Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

Dogru_Yol kullanıcısının paylaşımları

  1. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    BİZİM OLSUN Yeryüzü padişahların, kralların olsun. Cehennem kötü insanın olsun, cennet iyi insanın.. Tanrıya toz kondurmamak meleğin işi olsun, Temizlik, cennet kapıcısının işi.. Kim, ne olursa olsun, Sevgili bizim olsun tek, Canı, canımız olsun.. ÖMER HAYYAM
  2. Ömer Hayyam Kim ?

    Adı Soyadı : Ömer Hayyam Doğum Tarihi : 18. Mayıs. 1048 Ölüm Tarihi : 04. Aralık. 1131 Doğum Yeri : Nişabur, İran Ölüm Yeri : Nişabur, İran Meslek : Şair, Yazar, Filozof, Fizikçi İranlı astronom, bilim adamı, şair, bilgin ve filozoftur. Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam' dır. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusudur. Batı ülkelerinde adına birçok dernek kurulmuş, rubaileri bütün batı dillerine çevrilmiştir. Matematik, fizik, astronomi ve tıp alanlarında birçok icadı ve önemli eseri bulunmaktadır. İbn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul edilmiştir. 18 Mayıs1048'de İran’ın Nişabur kentinde doğdu. Ömer Hayyam, bir çadırcının oğluydu. Bu yüzden acem dilinde çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden aldı. Ömer Hayyam, yaşadığı dönemde daha çok bilgin olarak ün kazandı. Matematik ,fizik, astronomi ve tıp gibi rasyonel ilimler dışında müzik ve şiirle de yakından ilgilendi. İran'ın, Selçuklular yönetiminde olduğu dönemde yaşayan Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük şehirleri, Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezdi, Bağdat'a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle Selçuklu Sultanı Melikşah ve Karahanlı Şemsülmülk'ten büyük yakınlık gördü. Saraylarına ve meclislerine sık sık konuk oldu. Residüddin'in "Cami-üt-Tevarih" adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşları ve yakın dosttular. Nizamülmülk, bilgisine çok güvendiği için devlet yönetimi konusunda kendisine yardımcı olması için Hayyam’dan yardım istedi, ancak o, saray entrikalarından hayatının sonuna kadar uzak kalmayı yeğlediği için bu teklifi geri çevirdi. Gerek kendi yaşadığı dönemde, gerekse sonraki çağlarda yazılan tüm kaynaklarda, Ömer Hayyam’ın çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, fıkıh, ilahiyat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi okuttuğu yazılıdır. Hayyam, fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir alanlarında değişik eserler yazdı. Yazdığı bilimsel içerikli kitaplar arasında İbni Sina'nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi, Cebir ve Geometri Üzerine, Fiziksel Bilimler Alanında Bir Özet, Varlıkla İlgili Bilgi Özeti, Oluş ve Görüşler, Bilgelikler Ölçüsü, Akıllar Bahçesi yer aldı. En büyük eseri Cebir Risalesi'ydi. Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın çok ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yaptı. Bunun yanısıra, binom açılımını ve bu açılımdaki katsayıları da bulan ilk kişiydi. Ömer Hayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini belirleyen, sonraki yüzyıllarda da İslam dünyasının en büyük şairlerinden biri olarak anılmasına neden olan, yazdığı rubailerdi. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusuydu. O günlerden bugüne dilden dile dolaşarak gelen sayısının ikiyüz kadar olduğu tahmin edilen rubaileri, sonraki çağlara da damgasını vuran eserler oldu. Hayyam, rubailerini yazarken oldukça kolay anlaşılan, akıcı ve açık bir dil kullandı. Şiirlerinde gerçekçiydi. Yaşadıklarını ve gözlemlediklerini olduğu gibi dile getirdi. Ona göre, en şaşmaz ölçü akıl ve sağduyuydu. İnsanoğlu, gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabilirdi. Şiirlerinde zamanının haksızlıklarını ve saçmalıklarını ince ve alaycı bir dille yerdi. Dörtlüklerinin konusunu aşk, şarap, dünya, insan hayatı ve yaşama sevinci gibi temalardan seçti. İnsan hayatının ana dokularına felsefi bir gözle baktı. “Horasan'ın yıldızı; İran'ın ve Irak’ın dahisi, feylesofların prensi Ömer” şeklinde anıldı. 4 Aralık 1131'de doğduğu yer olan Nişabur'da hayatı sona erdi. Hayyam, yaptığı çalışmaların çoğunu kaleme almamıştır, ancak kendisi birçok teori ve icadın isimsiz kahramanıdır. 21 Mart1079 yılında tamamladığı, “Celali Takvimi” olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmiştir. Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim 5000 yılda bir gün hata verirken, bugün kullandığımız “Gregoryen takvimi” 3330 yılda bir gün hata vermektedir.
  3. Google' la Yasaklı Sitelere Giriş

    Google'ın yeni DNS hizmetiyle YouTube ve diğer yasaklı sitelere girişin yolu ardına kadar açılıyor. Google interneti hızlandırıyor, hem de yarın öbür gün değil; hemen... Sayfaların yüklenirken sürünmesine sebep olan sorun ortadan kalkıyor: Google DNS sistemini duyurdu. Domain Name System yani alan adı sistemi internetin anahtar parçalarından birisini oluşturuyor. İnternet bağlantısında yaşadığımız çoğu sıkıntının sebebi de DNS sorunları. Yüksek bağlantı hızına karşın tıklanan internet sayfalarının bir türlü yüklenememesinin en büyük sebebi bu. Google interneti bütün dünya için hızlandıracak bir hizmete imza atıyor ve DNS hizmeti sunmaya başlıyor. Google kendi DNS hizmetinin sorunları çözeceğini ve çok hızlı çalışacağını belirtiyor. Alan adı sistemi, internet üzerinde rakamlarla ifade edilen IP adreslerine, tarayıcıya isim yazarak ulaşılabilmesi için çeviren hizmet. Adres tarifi yapan bu hizmet, internetin temel taşlarından birisi. DNS'i aşarak sörf yapmak mümkün ama bunun için her sitenin IP adresini bilmek gerekiyor. Bu da pratikte mümkün değil, bu iş için DNS var. Google'ın halka açık DNS sunucu hizmeti, Google'ın araştırmaları sonucunda internet kullanıcılarının yaşadığı en büyük sorunlardan birisinin DNS'ler yüzünden yaşandığını ortaya koyması sonucunda alınan bir karar olmuş. Google'ın DNS adresleri 8.8.8.8 ve 8.8.4.4, bunu bilgisayarınızdaki ağ bağlantılarına sağ tıklayıp özellikler menüsü altından TCP/IP Protocol kısmının gelişmiş ayarları altında görebilir ve değiştirebilirsiniz. Bu DNS sunucularının bir diğer ilginç yanı da YouTube gibi yasaklanan internet sitelerini açabilmeleri. Yani Google internet yasaklarının çevresinden dolaşmak için de bir araç sunuyor. Kullanıcıların pek çoğu zaten yasağı aşmak için farklı DNS'ler kullanıyordu ama Google'ın kendi DNS'leri toplu bir çözüm sunuyor. Google'ın arama hizmeti zaten çok önemli bir konumda; Google'ın DNS hizmeti de vaat ettiği hızı ve güvenliği sunarsa, erişim özgürlüğü sağlarsa Google internet ile daha da özdeşleşmiş olacak. Peki DNS adreslerini Google'dan kullanarak internet sörf bilgilerimizi Google'ın eline vermiyor muyuz? Google'ın bu konuda yaptığı açıklama ve kullanım şartları belli: Kalıcı kişisel bilgi depolanmıyor. Google'ın detaylı açıklaması şu şekilde:"Google Public DNS'i interneti hızlandırmak için yaptık. Sorunları belirleyip çözebilecek kadar bilgi toplamak istiyoruz. Google Public DNS kişisel olarak tanımlanabilecek bilgileri kalıcı olarak depolamaz..." Google Public DNS'te iki kayıt dosyası vardır: Kalıcı ve geçici. Geçicide kullanıcıların IP adresleri depolanır ve böylece DDoS saldırıları gibi sorunlar tespit edilebilir. Bu kayıtlar 24-48 saatte bir silinir. Kalıcı kayıtlarda kişisel bilgi tutulmaz, şehir-metro seviyesinde bölge bilgisi toplanır. Bu bilgi yine internet sorunlarının analizi ve Google Public DNS'in önbelleklemesi, interneti hızlandırması için gereklidir. Bu kayıtlar başka kayıtlarla karşılaştırılmaz ve çapraz analizde kullanılmaz. Kişisel bilgileriniz ile alaka kurulmaz ve internet aramalarınız ya da Google reklamları için toplanan bilgiler ile birleştirilmez. Bu bilgiler 2 hafta tutulur, rastgele seçilen küçük bir numune ise kalıcı olarak depolanır." ALINTI
  4. İlk Aşkım Yasak Sonum...

    Sayın zeynepkrtas Çok güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler..... İlk aşkım yasak sonum Başlayamamış en güzel satırım Seni çok seviyorum Elvedamsın artık Not: Sayfanı aşk şiirleri bölümüne taşıyorum.....
  5. Sahi Bu Kadar Kolay mı Aşkı Gurura Terk Etmek...

    Sayın zeynepkrtas Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler.... inanmıyorum ne söylediklerine ne de gözlerindeki yalan sevgine
  6. Küçük Sevinçler Bulmalıyım...

    Sayın zeynepkrtas Emeğine sağlık....teşekkürler.... Hayat polyannayı hatırlamadan olmaz....
  7. Saklı Sevgi...

    Sayın zeynepkrtas Emeğine sağlık....teşekkürler.... Sevgi herkesin dilinde ama gerçek sevgiyi bilenler sevgi yaşıyor....
  8. Sevmek...

    Sayın zaynepkrtas Emeğine sağlık....teşekkürler.... İnsanlığın daha fazla olduğu mekanlara sevgi derim....istanbulu sevmiyorum ve mecburen bu şehirde yaşıyorum.....ipini koparan istanbula geliyor ve ürpertici olayların çoğu istanbulda yaşanıyor....
  9. “ÖZÜRLÜLÜĞÜN MANEVÎ ve KADERÎ BOYUTU” KAMBURLU GENÇ Birgün Kümbet medresesindeyken yanıma iki üniversite talebesi geldi. Bunlardan birisi gayet uzun boylu ve sevimli bir gençti. Diğeri ise çok kısa boyluydu ve sırtında bir kamburu vardı. Uzun boylu olan genç, “Hocam size bir sorumuz var!” dedi ve: “Cenab-ı Hakk, adil midir?” diye sordu. Ben de: “Adalet güzel bir sıfat olduğuna göre, bütün güzel sıfatlar gibi bu sıfatın da kemali Allah’ta bulunur. Adaletin kemali Allah’ta olmazsa kimde olur?” dedim. Bunun üzerine genç: “Madem adildir, neden bazı insanları, toplum içerisinde utanç duyacakları bir vaziyette yaratmıştır?” Bu soruyu duyunca meselenin hakikatini anladım. Uzun boylu olan genç,kendince arkadaşının hakkını arıyordu.Şöyle dedim: “Anladım ki,sen yanındaki kardeşin namına konuşuyorsun.Öyle değil mi?” “Evet” dedi. Bunun üzerine kısa boylu olan arkadaşa döndüm: “Boyun ne kadar?” diye sordum. “Bir metre otuz beş santim” dedi. Diğerine de aynı soruyu sordum. O da: “Bir metre seksen beş santim” dedi. “Peki sen bu boyundan razı mısın?” dedim. “Razıyım” dedi. Bu sefer kısa boylu olana, “Sen de boyundan razı mısın” dedim. “Böyle olmayı istemezdim” dedi. “Peki” dedim, “Allah’tan bir metre seksen beş santim boy alacağın vardı da Allah elli santimini kesti mi?” dedim. Böyle bir cevap alınca şaşırıp kaldılar. Ben devam ettim: “Hem hakkın olan elli santimi kesmiş, hem de istemediğin halde sırtına bir kambur yüklemiş öyle mi?”. Bu sözüm üstüne iyice mahcup oldular. Benim o zamanlar bir âdetim vardı. Bu şekilde menfi sual soranları önce ilzam eder sonra da iltifat ile gönüllerini alırdım. Onları da öncelikle böyle ilzam ettikten sonra biraz rahatlasınlar diye onlar için çay hazırlattım. Sonra çay içerken suallerinin cevabını şöyle verdim: “İnsan daima kendinden aşağı olana bakmalıdır, ta ki şekva yerine şükretsin. Mesela boyu bir metre olana bakarsanız daha huzurlu olursunuz. Evet, boyunuz kısa ama Cenab-ı Hakk’ın size bahşettiği diğer nimetleri, mesela başta insan olmanızı, akıllı olmanızı, görmenizi, işitmenizi, konuşmanızı ve sayılamayacak daha nice nimetlere mazhar olmanızı niçin hesaba katmıyorsunuz? Efendiler! Şunu iyi bilip iman etmemiz lazımdır ki, Cenab-ı Hakk’ın üzerine hiçbir şey vacip değildir. Allah kimseye borçlu değil, kimse de ondan alacaklı değildir. Kimsenin ondan mütehakkimane isteme hakkı yoktur. Mahlûkatına her ne ikram ve ihsan buyurmuş ise kemal-i keremindendir. Mahlûkatın O’nda zerre kadar bir hakkı yoktur ki, bir hak dava edebilsinler. Çünkü bütün mevcudat, dünya ve ahiret O’nundur. Zat-ı Kibriya mülk ve melekûtunda istediği gibi tasarruf eder ve ediyor. Kimine az, kimine çok verir. Kimini insan, kimini hayvan, kimini ağaç, kimini taş yaratır. Mülkünde ortak ve şeriki yok ki onun hakkına tecavüz ederek – hâşâ, sümme hâşâ – zulmetmiş olsun. Kimine Nazar-ı Celal ile kimine Nazar-ı Cemal ile tecelli eder. Mutlak irade sahibidir. O’nun işlerinden sual olunmaz. Şu halde insanların O’na karşı hak dava etmesi, nasıl tasavvur olunabilir?!. Cenab-ı Hakk, senin boyunu kısa yaratmış ve bir de kambur vermiş; fakat seni insan olarak yaratmış. Deveyi ise hem hayvan olarak yaratmış hem kambur vermiş, hem de o kambur üzerine bir semer vermiş, semerin üzerine de yük yüklemiştir.” Sonra latife ile “ Sen yine bu haline şükret. Hiç olmazsa sana yük taşıtmıyorlar.” dedim. Bu sözüme çok güldüler. Devam ettim; “Sizin bu mantığınıza göre devenin bu suali sizden önce sorması gerekirdi. Halbuki; onlar kendi hallerinden memnundurlar ve itiraz etmiyorlar. Onların da böyle bir sual sormaya hakkı yoktur.” Sonra onlara, “ Siz nerelisiniz?” diye sordum. “Kayseriliyiz” dediler. “ Bu gözü açıklık ancak Kayserililere mahsustur herhalde” dedim. Bu latifeme de güldüler. Sonra onlara Mektubat’ta geçen şu kısmı okudum: “Mesela madenler diyemezler: “Niçin nebati olmadık?” Şekva edemezler: Belki vucûd-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtırına şükrandır. Nebatat niçin hayvan olmadım deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu içi hakkı şükrandır. Hayvan ise niçin insan olmadım diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymetdar bir ruh cevheri ona verildiği için onun üstündeki hakkı, şükrandır ve hâkeza kıyas et. Ey İnsan-ı Müşteki! Sen madum kalmadın, vücüd niymetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslamiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selamet nimetini gördün ve hakeza…” “Kadere rıza göstermek kadar sürurlu bir şey yoktur. Her kim ki iman eder kaderden kaderden emin olur. Aklınıza, “Acaba kaderin bu gibi hallerde hikmeti ne olabilir?” diye bir soru gelebilir. Ne çare ki kaderin hükmü bilinmez ve anlaşılmaz. Kader ikiye ayrılır. Bunlardan biri insanın Cüz’i İrade’sine taalluk eden cihetidir. Bu noktada insan, kendi iradesini neye sarf ederse Cenab-ı Hakk onu yaratır. İşlediği hayırların mükâfatını, şerlerin de cezasını görür. Bir de Izdırarî karar vardır ki dileyen de Cenab-ı Hakk’tır, yaratan da. Bu noktada kulun hiçbir mesuliyeti yoktur. İnsan aklı kaderin bu kısmının sırlarına vakıf olamaz. Tabii afetler, musibetler, sakat doğma gibi hadiseler tamamen Allah’ın dilemesiyledir. Şu var ki Âdil-i Mutlak olan Cenab-ı Hakk, dünyadaki en küçük bir sıkıntıyı bile günahlara kefaret saydığı gibi bu şekilde yaradılıştaki noksanlıkların mükâfatını ahirette bilemeyeceğimiz bir şekilde verecektir. Yeter ki gençliğimize ubudiyet ve rıza-i ilahi dairesinde geçirmiş olalım. Siz bana kaderin ızdırari kısmını soruyorsunuz; ama Levh-i Mahfuz’un defterleri benim elimde değil ki size cevap vereyim. Kaza ve kaderin şifresini kim halledebilir ki? Onun anahtarı ne insanın, ne de melekût âlemindeki meleklerin elindedir. Oradaki sırları Cenab-ı Hakk’tan başkası bilemez. Kaza ve kaderin, bizim tarafımızdan bilinmemesi büyük bir rahmettir. Zira birçok şeyler vardır ki insan onları bilmezse pek rahat ve asude yaşar. Mesela bir adam ne zaman öleceğini ve başına ne gibi felaketler geleceğini bilse onun için hayatın ne zevki, ne de lezzeti kalır. Bunları bilmediği takdirde dünya ve ahirete şevk ile çalışır.” dedim. Cenab-ı Hakk’ın hikmeti çok derindir. Biz bunları bilemeyiz. Sizin boyunuz da 1.85 cm olsaydı belki gurura düşüp dalalete girebilirdin. Belki bu hikmete binaen Yüce Allah seni böyle yaratmıştır. Bu ise senin hakkında daha hayırlıdır. Mahlûkatın en şereflisi ve en mükerremi insandır. Bu insan ise madde ve ruh denilen iki terkipten oluşur. Maddeten insanın en kıymetli azası onun kalbidir. Kalbin gıda ve lezzeti ise marifetullah ve muhabbetullahtır. Bu marifet ve muhabbetin anahtarı sana verilen zahirî ve Batınî duygularındadır. Hamdolsun onlarda da bir noksaniyetin yoktur. İşte senin kamil bir insan olman bunlarladır. Mesela senin gözün olmasaydı o zaman derdin ki: “Ya Rabb! Benim gözüm olsaydı da kainatı senin namına seyretseydim.” diye temenni edebilirdin. Demek ki, marifetullah ve muhabbetullah için bütün duygulara sahipsin. O halde hiçbir şikayet hakkına sahip değilsin. Hem, Cenab-ı Hakk Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de: “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp ibadet etsinler diye yarattım.” buyuruyor. Senin boyunun kısa olması ve kambur olması ibadetine noksaniyet getirmediği gibi engel de teşkil etmez ki sen de muzdarip ve mahcup olasın. Şu da bir hakikattir ki insan dünyaya zevk ve sefa için gelmemiştir. ahireti kazanmak için gelmiştir. Peygamberimizin buyurduğu gibi “Dünya, ahretin çiftliğidir.” Çiftlikte ise oyun ve eğlence olmaz. Orada tembellik değil, kazanmak için çalışıp terlemek vardır. Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Bu dünya Dâr-ül Hikmettir, Dâr-ül Hizmettir; Dâr-ül Ücret ve Mükâfat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri cennettedir.” Orada bitmesi ve tükenmesi mümkün olmayan bir saadet ve huzur olduğu gibi Cemal-i İlahiye’nin müşahede makamı da orasıdır. Sohbetimi Üstad’ımın şu veciz ifadelerini okuyarak bitirdim: “Dünyanın bin sene mes’udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen cennet hayatının ve o cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü’yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelal’in Daire-i Rahmet’ine ve Mertebe-i Huzuru’na gidiyorsun. Mübdela ve meftun ve müştak olduğunuz mecazi mahbuplardan da ve bütün mevcudad-ı dünyevideki hüsun ve cemal, onun cilve-i cemalinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi ve bütün cennet, bütün letaifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve cazibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mabud-u Lemyezel’in, bir Mahbub-u Layezal’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgah-ı ebedisi olan cennete çağırılıyorsunuz.” Bu anlattıklarımdan ve okuduklarımdan sonra memnun ve mesrur bir şekilde yanımızdan ayrıldılar. Mehmet Kırkıncı
  10. Numune Felçli Hastalara Umut Oldu

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler..... Az önce acı veren bir çok engelli haberleri okudum ruhum daraldı....ve çok şükür bu haberle sevinip nefes aldım.....
  11. Devlet de Özel de Özürlülere Karşı

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.... Bu ülkede boğuluyorum......
  12. Engelliler İçin 2010 Altın Yıl Olacak

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler..... Kavaf, ''Özürlülerin aktif istihdamı bakımından 2010 yılı altın bir dönem olacaktır'' diye konuştu. ( inanmıyorum..... ve bizlere yanlış yapıp hakkımızı alanlar Allahın hesap gününde hesaplaşacağız.....bizler fani dünyadayız ve an bu an kefenlerimizi giyip kurtulacağız....ama sonu olmayan ebediyette sizlerin vay hallerine....
  13. Özürlülere Yapılan Ve Yapılacaklar

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler..... Özürlülere yapılan ve yapılacaklar lütuf değildir ( tabi ki değil ) Özürlüler için yapılan ve yapılacak olanlar asla bir lütuf değildir. Ülkemiz insanının, ayrılmaz bir parçasını oluşturan özürlülerimiz güzel olan her şeye layıktır. Saydığımız hizmetler yeterli midir? Hayır. Daha güzel şeyler, daha güzel hizmetler mutlaka yapılmalıdır” dedi. ( mutlaka yapılmalıdır ama ben bu ülkeden ümitsizim )
  14. Engelli Kadınların İşi Zor Türk Erkeği Fiziksel Takıntılı!

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler..... Avrupa ve Türkiye hiç bir konuda kıyaslanamaz.....
  15. Her Sağlıklı İnsan Potansiyel Bir Engellidir

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.... son 5 yılda Kurban Bayramı`nda meydana gelen trafik kazalarında 2 bin 803 kişinin sakatlar ordusuna katıldığını vurguladı. sağlıklı insanlar an bu andır.....ama sizler ancak başlarınıza gelince anlarsınız..... biz engelliler engelli değiliz.....ama siz çoğunuz kendilerini akıllı zan eden beyinsizlersiniz.....ama yine anlamazsınız.... çünkü musalla taşında doğrulursunuz....
  16. Engelli Öğretmen, Meslekte Çeyrek Asra Merdiven Dayadı

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.... Eli öpülecek bir öğretmen Sayın Emine Aycan gibilerdir.... İlköğretim yıllarında öğretmenlerinin kendisini bir engel olarak gördüğünü ifade eden Aycan, "Pikniğe gidilirdi beni götürmezlerdi, tahtaya kaldırmaz, küçümserlerdi, onlar içinde bir engelsiniz. Öğretmenlerimin davranışları beni incitti. Bunların benim halimdeki başka insanlara yapılmaması için öğretmen olmam gerekiyordu. Okumaya dört elle sarıldım ve öğretmen oldum." dedi. Öğretmenliği çok sevdiğini vurgulayan Aycan, maaş verilmese bile yine de bu mesleği yapacağını dile getirdi. Bu bölümü okurken gözyaşım boğazıma dizildi.....böyle öğretmenlik yapanları bu ülkeden göndermek ya da diplomasını elinden almak lazım.....
  17. Engelli Kıza Resmi Araçta Tecavüz

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.... Başlığı ilk gördüğümde bile ruhum dondu.....böyle engelli bir insanın masum bir çocuktan ne farkı var ? hani idam cezası.....yazıklar olsun Türkiye....
  18. Engellilere Engel Çıkarılmamalı

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.... Çok enterasan bir ülkede yaşıyoruz.....engelliler için bazen acı haberler duyuyoruz bazen de güzel haberler duyuyoruz....ama güzel haberlerinde bu ülkede başarı derecesi ne kadar olabilir ki.....
  19. Engelsiz Yaşam Fuarı

    Sayın kalpsizim_85 Emeğine sağlık....haber için teşekkürler....
  20. Ya Rahman!

    Sayın burgazkartal Huzur veren paylaşım....emeğine sağlık....teşekkürler.... Sen'den, Sen'in sevmeni, Sen'in sevdiklerinin sevgisini Ve Sen'in sevgine beni yaklaştıracak amellerin sevgisini istiyorum.
  21. Seni Düşünürüm...

    Sayın zeynepkrtas Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler..... Muradıma eremedim dünyada Sensizlik bana kara bir bela Çile çekerim her defasında SENİ DÜŞÜNÜRÜM her gece... Mezar taşıyım yokluğunda Gül ile bülbül sevdamız kimse anlamaz, boşver umursama Gittiğin yerde adımı ağzına alma
  22. CEMRE Yüreğindeki Güzel Şiirleri

    Sayın cemre Yine ve herzaman yüreğine emeğine sağlık....teşekkürler.... Neden söz dinlemiyorsun kalbim neden. Senin değerini bilmeyene verme diyorum sevgini. ( kalbe söz dinletmek başarılmazsa daha çok acılar yaşanır.... )
  23. Gittin.......Gitme..........

    Gittin... Gidişini görmemek için gözlerimi kapadım. Öylesine acıdı ki içim; tutup koparsalardı kolumu, bacağımı bu kadar acı duymazdım. Acım yaş olup akmalıydı gözlerimden. AĞLAYAMADIM... Gittin... Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa... Tutkum seninle olmaktı, tutkum teninde erimek, tutkum hayatı sadece seninle paylaşmaktı. ANLATAMADIM... Gittin... Gidişini önlemek için tutmak vardı ellerinden. Ellerim değil miydi her dokunuşumda seni ürperten? Ürperirdin yine, biliyorum. Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini, gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu. TUTAMADIM... Gittin... Bir yıkım gibiydi gidişin. Sen adım adım uzaklaşırken benden, çöküp kaldı bedenim olduğu yere. Nice terk edilişlere dayanan bu yürek, bu kez yenilmişti. Bu kadar zayıf değildim ben kalkmalıydım. KALKAMADIM... Gittin... Oysa geldiğin gün gideceğini biliyordum. Hazırdım gidişine. Kaçak zamanları yaşıyorduk. Zaman bitecek ve sen gidecektin. Bense gidişinin ertesi günü hayatıma kaldığım yerden devam edecektim. DEVAM EDEMEDİM... Gittin... Bir şey söyledin mi giderken?.. "Kal" dememi istedin mi? Son bir kez "Seni Seviyorum" dedin mi?... "Bekle beni, döneceğim..." diye umut verdin mi?.. Beynim öylesine uğulduyordu ki. DUYAMADIM... Gittin... Nereye gittiğin önemli değildi. Binlerce km. uzakta da olsan, iki metre ötemde de fark etmiyordu.Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu. Kurtulmalıydım senden, bu yokluk duygusundan kurtulmalıydım. KURTULAMADIM... Gittin... Unutulanların arasına katılmalıydın. Anıları sandığa koyup hayatı yeniden yakalamalıydım. Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim. YAPAMADIM... Gittin... Bir okyanusun ortasında, tek küreği kaybolmuş sandalda dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim şimdi. BİL Kİ SEVMEKTEN VAZGEÇMEDİM SENİ, BİL Kİ SENİNLE BİRLİKTE, SEVDANI DA TAŞIYACAĞIM YÜREGİMDE, BİL Kİ; SENİ ASLA UNUTMAYACAĞIM Biliyorum aslında sen hiç bir zaman gelmedin bana. Duymuyorsun ! Gitme diyorum sana, gitme ! Çığlıklarım boğuluyor gecenin karanlığında. Gece korkunç, gece sessiz, gece yalnız... Sesim kısılıyor Gidişin bitişi olacak yüreğimdeki heyecanın, Gidişin sönüşü olacak gözlerimdeki ateşin. Beni, yüregimdeki sevgiyi, Gözlerimdeki bitmek bilmeyen umudu unuttun! Ama ne olur bunu unutma. Gidişin dindiremez bu fırtınayı. Bir fırtınanın uğultusuyla sesleniyorum sana; GİTME......................... ALINTI
  24. İkiye Bölünmüş Bir Dünya

    Kayıp zamanların ötesinde yaşanmamış hayaller karalıyorum. Çoktan kaybettiğim kalemlerle, bir türlü bulamadığım kağıtların üstüne.. Mürekkeplerim bembeyaz, seni sana yazıyorum… ikiye bölünmüş bu dünya.. bir yarısı hüzün öbür yarısı hazan. Sağ yanım gözyaşı denizi.. Sol yanım sapsarı yapraklar harmanı, bir yanda sen kayboluyorsun diğer yanda ben yok oluyorum.. Her uykuya yatışım iğneli fıçıyla kucaklaşmak.. Gecelerimin başlangıç saatleri kâbuslarımın mutluluğu.. Senli gecelerim dönülmez sürgünlerde Ne ben senin yanındayım ne de sen yanımdasın.. ikiye bölünmüş bu dünya.. Tıpkı yüreklerimiz gibi.. Yarısı sende yarısı bende… ALINTI
  25. Denge Ne Demektir ?

    Yıllardan bir yıl, ormanlardan bir ormana kış çok sert gelmiş. Ormanda yaşayan hayvanların çoğu soğuktan ölmüşler. Bu soğuktan en çok etkilenen hayvanlardan biri de kirpilermiş. Onların kendilerini koruyacak bir kürkü olmadığı için, donarak ölüyorlarmış. Bir gün kirpiler buna bir çare bulmak için toplanmışlar. Düşünmüşler taşınmışlar ve birbirlerine yakın dururlarsa hem vücut ısılarından faydalanacakları, hem de hava sirkülasyonunu kesecekleri için üşümeyeceklerine karar vermişler. O geceyi hepsi birbirlerine çok yakın durarak geçirmişler. Ama bu defa da iğneleri birbirlerine battığı için yaralanıp ölenler olmuş. Ertesi gün tekrar uzaklaşmışlar. Bu defa da yine donanlar olmuş. Böyle her gün deneyerek, sonunda birbirlerine zarar vermeyecek kadar yakın, birbirlerinin vücut ısısından yararlanacak kadar uzak durmayı öğrenmişler. Yani en az zarar, an fazla faydayı sağlayabilecekleri ideal mesafeyi bulmuşlar. Hayatta her şey bir denge üzerine kurulmuştur. Denge yaşam demektir. Denge bozulunca yaşam altüst olur. Eşitlik denge demek değildir. Hak etmeyene eşit davranmak, adaletsizlik demektir. Adalet hakkedene hak ettiği kadarını vermektir. En az zarar, en fazla faydayı sağlayan her durumda denge sağlanır. İşte ilişkilerde de birbirimize ve ilişkiye en az zararın verileceği ve en fazla faydanın sağlanacağı bir mesafe belirlemek kısaca dengeyi oluşturmaktır. Bazen ilişkilerde, bir şeyler iyi ve güzel gidiyorsa, bunları arttırdığımız zaman daha da iyi olacağını sanırız. Oysa dengeliyken iyi ve güzel olan bir şeyi arttırmamız dengeyi bozmamız anlamına gelir. O’na ne kadar çok hediye alırsak, bizi o kadar fazla sever sanırız. Ne kadar çok sevdiğimizi söylersek, onun için ne kadar fazla şey yaparsak o da bize daha fazla verir sanırız. Oysa ilişkiler tıpkı bir terazinin iki kefesi gibidir. Bir taraf aşırılığa gittikçe diğer taraf uzaklaşır. İlişkilerde yüzde yüz eşitlik yoktur. Biz bir insana o hak etmeden verdikçe, onu nankörleştiririz. Aşırılığa gittikçe, karşımızdakini kendimizden uzaklaştırırız. Kendimize de, ona da, ilişkiye de zarar vermeye başlarız. Her şeyin ama her şeyin aşırı varlığı veya eksikliği zarardır. Bir çiçeğe hiç su vermemek de, çok fazla su vermek de onu öldürür. İlişkimizde de aşırıya kaçtıkça, onu öldürürüz. Hiç ilgilenmeyerek de, çok fazla ilgilenip üzerine düşerek de, karşımızdakine ve ilişkimize zarar veririz. Sürekli onu aramak, sürekli iyilik yapmak, sürekli mesaj çekmek, hediye almak, üzerine düşmek onu bize yakınlaştıracağına tam tersi uzaklaştırır. Bir süre sonra, ona bağımlı, onsuz mutlu olamaz hale geliriz. Ancak, aynı terazinin kefesi gibi, biz aşırıya kaçtıkça, ağırlaştıkça, o bizden çoktan uzaklaşmıştır bile. Karşımızdakine de seviyorum deme fırsatını tanıdığımızda, bizi mutlu etmek için bir şeyler yapmasına izin verdiğimizde, teraziyi dengede tutmayı başarırız. Çoğunlukla boşanma aşamasındaki çiftler, ilişkilerinde dengeyi kaybetmişlerdir. Bir taraf aşırı düşkünleşmiş, diğeri de uzaklaşmıştır. Denge boyutundaki sevgi, düşkün olanda hırs, tutku, sahip olma isteğine dönüşürken, karşı tarafta da umursamazlık, hatta acımasızlık olmaya başlamıştır. Düşkün olan gittikçe bencilleşirken, diğer taraf da zalimleşir. Düşkün olan kaybetme korkusu yaşar. Bu korkuyla, gittikçe daha aşırıya yönelir. İlgi bekledikçe ilgisini artırır. Sevgi bekledikçe taviz vermeye başlar. Hırs yaptıkça tehditlere, kavgalara meyleder. Diğeri de gittikçe uzaklaşır. Bu aşamada artık sevgiden söz etmek imkansızdır. Sevgi denge boyutunda vardır. Yani düşkünlüğün, bağımlılığın, koşulların, tehditlerin hatta oyunların olmadığı boyutta. Bu aşamada düşkün olan sürekli ağlayıp, herkese yakınıp, şikayetler edip, kaybetme korkusunu aşk ile karıştırırken hep karşı tarafı vurdumduymazlıkla suçlar. Onsuz yaşayamayacağını düşündükçe, ona daha da sıkı sarılmaya ve karşıdakini boğmaya başlar. İlişkimizde dengeyi bozduğumuz zaman, tıpkı tüm evrenin denge üzerine yaşamanı sürdürmesi ve bozulduğu an yaşamın yok olacağı gibi, ilişkimizde yok olmaya mahkumdur.. ALINTI