir uslamlama kullanmalarından dolayı paranoya (para=değişik, noia=düşünme) olarak adlandırılmıştır. Gerçekten ilginç olan bu ruhsal hastalık psikiyatrik sınıflandırmada psikozlar grubunda yer almaktadır. Yani hastanın gerçeği değerlendirme yetisini ileri derecede bozmaktadır. Oldukça seyrek görülen paranoid bozukluk ciddi ve kronik gidiş göstermektedir. Genelde hastaların gerçek olmayan düşünceleri vardır (sanrı) ve bu hastanın hayatını ileri derecede olumsuz etkilemektedir. Bunun dışında hastada neredeyse psikiyatrik bulgu yok denecek kadar azdır. Hastanın tüm yaşamı sanrısına göre ayarlanır. Bu sanrılar çok çeşitli olabilir ve hastanın bir sanrısı vardır. Örneğin kişinin hakkı yenmiştir ve bundan dolayı kişi devamlı mahkemelerde hakkını arar veya hep dava açmakla uğraşır. Ya da kötülük görme (perseküsyon) sanrılarından dolayı birileri tarafından izlendiğini, tuzaklar kurulduğunu, zarar verileceğini düşünür ve hayatı buna göre biçimlenir. Kıskançlık sanrılarıyla eşinin kendisini aldattığını, gizli bir takım ilişkileri olduğunu düşünebilir. Bu hastalığın en önemli özelliği yukarıda örnek verilen durumları düşünürsek, hastaya mantıklı ve geçerli kanıtlar gösterilse bile hasta sabit ve gerçek dışı düşünceleri olduğuna ikna edilemez. Hatta çoğu kez ikna etme girişimleri ters teperek hastanın size kızgınlık ve düşmanlık duyguları geliştirmesine neden olur. Paranoid hastalar tehlikeli hasta grubu olarak kabul edilebilir. Eğer siz kendinizi bir an hastanın yerine koyarsanız ne kadar rahatsızlık verici tehdit edici bir dış dünyaya karşı, ne kadar gergin bir iç dünyanız olabileceğini farkedebilirsiniz. Bu nedenle bu hasta grubu ani ve ciddi saldırılarda bulunabilir. Hastalığın tedavisi oldukça zordur. Hastalıklarını kabul etmediklerinden ya zorla ya da kandırılarak yakınları tarafından hekime getirilirler. Hekim hastayla güven ilişkisi kurarak hastalığın ortaya çıkış nedenlerini araştırmalıdır. Hekimin hastayla mantık ya da felsefe tartışması yararsızdır. Hasta yakınları ve hekim hastaya karşı dürüst olmalı, kandırmamalı, açık olmalıdır. İlaç tedavileri diğer tedavi modalitelerinden daha başarılıdır. Genellikle antipsikotik grubu ilaçları uzun yıllar kullanmaları gerekir. Paranoid Bozukluğun Evreleri 1.Erken Dönem 2.Başlangıç Kristalizasyonları Dönemi 3.En Son Kristalizasyon Dönemi 4.Paranoid Davranışlar Dönemi 1.Erken Dönem Paranoid reaksiyonların uzunca bir süre süren prodrom dönemi vardır. Daima kendilerinin engellendiğini, tehdit edildiği gibi duygularla güvenilecek kimse bulunmadığı inanışı ile kendilerini çevreden çekerler ve çevre ile olan ilişkilerini azaltırlar. Aslında çevredeki insanlara çok fazla gereksinme duyarlar ancak bu gereksinmeyi güvensizlik nedeni ile gideremezler. Gerçekte objektif ilişki kuramayan bu insanlar bu sefer ilişkileri yeniden fakat hezeyanlarla tamir ve telafi gayreti içine girerler ve sıkıntı içine düşerler. Yaşadığı dünya tehlikeli olduğunu ve herşeyin değişmeye başladığını düşünmesiyle beraber kişinin kendisinde bir gariplik olduğu sezilmeye başlanır. Bu kişiler çevrelerinde bir takım garip şeylerin döndüğünü, bunu anlayamadığını, hiç kimseye güvenemediklerini hissederek, çevrelerinde olup biteni çıkarsamaya çalışırlar. Herşeyin kendileri ile ilgili olduğu ve bir takım gizli anlamlar taşıdığını düşünmeye başlarlar. Aslında ileri sürülen tüm endişe ve korkular kişilerin bilinçdışı impulsları, bunların inkarı ve dışa yansıtılması ile ilgilidir. Hastalar bu yüzden tüm dikkatin kendi üzerlerinde toplandığını sanırlar. Bu dönem oldukça uzun sürer. 2.Başlangıç Kristalizasyon Dönemi Bu dönemde bir takım düşmanlık duygularının dışa yansıtılması sürdürülür. Bu yansıtma onun savunma sisteminin bir kısmıdır. Hastalar bu dönemde bir takım bilinmeyen nedenler dolayısı ile yalnız bırakılmak istendikleri inancı içerisindedirler. Çevrelerinde bulunan bazı insanların iyi niyetten yoksun olduklarını düşünürler. Kendileri ile sürekli uğraşılmakta ve gözlenilmektedirler. 3.En Son Kristalizasyon Dönemi (Paranoid Yalancı Toplum) Hasta bu döneme gelinceye kadar kendisi hakkında bu kadar tehlikeli şeyler yapanların kimler olduğunu bilmemektedir. Bu dönemde hastalar kendilerinin tüm bilinç dışı impulslarının (cinsel ve düşmancıl) yansıtıldığı bir “yalancı toplum” yaratırlar. Bu “paranoid pseudo community” hastaya karşı amaçlı hareket eden gerçek ve hayali kişilerden kurulu hayali bir organizasyon olup, bu organizasyonlar gizli örgütler, uluslararası kuruluşlar, siyasi organlar vs olabilir. Bu şekilde dış çevre ile hezeyansal bir temelle yeniden ilişki kurarlar. Şimdi artık düşmanlarını bilmekte ve tanımaktadır. Bu hastalara bir güven duygusu vermektedir. Bilinen bir şeye karşı korku duymak daha kolaydır (Bilinç dışı korkudan ziyade dış dünyada bilinen düşmana karşı korku). Hastaların projeksiyonuna göre bu yalancı toplum organizasyonu devam ederken gerçek olaylarla değiştirilirler. Bunlar hezeyansal tefsirlerle zenginleştirilirler. Çoğu paranoid reksiyonlar bundan daha ileriye gitmezler, bu dönemde kronik bir şekilde kalırlar. Bir kısmında gerçek ilişkilere bir dönüş olabilir. 4.Paranoid Davranışlar Dönemi Paranoid kişilerin davranışları normal kişiler tarafından pek anlaşılamaz. Çünkü bu hareketlerin arkasında yatan impulslar bilinmez. Akut kızgınlık ve şiddet biçimindeki davranış bozuklukları insanların bu kişilerden uzak durmasına neden olur. Bu şekilde yalnızlıkları artar. Bazı makamlara şikayetler olabilir. Bu tip hastalar persekütörleri için polisten yardım isteyebilir, savcılara başvurabilirler. Kendileri için bu yalancı toplumdan kaçmak olanaksızlaşmıştır. Çünkü nereye gitseler kendi bilinç dışı düşmanlık impulslarından kurtulamazlar. Persekütörlerine karşı saldırgan bir tutum takınırlar. Bu nedenle hastanın düşmanlık duyduğu kişilere karşı saldırganlık göstermeleri söz konusudur. Kaynak
  18. Vajinismus :

    Vaginismus ( Kadında İlişkiye Girme Korkusu ) Toplumumuzda hala kadının cinsel istek ve canlılığını belli etmesi hoş karşılanmamaktadır. Çocukluktan beri ağır ayıp ve günah duygusuyla yetişen kızların evlenince kendilerini cinsel ilişkide zevk duymaya bırakması, doyuma, orgazma ulaşması güç olabilir. Kadının haz duyması erkeğin mekanik bir işlemi ile genellikle sağlanmaz. Okşanması, sevilmesi, rahatlatılması gibi etkenler ve kendi çekingenliklerini yenebilmesi son derece önemlidir. Bu bakımdan yaygın bir sorun olduğu düşünüldüğünde hekime başvuranların sayısı oldukça seyrektir. Vaginismus yani cinsel birleşme sırasında kadının kaslarının kasılarak cinsel birleşme olanağına kendini kapatması durumu Kadın Doğumcular ve psikologlarca oldukça sık görülür. Vaginismusun nedenleri de çocukluk çağından kalma korkular, suçluluk, ayıp ve günah duygularıdır. Korkular en çok kadının simgesel olarak zihninde aşırı büyüttüğü bir penis yüzünden çok acı çekme, parçalanma korkularıdır. Ayrıca gebe kalma korkuları da önemli olabilir. Bu durumun tedavisi için genellikle önce kadın doğumculara başvurulur ve genişletme denemeleri yapılır. Çoğu sonuç vermez. Hem erkek hem de kadın için önemli bir savaşım ortaya çıkar. Her ikisi de büyük bir sınavın içinden çıkmaya çalışırken heyecanlar ve korkular artar. Önce kadının ve erkeğin rahatlaması, gevşemesi, heyecan ve korkularının yatıştırılması gerekmektedir. Bu problemde çözüm kişinin eşiyle birlikte katıldığı psikologların uyguladığı seks terapi yöntemidir Kaynak
  19. Cinsel Kimlik Problemleri

    Cinsel Kimlik Problemleri Eşcinsellik (Homosexuality): Erkeğin ve kadının kendi cinsinden kişilerle cinsel ilişki kurma eğilimi ve eylemidir. Eşcinselliğin çeşitli türleri ve sorunları tanımlanmıştır. Genel hekimlik uygulamasında eşcinsellik önemli bir sağlık sorunu değildir. Hatta kimi toplumlarda artık eşcinsel evlenmelere bile izin verilerek bir sorun olmaktan çıkarma çabaları vardır. Gerçek eşcinsel için sorun toplumsal yargılar ve yasaklardır. Ancak, eşcinsel eğilim ve eylemlerinden acı çeken, bunaltı duyan, benliğe yabancı eşcinselliği olan bir kişi hekime gelebilir ve yardım isteyebilir. Ama kendi benliği içinde uzlaşmış, eşcinselliğe uyum yapmış bir kişi için hekimin yapabileceği fazla bir yardım yoktur (ego-sintonik eşcinsellik). Açık eşcinselliği (overt homosexuality), gizli (latent) eşcinsellikten ayırt etmek gerekir. Açık eşcinsellikte kişi, eşcinsel duygu ve dürtülerinin bilincedir. Bu duygu ve dürtülerin doyurulmasını ister ve uygun eş bulunca cinsel eylemleri olur. Bu eylemler kendisine haz verir. Belki toplumsal yargı ve baskılardan korkabilir, bunalabilir ve bunu kendisi için sorun olarak kabul edebilir. Ama bütün eylemlerinin bilincindedir ve cinsel yöneliminin nesnesi bellidir. Bir başka deyimle eşcinsel dürtü duygu ve davranışlar benliğe uyumludur. Bu tür eşcinsellik çocuklukta yerleşen bir cinsel kimlik sapması olduğu ileri sürülmektedir. Çocukluk ve ergenlik çağında bilinçli nitelik kazanan eşcinsel dürtü ve eğilimler ve belki deneyimler çoğu kişinin yaşamında olabilir. Fakat bunlar genellikle açık eşcinselliğin kişilikte yerleşmesine yol açacak denli güçlü değildirler. Ergenlik ve delikanlılık çağı süresinde yavaş yavaş sönerler. Böylece bu deneyimler genel olarak birey için sorun olmazlar. Böyle bir durumda eşcinsellik söz konusu değildir. Genelde böyle durumlar gencin cinselliği tanıma çabaları olarak yorumlanmaktadır. Kendilerini ağır biçimde suçlama eğilimi gösteren kimi kişilerde bu geçmiş yaşam olayları sürekli bir utanç ve suçluluk duygusu kaynağı olabilir. Bunlarda sorun, cinsel bir yetersizliğe bağlı olabileceği gibi, başka ruhsal bozukluklarla da ilgili olabilir. Gizli (latent) eşcinsellik ise psikanalitik bir kavram olup tümden ayrı bir konudur. Bunda kişi, eşcinsel dürtü ve eğilimlerinin bilincinde değildir. Ama, sürekli olarak bu dürtüler benliği tehdit etmektedirler. Benlik bunları kabul edemez; yani bu dürtüler hem bilinçdışı güçlü bir etkinlik taşırlar, hem de benliği yabancıdırlar (ego-distonik). Böyle bir durumda kişi şöyle bir çatışma içindedir: Bir anda, bilinçdışı yasak ve kabul edilemeyen dürtü ve eğilimler; öbür yanda benliğin bunları bilinçten uzak tutma, bu dürtülerle savaşma gereksinimi. Böyle bir çatışma içinde kalan benlik, kendisini değişik savunma düzenekleri ile savunur. Örneğin aşırı erkeklik çabaları, aşırı eşcinsellik düşmanlığı gibi. Daha ağır türlerinde kişi, başkalarının kendisini eşcinselmiş gibi görecekleri korkusu ile eşcinsel olmadığını kanıtlamak istercesine aşırı davranışlara başvurabilir (reaksiyon-formasyon). Psikodinamik psikiyatride paranoid sanrıların oluşunda bilinçdışı eşcinsel ve saldırgan dürtülerin önemi rol oynadığı kabul edilir (bastırma, inkar ve yansıtma savunmaları). Karşıt cinsellik (Transsexualizm): Erkeğin kendisini kadın, kadının kendisini erkek gibi algılaması ve kabul etmesidir. Bu duygunun çok küçük çocukluk yaşlarında başladığı ileri sürülmektedir ancak kökeni tam aydınlatılmamıştır. Çok ayrıntılı vaka öykülerinde, daha 2-3 yaşlarında belki de daha erken, çocuğun karşı cinsten davranışları benimsediği anlaşılmaktadır. Kız çocuk kendini bir erkek olarak algılar ve giderek konuşması, yürümesi, devinimleri, düşünce ve duyguları, yani bütün benliği ile erkek gibi yetişir. Ancak biyolojik yapısı ile kızdır. Plastik cerrahlara cinselliğini değiştirmek için başvuran kişilerden çok az bir kesimi gerçek transseksüel olabilir. Bunların arasında şizofrenikler, homoseksüeller daha çoktur. Bu nedenle ameliyat kararını derinliğine bir kişilik incelemesi yapmadan vermemek gerekir. Ayrıca ameliyat kararı vermeden önce en az iki yıl, benimsemiş oldukları cinselliğe uygun biçimde yaşamaları, sorumluluk alabilmeleri de beklenmelidir. Örneğin erkek olduğunu kabul eden ve ameliyat olmak isteyen bir dişi biyolojik yapısı olan bir kişinin, hiç olmazsa birkaç yıl erkek gibi giyinmesi, erkeksi işler görmesi, sorumluluklar alması ameliyattan bir koşul olarak ortaya konmalıdır. Bugün için resmi kurumlarda cinsiyet değişimi için operasyonlar öncesinde ameliyata izin veren psikiyatri sağlık kurulu raporu istenmektedir. Hermafrodizm ( intersex) İnterseksde biyolojik yapıda bozukluk, doğuştan anormallik vardır. Örneğin, kız çocukta penise benzer iri bir klitoris, fakat aynı zamanda öbür kadına özgü cinsel organları az gelişmiş ya da gelişmiş olarak bulunur. Ama, aile erkektir diyerek bir yanılgı ile çocuğu erkek olarak yatiştirebilir. Böyle bir çocuğu büyüdükten sonra ameliyat etmek çok örseleyici olabilir. Bu nedenle, interseks vakalarında erken tanı konması ve erken ameliyat yapılması neredeyse bir zorunluluktur. Çocuğun henüz cinsel kimlik duygusu yerleşmeden, iki yaşından önce ameliyat edilmesi uygun olur. Kaynak
  20. Enuresiz ( Alt Islatma ) Çocuklar genellikle iki yaş civarında büyük tuvaletlerini, iki-üç yaş dolaylarında da küçük tuvaletlerini kontrol ederler. Altını ıslatma olayının duygusal ve bedensel bozukluklarla ilgili nedenleri vardır. Nedenleri Böbrek, sidik torbası ve boşaltım yollarındaki bozukluklar. Bağırsak kurtları. Epilepsi nöbetleri. Omurganın alt taraflarında çatallı diken denilen bir bozukluğun olması. Bu tür çocuklarda uyku derindir. Yukarıda sözü edilen yapısal bozukluklar sonucu derin uykuda sidik torbasının büzücü kasları gevşemekte ya da içten gelen işeme uyarılması çocuğu uyandırmaya yetmemektedir. Soya çekim. Kıskançlık. Özellikle küçük kardeşini kıskanması sonucunda bebekliğe dönmek ve O'nun gibi ilgi görmek istemesi. Sevgi ve ilgiyi anne-babanın çocuklarına eşit olarak ayarlayamaması karşısındaki kıskançlık tepkileri. Anne-baba geçimsizliği. Erken ve baskılı tuvalet eğitimi, çocuğun altını ıslatma durumundan dolayı ayıplanması, hor görülmesi, cezalandırılması, altını ıslatmaması için korktulması. Anne-babanın çocuğa sert davranması, şiddetli cezalar vermesi (dayak, azarlama, bazı isteklerden mahrum etme, odaya kapatma vs.) veya gereken ilgi, sevginin verilmemesi. Çocuklarda derin, dalgın uyku ve korkulu rüyalar. Çocuğun psikolojik ve sosyal özürlerine karşı tepki göstermesi. (Örneğin; Çevreden bazı çocukların görünürdeki bazı kusur ve davranışları alay konusu edilir). Çocuk buna karşı altını ıslatma biçiminde tepki gösterebilir. Önlemler Altını ıslatma bedensel bozukluklardan ileri geliyorsa, çocuk tıbbi muayenelerden geçirilip, tedavi yoluna gidilmelidir. Gece işemesi genellikle uykunun ilk saatlerinde olur. Özellikle çocuğun 7 yaşından önce gecede 1-2 kez tuvalete kaldırılması yararlı olabilir. Genellikle hangi saatlerde altını ıslattığı tesbit edilmeli ve o saatlerde tuvalete götürülmelidir. Akşam yemeklerinde ve gece yatmadan önce çocuğa sıvı gıdalar verilmemeli. Her gece yatmadan önce tuvalete gitmesi sağlanmalıdır. Akşam yemekleri fazla ağır olmamalıdır. Sindirimi güç olan yiyecekler çocuğun uyku düzenini bozar. Rüya ile karışık olan bu düzensiz uyku içinde de çocuk altını ıslatabilir. Altını ıslatan çocuğun yatağı mutlaka her zaman temiz olmalı, her defasında değiştirilmeli, yatağı ve çarşafı korumak için altına muşamba vs. konulmamalıdır. Çocuk her gece yatağına sevgi ve sevecenlik ile götürülmeli, yatağının temiz olduğu çocuğa belli edilmeli, ancak açıkca söylenmemelidir. Altını ıslatmadığı günler sayılarak ve ödüllendirilerek takvim tutma yöntemi ile kuru kalkmaya özendirilmelidir. Alınan tüm önlemlere karşın yine altını ıslatmaya devam ederse, durum ne olursa olsun çocuğun temizliği söylentisiz yapılmalıdır. Sayın anne ve babalar! Şunu anımsamakta yarar var. Altını ıslatmanın cezalarla, korkutmalarla giderilmesi mümkün değildir. Bu önlemler aksine olumsuz sonuçlar yaratır. Kaynak
  21. Enuresiz ( Alt Islatma ) Ve Enkopresis ( Dışkı Kaçırma )

    Enkopresis ( Dışkı Kaçırma) Dört yaş üzeri çocuklarda dışkının giysilerine ya da uygunsuz herhangi bir yere kaçırılmasıdır. DSM-IV tanı ölçütlerine göre konstipasyonlu ve konstipasyonsuz olarak iki tipi tanımlanmıştır. Sıklık Batı kültüründe 4 yaşındaki çocukların %95’inin, 5 yaşında ise %99’unun dışkı kontrolünü kazandığı kabul edilmektedir. Enkoprezis 7 yaşında %1.5, 10-11 yaşlar arasında %0.8 olarak bildirilmektedir. Nedenleri Bozukluk değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Yeterli tuvalet eğitimi verilmemesi ya da bu eğitime yeterli yanıt alınmaması şeklinde olabilir. Bu durumda barsak kontrolü hiç kazanılmamıştır. İkinci şekilde ise ruhsal bir bozukluğa bağlı olarak, fizyolojik barsak kontrolü normal olmasına rağmen uygun yerlere dışkılamayla ilgili kurallara karşı isteksizlik, direnç ve başarısızlık vardır. Fizyolojik olarak dışkıyı tutamamanın sonucu ortaya çıkan son durumda ise barsak içeriğinin birikmesine bağlı olarak kaçırma ve uygunsuz yerlere dışkılama görülebilir. Bu ebeveyn-çocuk arasındaki tuvalet eğitimi çatışmasından ya da ağrılı dışkılama nedeniyle dışkının tutulmasından kaynaklanabilir. Bozukluğa yol açan nedenler: Fizyolojik etkenler: Sfinkter kontrol bozuklukları, sıvı ya da yarı sıvı durumundaki dışkının kaçırılmasına yol açan kabızlık, psikojenik megakolon, tuvalet eğitiminin verilmemesi veya tamamlanmaması, DEHB nedeniyle tuvalet alışkanlığının gelişmemiş olması ve depresyon sayılabilir. İlişkisel etkenler: Ebeveynden kaynaklananlar: babanın uzaklığı, annenin ise nevrotik özellikleridir. Özellikle annenin tuvalet eğitimindeki ya aşırı katı tutumu ya da aşırı gevşek ve aldırmaz tutumu örnek verilebilir. Çocuktan kaynaklananlar: nörolojik, bilişsel ve fiziksel gelişme gerilikleri, tuvalet ve tuvalete gitme ile ilgili mantık dışı fantezi ve korkular ile çocuğun genel olarak inatçı tutumu içinde tuvalet eğitiminde de direnmesidir. Çevresel etkenler: Aile içi bozuk etkileşim, anne-çocuk ilişkilerindeki bozukluklar ve aile dışı diğer çevresel etkenler ayılabilir. Aile dışı çevresel etkenlerden ise çocuğun ya da birincil bakım veren kişinin önemli hastalıkları, çocuğun stres olarak algılayabileceği önemli değişiklikler ile çocuk ve aileyi etkileyen önemli yaşam olayları sayılabilir. Organik nedenler: Anal ya da rektal dışa atım dinamiklerindeki bozukluklar sayılmaktadır. Bu başlık altında, rektal ya da anal bölge stenozları, düz kas hastalığı, anal fissür, rektal prolapsus, konjenital aganglionik megakolon, gastrointestinal enfeksiyonlar, spina bifida ve endokrin nedenlerdir. Ayırıcı tanı ve eşlik eden bozukluklar Yukarıda belirtilen organik nedenlerin tümünün ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulması gerekmektedir. DEHB; karşı gelme bozukluğu ve davranım bozukluğu ile enürezis ve masturbasyon enkoprezise eşik edebilmektedir. Enkoprezise eşlik eden hiperaktivite oranı %23.4 olarak bildirilmektedir. Enkoprezisi olan çocuklarda bozukluğa bağlı sosyal etkinliklerden kaçınma, özgüvende azalma gibi sorunların yanı sıra, bulaştırdıkları çamaşırlarını saklama gibi davranışlarda gelişebilmektedir. Tedavi Çocukların %78‘i eğitimsel, davranışsal ve fizyolojik girişimlere yanıt verirler. Ailedeki sorunların ya da gerginliklerin giderilmesi belirtilerde azalmaya neden olmaktadır. Enüreziste olduğu gibi takvim tutması önerilir. Konstipasyonla giden tipinde oral laksatif ve rektal katartikler ile liften zengin diyet önerilebilir. İlaç tedavisi olarak düşük dozda imipramin kullanımının da yararlı olabileceği bildirilmektedir. Kaynak
  22. Günlük hayatta yaşadığımız öfkeye herkesin farklı şekilde tepki gösterdiğini söyleyen Mehmet Yavuz, “Eğer öfkenizi bastırırsanız, kaygı ve depresyona yol açıyor. Kişi kendine zarar veriyor” dedi Son derece insani bir durum olan öfke, kontrol altına alınmadığı takdirde hayatın birçok alanında olumsuz sonuçlara yol açıyor. Günlük hayatın stresi ve bastırılmış duygular da buna eklenince insanlar kontrolden çıkabiliyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, kişileri derinden etkileyen öfke duygusunu, bu duygunun yol açabileceği problemleri ve öfke kontrolünü anlattı. ÖFKE NEDİR? Öfke, insan hayatında yaşanılan diğer tüm duygular gibi (sevgi, neşe vb…) normal ve doğadaki tüm canlı türlerinde görülen bir duygudur. Öfke, kişinin herhangi bir tehdit karşında gösterdiği doğal bir tepkidir. Bu duygu, vücudumuzda fizyolojik ve biyolojik değişimler yaşanmasına da sebep olur. Kişi öfkelendiği zaman, nefes alıp vermesi sıklaşır. Stres ve gerginlik baş gösterir. Enerjiyi artıran adrenalin salgısı başlar. Kalp atışları hızlanır. Kan basıncı artar ve kendisini kontrol etmekte zorlanır. NİÇİN ÖFKELENİRİZ? Öfke, aslında bilinçaltının bir yansımasıdır. Kişinin olumsuz yaşadığı herhangi bir olay, daha sonraları da aynı önyargıları hissetmesine neden olur. Engellenme, saldırıya uğrama, tehdit edilme ve kısıtlanma gibi durumlarda hissedilen yoğun bir duygudur. Genellikle kişiye yönelik saldırganlığın ortaya çıkması ile sonuçlanır. Aynı şekilde kişinin yapmaktan çekindiği davranışları, bir başkasının rahatlıkla yapıyor olması da bu kişiyi kızdırabilir. Örneğin her randevusuna erken giden birinin randevuya geç kalan arkadaşına oldukça kızması gibi… Öfke duygusu bastırılan diğer duyguların tepkimesi olarak ortaya çıkabilir. Utanç, acı ve korku gibi duygular da öfke duygusunu tetikler. SONUÇLARI NELER? Öfke ortaya çıktığında her birey aynı şekilde tepki vermez. Bazıları, tepkilerini fiziksel ya da sözlü saldırıda bulunarak ortaya koyarken; bazıları ise daha dolaylı saldırganlığı seçebilir, geri çekilme, kaçınma ve uzaklaşma gibi davranışları gösterebilir. Bireyin öfkesini nasıl ortaya koyacağı, o an içinde bulunduğu konumla, yaşadığı öfkenin şiddetiyle ve öfkeyle baş etme stratejileriyle çok bağlantılıdır. Bastırılan öfkenin, kaygı ve depresyona yol açtığına dair yapılan araştırmalar vardır. İfade edilmeyen öfke, ilişkileri bozabileceği gibi çeşitli sağlık sorunlarına da neden olabilir. Solunum, mide rahatsızlıkları, baş ağrıları, cilt problemleri ve dolaşım sorunları gibi birçok hastalığa da neden olabilir. KONTROL EDİLİR Mİ? Evet. Öfke kontrolü, öfkeyi doğru ve yerinde ifade edebilme becerisini kazanmaktır. Amaç, öfkelenen kişinin verdiği tepkileri yumuşatmak ve kişiye saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen iletişim becerisi kazandırmaktır. Düşünme tarzını değiştirmek, öfkeye neden olan duruma çözüme yönelik şekilde yaklaşmak ve problemi belirlemek öfkeyi kontrol etmek için yararlı yöntemlerdir. TEPKİ VERMEDEN ÖNCE İYİ DÜŞÜNÜN! Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, öfkeyi kontrol etmek için yapılabilecek basit önerilerde bulundu. Öfke; bir intikam alma yolu, haklı çıkma gerekçesi ya da başkalarını kontrol etme aracı değildir. NEFES TERAPİSİ İYİ GELİR! •Öfkesini kontrol etmek isteyen kişi, sinirlendiğinde tepki vermeden önce olayı hızlı bir şekilde değerlendirmeli ve bulunduğu ortamdan uzaklaşmalıdır. •Kişi olayları aslında olduğu gibi göremiyor, abartıyor ya da aşırı genelliyor olabilir. Bu çarpıtmayı fark ederek, ön yargısız değerlendirme yapabilir. •Yaşanılan tüm olumsuz olaylar karşısında duygu ve isteklerini zamanında dile getirmelidir. Bu sayede bilinçaltında yatan olumsuz duyguların öfke patlamalarına yol açmasını engellemiş olur. Nefes terapileri bu gibi durumlarda iyi gelebilir. •Eğer kişi öfkesine tam anlamıyla hakim olamıyorsa, mutlaka bir uzmandan yardım almalı ve psikoterapiye başlamalıdır. •Kişinin kendi öfkesini tanıması kontrolün önemli faktörlerindendir. Psikoterapi çalışmalarıyla bilinçaltına inmek gerekir. ZARARI KADAR YARARI DA VAR, TAMAMEN YOK EDİLEMEZ! Öfkenin inkar edilmesi ya da bastırılması kişi için sağlıklı yollar değildir. Çünkü öfkenin kişiyi uyarıcı, koruyucu veya harekete geçirici bir işlevi de vardır. AMACI AŞMASIN Öfke,bir tehlike anında kişiyi uyarır ve kendisine zarar verici davranışlardan bireyin haberdar olmasını sağlar. Öfkenin sağlıklı şekilde yaşanıp, doğru şekilde kontrol edilebilmesi için öncelikle bu duygunun kabul edilmesi, nedenlerinin, sonuçlarının anlaşılması ve saldırgan şekilde ifade edilmesinin engellenmesi gerekir. Öfke kontrolünde amaç öfkeyi tamamen yok etmek değildir. Öfkeyi kişinin sağlıklı sınırlarda hissetmesini sağlamaktır. Bu da psikoterapi yöntemiyle sağlanabilir. sabah.com.tr Kaynak Aktuel Eğitim
  23. Panik Atak

    Panik atağı nedir? Yoğun korku ve huzursuzluk durumunun olduğu, aniden başlayıp, rahatsızlığın en geç 10 dakika içinde en üst düzeye ulaştığı ve 13 adet vücutsal ve düşüncesel belirtiden, en az 4 unun varolduğu bir kaygı nöbetidir. Bu 13 belirti şunlardan oluşmaktadır: 1- çarpıntı,kalp hızında artış,kalp seslerini duyuyor gibi hissetme 2- terleme 3- titreme ve ya sarsılma hissi 4- boğulma ya da nefes alamama, nefesinin yetmediği hisleri 5- tıkanma ,soluğun kesilmesi hisleri 6- göğüste ağrı veya göğüste bir rahatsızlık hissi 7- bulantı ya da karında ağrı ya da karında bir rahatsızlık hissi 8- bas dönmesi, dengesizlik , basta sersemlik hissi ,bayılma hissi ,yere düşecek gibi olma 9- çevreyi olduğundan farklı ,sanki gerçek değil gibi hissetme ya da kendini çevredekilerden ayrılmış,olağandışı ,farklı bir şekilde algılama hali 10- kontrolünü kaybetme, delireceğini düşünme seklinde bir korku 11- o anda ,kalp krizi geçireceği ya da öleceği korkusu 12- uyuşma, hissizlik,yanma, karıncalanma hisleri 13- üşüme, ürperme ,soğuk ya da sıcak basmaları, basından aşağı kaynar su dökülmüş veya hamama girmiş gibi olma Panik atak hangi bozukluklarda görülebilir ? Panik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, sosyal fobi ve diğer fobiler, saplantı-zorlantı bozukluğu, madde kullanımına ya da vücutsal bir hastalığa bağlı kaygı bozukluklarında görülebilir. Bir panik atak sebepsiz olarak aniden başlayabileceği gibi, belli bazı durum ya da ortamlarla ilişkili de olabilir. Örnek olarak korkulan bir hayvan (örümcek, kedi,köpek,fare,yılan görmek gibi), kalabalık bir ortamda bir faaliyet (konuşma, yemek yeme gibi) bir durumu takiben de başlayabilir. Panik bozukluğu : Yukarıda belirtilmiş olan panik ataklarının aniden,beklenmedik zamanlarda ve tekrarlayarak oluşması ve en az 1 ay sureyle bu atakların tekrarlayacağı yönünde sürekli bir kaygı, atağın sonunda olabileceğini düşündüğü şeyler (ölmek, delirmek, kalp krizi geçirmek seklinde ) ile ilgili kaygı duyma ya da bu ataklarla ilgili olarak bazı davranışlarında değişiklikler yapma seklindeki bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlık başka bir madde kullanımı ya da başka bir vücut ya da psikiyatrik bir rahatsızlığa bağlı değildir. Panik Bozuklugu ve Toplum Toplumda hastaligin hayat boyu görülme yayginligi % 1.5-3 arasinda degismekte olup, hastalarin ¾ ‘unu kadinlar olusturmaktadir. Kadinlarda % 2.1 ,erkeklerde % 0.6 oraninda görülmektedir. Kisilerin 1/10’u hayatlari boyunca en az bir kez panik atak geçirmekte ve bunlarin yaklasik olarak 1/6’si panik bozukluga dönüsmektedir. Kalıtımın etkisi var midir ? Panik bozukluğu vakalarının birinci derece yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı ,diğer kişilere göre 4-7 kat daha çoktur (normsalda 2-4 iken ,panik bozukluklu kişilerin yakınlarında % 2-21 oranında ). Bu hastalığı olanların yaklaşık % 50 ‘sinin, yakınlarında bu hastalık gözlenmekte olup, %15 vakada bu yakınlık birinci derecedendir. Panik bozukluğunun oluşumunda gelişimsel ve çevresel faktörler: Çocuklukta yaşanan “seperasyon (çocukluk döneminde anne-baba sevgisinin kaybı,yaptıklarının anne ve babanın kalıpları ile uygunluk göstermemesi halinde terk edilecegi korkusu) anksiyetesi”nin panik bozukluk ve agorafobi ile ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. Panik bozukluğu hastaları ailelerinin“kendilerine düşük derecede bakim verdikleri ancak çok fazla koruyucu olduklarını “ söylemektedirler. Boşanma, olum sebebiyle daha çocukken anne-babadan ayrılma yaşantıları olanlarda da panik atakları fazla görülmektedir. Yapılan bazı araştırmalara göre, panik bozukluğu başlamadan yaklaşık iki ay kadar önce, kişi için önemli bir takım olaylar belirtilmiştir (önemli bir kişinin kaybı gibi Panik bozukluğunda beyindeki değişimler: “Hipokampal girus” denen bölgede metabolik asimetri gözlenmiş olup, ‘her an olacak’ seklindeki beklenti anında beyin temposal bölgesinde kan akımında artış saptanmıştır. Karbon di okside aşırı duyarlılık,noradrenerjik sistemin aşırı aktivitesi ve serotonin yapımındaki bozuklukların hastalıkta rol aldığı düşünülmektedir. Panik bozukluğu ile karışabilen diğer hastalıklar: Kansızlık, kalp krizi (angına pectoris ve myokard enfarktüsü), kalp yetmezliği, yüksek tansiyon, astım, akciğer ambolisi, beyin-damar hastalıkları (enfarktlar-beyin kanamaları), epilepsi (sara hastalığı), migren, multipl skleroz, beyin tümörleri, diyabet (seker hastaligi), hipertiroidi (tiroid bezlerinin çok çalismasi), hipoglisemi (kan sekeri düsüklügü),hipoparatiroidi (paratiroid bezlerinin az çalismasi), bazi maddelerle zehirlenme (amfetamin, kokain, marihuana, nikotin, teofilin,antikolinerjik dedigimiz maddeler), bazi maddelerin kullaniminin aniden kesilmesi ( alkol, tansiyon tedavisinde kullanilan ilaçlar, uyku getirici ilaçlar),üremi,vücut su-tuz dengesi bozukluklari, yaygin enfeksiyonlar, lupus hastaligi panik bozukluk tablolari ile karisabilmektedir Hastalığın gidişi nasıldır? Genellikle yetiskinlige geçis ya da erken yetiskinlik dönemlerinde baslamakta ancak çocukluk caginda da baslayabilmektedir. Hastaligin görülme olasiligi, ek olarak otuzlu yaslarin ortalarinda gene artmaktadir. Tedavi yöntemleri : 1-Ilaç tedavisi: En az 2-3 ay olmak üzere ,doz yavasça yükseltilmek üzere kullanilmalidir. 2- Bilissel-davranisçi tedavi: Kisiye panik ataklari ile ilgili olan yanlis bilgileri ve inançlari gösterilir. Vücudundaki yanlis anlayip,algiladigi ufak hislerin kendini ölüme götürmedigi ,bunlarin kisa sureli oldugu belirlenir. Böyle bir sey oldugunda durumu geçirmek için yapacagi seyler gösterilir. Hastalığın tedavisi neden önemlidir? Vakalarin % 40-80’inde majör depresyon dedigimiz tablo hastaliga eklenip,durumu agirlastirmaktadir. Kisilerin bahsetmemesine karsin intihar riski yüksektir. Hastalarin % 20-40’inda alkol ve madde bagimliligi görülmektedir. Kisi ilerleyen donemde eve bagimli hale gelebilmekte ya da hastane,eczane gibi yerlere yakin olmayi yeglemektedir. Hasta bu konuya yakin olmayan doktorlari bir dolasip,gereksiz ya da yanlis tedaviler almaktadir. Kaynak
  24. Özürlüler Ve Yaşam Algısı

    Özürlü; "normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar" olarak tanımlanmıştır. Bireyin fiziksel işlevlerindeki bozukluk ve bunların hareket yeteneğinde yarattığı eksiklik ve güçlük, onu toplumun diğer bireylerinden farklı kılar. Bu farklılık engellilerin yaşadığı ayrımcılığın da asıl nedenidir. Bilindiği gibi her türlü ayrımcılığın temelinde farklı olmak, yani "alışılmamış özelliklere" sahip olmak vardır. Fiziksel işlevlerdeki bozukluklar ve bunların hareket yeteneği üzerinde yarattığı sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaştırır. Toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği, toplumun dışlayıcı tutum ve davranışları da engelli bireyin topluma eşit bireyler olarak katılmasını önler. Bilindiği gibi aile, çocukların sağlıklı olarak yetiştirilip, gelişebileceği, önemini hiçbir zaman yitirmeyen evrensel bir kurumdur. Özellikle, ilk davranış kalıpları, toplumsal hayata ilişkin kural ve roller, temel alışkanlıklar, mutluluklar, sevgiler, günlük ilişkiler içinde ailede öğrenilmektedir. Bu nedenle normal ya da özürlü, sorunlu ya da sorunsuz olsun her çocuğun, içinde büyüyüp gelişebileceği bir aileye gereksinimi vardır. Çocuğun özürü kesin olarak tanımlandıktan sonra, aile bireylerinin çocuğu ve özürünü kabullenebilmesi çok önemlidir. Ancak aileler bu sürece ulaşıncaya kadar bazı aşamalardan geçmektedirler. 1.Şok: Çocuğunun özürlü olduğunu öğrenen ailelerde sıklıkla gözlenen tepkilerden ilkidir. Genellikle bu durum; ağlama, tepkisiz kalma ve kendini çaresiz hissetme şeklinde ortaya konmaktadır. 2.Reddetme: Bazı anne-babalar çocuklarının özürlü olduğunu kabul etmek mistemeyebilirler, bir savunma mekanizması olan reddetme, bilinmeyene karşı duyulan korkudan kaynaklanmaktadır. Çocuğun ve kendilerinin gelecekte yaşayabileceklerine yönelik duyulan endişeler, kaygılar, üstlenilmesi gereken sorumluluklar, "halimiz ne olacak?" sorusuna yetersiz kalan açıklamalar, reddetme davranışının görülmesine neden olmaktadır. 3. Acı Çekme ve Depresyon: Genellikle anne-babalar özürlü çocuğa sahip olmaları mnedeniyle hayal kırıklığına uğrarlar. Çoğunlukla anne-babalar için özür; hayallerinde yaşattıkları ideal çocuğun yok olmasının sembolü olabilmektedir, Böyle bir durumda duyulan acı, gerçekten çok sevilen birinin kaybedilmesi karşısında duyulan acıya eştir. Acı çekme, gerçeğin kabul edilmesini kolaylaştıran bir duygu olarak görülmektedir. Depresyon ise; genellikle acı çekme süreci sonunda ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla anne-babalar yüklendikleri sorumluluklar karşısında her şeye güçlerinin yetmeyeceği inancı ile depresyona girmektedirler. mAcı çekme ve depresyon sonucu ailelerde "geri çekilme" ya da "sosyal etkileşimlerden kaçınma" davranışları gözlenebilmektedir. 4.Suçluluk Duyma : özürlü çocuğa sahip olan her ailede yoğun olarak, acı çekme ile gözlenen tepkilerdendir. Anne babaların çocuklarındaki özüre kendilerinin neden olduklarını düşünmelerinden ya da bazı hatalı davranışları sonucunda tanrı tarafından cezalandırılmış olabileceklerine inanmalarından kaynaklanabilmektedir. 5.Kararsızlık: Özürlü çocuğa sahip olan bazı anne babalarda, duruma hemen uyum sağlama gözlenirken, bazılarında bu süreç daha uzun sürmektedir. Kabullenmede görülen kararsızlık, aile bireylerinin birbirlerini suçlamalarından kaynaklanabilmektedir. 6.Kızgınlık Duyma: Kızgınlık duyma, genellikle anne babaların kabullenme sürecinde yaşanılan ve kabullenmeyi engelleyici duygudur."Neden ben?", "neden benim/bizim çocuğumuz" soruları sıklıkla sorulur. Kızgınlığı kişi kendine yöneltebileceği gibi ailenin diğer üyelerine, özürlü bireye ve diğer insanlara yansıtabilir. Doktorlar, eğitimciler ve terapistler de kızgınlık duyulan kişiler olabilmektedir. 7.Utanma: Her anne-baba kendi çocuğunun başarılı olmasını, onaylanmasını vekabul görmesini arzu eder ve bundan da son derece gurur duyar. Oysa özürlü çocuğun, çevrede kabul görmemesi, hatta alay edilmesi, acınması, korkulması vereddedilmesi gibi olumsuz tutum ve davranışlar yaşayabilmektedirler. Tüm bunlarkarşısında aile, özürlü bireyden utanma duygusu geliştirebilmektedir. Sıklıkla, başkaları ile görüşmeyerek, çocuklarını da eve kapatmayı tercih etmektedirler. 8.Uzlaşma: Bu davranışları gösteren kişiler, sıklıkla "eğer çocuğuma bir çare bulursan, hayatımı sonuna kadar sana adarım" inancını taşımaktadırlar. Çocuğun derdine çare bulunması, ailelerde son girişim olarak ele alınmaktadır. 9.Uyum Sağlama ya da kabul Etme: Anne babanın çocuklarıyla daha olumlu ilişkiler kurabileceklerini fark etmeleriyle başlayan bir süreçtir. Aile üyelerinin tümünün, özürlü çocuğun ailelerindeki varlığı gerçeğini kabul eteleri aşamasıdır. Kaygılar, korkular azalmış, utanma gibi olumsuz duygularla baş edilmiştir. Artık aile çocuk için ve çocukla birlikte neler yapılabileceğini düşünür ve planlamaya başlamıştır. Böyle bir ortamda çocuğa da kendi özürünü kabul etme ve onunla daha nitelikli bir yaşam sürme şansı tanınmış olacaktır. Ailelerin böyle bir süreçte bu aşamalardan geçmesi doğaldır. Ancak ailenin bu aşamalardan herhangi birinde takılıp kalması beraberinde ruhsal problemleri getirerek duruma uyum sağlama ve kabul etmeyi zorlaştıracaktır. İSTATİSTİKLER Dünyada özürlü insanların çoğu gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Onların sayıları hakkında çeşitli tahminler vardır. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) yeryüzünde beş yüz milyondan fazla insanın özürlü olduğunu, toplam nüfusun onda birini özürlülerin oluşturduğunu belirtmektedir. Ülkemizde özürlülere ilişkin sayısal verilerin yetersizliği nedeniyle Dünya Sağlık Örgütünün %10'luk oranına göre 6,5 milyon özürlünün olduğu tahmin edilmektedir . Bunun anlamı her on kişiden birinin özürlü olduğudur. En iyimser tahminle ortalama hane halkı sayısını dört kabul edersek, özürlülüğün, ülkemizde yaklaşık 26 milyon insanı yakından ilgilendirdiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır. Yakın akrabaların ve çevrenin desteğinin sağlanması, özürlü bireyin günlük yaşama katılımının kolaylaştırarak, toplumsal yaşamda yerini almasına katkı verici çalışmalar gerçekleştirilebilir. Bu durum ailenin diğer üyelerini rahatlatacaktır. Akrabalık ilişkilerinin yoğun olmadığı toplumlarda özürlü ailelerinin bu türden gereksinimleri, gönüllü aileler organize edilerek, "paylaşılan bakım", "aileden aileye destek ve kendi kendine yardım" gibi gruplar aracılığıyla karşılanmaya çalışılmaktadır Aile yaşamında kardeşler arası ilişkiler, üzerinde durulması gereken önemli konulardan biridir. Özürlü birey ve kardeşleri arasındaki ilişki hoşgörülü, sevgi dolu ve paylaşıma dayalı olabildiği gibi öfke ve utanç duygularının hakimolduğu bir yapıda da olabilir. Kardeşler arasındaki ilişkinin niteliğini doğal molarak ebeveynin tutumu ve davranışları belirleyecektir. Bu konuda, küçük yaşta yapılacak bilgilendirmenin, çocukların sorunlarla baş etme kapasitelerinin daha yüksek olması nedeniyle, etkili olacağı vurgulanmaktadır Aile aynı zamanda sevgi, saygı ve beraberliğin paylaşıldığı en temel yapıtaşıdır. Victor Hugo'nun dediği gibi, "Yaşamda en yüce mutluluk, sevildiğini bilmekten geçer" SOSYAL UYUM VE YAŞAMI ANLAMLANDIRMA Var olmak... Algılamak ya da algılanmak... Sakat olmak demek farklı olmak demektir. Diğer insanlar gibi. Her insan farklıdır. Kimisi uzundur, kimisi kısa. Kimisi yaşlıdır kimisi genç. Ya da kimisi siyah, kimisi beyaz. Öyleyse bireysel bilince erişip kendi kendini kabul edip, kendi kendini tanıyıp, tüm eksiklikleriyle, tüm iyi yönleriyle kabul etmek gerekir. Sakat olmak demek, topal, kambur, kör, sağır her neyse işte ben bu şekilde varım demek. Ancak kendi kendinizi kabul edip, kendinizi severek toplumun bu kalıplarından kendinizi kurtarabilir ve kendinizi topluma daha iyi anlatabilirsiniz. Sakat olması, Shakespear'i dünyanın en iyi oyunlarını yazmaktan alıkoymadı. Abraham Lincoln'un bedensel olarak engellerinin olması 4 yıl boyunca Amerika Birleşik Devletlerini yönetmesini engelleyemedi. Kör olmak Aşık Veysel'in "Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa" gibi ölümsüz eserler vermesinin önüne geçemedi. Stephen Hawking gibi sürekli tekerlekli sandalyede olan birinin 'Hawking Radyasyonu' diye bilinen ve evreni daha iyi anlamamızı sağlayan teori üretmesini ise hiç engelleyemedi. İleri düzeyde sağır olan Beethoven'ı şimdiye kadar yapılmış en güzel müziklerin bir çoğunu bestelemekten alıkoymadı. Aslında tarih, çok ciddi özürlü olmalarına karşın çok büyük işler başarmış büyük şahsiyetlerle doludur. Büyük İskender kamburdu. Ünlü bir ozan olan Homer kördü. Renoir, en güzel başyapıtlarından bazılarını parmakları romatizmadan çarpılmışken resmetti, resim fırçası eline kayış ile tutturulmuştu. Handel en büyük eseri "Hallelujah Korosu"nu bestelediğinde sağ tarafı felçliydi. Ve Edison, pikabı icat ettiğinde sağırdı. Fakat aklınıza şöyle bir soru gelebilir. Bunları başarmak için mutlaka sakat mı olmak gerekir? Öyle olması tabii ki gerekmiyor. Bu çok bilinen bir hikaye olan, her an kendisini öldürebilecek ıstıraplı bir hastalığı olan Yunan askerinin hikayesine benziyor. Bu asker, her an ölmeyi beklediğinden ,savaşmaktan korkmaz olmuştu. Kaybedecek hiç bir şeyi yoktu. Generali Antigonus, onun bu denli cesurca savaşmasına öyle hayran oldu ki; hastalığını en iyi doktorlara tedavi ettirdi. Fakat, o günden sonra bu yiğit asker, cephelerde görülmedi. Hayatını riske atmak yerine uzak durup, kendini savunmaya çabalar oldu. Hastalığı iyi savaşmasını sağladı, fakat sağlığına kavuşup, rahata ermesi bir asker olarak yararlılığını yok etmişti. Eğer sakat olmasaydık asla meşgul olunmasaydı bir konuda insanlarca yapılanların en iyisini yapmaya çalışılmaz, ihtimallere karşı savaş verilmezdi.. "Tanrı'nın Dokunuşu" adlı şaheserin şairi Myra Brooks Welch, tekerlekli sandalyesinin koluna vurarak söyle derdi:"Ve Tanrı'ya bunun için şükrediyorum. "Bir tekerlekli sandalye için şükretmek! Fakat tekerlekli sandalyeli günlerine kadar o muhteşem kabiliyeti saklı kalmıştı. Ve şimdi şiirleri tüm dünyayı şevke boğuyor. Harvard Üniversitesi'nin en önemli başkanlarından biri olan Charles Eliot, doğuştan gelen önemli bir yüz çirkinliği nedeniyle, kendini delikanlı iken korkunç hissederdi.Ta ki; birgün annesi ona hayatını değiştirecek bu öğüdü verene kadar. Annesi şöyle demişti:" Oğlum en iyi operatörlere başvurduk. Hepsi de senin bu özüründen kurtulmanın mümkün olmadığını söyledi. Fakat, Tanrı'nın yardımı ile öyle büyük bir akıl ve ruh geliştirebilirsin ki; insanlar yüzüne bakmayı bile unuturlar! " Ve Eliot da öyle yaptı. Evet, kör, topal, sağır v.s olunabilir.Ancak bu varoluşu ve yaşama katılmayı engellememeli.Her insanın dünyaya gelmesinin bir nedeni vardır. Neden “BEN “ sorusunu sormak yerine toplumun size yüklediği normal ve anormal kalıplarından kurtularak her birimiz farklılığımızı kabullenerek, kendi kendimizle barışık bir birey olma yolunu seçmeliyiz. “Ben bu halimle varım, tıpkı diğer insanların kendi halleriyle varoldukları gibi” dediğinizde kendinize olan güveniniz artacak, yapabileceğiniz şeyler fazlalaşacak ve yaşam daha iyi anlaşılacaktır. Konuşmamı yine görme ve işitme engelli olan ve 19.yy a damgasını vurmuş şahsiyetlerden biri olan Helen Keller ile William Shakespeare'in sözleriyle bitirmek istiyorum; Yüzünü günese çeviren insan, gölge görmez. -Helen Keller İnsanların çoğu duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için. ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için..-William Shakespeare Kaynak
  25. Bugün 8 Yılım Bitti...

    Sayın Derince_li Çok geçmiş olsun.....engelli hayatının zorluğu ne kadar ifade edilsede sadece yaşayanlar anlıyor.....Allah bütün engelli insanların yar ve yardımcısı olsun inşallah..... Ayrıca o an nasıl engelli oldunuz hayatınızda neler değişti herkes gibi biraz anlatırsanız daha iyi olur.....teşekkürler....