Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

Dogru_Yol kullanıcısının paylaşımları

  1. Çanakkale Anıt Ve Şehitliklerini Gezebilirsiniz.... Listeden gezmek istediğiniz bölümü tıklayıp gezebilirsiniz.... http://www.360tr.net/17_canakkale/gelibolu/
  2. Çocuk Kahramanlar.....

    Çocuk Kahramanlar........ Millet olarak topyekün verilen Kurtuluş Savaşı’nın birçok çocuk kahramanı bulunuyor. İnsanlık tarihinde birçok ulusun verdiği kurtuluş mücadelelerine örnek teşkil eden olan Kurtuluş Savaşı’nda, dünyanın dört bir yanından gelen düşmana karşı, millet olarak topyekün mücadele verirken, bu mücadeleye katılan çocukların unutulmaz kahramanlıkları bulunuyor. Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Enver Konukçu, Büyük Önder Atatürk’ün çocuklara bayram armağan eden tek lider olduğunu belirterek, “Çocuklarımız yaptıkları kahramanlıklarla bu bayramı hak etmişlerdir” dedi. Kurtuluş Savaşı’nda kadın ve erkekler gibi çocuklarında düşmana karşı verilen mücadelede yerini aldığını anlatan Prof. Dr. Konukçu, yaptıkları kahramanlıklarla dikkati çeken yüzlerce çocuğun bulunduğunu ifade etti. Her savaş gibi 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda da en fazla zararı çocukların gördüğünü anlatan Prof. Dr. Konukçu, Ermenilerin Erzurum’da yaptıkları katliamlarda çocukları bile öldürdüklerini ifade ederek, “Ermeni çeteciler, kazanlarda haşladıkları çocukları ailelerine yedirdikleri biliniyor” diye konuştu. 7 YAŞINDA DÜŞMANA VE İSYANCILARA KARŞI SAVAŞTI Erzurum’un 1955-1960 yılları arasında belediye başkanlığı yapan 1965-1967 yılları arasında da Sağlık Bakanlığı görevini yürüten Edip Somunoğlu’nun 7 yaşında düşmana ve isyancılara karşı verilen mücadele de yer aldığını anlatan Prof. Dr. Konukçu, şunları söyledi: “Atatürk’ün uygun görmesiyle ve Kazım Karabekir Paşa’nın emriyle, Ebulhindili Cafer Bey komutasında kurulan ve sadece Dadaşlardan oluşan birlik, 1920’de Ankara’ya gitmiştir. Bu birlik Düzce ve Adapazarı isyanlarının bastırılmasında önemli görevler üstlenmiş, ayrıca Yunan ordularına Geyve boğazının geçilmez olduğunu göstermişlerdir. Bu birlik içinde 7 yaşındaki Edip Somunoğlu’da yer almış ve yapılan başarılı mücadelede pay sahibi olmuştur.” “İLK CUMHURİYET SEDASI ÇOCUKLARDAN GELDİ” Erzurum Kongresi’nin yapıldığı günlerde Atatürk, kaldığı evde Mazhar Müfit Kansu’ya gizli kalması şartıyla yazdırdığı önemli notlar arasında kurulacak yeni devletin idare şeklinin Cumhuriyet olduğunu ifade ettiğini hatırlatan Konukçu, şöyle devam etti: “Atatürk bu dönemde Köşk adlı mesire bölgesinde Erzurumlularla sohbet ederken, Albayrak okulu öğrencileri buranın önünden geçerken ‘İdaremiz cumhuriyet olmalıdır’ şeklinde bağırdıkları tarihi kaynaklarda yer alıyor. Bu ülkemizin kurucu Atatürk’ü çok duygulandırır ve mutlu eder. Yeni kurulacak devletin idare şeklini korkusuzca ilk ifade eden çocuklar olmuştur.” ÇOCUKLARIN KAHRAMANLARINDAN BAZI ÖRNEKLER Çeşitli kaynaklardan derlenen çocuk kahramanlıklarıyla ilgili birkaç örnek ise şöyle: 1. Dünya Savaşı’nda binlerce askerin donarak şehit olduğu Sarıkamış Harekatının yapıldığı günlerde cephedeki askerlerin iaşe sorunu baş gösterir. Galip Paşa’nın “yiyecek yetiştirin” şeklindeki telgrafları üzerine dönemin Erzurum Valisi Tahsin Bey çaresizlik içindedir. İlk hamlede toplanan 150 bin kilo buğdayın 90-95 kilometre uzaklığındaki cepheye ulaştırılması için çareler aranır. Vali Tahsin Bey, cepheye yiyeceklerin çocuklar tarafından taşınabileceği fikri üzerine harekete geçer. Durum okullara, muhtarlara bildirilir. Bir gece Amerikan bezlerinden 30 kiloluk bini aşkın torba dikilerek unla dolduruldu. Sayıları bine yaklaşan henüz çocuk yaştaki gençler, Hükümet Konağı önünde toplanarak Nebilhan’a kadar taşıyacakları unları sırtlanarak aşırı soğuğa cepheye yiyecek yetiştirmek yola çıkar. CEPHANE TAŞIRKEN ÇIĞ ALTINDA KALDILAR İran sınırında Ruslara karşı savaşan tümen cephanesiz kalınca Van’dan istenen yardım sonrası yaşları 12-17 arasında değişen 80’i öğrenci 120 çocuk, yatak çarşaflarından ve perdelerden kesilerek yapılan torbalara konulan mermileri sırtlarına bağla¤¤¤¤¤ yanlarındaki jandarma erleri ile cepheye doğru yola koyulur. Aşırı soğuğa rağmen yol alan çocuklardan, dağı aşarken yakalandıkları fırtına sonrası haber alınamayınca arama çalışması başlatılır ve çığ altında kaldıkları belirlenir. Çocuklardan 38’i ile 3 jandarma çığ altından son anda kurtarılırken, 82 çocuk ile diğer jandarma erleri şehit olur. 14 YAŞINDAKİ OSMAN İsmail Habib Sevük’ün Yurttan Yazılar adlı esirinde ise Çukurovalı 14 yaşındaki Osman’ın destanlaşan kahramanlığı yer alıyor. 14 yaşında olan ve adı muhtemelen Osman olduğu anlatılan çocuğun Fransızlara karşı verilen mücadele de yaptığı kahramanlık şöyle: “Türkler tarafından Toroslarda sıkıştırılan tam teçhizatlı Fransız müfrezesi kagir bir binaya sığınır. Günler geçmesine rağmen bina ele geçirilemez. Fransızlara yardım gelmesinden korkulur ancak askerler binadan çıkarılamaz. Bu sırada 14 yaşındaki Osman, gece karanlığında gaz yağı tenekesiyle çatıya tırmanır ve binayı ateşe verir. Kargaşa içinde dışarı çıkan Fransız askerler ele geçirilir.” Olayın kahramanı Osman’ın akıbeti bilinmiyor ancak, bir müfrezeyi bir çocuğun alt etmesi tarihteki yerini alır.
  3. Komando Andı...!

    Komando Andı...! Güneş bu diyardan bir başka doğar Komando bu düşmanı çelik pençesiyle boğar Gururlanın ey analar,sevinin ey bacılar her TürK Her türk asker doğar !!!! Binlerce cana kıyıldı acısı yüreğimizde sönmez Komandonun andı bu hesabı sorulmazsa gülmez Duyun ey hayinler,duyun ey düşmanlar ŞehitleR Şehitler ölmez vatan bölünmez !!!! Tek tek sorulacak bu hesaplar aziz şehitlerimiz için Günahsız yavrulara kıydınız söyleyin ne için Hain dilleriniz varmıyor söylemeye,siz söyleyin komandolar HerşeY Herşey vatan için !!!! İşte komandolar işte hepsi burada Ürkekliğe yer yok yüreğimizde korkuya elveda Bin canım olsa bin kez veririm yoluna VataN Vatan sana canım feda !!!!
  4. Özel Harekat Tim Komutanından Bir Şiir EY, UĞRUNA YÜZYILLARCA SAVAŞTIĞIMIZ SANCAK, TÜRK’ÜN YÜCE DİLEĞİ SENİ YAŞATMAK ANCAK, KANIMIZLA BOYANDIN, BİZ SENDENİZ SEN BİZDEN , ARMAĞANSIN BU IRKA ATİLLA’DAN CENGİZ’DEN SENDEN GAYRİ KİMSEYE GÖNÜL VERİR Mİ ZAFER? TARİHLER TANIR SENİ HEP, CENKLERDE MUZAFFER, SAYISIZ ÜLKELERİN ÜZERİNDE YÜKSELDİN, ÖNÜNDE DURULMAYAN, TAŞIP GİDEN BİR SELDİN BAZI BİR DÜŞMAN DEĞİL, CİHANLA DA SAVAŞTIN, BOZKIRLAR ORTASINDAN OKYANUSLARA TAŞTIN, KOSAVA’DA KAHRAMAN, İNÖNÜ’DE KAHRAMAN, VAR MIDIR CİHANDA, SANA DEMEYEN AMAN! KAÇ HÜKÜMDAR ÖNÜNDE TESLİM ETTİ TACINI ? KAÇ YARALI MİLLETİN VERDİN SEN İLACINI ? ÖDEVİMİZ YAŞATMAK SENİ ŞEREFLE, ŞANLA, SANCAK YAŞAR, UĞRUNA DÖKÜLEN TEMİZ KANLA, SANA KİM YAN BAKARSA, ONA KARŞI GELİRİZ, SANCAK DEMEK NE DEMEK, ONU BİR BİZ BİLİRİZ. YAŞAYACAKSIN EVET, TARİHLE SEN BERABER, TA EZELDEN EBEDE, GÖTÜRECEKSİN HABER. HER TÜRK SANA BORÇLUDUR CANINI SEVE SEVE , ŞEHİT HABERİ BİZDE MÜJDE GİBİDİR EVE, SENİN İÇİN ÖLENLER ERMİŞTİR MURADINA, AH .. NE TATLIDIR ÖLMEK, VATAN, SANCAK UĞRUNA.
  5. Vatanı Beklemenin Kutsallığı !

    Vatanı Beklemenin Kutsallığı ! Şehitlik yüce Rabbimizin Kur'an-ı Kerim'de açıkladığı en önemli merhale, en yüce manevi mertebedir Kur'an-ı Kerim, şehitlerin Allah katında diriler olduğunu, onlara ölü denemeyeceğini, ilahi nimete mazhar üstün kişiler olduğunu ifade eder (Âl-i İmran, 169, 170, 171, 195) Bu bakımdan şehitlik mertebesi, peygamberlikten sonra ulaşılması en zor üst değerlerden biridir Sınırlarda nöbet tutarken şehit olanların mertebesi ise, bunların en üstün olanıdır Çünkü Dinimizde vatanın sınırlarında tutulan nöbet en büyük ibadetlerden biri sayılmıştır Bu görevi yapanlara "Mürabıt", bu görevin yapıldığı yerlere de "Ribat" denilmiştir Fıkıhçılar ribatı şöyle tanımlamaktadırlar: Ribât, Allah uğrunda savunma yapmak ve düşmanın hücumunu önlemek üzere sınırda hazır vaziyette beklemektir Sınır ise, halkının düşmandan korkusu olduğu her yerdir Ribât "Ribâtul-Hayl" (at bağlamak)'dan gelmektedir Süvarilerin atlarını bağlayıp nöbet tutmaları olayından adını alan ribât, sınırlarda at bulunsun bulunmasın nöbet tutmak için oluşturulmuş mekânların adı olmuştur (İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 356) Hadis-i Şerifler Allah yolunda nöbet tutmanın faziletinin büyüklüğünü değişik şekillerde ifade etmektedirler: "Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır Kulun Allah Teâlâ'nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır" (Buhârî, Cihâd 6, 73, Bed'ü'l-halk 8, Rikâk 2; Müslim, İmâre 113-114) "Bir gün ve bir gece sınırda nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur" (Müslim, İmâre 163 Ayrıca bk Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 2; Nesâî, Cihâd 39; İbni Mâce, Cihâd 7) "Allah yolunda düşmana karşı nöbet tutan kimselerin dışında bütün ölülerin amel defterleri kapanır Murabıtların ise, iyi amelleri kıyamet gününe kadar yazılmaya devam eder ve bu kimseler kabir azabı konusunda emindirler" (Ebu Davud, Cihad, 15) "Allah yolunda sınırda bir gün nöbet tutmak, başka yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır" (Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 26 Ayrıca bk Nesâî, Cihâd 39) Bir ülke için hudutlarının güvenliğini sağlamak her zaman büyük önem taşır Yeryüzünde istiklâlini elde etmiş her milletin üzerinde yaşadığı bir coğrafya vardır Bu coğrafya vatan diye adlandırılır Vatan edinilen coğrafyanın kara, deniz ve hava sahaları o ülkenin egemenlik alanlarıdır Bunlardan herhangi birine yapılacak tecavüz veya hududu ihlâl hareketi savaş sebebi sayılır Bu yüzden savaşlar çok kere ülkelerin hudutlarında cereyan eder İşte bu hudutları beklemek ve oralarda nöbet tutmak en kutsal görevlerden biri olup, sulh zamanı da olsa askerlik vazifesi İslâm nazarında cihad sayılır Bir ülkenin her yerinde yapılan askerlik görevi aynı şekilde kabul edilmekle birlikte, bu askerlerin hepsinin gayesi vatanı düşmana karşı korumak olduğu için, hudut nöbeti öne çıkarılmıştır Ülkenin herhangi bir yerinde nöbet tutan asker de, dış düşmanların içerideki uzantısı kabul edilen iç düşmanlara veya kendi vatanlarına ihanet eden hainlere ve çapulculara karşı aynı şekilde kutsal bir görevi yerine getirmektedir Vatan müdafaasından maksat, sadece sahip olunan toprakları korumak olmayıp, bunun arkaplanındaki esas gaye, o topraklar üzerinde yaşayan insanların dinini, canını, malını, ırz ve namusunu korumak ve milletin fertlerini hürriyet içinde yaşatmaktır Bunu başaramayanlar devlet olma gücünü kaybederler Çünkü belirlenmiş hudutları olmayan hiçbir devlet düşünülemez Devlet olmanın ilk şartı da herkesçe kabul edilmiş sınırlara sahip olmaktır Bu sınırları korumak ve devletini devam ettirebilmek için her ülke her zaman yeterli sayıda askerî bir güce sahip olmak zorundadır Müslüman fertlerin herbiri kendilerini bu vazifeyle mükellef bilir ve cihadı en kutsal görev kabul ederler Kur'an'da cihada daima hazırlıklı olunması emredilir: "Ey inananlar! Sabredin, direnip düşmanınıza üstün gelin Cihada hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz" (Âl-i İmrân, 3/200) Halid İbni Velîd'in dediği gibi, yeryüzü cihaddan başka bir şeyle korunamaz İşte bu önemi ve fazileti sebebiyle, sınırda bir gece nöbet beklemek, cennette bir kamçının işgal ettiği yer, Allah yolunda bir sabah ve akşam yürüyüşü, dünyadan ve dünyanın bütün nimetlerinden daha hayırlı, daha üstün kabul edilmiştir Peygamber Efendimiz bu hadisleriyle bize bir gerçeği daha öğretmiş olmaktadır O da, âhiretteki en kısa zamanın ve en küçük mekânın bile dünyadaki en uzun zaman ve en geniş mekândan daha hayırlı ve daha faziletli olduğudur Bunları kazanma yollarının en başta gelenlerinden biri ise, Allah yolunda cihad etmektir Özellikle hudutta nöbet tutmak, diğer yerlerde nöbet tutmaktan daha faziletlidir Çünkü orada hayâtî tehlike daha çok olup, sürekli uyanık ve dikkatli olma mecburiyeti vardır Ayrıca her an düşmanla karşı karşıya gelme ve bir çatışmaya girme ihtimâli daha yüksektir Bu sebeple hudut boylarında bir gün nöbet tutmak, hudutlar dışındaki yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlı ve faziletli kabul edilir Hatta Dârimî'nin rivayetinde, Hz Osman Resûl-i Ekrem Efendimiz'den duyduğu bir hadisi sahâbîlerle kendisi arasında ayrılığa sebep olur endişesiyle önce gizlemeyi tercih ettiğini fakat daha sonra bu fikrinden vazgeçerek nakletmeyi uygun gördüğünü söyler Bu hadis, Efendimiz'den işittiği "Allah yolunda hudutta bir gün nöbet beklemek, hudut dışındaki yerlerde bin yıl nöbet tutmaktan daha hayırlıdır" (Dârimî, Cihâd 32) sözüdür Görüldüğü gibi burada bin gün yerine bin yıl denilmiştir Bunların her biri, hudut boylarında tutulan nöbetin önemini ve üstünlük derecesini ortaya koyar, mü'minleri ülkelerini korumaya ve sürekli cihad halinde bulunmaya teşvik eder Bir kimse askerlik görevi yaparken vazife başında ölürse, o şehid olarak Rabb'ine kavuşur Şehidin amel defteri kapanmaz ve dünyada işlediği güzel ve hayırlı işlerin sevabı da kıyamete kadar devam eder Şehid, kabirde meleklerin sorgulamalarından ve kabir azâbından muaf tutulur Sağlıklı bir îmana ve cihad şuuruna sahip olmak bunun yegâne şartıdır Bu sebeple bütün hadislerde "Allah yolunda" kaydının yer aldığını görmekteyiz İslâm inancına göre şehitlik, bir mü'minin dünyada ulaşabileceği en yüksek mertebedir Sonuç olarak: 1 Allah yolunda cihad en üstün, en faziletli, en hayırlı iş ve eylemdir 2 Allah'ın hoşnutluğunu umarak hudut boylarında nöbet tutmak, en faziletli cihad şekillerinden biridir 3 Kur'an ve Sünnet'te Allah yolunda cihad daima teşvik edilmiştir 4 Cennetteki en kısa zaman ve en dar mekân, dünyadaki en uzun zaman ve en geniş mekândan daha üstün ve daha hayırlıdır 5 Hudutta nöbet tutan mücâhid görev başında iken ölürse şehid olur ve amel defteri kıyamete kadar kapanmaz; cennette rızkı devam eder, kabir sorgusundan ve kabir azâbından kurtulur 6 Cihaddan elde edilen sevap, nafile oruç ve namazdan elde edilen sevaptan kat kat üstündür Çünkü cihadda devletin hudutları içinde yaşayan bütün fertlerin dinini, vatanını, canını, malını, ırz ve namusunu korumak vardır Namaz ve orucun sevabı ise ferdin kendine mahsustur 7 Düşmanla savaşın ve cihadın her çeşidinin sadece Allah yolunda ve Allah rızası için yapılması, sahih bir niyet ve tam bir ihlasa sahip olunması gerekir (Bkz Riyazü's-salihin Tercüme ve Şerhi - İmam Nevevi; Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Cihad ve Mücahidlerin Fazileti Bölümü) Ahmet Çolak
  6. İşte Yiğit Türk Annesi

    İşte YİĞİT TÜRK ANNESİ 30.10.2007 PKK´lılar meydanları boş bulunca eylemlerini artırdılar.Ama DUR! diyecek birileri her zaman var! Türkiye,Kuzey Irak’taki teröristlerle uğraşırken Avrupa’dakiler de boş durmuyor. Güney Almanya’nın Heilbronn’da şehrinde APO pankartlarıyla eylem yapan teröristler tek başına karşılarında duran Türk Annesini görünce adeta şoke oldular. İşte bir eliyle Ay-Yıldız Türk Bayrağını sallarken diğer eliyle Bozkurt işareti yapan Türk annesinin resmi..İŞTE SÖZÜN BİTTİĞİ YER..!
  7. Şehitlerimiz......

    Şehitim Anne..... Davullarla, zurnalarla uğurladın beni Asker Ocağına, elimde bir valiz, bir de ceketim vardı. Kalın kazaklarımı koymuştun; oğlum oralar soğuk olur, üşütme diye. Ana kucağı derler Asker Ocağına. Gerçekten öyleymiş. Üşümüyorum annem. Demiştin ya kendine iyi bak oğlum diye, babama da söyle; insan tek kalınca üzülür, içlenirmiş Biz burada binleriz, on binleriz annem. Hepimiz ana baba çocuğu, Askeriz, MEHMETCİĞİZ annem… Dağlarımızı saran çakallardan temizlemeğe çalışıyoruz annem, Yıllarca Kardeş bildiklerimizde, belki aynı fırından ekmek yediğimizden, Aynı vatanın havasını yıllar yılı soluduğumuzdan, Şimdi nifak tohumları ekenlerin hizmetinde olanlardan, Biz dimdik ayakta, çakı gibi askeriz. NEFERİZ ANNEM… Az kaldı annem.30 gün… Sonra hep birlikte olacağız. Vatan borcumu bitirip sizlere kavuşacağım. Annem, benim pamuk annem babama söyle kurbanımı, aslan oğlunun koçunu unutmasın… Buralarda düşman uyumuyor annem. Gecemiz gündüzümüz kalmadı, Sakın, sakın şikayet ettim zannetme... Biraz önce postallarımı boyadım, silahımı temizledim. Vatan toprağında, Şırnak’ ta Nöbetteyim, beklemedeyim, sınırdayım annem… Birkaç gündür yoğunlaştı it sürülerinin saldırıları annem, Ama sen üzülme, ağlama annem, beni bugünler için yetiştirmedin mi? Hani çok sevdiğim siyah montum vardı ya; sakın kimse giymesin diye tembihlediğim. Kardeşim, Ahmetim çok severdi, bırak giyinsin… kader bu belki döner, belki hiç dönemem.. Yirmi kişiyle uğurladığın, hasretiyle yandığın, ASKER oğlunu belki binlerle karşılayacaksın Annem… Haziran 1995 gece yarısı, saldırıya uğradım, Kurşun yedim, Ölmedim annem. Parola VATAN, İşareti NAMUSTUR derdin. Namusum uğruna can verdim annem. Bana verdiğin tertemiz, helal sütüne layık olmaya çalıştım, düşmana, kalleşe yol vermedim Ben ölmedim annem. Metinler, Mehmetler, Ahmetler Süleymanlar, Yunuslar, Yusuflar… Kısaca MEHMETCİKLER ölmez. Hakkını helal et benim canım annem… Annem; YARİME söyle beni beklemesin, karalar bağlamasın beyaz duvak yerine, Bana kısmet değilmiş onunla bir yuva kurup, aynı yastığa baş koymak, çocuklarımızı büyütmek… Annem söyle ona; dünyada istediğim tek şey; işten geldiğim zaman evimin kapısını onun açmasıydı... Söyle ki; ondan ve hayallerimden ayrılmama sebep olanlar, Mardin’de, Şırnak’ta ve Ankara dalar… Benim milletimi temsil ediyorlar mecliste. Çakallar düz ovaya indiler, siyaset yapıyorlar annem… Biz askerlikten kaçmadık, Kantinde askerlik yapmadık, Düzmece rapor alıp, askerlikten de muafta tutulmadık. Biz, Biz hiçbir zaman YAN GELİP Yatmadık, KELLE olmadık, ŞEHİT olduk annem... Al Bayraklara sarılı, küçük bedenlerimizle dev olduk, geçit vermedik. Biz Vurulduk ama BİTMEDİK annem… Bayramlarda elini öpmeğe gelemiyorum, Üzülme Annem, ama sen sakın beni ziyaretsiz bırakma, Biliyorsun ŞEHİTLER; Şehit olunca değil, UNUTULUNCA ÖLÜRMÜŞ, sen sakın beni unutma!!! Başını dik tut, Onurlu, gururlu ol, sen ŞEHİT annesisin… Ağlayıp, kalleşleri sevindirme… Üzülme, ben hep sizinleyim; otobüste, dolmuşta, evde ve dükkânda… Kısaca Yüreğinizdeyim… Bekleme beni güzel annem… sizlere hem çok yakın hem de çok uzaklardayım… Dönemem, gelemem, sizleri bir daha göremem annem… Sana sarılıp artık öpemem. Hakkını helal et annem. Sen de; vatan toprağım, güzel insanlarım… Dedim ya; Ben ŞEHİDİM, Bingöl Dağlarında, Gabar’da, Şırnak’ ta, Nusaybin’de, Van’da, Vatanın her karışındayım. Artık Tüm Türkiye’nin Şehidiyim…Görevimi tamamladım annem… Evim, artık EDİRNEKAPI şehitliği… Mermerden Mezar taşım. Başucumda iki resim; biri Ay yıldızlı bayrağım, diğeri benim resmim. Üstünde al al açan çiçeklerim. Toprağa düştüm Çiçek oldum… Çiçeklerimi soldurma annem… Tüm ŞEHİT Annelerine
  8. Pişmanım Anam, Bırakmıyorlar !

    Pişmanım Anam, Bırakmıyorlar ! Pişmanım anam doğduğum güne Mutlu olmak hakkım olsa bile Bir zalim düşürdü beni bu hale Pişmanım anam bırakmıyorlar. İster miydim soğukta dağda yatmayı Anaların yüreğinde ateş yakmayı Veren kahrolsun elime bu silahı Pişmanım anam bırakmıyorlar Dost bildiklerim pusuda yatıyor Kaçmaya kalksam namlu dikiyor Her gece bir zalim nöbet tutuyor Pişmanım anam bırakmıyorlar Bir zalim alnından vururum diyor Dönenin sonu ölümdür diyor Ne kadar pişman olursan ol diyor Pişmanım anam bırakmıyorlar Her gün biraz daha azalıyorlar Çoğu pişman söyleniyorlar Ölüm soğuktur diyorlar Pişmanım anam bırakmıyorlar Bir gün duyulur ölüm haberim Etrafa saçılır kanlı bedenim İbret olsun benim kaderim Pişmanım anam bırakmıyorlar Sana son sözüm ağlama anam Bırak derdime kendim yanayım Sevdiğim o yare selam söyleyin Pişmanım anam bırakmıyorlar Not : Bu şiir 27 Mayıs 2000 tarihinde yapılan sınır dışı operasyonunda ölü olarak ele geçirilen Bebeka kod adlı kadın teröristin cebinden çıkmıştır.
  9. Şehitlerimiz......

    Minik Bir Yürekten Babaya Mektup.... Yine seni özledim.Yine aklım karıştı baba..Özlem aklı karıştırır mı? Bunu öğretmemiştin bana. Bugün benim doğum günüm.Şimdi sekiz yaşımdayım.büyüdüm erkek oldum ama hala anlamıyorum sen neden yoksun baba.Önlük bana çok yakıştı. Senin hep görmek istediğin gibi pırıl pırıl bir öğrenci oldum ama sen göremedin üzgünüm çok üzgünüm baba...Karlı bir kış günüydü.seni bir tabutun içine koymuşlardı.Yine çok yakışıklıydın. Derin bir uykuya dalmıştın.Çağırdım defalarca seslendim sana,cevap vermedin küstüm sonra.Hani söz vermiştin. Kartopu oynayacaktık ilk kar yağdığında. Hava çok Hava çok soğuktu ama babannem ağlarken ''oooyyy ciğerim yanıyor'' diyordu. İnsanın ciğeri nasıl yanar baba? Çok büyük bir kalabalık vardı.Herkes ama herkes ağlıyordu.Hep bir ağızdan ''ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ'' diyorlardı.Sen şehitsen ölmüş olamazsın. Ölmediysen nerdesin baba? Kocaman bir Türk bayrağına sarmışlardı tabutunu.Sen onu hep göklerde görmek isterdin.''Kutsal sevdam bayrağım'' derdin ya hani. Nedense biraz da kıskandım o zaman seni. Affet baba.Peki neden anlamıyorum hala. Şimdi sen öldün mü? O zaman vatan bölündü mü? Çok karıştı aklım baba.Vatanı kim bölmek ister ki.Bu büyük günah değil mi? Dedem anlatırdı ya hep ''benim dedem Çanakkale’de şehit oldu vatanı kurtarmak için'' derdi ya...O zaman büyük büyük dedem yok yere mi öldü? neden tekrar vatanı bölmek istiyorlar baba? Hani okula gidince her şeyi öğrenecektim.Bunları neden öğretmiyorlar baba? Bildiğim tek şey var. O da sen yoksun yanımda. Annem çok özlüyor seni biliyorum. Babanla gurur duyuyorum diyor. İnsan gurur duyunca ağlar mı? Özleme alışır mı baba? Peki gurur senin yerine kardeşimi koklar mı? Beni maça götürür mü acaba? Biliyor musun baba,benim ciğerim yanmıyor elledim sıcak değildi fazla. Hem duman da çıkmıyor. Ama içimde bir yer var. Seni her düşündüğümde orası çok acıyor,sızlıyor,sanki kopacakmış gibi oluyor.Sanki birileri devamlı kalbimi sıkıyor.Galiba sen yokken hep hasta oluyorum baba. Bu acı nasıl diner? Ellerin ellerimi nerde bekler? Koşabilmek için seninle yollar bizi nasıl özler? Vatanı hangi canavar böler? Onlara senden başka kim dur der? Gel de anlat bana.Anlat, öğret ki bende şehit olayım baba.. Yazan : Menşure Şahin
  10. Şehitlerimiz......

    Çanakkale Savaşından Göz Yaşartan Bir Mektup..... Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da onlarla Sohbet ediyor, ' Nerelisin?' gibi sorular soruyordu. Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı Yanına çağırdı ve merakla sordu: " Adın ne senin evladım?" dedi. " Ali, komutanım" dedi. " Nerelisin?" " Tokatlıyım, komutanım, Tokat'ın Zile kazasındanım..." " Peki evladım,bu kafanın hali ne? Saçlarının ortası neden kırmızı boyalı böyle?" " Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden yaktığını da bilmiyorum." " Peki dedi üsteğmen. "Gidebilirisin Kınalı Ali." O günden sonra Ali'nin adı Kınalı Ali oldu. Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı. Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı. Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi. " Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum. Ama okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?" Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi. " Sen söyle biz yazalım" dediler. Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de Söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu. " Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin." Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir tümcesi ile bitiriyordu. Tam zarf kapatılırken Ali " iki üç satır daha ekleteceğini" söyleyerek Mektubun sonuna şunları yazdırdı. " Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, Burada komutanlarım da, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet'e gelecek, Onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım." Gelibolu'da savaş giderek şiddetleniyordu. ingilizler kesin sonuç almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer, birer, sonraları beşer,beşer, Onar, onar şehit oluyorlardı. Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor, onlarında sayıları giderek azalıyordu. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali'nin komutanı bu durum karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Genç erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah'a dua ediyordu. Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları, komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler.Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile, bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye hayır, bile,bile ölüme gidiyorlardı. O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Ali'nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali'ye anne, babasından mektup geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya başladı. Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu. " Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme." Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra "şimdi * sana diyeceği var" diyerek sözü ona bırakıyordu. Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali'nin anasının ağzından yazılmıştı şöyle diyordu anası: " Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde üç işe kına yakarlar; 1 - GELİNLİK KIZA, GİTSİN AİLESİNE, ÇOCUKLARINA KURBAN OLSUN DİYE 2 - KURBANLIK KOÇA, ALLAH'A KURBAN OLSUN DİYE 3 - ASKERE GİDEN YİĞİTLERİMİZE, VATANA KURBAN OLSUN DİYE... Gözlerinden öper, selam ederim. Allah'a emanet olun " Ali'nin mektubu okunurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken, hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu... " (Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesindedir.)
  11. Şehitlerimiz......

    Ben Bir Şehit Oğluyum Bir hainin kurşunu aldı babamı benden, Uyuyormuşum o gittiğinde sıcak yatağımda, bütün uyuyanlar gibi sessizce… Yüzünde garip bir mutluluk varmış, anamla vedalaşırken… Sanki düğüne gidiyor gibiydi dedi anam… Öp demiş çocuklarımı uyandıklarında, ben kıyamadım uyandırmaya hanım, sen öp… Anam öptü mü o gün beni bilmem ama, ben baban şehit olmuş dediklerinde, babamı son kez gören o anamın gözlerini, belki de yüzlerce kez öptüm… Yağmura hasret çorak toprak gibiyim şimdi… Hasretim bitmek bilmiyor… El sürdüğü yerlere ellerimi sürüyor, Kokusu kalmıştır diyerek belki, eşyaları kokluyorum… Örtülerin altında ağlıyorum anamdan habersiz geceleri, “Allah’ım, beni babama kavuştur” diyorum “Babama kavuştur, ama onun gibi…” Biliyorum herkese nasip olmaz şehitlik. Mutluyum o yüzden, Ama söz dinlemiyor yüreğim, Özlüyor, onu , çok özlüyorum…. Ben bir şehit oğluyum, Bu vatan , bu bayrak, bu toprak için Şehit oldu benim canım babam… Mertçe, yiğitçe, erkekçe… Ben uyurken, birileri uyurken huzur içinde, sessizce… Gün gelsin Allah’ım artık, Şehit oğlu şehit desinler artık bana da, Vatan için, namus için, bayrak için öleyim Vatan sağolsun desin anam, vatan sağolsun Toprak sarsın beni, ben babamı sarayım…
  12. Şehitlerimiz......

    Bak ana asker oldum, Bak Anam Mehmet Oldum Ana sölerdim ya sana askere gidiyim, koruyum şu vatanı, üstüne yürüyüm şu düşmanın diye. Söylerdim ya ana,oldu işte. Bak bugün askerim ana elimde silahım, bak bugün yastayım ana vatanım veriyor şehit, Bak bugün mutluyum ana vatanım hür,rahat diye. Yarimde mutlumu,yastamı ve bekler mi beni ana? Ana anlatırlarya ben küçükken; oğlum asker ocağı ana kucağı değil diye. Ana ben burda kendimi kucağındaymışım gibi hissediyorum.Şartlar ağır ama,beni mutlu eden vatanımın rahat olması ana!Anam sen rahat ol ben burda seni koruyorum ANA!!!
  13. Bir Askerin Annesine Yazdığı Şiir

    Bir Askerin Annesine Yazdığı Şiir Oğlun Şehit... çatma kaşını Anne Metin ol da dik tut başını Anne Gel; öp... kokla... mezar taşımı Anne Akıtma gözünden yaşını Anne Olsa da bu dünyada gönlün ezik Eğilme kimseye tut başını dik Bu duygular bize tanıdık bildik Akıtma gözünden yaşını Anne Ölüm vaktin gelsin kavuşacağız Albayrak altında buluşacağız Mahşerde birleşip sarılacağız Akıtma gözünden yaşını Anne Bitmedi soysuzlar ona yanarırm Dökülen bunca masum kana, yanarım Öldüğüme değil, sana yanarım Akıtma gözünden yaşını Anne Bizler bedeni olmayan diriyiz Şanlı Peygamlerin Askerleriyiz Kanımızla vatanın vergileriyiz Akıtma gözünden yaşını Anne Ya devlet başa ya kuzgun leşe Vermeyiz kimseye vatanı beleşe Hele hele üç beş soysuz gebeşe Akıtma gözünden yaşını Anne Siyasiler çıkar adlı oyunda Oyunlar oynandı hep bizim kanda Babam, gardaşlarım, yarim bir yanda Akıtma gözünden yaşını Anne Oyunlar oynanıyor kanımızda Feryatlar kopar yürek kapımızda Cenazede olurlar yanımızda Akıtma gözünden yaşını Anne Sen Şehit Anasısın gurur duy Anne Bugün bizim için hem şölen hem toy Anne Türk; tarihe yön veren o asil soy Anne Akıtma gözünden yaşını Anne Yazan : Nazmi Urhan...
  14. Baba Ben Şehit Oluyorum

    Baba Ben Şehit Oluyorum Şehit Er Oğuz Parparoğlu Şırnak Uludere’de teröristlerle çıkan çatışmada şehit düşen Jandarma Er Oğuz Parparoğlu’nun cenazesi dün İstanbul’da toprağa verilirken, şehit erin son sözleri yürek dağladı. Amcasının verdiği bilgilere göre, çatışma öncesi babasıyla cep telefonundan görüşen Parparoğlu, “Baba arkadaşlarımın hepsi şehit oldu. Ben de yaralıyım, ölüyorum. Hakkınızı helal edin. Anneme haber verme üzülür.” der. Şehit er daha sonra cep telefonunu elinden düşürür. Babası ise uzun süre telefondan çatışma seslerini dinler. Acılı aile sabaha kadar oğullarından gelecek ‘yaşıyor’ haberini umutla bekler. ‘Belki yaralıdır, konuşamamıştır.’ diyerek teselli bulur. Ancak, sabah saatlerinde gelen askeri erkan, er Oğuz Parparoğlu’nun şehadet haberini verir. Şırnak’ın Uludere ilçesinde teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan Jandarma Er Oğuz Parparoğlu dün Levent Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda törenle toprağa verildi. Tören sırasında şehit erin yakınları gözlaşlarını tutamazken, kardeşi Filiz Parparoğlu’nun, ağabeyinin taputuna sarılarak uzun süre ağlaması herkesi duygulandırdı. Şehit yakınlarının gözyaşlarına boğulduğu törende dede İbrahim Parparoğlu da, “Oğlumuz vatana feda olsun.” derken yetkililere seslenerek; “Biz ağlıyoruz; başka anneler, babalar ağlamasın. Bu son olsun.” ifadelerini kullandı. Bu arada Jandarma Er Oğuz Parparoğlu’nun çatışma öncesi aradığı babasıyla cep telefonuyla görüştüğü öğrenildi. Amca Halil Parparoğlu, şehit er ile babası arasında geçen konuşmayı Zaman’a şöyle anlattı: ‘Gece saat 10.00 sularında babasıyla annesi işyerinde çalışırken babasını cep telefonundan aramış. Babası telefona bakınca şaşırmış bu saatte Oğuz nasıl arıyor diye. Oğuz, ‘Baba arkadaşlarımın hepsi şehit oldu ben de yaralıyım ölüyorum. Hakkınızı helal edin. Anneme haber verme’ demiş.”Amca Parparoğlu, bu kısa konuşmanın ardından şehit erin telefonunun elinden düştüğünü söyledi. Baba Parparoğlu’nun uzun süre telefondan makineli tüfek ve çatışma seslerini dinlediğini anlatan amca Parparoğlu, “Bizim haberimiz olduktan sonra sabaha kadar ümitle bekledik. Belki yaralıdır konuşamamıştır diye düşündük. Ama sabah saatlerinde askerî erkan gelerek Oğuz’un şehadet haberini verdi.” dedi. Ailenin tek erkek çocuğu olan şehit er Oğuz Parparoğlu geçen ay 15 günlük izin kullanmış. Bir hafta önce tekrar birliğine dönen Parparoğlu, izin süresince babasının yerine çalışarak onu dinlendirmiş. Amca Parparoğlu, şöyle konuştu: “Oğuz varlıklı bir ailenin çocuğu değil. Babasının bir çorap atölyesi var. İzine geldiği zaman, ‘Baba sen çok yoruldun dinlen, ben çalışırım.’ diyerek 15 gün boyunca çalıştı, babası da dinlendi. İzin süresi dolunca da birliğine döndü. Kısa süre sonra da şehadet haberi geldi.” 12 ay önce askere giden şehit er Parparoğlu’nun terhisine 3 ay kalmıştı. 21 yaşındaki Parparoğlu’nun Elif ve Filiz adında iki kız kardeşi bulunuyor. Şehit Parparoğlu için Levent Camii’nde düzenlenen cenaze törenine ailesi ve yakınlarının yanı sıra Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu, 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Ethem Erdağı, Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanı Koramiral Emin Murat Bilgel, Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Eşref Uğur Yiğit ve askerî yetkililer katıldı. Cenazeye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök çelenk gönderdi.
  15. Herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimiz (sav)’e yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı. Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir. Herkes gibi Peygamberimiz (sav) de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır. Bunun yanında, Peygamberimiz (sav) insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı. Peygamberimiz (sav)’in yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi. Peygamberimiz (sav)’in bir başka latifesini de Enes bin Mâlik'ten dinleyelim: "Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimiz (sav)’e her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber (sav) Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu: "Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz." "Peygamberimiz (sav) Zahir'i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı. "Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber (sav) Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı. "Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın' diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz (sav) olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimiz (sav)’in göğsüne iyice dayamaya başladı. "Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber (sav) Efendimiz yüksek sesle: "Bu köleyi satıyorum, var mı alan?' diye seslenmeye başladı. "Zahir boynu bükük, mahzun bir halde: "Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz' deyince Peygamber (sav) Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin' buyurdu." Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimiz (sav)’e gelerek: "Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi. Peygamber (sav) Efendimiz: "Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı. Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı. Peygamber (sav) Efendimiz, Sahabîlere: "Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.) Peygamberimiz (sav) kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, kalplerini kazanırdı. Enes bin Mâlik anlatıyor: "Bir gün adamın biri Peygamber (sav) Efendimizin huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi. "Peygamberimiz (sav) ona, 'Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?' diye takıldı. "Adamcağız, 'Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?" "Peygamber (sav) Efendimiz gülerek: "Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?' buyurdu." Peygamberimiz (sav)’in dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber (sav) Efendimize gelir ve onu evine davet eder: "Yâ Resulallah, beyim sizi davet ediyor." "O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?" "Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulallah!" "Evet, gözlerinde beyazlık var." "Vallahi yok yâ Resulallah." "Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın." DEVEYİ KESTİRDİLER. Sahabîlerin içinde Nuayman adında çok şakacı birisi vardı. Yaptığı şakalar bazen aşırıya kaçardı. Fakat yine de Peygamberimiz (sav) onu anlayışla karşılardı. Bir gün çölde yaşayan bedevi Araplardan birisi Peygamberimiz (sav)’i ziyarete gelmişti. Devesini Mescidin avlusuna bağlayıp içeri girmişti. Sahabîlerden birisi deveyi görünce Nuayman'a: "Şu deveyi kessen de etini yesek, eti çok özledik. Nasıl olsa Peygamberimiz (sav) devenin parasını ödeyecektir." Nuayman da itiraz etmedi ve deveyi yere yatırdı, kesti ve başladı yüzmeye. Devenin sahibi Peygamberimiz (sav)’in huzurundan çıkınca bir de ne görsün, devesinin derisi yüzülüyor. "Eyvah! Devemi kesmişler" diye feryada başladı. Peygamber (sav) Efendimiz dışarı çıktı: "Bunu kim yaptı?" diye sordu. "Nuayman yaptı" dediler. Nuayman kaçmıştı. Peygamber (sav) Efendimiz Nuayman'ın peşine düştü, aramaya koyuldu. Sonunda Duabaa adında bir kadının evinin bahçesinde buldu. Nuayman evin avlusundaki çukura girmiş, üzerini de hurma ağacı yaprağı ile örtmüştü. Peygamberimiz (sav) eve girince birisi bir taraftan yüksek sesle: "Biz onu görmedik" diyor, bir taraftan da parmağıyla Nuayman'ın saklandığı çukura işaret ediyordu. Peygamberimiz (sav) gitti, onu çukurdan çıkardı. Nuayman'ın yüzü gözü toz toprak içinde kalmıştı. Peygamberimiz (sav) sordu: "Niçin böyle yaptın?" Nuayman: "Yâ Resulallah, size burada olduğumu söyleyenler yaptırdılar bana..." Peygamber (sav) Efendimiz bir yandan Nuayman'ın yüzünü gözünü siliyor, diğer yandan da gülüyordu. Peygamberimiz (sav) daha sonra deve sahibine devesinin parasını ödedi ve işi tatlıya bağladı. Peygamber Efendimiz, Allah'ın elçisi olması dolayısıyla ciddi, vakarlı, ağırbaşlı, heybetli bir insandı. Bu hali zaten normaldi. Çünkü taşıdığı görev, üstlendiği vazife bunun gereğiydi. Ancak her haliyle o da bir insandı. Hem de çok cana yakın... Herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimize yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı. Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir. Herkes gibi Peygamberimiz de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır. Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: "Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile olsa lüzumsuz tartışmayı bırakmadıkça tam inanmış bir mü'min olamaz." Peygamber Efendimiz bir yandan yeri geldikçe şaka yaparken, diğer yandan da Sahabîlerin yersiz şaka yapmamaları konusunda uyarıda bulunurlardı. "Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, bir söz verip de tutmamazlık etme." Etrafındakiler sordular: "Yâ Resulallah, siz de şaka yapıyorsunuz." Çelişkili gibi görünen bu durumu Peygamberimiz şöyle cevapladı: "Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim." Bunun yanında, Peygamberimiz insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı. Peygamberimizin yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi. Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onlarla ilgilenir, sevindirirdi. Çocuklar Peygamberimizden hiç kaçmazlar, nerede görseler hemen yanına gelirler, çevresini sararlardı. Enes bin Mâlik anlatıyor: "Peygamber Efendimiz insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim Ebû Umeyr adında küçük bir kardeşim vardı. Peygamber Efendimiz bizim eve gelerek onu gördüğünde, "Ebû Umeyr'i üzgün görüyorum, sebebi nedir?" "Babam, 'Yâ Resulallah, oynadığı nugayr kuşu öldü' dedi. (Nugayr, serçeye benzeyen kırmızı gagalı bir kuştur.) "Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Ebû Umeyr'i ne zaman görse; "Ebû Umeyr ne oldu senin nugayr?' diye takılırdı." Hazret-i Enes'in kendisi de Peygamberimizin hizmetine on yaşlarında iken girmişti. Bir defasında Efendimiz kendisine: "Ey iki kulaklı adam" diye takılmıştı. Peygamberimiz aile içinde mükemmel bir eş, şefkatli ve sevimli bir babaydı. Zaman zaman eşleriyle de şaka yapar, onlarla olan samimiyetini geliştirirdi. Hazret-i Âişe genç ve zeki bir hanım olduğu için Peygamberimiz ona ayrı bir ilgi gösterirdi. Hazret-i Âişe anlatıyor: "Ben zayıf, ince belli genç bir hanımdım. Bir seferde Peygamberimizle birlikte bir yolculuğa çıktım. Peygamberimiz bir yerde Sahabîlere: "Siz ilerleyin" dedi. Onlar gidince ikimiz arkada yalnız başına kaldık. Bana: "Gel seninle yarışalım" dedi ve koşmaya başladık. Ben kendisini geçtim. "Aradan birkaç yıl geçmişti. Yine onunla birlikte bir yolculukta iken bir yerde Sahabîlere: "Siz ilerleyin" dedi ve ikimiz yalnız kaldık. "Gel yarışalım" dedi. O zamanlar ben kilo almıştım. Önceki yarışmayı da unutmuştum. Koşmaya başladık. Fakat bu sefer de o beni geçti. Gülümseyerek: "Bu defaki benim seni geçişim, o gün beni geçişine bedel olsun' buyurdu." Peygamber Efendimizin kendi aile içindeki bir latifesini de Numan bin Beşir rivayet ediyor: "Bir gün Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber Efendimizin huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı Âişe'nin Efendimize bağırdığını işitti. "Resulullaha nasıl bağırırsın?' diye elini kaldırarak bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz bırakmadı. Ebû Bekir kızgın olarak ayrıldı, çıktı. "Ebû Bekir çıktıktan sonra Peygamber Efendimiz Âişe' ye: "Gördün mü, seni nasıl kurtardım adamın elinden...' dedi. "Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebû Bekir tekrar müsaade isteyerek Peygamberimizin huzuruna girdi. Bu sefer Efendimizle Âişe'yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimize dönerek şöyle dedi: "Beni nasıl kavganıza kattıysanız, barışınıza da katar mısınız?" "Peygamberimiz: "Kattık, kattık' buyurdu." Peygamberimizin aile içinde şöyle bir latifesi de olmuştu: Adamın biri Peygamberimizin amcasıoğlu Abdullah bin Abbas'a sordu: "Peygamber Efendimiz şaka yapar mıydı?" "Evet, yapardı." "Şakalarından bir örnek verir misiniz?" "Bir gün hanımına bol bir elbise giydirdikten sonra; "Güle güle giy, Allah'a şükret ve gelinler gibi yerde sürü' diye takıldı." Peygamberimiz kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, kalplerini kazanırdı. Enes bin Mâlik anlatıyor: "Bir gün adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi. "Peygamberimiz ona, 'Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?' diye takıldı. "Adamcağız, 'Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?" "Peygamber Efendimiz gülerek: "Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?' buyurdu." Peygamberimizin dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelir ve onu evine davet eder: "Yâ Resulallah, beyim sizi davet ediyor." "O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?" "Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulallah!" "Evet, gözlerinde beyazlık var." "Vallahi yok yâ Resulallah." "Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın." Peygamberimizin buna benzer bir latifesini Hasan-ı Basrî Hazretleri rivayet ediyor: Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek: "Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi. Peygamber Efendimiz: "Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı. Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı. Peygamber Efendimiz, Sahabîlere: "Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.) Peygamberimizin bir başka latifesini de Enes bin Mâlik'ten dinleyelim: "Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu: "Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz." "Peygamberimiz Zahir'i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı. "Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı. "Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın' diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı. "Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle: "Bu köleyi satıyorum, var mı alan?' diye seslenmeye başladı. "Zahir boynu bükük, mahzun bir halde: "Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz' deyince Peygamber Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin' buyurdu." • • • Avf bin Mâlik anlatıyor: "Tebuk savaşında Peygamberimizin huzuruna gittim. Deriden yapılmış bir çadırın yanındaydı. Kapıdan selâm verdim. Selâmımı aldı ve bana: "Buyur, gir' dedi. "Bütün vücudumla mı gireyim?' dedim. "Bütününle gir' dedi ve girdim. "Çadır küçük olduğu için Avf şakayla, 'Bütün vücudumla mı gireyim?' demişti." Böylece Peygamberimiz şakaya şakayla karşılık vermişti. ALINTI
  16. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    SEVGİYLE.. Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin Tekkede , manastırda eremezsin Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada Cennetin cehennemin üstündesin Bir sır daha var , çözdüklerimden başka Bir ışık daha var , bu ışıklardan başka Hiç bir yaptığınla yetinme , geç öteye ! Bir şey daha var , bütün yaptıklarından başka ÖMER HAYYAM
  17. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    RÜBAİLER (31 RÜBAİ ) Ey bütün bir evrenin En seçkin yaratığı olan sen! Sen ki; İki gözümden ve canımdan Daha da azizsin. Ey güzel kimse! Candan aziz birşey yoktur. Sen bana; Candan da yüz kere daha azizsin. *** Ey hoca! Yalnız bir dileğimizi yerine getir. Konuşma. Kes sesini. Allah'la aramıza girme. Biz doğru yoldayız. Yalnız sen, Bu yolu eğri görüyorsun. Git... Gözlerini tedavi ettir. Ya da rahat bırak bizi. *** Kalk gel! Hatırımız için gel. dileğimizce bir zorumuzu hallet. Bir testi şarap getir. Ki, vücudumuzun toprağından Testi yapılmadan önce Kana kana testiden içelim. *** Ben öldüğümde; Beni şarap ile yıkayınız. Telkin yerine; Şarap dökünüz mezarıma. Kadehleri ve şarabı öven Şiirler okuyunuz baş ucumda. Eğer, kıyamette Beni bulmak isterseniz; Meyhane kapısının Toprağından koklayınız beni. *** Şarap içmediğin için, Sarhoşlara sövme. Eğer Allah tövbe verirse, Ben sadece Şarap içmemek için tövbe ederim. Sen; Şarap içmemekle övünüyorsun. Ancak; Öyle ayıp işler ediyorsun ki, Şarap onların yanında Yüz kere zemzemle yıkanmıştır. *** O kadar çok, O kadar çok şarap içeyim ki; Beni gömdüklerinde Şarap kokusu gelsin mezarımdan Ziyaretime gelen çakırkeyf dostlar, Yıkılasıya içmiş gibi olsunlar. *** Şarap, şarkılar, çalgıcılar ve ben Bu harap köşede beraberiz Rehin etmişiz canımızı şarap için. Rehin etmişiz gönlümüzü, elbisemizi. Vazgeçmişiz rahmet umudundan, Azap korkusundan... Ve kurtulmuşuz Yel, toprak, ateş, su korkusundan. *** Bu gün, Benim gençlik nöbetimdir, Aşk şarabı içerim. Zira benim mutluluğum bundandır. Acıdır diye kötülemeyiniz, O, hoştur. Onun acılığı, Benim saflığımdandır. *** Ey gönül! Madem ki, senin nasibin Daima kanamak ve Her gün başka durumda olmaktır, Ve ey can! Sonuçta bir gün çıkıp gideceksen, Bu bedende Ne diye geldin? *** Bizim dergahımızda Sahte para geçmez. Süpürge bizim darphanemizi Temiz süpürmüştür. Meyhaneden bir efendi dedi ki; "Şarap içmeye bak. Zira senin dalacağın Sonsuz uyku anında Nice asırlar gelip geçecek." *** Boyun eğeceksin, Doğa kanunları önünde. İşe yaramaz başka bir şey... İnsanların önünde, Gösteriş ve riyadan başka Bir şey fayda etmez... Kül ettim aklın düşünebildiği her şeyi. Lakin; Doğa'nın emirlerine çaresiz kaldım. *** Eğer, bir yabancı Sana vefakarlık ederse Onu akrabadan kabul et. Eğer; akraban sana Vefasızlık ederse Onu düşman kabul et. Eğer, zehir sana Şifa verirse panzehir say. Eğer bal seni hasta ederse Arı soktu kabul et. *** Hiçbir yürek yoktur ki; Senin ayrılığınla kanlar içinde olmasın. İyi gören hiçbir kimse yoktur ki; Sana gönül vermiş olmasın. Senin yüreğinde, Hiçbir kimsenin düşüncesi olmadığı halde, Hiçbir kimse yoktur ki; Senin sevdan ile meşgul Ve Yanıp tutuşmuş olmasın. *** Sen lalenin Nevruz'da yaptığı gibi Fırsatın olursa eğer Lale yanaklı bir dilberle Beraber ol. Kadehi eline al, Sevinç ile şarap iç. Zira hayat; Bir rüzgar darbesi gibi Mavi göğün altında Seni altına alıp Eziverir ansızın. *** Ey Hayyam! İşlediğin günaha Bu kadar hüzne gerek var mı? Gam çekmekten ne umarsın? Günah işlemeyene Tanrı bağışlaması olmaz. Tanrı bağışlaması Günah için gelmiştir. Bir şey yok Üzülecek, korkacak. *** Canan! Ömrümüzün sonunda Vefasız bir aleme ulaşacağız. Nelere sahip olursak olalım, Çok şeyler arayacağız bıraktığımız. Senin yüzün gibi Ay'ı Nereden bulacağım? Doğru söylüyorum, Senin boyun gibi Servi de yoktur alemde. *** Uyuyordum. Rüyamda bir bilgin dedi ki: "Uyku kime ışık saçtı? Kimin sevinç gönlünü açtı? Ölüme benzeyen bir işi yapma. Şarap iç. Zira toprağın altında Uyumaya çok vaktin olacak." *** Şarap kasesini benim elime koy. Zira; Gönlümde hararet var. Ve bu ömür akıp kaçıp gidiyor. Kalk! Talih ve mutluluk Rüya gibi bir sırdır. Kalk! Gençlik ateşi Su gibi akıp gidiyor. *** Ne cehennemi hak ettim, Ne cennete layığım. Benim toprağımı ne ile yoğurduğunu Allah bilir. Fakir, kafir, çirkin, fahişe gibiyim. Ne dinim var ne dünyam. Ne de; Cennet umudum var. *** Benim şarap içmem Keyiften değildir. Ara bozmak, Din ve terbiyeyi terk etmek için de değildir. İsterim ki, Arada bir nefes alayım. Şarap içmem; İşte bu sebepledir. *** Ey candan azizim! Madem ki; Bu cihan seni kederlendiriyor. Madem ki; temiz ruhun Bir gün ansızın teninden ayrılacak, Senin toprağında Çimenler yükselmeden evvel, Gönlünün arzusunca eğlen. Bir çemenzarda otur. *** Eğer; Akıl gözünü açarak bakarsan, En çok emniyette saydığın kimseyi Kendine düşman görürsün. Bu zamanda, özellikle Az dostun olsun. zaman ehliyle, Uzaktan sohbet iyidir. *** Gözünü aç! Birgün canından ayrılacaksın. Hüdanın, Esrar perdesinin arkasına gideceksin. Aşk şarabı iç ki; Nereden geldiğini bilmeyesin. Sarhoş ve neş'eli ol ki, Nereye gideceğini bilmeyesin. *** Ben şarap içerim Muhalifler soldan sağdan; "İçme! Şarap dinin düşmanıdır" derler. Madem ki; Şarabın din düşmanı olduğunu öğrendim, Vallahi içerim, billahi içerim Helaldir düşmanın kanını içmek. *** Hayal sermayesi eksik olan her gönül çaresizdir. her gün; Pişmanlığın ve acımanın Kardeşidir, arkadaşıdır. Endişelerden kurtulmuş, Sevinçli bir gönülden başka Dünyada ne varsa Hepsi üzüntü sebebidir. *** Allah benim yaradılış ruhumu yoğururken Amelimin ne olacağını biliyordu. Bana yakışmayan günahları, Ben onun ilmi, onun rızası ile işliyorum. O halde kıyamet günü Beni cehennemde yakmasının Mantıklı sebebi acaba nedir? *** Ömür geçtikten sonra Acı olmuş, tatlı olmuş Ne önemi var. Can, dudağa geldiğinde Nişabur'da olmuşsun, Belh'te olmuşsun ne farkı var. muhabbet şarabı iç. Çünkü; Benden ve senden sonra ay, hilalden dolunaya, Dolunaydan hilale inip çıkıp duracak. *** Madem ki; Cihanın bütün hallerinden haberdarsınız. Ey gafiller! Dünyanın işvesine aldanmayınız. Ve aziz ömrünüzü Heder etmeyiniz. Haydi! Vakit kaybetmeksizin Muhabbet şarabı içiniz. *** Muazzez arkadaşlarım. Bana gıdayı şaraptan yapınız. Bu kehribar gibi olan yüzümü, Yakut gibi yapınız. Öldüğüm zaman beni Şarap ile yıkayınız. Mümkünse tabutumun tahtasını Asma ağacından yapınız. *** Allah bize Cennetinde şarap vaat etti. İş bu merkezde iken Bu dünyada şarabı Nasıl yasak eder, haram eder? Bir gün, sinir halinde bir arap, Hamza'nın dişi devesine nişan almış ve vurmuş. Bizim peygamberimiz şarabı O araba yasak etmiş. *** Evvela; Benim rızam olmaksızın Dünyaya getirildim. Hayatta; Hayretimden başka bir şeyim artmadı. Sonra yine elimde olmadan Bu dünyadan göçeceğim. Gelmekten, kalmaktan, göçmekten Maksat ne? Hala anlamış değilim. ÖMER HAYYAM
  18. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    RÜBAİ Dünyada akla değer veren yok madem, Aklı az olanın parası çok madem, Getir şu şarabı, alın aklımızı: Belki böyle beğenir bizi el alem! --------------------------------------------------------------- RÜBAİ İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez: Bunlar için didinmene bir şey denmez. Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış: Bu güzelim ömrünü satmaya değmez. ---------------------------------------------------------------- RÜBAİ Neylesem bu benim iç kavgalarımla? Pişmanlığım, kendime düşmanlığımla? Sen bağışlasan da ben yerim kendimi: Neylesem bu yüzkaram, bu utancımla? ------------------------------------------------------------------ RÜBAİ Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin Tekkede, manastırda eremezsin. Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada Cennetin, cehennemin üstündesin. --------------------------------------------------------------------- RÜBAİ Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce; Halden anlar bir dost gelip falı görünce: Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin: Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece. ---------------------------------------------------------------------- RÜBAİ Ben olamayınca bu güller bu selviler yok Kızıl dudaklar mis kokulu şaraplar yok Sabahlar , akşamlar , sevinçler , tasalar yok Ben düşündükçe var dünya , ben yok o da yok ------------------------------------------------------------------------ RÜBAİ Kim senin yasalarını çiğnemedi ki söyle Günahsız bir ömrün tadı ne ki söyle Yaptığım kötülüğü, kötülükle ödersen sen Sen ile ben aramda ne fark kalır ki söyle ÖMER HAYYAM
  19. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    KUL OLUP BİR GÜZELE Kul olup bir güzele gönülden Geçtik her bağdan , her tövbeden Herkes koyu müslüman döner Biz putperest döndük kabeden --------------------------------------------------------------- NİCELERİ GELDİ Niceleri geldi neler istediler Sonunda dünyayı bırakıp gittiler Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenlerde hep senin gibiydiler Bu dünya kimseye kalmaz bilesin Er geç kuyusunu kazar herkesin Tut ki , Nuh kadar yaşadın zor bela Sonunda yok olacak sen değil misin ? ----------------------------------------------------------------- ÖMÜR KERVANI Bu ömür kervanı bir tuhaf gelir gider Kazancın yaşamasını bildiğin günler Saki, bırak şu yarını düşünenleri Geçti gidiyor gece, geçmeden şarap ver ------------------------------------------------------------------- PERGEL Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz İki başımız var, bir bedenimiz Ne kadar dönersem döneyim çevrende Er geç başbaşa verecek değil miyiz? ------------------------------------------------------------------- YÜREK. . Bir yürek ki yanmaz yürek denir mi ona Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana Bir günü sevgisiz geçirdinse yazık En boş geçen günün o gündür inan bana ÖMER HAYYAM
  20. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    KİM GÖRMÜŞ Kim görmüş o cenneti, cehennemi? Kim gitmiş de getirmiş haberini? Kimselerin bilmediği bir dünya Özlenmeye, korkulmaya değer mi? Dert içinde sevinci bul da yaşa; Haksız düzende haklı ol da yaşa; Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın, Varından, yoğundan kurtul da yaşa. Bulut geldi; lalede bir renk bir renk Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek. Şu seyrettiğin serin yeşillikler Yarın senin toprağında bitecek. ÖMER HAYYAM
  21. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    GÜL BAHÇESİ Gece gül bahçesinde ararken seni Gülden gelen kokun sarhoş etti beni Seni anlatmaya başlayınca güle Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi. -------------------------------------------------------------- GÜLÜMSE Durmadan kurulup dağılan bu yerde Hiç bir dost arama. Güvenilir bir sığınak, hiç! .. Bırak acı yüreğinde konaklasın Olmaza çare arama... Kimse sana gülmeden sen acıya gülümse, Yaşamana bak! ------------------------------------------------------------------ HACI OLMAK YETMEZ Adil davranmadıktan sonra Hacı hoca olmuşsun kaç para Hırka , tesbih , post , seccade güzel ama Tanrı kanar mı bunlara ÖMER HAYYAM
  22. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    DAL GONCAYI BİR SABAH Dal goncayı bir sabah açılmış buldu, Gül melteme bir masal deyip savruldu Dünyada vefasızlığa bak; on günde Bir gül yetişip, açıp, solup kayboldu. Sen acırken bana, hiç bir günahımdan korkmam Benle oldukça; yokuş, engebe, yoldan korkmam Beni ak yüzle diriltirsin a Tanrım, bilirim; Defterim dolsa da suçlarla, siyahtan korkmam. ÖMER HAYYAM
  23. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    ÇEMŞİT Yıkık bir saray bu dünya dedikleri Gece ve gündüz atlarının durak yeri Yüz Çemşit'ten arta kalmış bir dünya bu Yüz Behram kendinin sanmış bu gökleri ------------------------------------------------------------------- DOSTLARIM Dostlarımdan korkarım Dostlarım Ama ben Dostlarımdan korkarım -------------------------------------------------------------------- ELİMDE OLSA Elimde olsa bu dünyayı küçümserdim İyisine de kötüsüne de yuh çekerdim Daha doğrusu bu aşağılık yere Ne gelirdim ne yaşardım ne ölürdüm ---------------------------------------------------------------------- EY KÖR!.. Ey kör!Bu yer, bu gök, bu yıldızlar,boştur boş! Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş! Şu durmadan kurulup dağılan evrende Bir nefestir alacağın, o da boştur boş! ------------------------------------------------------------------------ GEÇMİŞ OLAN DÜN geçmiş olan dünden hiç yad etme yarın da gelmemişken feryad etme düşünme geleceği de geçmişi de şimdi şen ol da yaşamı berbad etme --------------------------------------------------------------------------- GELDİMSE Geldimse bu dünyaya ne bulmuş dünya Gitsem de eğer kıymeti eksilmez ya ! Bir kimse çıkıp da anlatıp söylemedi Gelmekte ve gitmekteki hikmet ne ola? ---------------------------------------------------------------------------- GENÇLİK BİR KİTAPTI OKUDUK Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti; Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi. Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş? Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti? ÖMER HAYYAM
  24. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    BUGÜN Bu gün benim gibi sevdalı var mı? Bu gün benim gibi deli? Yerlere serilmiş yüreği kan içinde. Ben değilsem kim şu adam? Bir zamanlar vardım , ben bendim. Bu gün var olan neyin nesi? ----------------------------------------------------------------- CAN YOLDAŞI .. Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler Ecel çiğnedi hepsini birer birer Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler ------------------------------------------------------------------- CANIMIZ Tenden çıkagörsün hele bir kez canımız , Tuğlayla kapar üstümüzü, dostlarımız Bir başkasının kabrini örtsün diyerek Bir günde bizim, tuğla olur toprağımız . ------------------------------------------------------------------- CENNET CEHENNEM Sevgiyle yoğurulmamışsa yüreğin, Tekkede manastırda eremezsin. Bir kez gerçekten sevdinmi bu dünyada, Cennetin, Cehennemin üstündesin. ---------------------------------------------------------------------- CENNETTE HURİLER VARMIŞ KARA GÖZLÜ Cennette huriler varmış, kara gözlü İçkinin de ordaymış en güzeli Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz Bak bir yanda şarap, bir yanda sevgili.. ------------------------------------------------------------------------- ÇEKMEYİZ Çekmeyiz aşağılık dünyanın gamını Özleriz gül rengi şarabın canını Şarap dünyannın kanı dünya ise kanlımız Niçin içmeyelim kanlımızın kanını ÖMER HAYYAM
  25. Ömer Hayyam Şiirleri Ve Dörtlükleri

    ARKADAŞ DÜNYA İÇİN arkadaş dünya için boş yere üzülme şu hurda dünya için gereksiz yere üzülme var olan zaten geçti yok da ortada yok şen ol da var için yok için üzülme --------------------------------------------------------------------- AŞK VE KALP Bir kalb ki onun sevmesi aldanması yok Tutkunluğu yok , bir güzele yanması yok Bin kez yazık olsun sevisiz yüreğe Aşksız geçecek günlerin faydası yok ---------------------------------------------------------------------- BAYRAM Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık; Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık. Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi: Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık! ------------------------------------------------------------------------- BAYRAM GELDİ Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık; Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık. Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi: Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık! -------------------------------------------------------------------------- BİR KALB Kİ Bir kalb ki onun sevmesi, aldanması yok. Tutkunluğu yok, bir güzele yanması yok. Bin kez yazık olsun sevisiz bir yüreğe, Aşksız geçecek günlerin faydası yok ------------------------------------------------------------------------- BOŞTUR Ey kör bu yer bu gök bu yıldızlar boştur boş Bırak onu bunuda gönlünü hoş tut hoş Durmadan kurulup dağılan bu evrende Bir nefestir alacağın oda boştur ÖMER HAYYAM