Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

Dogru_Yol kullanıcısının paylaşımları

  1. Sevgililer Günü Hatırına

    Hayatınızdaki sevgiliyi bulup ömür boyu mutlu olmak mı istediniz? Başaramadınız mı yoksa? Siz de mi aklınızı kullanamadınız? Duygularınız çok mu hırpalandı kalpten kalbe esir düşmekten? Onu tanıdığınızı sandınız, çok sevip çok bağlandınız demek ki.. O zaman devam eden bir ilişkiniz mi vardı? Kim bilir belki de evliydiniz? Ve siz yeni bir ilişkiye daha girdiniz. (Ne kadar cesursunuz.) Şimdi de iki arada kaldınız diye çok mu acı çekiyorsunuz? Size yakın olan bir dostunuza, bir arkadaşınıza danışmak, fikir almak, onun sizden daha doğru karar vereceğine inanmadınız öyle mi? Hay allah nasıl da unuttum, en akıllı sizdiniz değil mi? Sizi aramıyor sizi sormuyor üstelik aldatıyor da. Bence değmez kafaya takmaya, ağlayıp zırlamaya.. Hiç mi aklınıza gelmedi sizi sevmeyen, sizi saymayan, size gerçekten değer vermeyen birini sevmeye değmez diye? Hem de ona hiç güvenmediniz, bunu hissettiğiniz halde aylarca yıllarca bir de flört edip 'aşkım' dediniz.. (Hayret bir şeysiniz - Eee o zaman haklı yere halt ettiniz.) İnanamıyorum bu doğru mu? Size daha başından yalan söylemişti ve bu defalarca da devam etti öyle mi? Siz bu yalanları bildiğiniz halde, ona inanmayı güvenmeyi sürdürdünüz. Hep bunun bir gün düzeleceğini düşündünüz.. (Aslında siz, hayal ettiniz.) Anlıyorum bir gün nasıl olduysa karşınıza çıktı ve siz 'bu doğru insandır' dediniz onun için, ona çok değer verdiniz 'Hak etmiyorsa şayet onu defterinizden silin' sözünü hiç mi hatırlamadınız? Bence artık siz arkanıza dahi bakmayınız.. Hani 'Geçmişe mazi yenmişe kuzu' denir. Hatırladınız mı? O zaman aklınızın bir duvarına bu lafı yapıştırınız.. Ben sır tutarım bilirsiniz.. Sevgilinizle beraberken dostlarınızı çabuk mu unuttunuz? Keşke sizi ekip giden, duygularınızı hoyratça kullanan bu kişi için, dostunuzu arkadaşınızı boş yere satmasaydınız.. Tabii ki şimdi çok pişman olursunuz. Bilmez miyim, bu sevgiyi siz çok hakkettiniz.. (Şimdilik kader kısmet diyelim..) Üzülmenize ağlamanıza hiç gerek yok.. Lütfen inanın.. Tek değilsiniz bu hikayede.. Herkes laf mı söylüyor şimdi sizin için? Dinlemiyor gibi gözükün o zaman sizde.. Fakat siz yine de içinizin sesini dinleyin, aklınızın bir ucunda tutun size söylenenleri.. Beyninizle ve yüreğinizle bütün yaşanılanları çıkarın çarpın toplayın ve bölme işleminden sonra, sadece kendiniz için ufacık tefecik hatıralar ayırın.. Mesela iki çift tatlı bakış, bir çift tatlı söz ve iki damla da gözyaşı.. Niçin mi? 'Sevgililer Günü Hatırına' Sadece kalbinizin yumuşaması için. ALINTI
  2. Nur İçinde Yatın....

  3. İşte Saçları Beyazlatan Gerçek

    Sayın sümeyye Emeğine sağlık....bilgi için teşekkürler..... Saçlarımda henüz hiç beyaz yok....beyaz ve gür saçı çok severim..... bazen keşke saçlarım bembeyaz olsa diye çok dua etmişimdir ama halen olmadı....herşey vaktiyle yaşanıyor.....
  4. Öğün Atlamak Hastalıklara Neden Oluyor

    Sayın sümeyye Emeğine sağlık.....bilgi için teşekkürler..... Ben hayatım boyunca hep öğün atlıyorum.....çünkü formumu korumam lazım....atladığım öğünler karışık oluyor....yani bazen kahvaltı bazen öğle yemeği bazen akşam yemeği.....ama en önemlisi de akşam yemeğini atlamak lazım....yediğim öğünleride tıka basa yemem ve her zaman formumdayımdır....
  5. Yutkunulmamış Sevdalar...

    Sayın zeynepkrtas Çoook güzeldi.....emeğine sağlık....teşekkürler..... Ah aşığın esması derler. Ah u figan içinde aşıklar esrarlı bir efsun çekerler. Sırlara gark olur aşıkların sevdası, büyür ha büyür… Çağlayan olur, nehirler doldurur deryayı,derya okyanus olur ve hangi aşık yüreğindeki okyanusu bir çırpıda yutkunur.
  6. Aynı Hikaye...

    Sayın zeynepkrtas Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler..... Gerçek aşk insanı ne zaman terk eder? Etmez kızım! Not: Sayfanı aşk şiirleri bölümüne taşıyorum.....
  7. Az Önce...

    Sayın zeynepkrtas Çok güzeldi.....emeğine sağlık.....teşekkürler..... Az önce düştün göz bebeklerimden, uzandın resmimizin üzerine, çöktün dizlerime, döküldün şakaklarımdan. Az önce sensiz o yolları kilometrelere bölerken, süzüldün gözlerimden. Ben seni bırakmsamda zaman bizi ayırır...
  8. Seni Yaşıyorum...

    Sayın zeynepkrtas Çok güzeldi.....emeğine sağlık....teşekkürler..... Seninle bir gün daha bitiyor; Güneşle batıp ayla doğuyorsun odama Kapatıyorum gözlerimi; Karanlığım sen oluyorsun. Bitip tükenmez bir vefayla Her gece geliyorsun rüyalarıma. Uykulardan uyanışım oluyorsun; Ölüme aman vermeyen hummalarla...
  9. Özür...

    Sayın zeynepkrtas Çok güzeldi.....emeğine sağlık....teşekkürler...... Biliyormusun seni unutmadım demek daha zor.. Yada sensiz geçen ömrümü sana adasaydım demek.. Kaderi yaşıyorum görmüyormusun.. Sonlardayım aslında. Seni ilkbaharımda bir yerlerde bırakmışım haberin yok..
  10. Bir Göz Göz Gezdirin Derim .. Pişman Olmayacaksınız .. :)

    Sayın nazoo Muhteşem güzel başarı....emeğine sağlık....teşekkürler......
  11. Aşk Biter ; Acısı Kalır ..

    Sayın nazoo Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler.....
  12. VE HASTALAR KAYBETTİ FARK ÜCRETİ ARTTI

    Size katılıyorum...... Sayın sümeyye Emeğine sağlık....haber için teşekkürler.....
  13. Neyi Yaşamak İstiyorsan Onu Yaşa

    Sayın zeliha Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler..... ÖYLE DEĞERLİYMİŞ Kİ ZAMAN, HEP ACELE ETMEM BUNDAN, ANLADIM. Not: Sayfanı şiir bölümüne taşıyorum.....
  14. Satılık Hayallerim Var

    Sayın zeliha Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler..... Yüreğimde açılmış yaralar dilime dolanmış anlamsız bir şarkı var şimdi.
  15. Şehitlerimiz......

    Şehit Mektubu.......... Sana evlat acısı yaşattığım için beni affet anne! Biliyorum bana kızmıyorsun. Ama içinde yanan ateşle “ağıt” yakıyorsun anne. Ana yüreği bu. Biliyorum yüreğinde kocaman bir kor yanacak bundan sonra. Bayramların bayram olmayacak bensiz. Mezarımın başında geçireceksin tüm bayramlarını. Mezar taşımı temizleyeceksin gözyaşlarınla. Düşman işgaline uğramasın bu topraklar anne. Dayan annem dayan! Ben seni şehitlerin arasında bekleyeceğim. O koca yüreğinde ateş yaktığım için beni affet baba! “Vatan sağ olsun!” derken sesin titreyecek biliyorum baba. Bayrağımıza bakarken “Vatan sağ olsun!” diyeceksin tekrar tekrar… Çocukluğumda bana anlattığın Çanakkale şehitlerine senden selam götüreceğim baba. Beni affet taze gonca gülüm, hayat arkadaşım! Seni genç yaşta dul bıraktığım için. Ben şehit oldum, sen şehit eşi. Dünya hayatında yokluğumun acısını yaşayacaksın belki… Tabutumun başında ağlarken “Doyamadım sana yiğidim!” diyerek gözyaşlarını damlattın tabutuma. Ben sana doydum mu sanıyorsun? Ya senin namusuna leke getirecek alçaklar ülkemi işgal etseydi! işte o zaman ben gerçekten ölmüş olurdum. Sizi “yetim” bıraktığım için beni affedin evlatlarım! O küçük ellerinizi tutup yanaklarınıza bir öpücük daha kondurmak için neler vermezdim. Kokunuz burnumda tüterken şehitlik nasip oldu. Size doyamadım. Sen beni öldü sanma oğlum. “şehitlere ölü demeyin!” diyen Allah, bize ölmeden önce yerimizi gösterdi. Orayı görsen sende bir an önce şehit olmak istersin. Seni orda bekleyeceğim oğlum! inşallah sende şehit olursun! Kolay mı bırakıp gittim sizi sanıyorsunuz. Hepiniz gözümün önünden geçtiniz. “Ben sizi nasıl bırakıp giderim?” diye düşünürken, Hz. Peygamberi gördüm anne. Ellerini açmış beni bekliyordu anne. Ruhumu teslim ederken gideceğim yer gösterildi bana. O ne güzellik! Cennete uçtuğumu anladım. Bakmayın siz cesedimin kan revan içinde kaldığına. Hiç acı çekmedim ben. Dünyada şehitlerden başka hiç kimsenin yaşayamayacağı kadar rahat bir ölüm yolculuğu yaptım. Milletime söyleyin, beni Fatihasız bırakmasın! Mektubu okuduktan sonra, babasının ellerinden öper gibi, mektubu öpüp alnına koyarsa öğrencim, ben onun gözlerinin içine nasıl bakarım? Babasının son mektubunu okurken bile dimdik duran öğrencimin alnından öperken, gözyaşlarımı tutabilir miyim? Bütün şehitlerimizin ruhlarına Allah Rızası İçin fatiha okuyalım............... Bu güller bütün şehit ailelerine omurilik felçlileri ailesinin hediyesi olsun.....
  16. AŞK Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben Perde ardında sen ben dedikodusu var amma... Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun Dünya esen yel üstüne kuruldu.. Varlığımız iki yokluk arasındadır Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin Medresede söz vardır tekkede de hal Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir Bugün zevk etmek elindeyken zevkine bak Yarını düşünmen beyhude bir heves Bir çok kişiden arda kalanlar Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin... ÖMER HAYYAM
  17. Şehitlerimiz......

    Bir Şehidin Yürek Sızlatan Hikayesi Mehmet doğduğunda Türkiye, 1987 yılını yaşıyordu ve Turgut Özal ikinci kere başbakan seçilmişti. O doğduğu zaman herkes seçimleri, oyları, hükümetin kurulmasını konuştuğu için evin büyükleri "Bu çocuk büyüdüğünde herhalde hükümet adamı olacak.'' demişlerdi. Annesinin Eruh'ta şehit olan dayısının oğluna çok üzülmesi onu bir ay erken getirmişti dünyaya. Bir ay erken doğmanın çok riskli olduğunu bilemiyordu tabiî ki. Soluk alıp vermekte zorlanıyor, bu nedenle hayatının ilk günlerinin neredeyse tamamını hastanede geçiriyordu. Herkes onun yaşaması için çok uğraştı, soluk problemine bir de gaz sancıları eklenince, annesinin, babasının, babaannesinin, geceleriyle gündüzleri birbirine karışmıştı. Zaten annesi, hamilelik alerjisi yüzünden aylarca çok büyük sıkıntılar çekmiş, bütün vücudu kaşıntıdan kaynaklanan yaralar içinde kalmıştı. Eyüp Peygamber'in (as) yaraları gibi bütün vücudunu kaplayan yaralara sebep olmuştu hamile kalması. Ama buna değdiğini düşünüyordu. Bebeğin erkek olması, Saliha gelini çok ama çok mutlu etmişti. Bu, çektiği bütün sıkıntıları göğüs gerilebilir hale getirmişti. Büyükleri çocuğun gürbüz olabilmesi için en az iki yıl emzirmek gerektiğini söylemişlerdi; ama sütü kesildiği için ancak 13 ay emzirebilmişti. Bir de erken doğmasından kaynaklanan problemler nedeniyle iyi gelişmediğini, zayıf kaldığını düşünüyordu Saliha gelin. Birisi, "Sabah namazında ballı süt içirirsen gelişir, gürbüz bir çocuk olur." demişti. Bu söz üzerine her gün taze süt bulup oğluna içirmeye başladı. Bunun için her gün iki kilometre uzaklıkta taze süt satan bir kadının evine yürüyor, sütü alıp dönüyordu. Tam dokuz yıl neredeyse her gün o yolu yürüyüp süt aldı kadından. Ve gün doğmadan bal ile karıştırıp Mehmet'e içirdi. Her geçen gün geliştiğini, sağlığına kavuştuğunu gördükçe mutlu oldu. Teşekkür etti Allah'a. Geceleri defalarca uyanır, oğlunu seyreder üzerini açıp açmadığına bakardı. Terlemiş mi diye mutlaka sırtını kontrol eder, eğer terlemişse bütün üzerini değiştirirdi. Mehmet'in bundan hiç haberi bile olmadı. 1992 yılında Aktütün Karakolu'na yapılan baskında 22 askerin şehit edilişini de oğluna süt almak için dışarı çıkmaya hazırlanırken öğrenmişti. Altı yıl önce şehit olan dayısının oğlu aklına geldi. Canı fena halde acıdı. Mehmet, o esnada ablasıyla boğuşuyordu ve ne olduğunu bilecek yaşta değildi, sadece annesinin bir şeye çok üzülmesi dikkatini çekmişti. 1993 yılında da kötü bir rüya görmüş ama kimselere anlatmamıştı. Sıkıntıyla uyanır uyanmaz oğlunun yanına gitmiş ve ona dualar okumuştu. Terleyip terlemediğine baktı, saçlarını okşadı, üzerini örttü. Gün doğduktan sonra 33 ana kuzusu askerin kurbanlık koyunlar gibi şehit edildiği kara haberi yayıldı bütün Türkiye'ye. Bir otobüsle silahsız olarak sevk edilen 33 asker arabadan indirilmiş ve kurşun yağmuruna tutulmuştu. Yüreğindeki sıkıntının sebebinin bu olduğuna hükmetti. Kötü rüyadan 15 yıl sonra, oğlunun şehit haberini almadan önce de böyle bir yürek sıkıntısı basmıştı onu. Yüreği dışarı fırlayacak gibi kasılmış, kasılmış, kasılmıştı. Haberi aldığında da bir daha hiç yerine gelmeyecek şekilde fırlamış gitmişti zaten. Mehmet, 21 yıl önce yine bir şehit haberi yüzünden erken doğmuş, 21 yıl sonra hiçbir şey değişmeden annesinin dayı oğlu gibi şehit olmuştu. Parasızlık yüzünden değiştirilmemiş, muhkem hale getirilmemiş, can güvenliği sağlanmamış ve kimsenin umuru olmamış bir yerde, devlet büyüklerinin gözünde duvar kadar değeri olmayan canını teslim etmişti. Başkasının hayatı çok ucuzdu zaten. Hele Türkiye'de insan hayatından daha ucuz ne vardı ki? Iğsız Paşa, askerin can güvenliğini sağlayacak para bulamamıştı. NOT: Yazıda geçen kahramanların isimleri kurgusal; ama yaşananların tamamı gerçektir. MEHMET KAMIŞ
  18. Askerlerimize Neden Mehmetcik Denir ?

    Askerlerimize Neden Mehmetcik Denir ? Milletlerin tarihlerine şan ve şeref örnekleri veren kahramanlık için çeşitli düşünce ve yorumlar vardır. Bu düşüncelerde çok kere cesaret ile kahramanlık karıştırılmış ve karıştırılmaktadır. Cesaret, insanda sadece manevi bir kuvvet, kahramanlık ise fazilettir. Kahramanlık ruhu ferde ırkından intikal eder. Bir millet yapısı itibariyle kahraman değilse, içinden çıkacak birkaç yiğitle dünya üzerinde özgür yaşamak imkanını bulamaz veya özgürlüğü her savaşta tehlikeye girer. Buna karşı bir milletin cephede savaşan evlatları dünyayı hayretler içinde bırakan kahramanlıklar yaratmışsa hiç şüphe yok ki o milletin yalnız cephede savaşan erleri değil beşik sallayan anaları, okul çağındaki evlatları ve ak saçlı ihtiyarları, sonuç olarak bütünü kahramandır. Türk ordusunun kahraman askerine verilen unvan olarak “Mehmetçik” simgesi, kökenini İslamiyet öncesi Türk medeniyetine kadar uzanmaktadır. Atalarımız daha Orta Asya’dayken belirli eşyaları, cisimleri ve şekilleri belirli manalara simge yapmışlardır. Mesela, “ok” Tanrı’ya bağlılığın, “yay” da bu bağlılığın cihana yayılmasının simgesiydi. Keza davulun, tuğun devlet şeklinde değişik anlamları vardı. Doğal olarak Türk ordusu içerisinde görev yapan askerler için de bir simge geliştirilmişti. Bu dönemde Türk ordusu içerisinde görev yapan askerlere “alp”, alp er”, “alperen” vs. gibi unvanlar verilmekte idi. Bu unvanların verilmesinin temel nedeni askeri kişiliğin bir kişiye ait olmaması, tüm ulusu temsil etmesi nedeniyle olmuştur. İslamiyet sonrası Türk ulusunun oluşturduğu devletler içerisindeki ordularda görev alan askerlere “Mehmetçik” unvanının verilmesi görülmeye başlanmıştır. Bu durumun gerekçesi ise şu şekilde ortaya konmaktadır: İslam dini benimsendikten sonra uluslar üzerinde özellikle bu dinin peygamberi olan Hz. Muhammed’e karşı bir hayranlık oluşmuştu. Oluşan bu hayranlık üzerine insanlar doğan erkek çocuklarının birçoğuna “Mehemmed”¹ ismini vermişlerdir. Bu isim daha sonra “Mehmet” şekline dönüşecektir.² Mehmet isminin kullanımı günümüzde de yaygın şekilde görülmektedir. Özellikle kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın birçoğu doğan erkek çocuklarına “Mehmet” ismini koymaktadırlar. “Mehmet” isminin kullanım alanının bu kadar geniş olması sonucunda zamanla askere giden erkek evlatlar için söylenen bir deyim haline dönüşmüştür. Tüm Türkiye’de bu şekilde anılan askerlerimizin bu adı alması zaten cesaret ve kahramanlığının sonucu olmuştur. Bütünü kahraman olan bir milletin fertlerini ismen ayırt etmek, kahramanlıklarını sayabilmek ise imkansızdır. İşte onların hepsini bir tek adla bağrına basmak için Türk milleti, adları ayırt edilemeyen evlatlarının hepsine birden bir sevgi, kendisini savaş alanlarında tanıyan düşmanları ise bir saygı nişanesi olarak “MEHMETÇİK”3 demiştir. Mehmetçik bütün Türk ordusunun simgesidir. Mehmetçik bir isim değil bir fikirdir, bir amaçtır. ¹ “Mehemmed” isminin verilmesinin altında yatan neden olarak da İslam peygamberi Muhammed’in kutsallığının zedelenmemesi fikri yatmaktadır. ² Türkçesinin dil zenginliğinin belirtilerinden biri olarak da nitelendirilebilir. Böylece fazla sesler kelime içerisinden çıkarılarak Türkçenin sadeliği korunmuş oluyordu. 3 “Mehmetçik” kelimesinde “Mehmet” kelimesine”-çik” eki gelmiştir. Bu ek, kelimeye sevgi anlamını kazandırmaktadır
  19. Adım Şehadet Benim Ana !

    Adım Şehadet Benim Ana ! Şehadet çınlıyor kulaklarımda En son ALLAH-U EKBER nidasıyla haykırdığım Düşmanın kabuslarına karıştığım geliyor aklıma Uyku yok! Vatan üzerinde yabancı varken bana. Merak etmesin garib anam Duaları yanımda her an Korkmuyorum! Adım şehadet benim ana... Bağrımdaki kan küllenmişse Şehitler ölmüyor ana... Bu topraklar bize emanet Emanetimiz kan kokarken Nasıl olur da hıyanet ederim.... Doğduğumda nasıl bayram ettiyseniz Şehadete erdiğim gün de bayram edin Benim adım şehadet... Bağrımda bir kurşun var! Düşmanın namlusundan çıkan değil Toprağıma uzanan silahın kurşunu Yas tutarsanız ardımdan Kahrolur kurşuna dizilir ruhum Al kana bulanırsa cesedim Adım şehadet benim ana Şehadet kutlu bir sevdadır bana Şehitler ölmüyor ana Rüyalarında beni görüp Secdede ağlamayasın Boynunu büküp içini yakmayasın Adım şehadet benim ana Şehit oğlun ölmedi Şehitler ölmüyor ana... 12/02/2007
  20. Şehitlerimiz......

    Şehadetim Kefaret Olsun Vatana Gözlerini, yağmur sonrası sisli havalara benzeyen bir hava kaplamıştı Mehmet’in. Etrafına bakmaya çalıştı ama gittikçe kendine yaklaşan sisler ve o sislerin önündeki yıldızlardan kimseyi göremedi. Kolundan akan kanları gördükçe ölüm fikri tekrar yokladı beynini. Kaç yerine kurşun isabet ettiğini anlamaya çalıştı ama anlayamadı işte. Yoğun bir kan kokusu kaplamıştı her yeri. Kamuflajının kolundan akan kanlar, yaylasındaki çeşmeyi hatırlattı O’na. Ağustos aylarında suyu bir parmak kadar kalır, sanki biraz sonra kesilecekmiş gibi akardı ama asla kesilmezdi. Kolundan akan kan da böyleydi; dakikalardır akıyordu ama bir türlü kesilmiyordu. “belki” dedi içinden “belki sadece bir sıyrıktır” dedi; şarjör boşaltılan yaralarına. Anlayamazdı elbet kaç kurşun yediğini. Ama bir taraftan yıldızlar ve beraberindeki puslu hava bir metre yakınına kadar yaklaşmış, bir yandan da ateşi alabildiğine fırlamıştı. Hararetini azaltıp biraz rahatlamak için kamuflajının düğmelerini açmak istedi ama ellerini bulundukları yerden kaldırıp göğsüne götüremedi. Kollarına hükmedemiyor, parmaklarını hissetmiyordu. Su diye inledi öylesine. Hâlbuki biraz hareket edebilse hemen yanından akan ırmaktan kana kana içebilecekti. Bulunduğu yerden kalkmayı denedi defalarca, fakat olmadı. Her defasında puf diye yere düştü, iyice ağırlaşan bedeni. Bir ara saatinin metalinden yüzünü gördü belli belirsiz. Kendinden irkilip korktu biran… Bembeyaz, sanki kireçle boyanmış gibi olmuştu yüzü. Yıldızlar ve sisli hava yaklaştıkça O’da güçten düşüp öylece yatmaya başladı. “Hiçbir şeyim yok. Zaten birazdan gelir arkadaşlarım; silah seslerini duymuşlardır.” diye geçirdi içinden. Mani olamadığı tatlı bir uyku da gözkapaklarını ağırlaştırmaya başlamıştı artık. Beynine hücum eden onlarca düşünceden en çok geride kalacaklar ve pişmanlıkları, hataları acıttı O’nu. — Allah’ım bana yaşama gücü ver. Yaşama gücü ver ki; dul anam kimsesiz kalmasın. Yaşama gücü ver ki, anam aç kalıp el âlemin hayrına muhtaç kalmasın. — Allah’ım ben kötü birisi değilim. Belki bazı arkadaşlarımı üzdüm, belki sana tam kulluk edemedim ama beni affet. İşte vatanım, milletim için buradayım. Şahadetim kefaret olsun vatanıma ve milletime. Yıldızlar yine yaklaştı. Ölüm fikri ise Mehmet’in kafasına artık çıkmamak üzere yerleşti. Etrafında olanları artık algılayamıyordu; uğultular, bağrışlar, insan siluetleri… “Bir insan nasıl can vermeli?” diye düşündü. Eğer ölecekse ölürken neler yapması gerektiğini düşündü. Ölmek istemiyordu ama yine de şahadet getirdi. Ve ardından da ağırlaşan göz kapakları bir bir kenetlendi. * * * Ambulans helikoptere alınan yaralılardan birisi de Mehmet’ti. Askeri hastanede hemen müdahale edildi. Fakat yaşamı seçen birkaç arkadaşının aksine Mehmet, 11 arkadaşıyla birlikte daha çok yaşamayı; ölümsüzlüğü seçti. Geride dul bir ana ve sevdiğini bile söyleyemediği bir hasret bırakarak, uçuverdi meleklerin kanatlarında.
  21. Şehitlerimiz......

    Kendi Cenaze Namazlarını Kılan Türk Askerleri Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya, Dumlupınar'da savaşmış. Ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra köyüne dönebilen Kahraman bir Türk askerinin anlattıklarında hep acı, kan, cefa vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan? Ölüm neydi ki? Şerbet içmek kadar kolaydı. "Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale'de !" derdi sık sık. Olur muydu?? Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperlerdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hucum için emir bekliyor. Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin ! ...Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor... "Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi ! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..." Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı; " Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..." " Kabe Karşımızda... " Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... " O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti. Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular....
  22. 7 Kurşunla İstiklal Marşı

    7 Kurşunla İstiklal Marşı Güneydogu'nun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim, ilçe disindaki lojmanindan görünen karakolun bir gecesini söyle anlatir: "Lojmanimizin balkonundan o karakol görünürdü. Yaklasik bir aydir her istihbarat kaynagindan karakolun basilacagi haberi geliyordu. Üstelik baskinin simdiye kadar yapilanlardan çok daha büyük olacagi söyleniyordu. Yakin birliklerden timler getirildi, karakolun etrafina mayinlar dösendi, agir silahlarla takviyeler yapildi ve baskin beklenmeye baslandi. "En son gelen istihbaratta baskinin saati ve baskina katilacak terörist sayisi bile veriliyordu. 22:10,. Karakol o gün basilmadi."Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem basladi. Balkonumuzdan izledigim dehset dolu manzarada, daire haline gelmis teröristlerin, dairenin ortasina, gecenin karanliginda atesleri parildayan silahlari ateslediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladigi yerde oldugunu biliyorduk. Tam anlamiyla çember içine almislardi. Lojmandan ayrilip dogruca jandarmanin binasina gittik. Karakolun merkezi, telsizle, sürekli timlerden durumlarini bildirmelerini istiyor; dis emniyette bulunan timler de bu çagrilara cevap veriyor, havan ve uçaksavar atesi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardi. "Bir süre sonra telsiz konusmalari, timlerden birinin üzerine yogunlasti. Timden bir türlü cevap alinamiyordu. Üst üste, defalarca çagri yapiliyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konusmalari takip eden askerler timden ümitlerini kesmislerdi. Ama bir yandan da çagrilar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu: "Yaralilarim var, yaralilarimi alin." Tüylerimiz diken diken olmustu. Hemen cevap verildi. "Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çikacak. "Ilk yarali haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmisti. Tim komutani konusurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapiyordu. Telsizin basindaki tim komutanlarindan biri, bu timde sehit oldugundan emindi. Merkezden tekrar çagri yapildi. "Suat 3 , irtibati kesme. Sakin olun!" Cevapta bir degisiklik olmadi : "Yaralilarim var. Kan kaybediyorlar. Yaralilarimi alin!" "Ve tam bir buçuk saat, beser dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü : "Yaralilarimi alin" , "Sakin olun, geliyoruz. "Hepimiz o time kimsenin yardima gidemeyecegini çok iyi biliyorduk. Karakola düsen mermi sayisinda azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskinin siddetini gittikçe arttiriyorlardi. Kimsenin, degil karakolun disina çikmak, mevzi degistirebilecek firsati dahi olmadigi apaçikti. "Bir süre sonra, Suat 3'ün telsizinden hirs dolu kelimelerini isittik: "Hemen gelip yaralilarimi almazsaniz, karakola dönüp bölügü tarayacagim. "Hepimiz sok olmustuk. Hemen tabur komutani devreye girdi. Hemen hemen Ayni sözcüklerle tim komutanina sakin olma çagrisi yapti. Ama ise yaramiyordu. Tim komutani "Yaralilarimi alin!" disinda baska bir sey demiyordu. Tabur komutaninin da telsizi birakmasiyla, bir saat kadar daha tim komutanindan ses çikmadi. Birer dakika arayla yapilan yogun çagrilara cevap vermedi. Hepimiz tim komutaninin da sehit oldugunu düsünüyorduk. Içim burkuluyor, basim dönüyor, tanik oldugum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin basina tim komutaninin okuldan devre arkadasi geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alip, cevap beklemeden, telsizin kodlarini da kullanmadan, konusmaya basladi: "Devrem ben Hüseyin. Geçmis olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çikti. Sana dogru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?" "Telsizin mandalini birakip beklemeye basladi. Hepimiz Motorola marka,duvara monteli telsiz cihazinin hoparlör kismina gözlerimizi dikmis bekliyorduk. Ve konustu : "Devrem, bölük komutani nerde?" Hepimiz derin bir "Oh!" çektik. Telsizden, "Izinde devrem" yaniti verildi. Suat 3 , artik tükenen bir sesle konusmayi sürdürdü: "Ne olur yaralilarimi alin. Bende yaraliyim. "O ana kadar kendisinin de yarali oldugunu söylememisti. Hepimiz donup kalmistik. Telsizin basindaki devre arkadasi da bu sözü üzerine mikrofonu firlatti ve odadan çikti. Ben kapinin hemen esiginde ayakta duruyor,duyduklarim ve gördüklerimle bir tarihe taniklik ettigimi düsünüyordum. "Ben de yaraliyim" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konusmadi Yüzlerce kez yapilan çagrilara cevap vermedi. Artik onun sehit olduguna ben de inanmistim. "Gün agarirken hepimiz yorgun düsmüs, telsizden yapilan "Suat 3, Konusan Suat, Cevap ver!" çagrisindan bikmis halde bir kösede yigilmisken, birden telsizin mandalina basildigini fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve on on bes saniye sonra hayatim boyunca unutamayacagim bir Istiklal Marsi dinlemeye basladim. Mandala sürekli basildigi için bütün telsizlerin konusma imkani durmustu. "Çatismanin altinda yarali bir tim komutaninin, makamiyla söyledigi Istiklal Marsi'ni dinliyordum. Gözlerim dolmustu. O ana kadar duydugum en güzel Istiklal Marsi'ydi. Birinci dörtlügü bitirdi. Ikinci dörtlükte sesi çatallasti. Kelimeler uzadi. Ama marsi söylemeyi birakmadi. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marsi bitirdiginde, ben de bitmistim. Hemen orayi terk ettim." Bir daha onun sesini hiç duymadim. Toplam 22 sehidin verildigi o baskin gecesinde, vücuduna saplanmis 7 merminin acisiyla söyledigi Istiklal Marsi'ni ruhuma isleten tim komutaninin ölmedigine ise hala inanamiyorum."Hakimin anilari burada sona eriyor. Iste benim Türk subayindan anladigim budur. Vücudunda yedi mermi oldugu halde makami ile istiklal Marsi söyleyen adamdir. Okuyun Arkadaslar ve bu VATAN için kanlarini akitan Kahramanlarimizla övünün, gururlanin... ŞEHİTLERİMİZİN KABRİ NUR MEKANI CENNET OLSUN... VATAN SİZE MİNNETTAR...
  23. Ben Vuruldum Anne

    Ben Vuruldum Anne Yine bu akşam nöbetteyim anne Ortalık o kadar karanlık ki göz gözü görmüyor Ama içimde bir his o gece biliyormusun? Bir an daldım öyle karanlığa kız kardeşimi görür gibi oldum Sanki babam'ın göz yaşlarını hissettim yüreğimde İçim ürperdi birden nöbette bir asker ağlıyordu anne Oğlun seni özlemişti anne,oğlun sizi özlemişti anne Bir ihbar aldık o gece toplandık tüm askerler Gece karanlığında dağlarda o çakalları Vatanımın toprağına bastığı o ayakları kırmaya gidiyorduk Ve çatışma başlamıştı o anda Kaç asker şehit oldu anne dökülüyordu gözlerimden yaşlar Elini bırakmadım şehitimin gözlerime baktı O garip bedenini boşluğa bıraktı içim yanıyordu İçim kanağlıyordu anne İşte o zaman dahada kızdım birbiri ardına mermileri sallıyordum Ve birden ahhhhhh Gözlerim karardı ben vuruldum anne O an yanımda sen vardın sanki Kollarına bırakır gibi bıraktım kendimi Kalk oğlum diye haykırırcasına bağrıyordun Tuttum ellerini bırakma dedim beni Ağlama anam sil göz yaşlarını bedenim toprak olsa Ruhum yanında bedenimi sardığın gibi ruhumuda al kollarına Baba sensin bu değil mi ? Ben gidiyorum vatan Nice benler gitti uğruna feda olsun vatan sana Akar anamın göz yaşları tabutumun başında Hissettirme anne göz yaşlarını bana Oğlunun kanı dökülmüş çok mu vatana Sen dökme göz yaşlarını ağlatma beni ana
  24. Vatan Hainlerine Gaziden Mektup....

    Vatan Hainlerine Gaziden Mektup.... Bu mektup güneydoğuda gazi olmus bir askerimizin ,bir şahsın terör örgütü pkk'dan bir mektupla merhamet dileği için ona hitaben yazılmıstır. Lütfen sonuna kadar okuyunuz. Allah Türkü Daim Muzaffer Kılsın MEKTUP Bu bir mektuptur. Kuş kanadına, suya, çöl kumlarına yazılmış mektupları okuyanlara veya bu mektupları yazanlara ithaf edilmiştir. Vatan üzerine. Bayrak üzerine. Onur üzerine. Namus üzerine. Vicdan üzerine. Akıl üzerine. Adı fark etmeyen ve ithal edilmiş tüm meseleler üzerine. Kelimeler ve kelimeleri çirkinleştiren kalemler üzerine. Kalemleri tutan riyakâr ve kan kokulu eller üzerine. Kalemlerini sapladıkları şehitlerin ve kadınlarının ve çocuklarının ve kardeşlerinin ve onların analarının yürekleri üzerine yazılmıştır. Mayın, bomba, pusu, baskın, yazar, çizer ve ihanete alet olan her şey üzerine. İstemeyen okumasın. Kanla yazılmış bir mektuptur bu. Güvercin kanadının gücü yetmez taşımaya, karabaşlı kartal olsa nafile. Ağırdır; zira eskidir ve unutuldukça kanla yeniden yazılır, şehit mezarlarının taşları üzerine. Bu mektup binlerce yıl önce yazıldı ve binlerce yıldır yazılıyor, yeni fark edenler utansın. Kardeş kardeşi öldürmez, öldüren kardeş falan değildir, kalleştir olsa olsa. Kalleşlerin en kalleşi ise kardeşim diyerek kalleşlik yapan kalleşlerdir. Ve aslında en kahpesi, mayın değil onu Adil Binbaşıların, Davut çavuşların yoluna döşeyen eldir, o eli alkışlayan ve ululayıp aklayan kalemdir. En az o el kadar suçludur o kalem, tarihin yanılmaz vicdanında. O mayınlara basıp parçalanan bedenler, Edirnekapı’dadır ve bizim yüreklerimizde ve hafızalarımızda yaşarlar. Kemerburgaz’daki Kemer Country villalarından görünmez Edirnekapı, çok uzaktır hem de çok. DAĞLARDA YARIM KALDILAR VATAN İÇİN Ellerimizde can verdi o parçalanan bedenlerin sahipleri, bayrakları dalgalansın diye. Vücudunda sigara söndürülerek, tüm kemikleri kırılarak, kafa derileri yüzülerek işkence edilen, sonra da ağaçtan kazıklarla öldürülen ve çığlıkları telsizlerden dinletilen vatan evlatlarının yeri bizim yüreklerimizdedir, o çığlıkları duymayanların yanı başında durmaz onlar. Bir de katillerinin yanı başında dururlar, kulaklarında çınlar haykırışları eğer bir yerlerinde bir parça insanlık kalmışsa. Yazıklar olsun, can veren o yiğitleri hainlerle bir tutanlara. “Ağabey diyordu bana telefonda Astsubay Zülfikar, geçen gün kız arkadaşımla gezdim biraz ve kimse bacağımın takma olduğunu anlamadı”. “Ağabey diyordu, biraz daha uğraşırsam belki bisiklet bile sürebilirim”. Daha on dokuz yaşındaydı Zülfikar, mezun olalı tam yirmi gün olmuştu, o kahpe ellerin döşediği mayınla ve bazı kalemler tarafından ululanan o hainlerin, ilk izleriyle tanışırken. Küskün veya kızgın değildi sesi, pişman veya aciz de değildi. Gururlu ve biraz pusluydu sadece, bisiklet sürebilse yeterdi. Koşmayı, atlamayı, denize girmeyi feda etmişti vatanı için. Bacağını payanda yapmıştı, Kemerburgaz’ın da üzerinde bulunan Türk egemenlik örtüsüne. Yazıklar olsun, çiçek toplayan küçük kızları öldürenlere ve yazıklar olsun o katilleri ululayan kalemlere. KAVGANIN BİR SEBEBİ VAR, İHANETİN DE Kavganın sebebini unutmadık, çünkü bu kavga hiç bitmedi. Kavganın sebebi vatandır çünkü bayraktır, onur ve namustur, vicdandır. Kimseye verilemeyecek olan, kimse ve hiçbir şey için vazgeçilemeyecek olan egemenlik hakkıdır. Atalarımdan bana kalmış olan ve benim çocuklarıma bırakmak zorunda olduğum mirasın vicdani sorumluluğudur. Hiçbir vicdana dayanarak reddedilemez, hiçbir çocuğun veya sevgilinin sevgisiyle değiştirilemez. Hiçbir aşağılık pazarlığa konu edilemez, namustur çünkü istiklal, öbür ihtimal ölümdür. Ben dilimle, bayrağımla, hudutlarımla yaşamak için ölmeyi kayıp veya yazık değil, şeref sayarım. Bu paha ne ile biçilirse biçilsin, kimseye yalvarmam durdurun diye, benim olana uzanmışsa el, ben durdururum ellerimle. Meğerki ölüm varmış, sevememek varmış, çiçek koklayamamak, ne gam? Vermek vicdansa eğer, akılsa susmak, pusmak, yerle yeksan olmuştur onur ve şeref. MAYINLAR NEREDE Mayınların yeri bilinmez, döşeyen ********in yeri bilinmedikçe. Ve dağlara döşenen mayından daha tehlikeli ve kahpecedir dimağlara ve bilinçlere döşenen mayınlar. Dağlara döşenen mayın tek kalır, tek can alır. Ürer her doğumda, her okunmada zihinlere döşenen mayınlar ve ihanet her doğumda bir daha artar. Başka zihinlere bulaşır, mayınların en tehlikelisidir bu, yayılır. Dağlardaki gibi otla ve toprakla gizlenmez, sevgiyle, barışla ve daha ne kadar varsa tüm süslü kelimeler alet edilir bu gizlemeye. İşte o anda ölür kelimeler, kahreder kaderine. Kullanıcısını seçme hakkı yoktur çünkü sevgi, bölen ve yıkanın ağzından, aşk yataklık edenin, sinsice zihinlere mayın döşeyenin kaleminden dökülür. Ölür kelimelerde sevgi. Ve barış artık, en fazla parayı verenin yatağını doldurur, en fazla paraya yazıp çizenin elinden. En pahalı kalemler pazarlar barışı, salyaları akan bölücülerin sofrasına. Bazen bir villanın çalışma odasında ve bazen bir gazete köşesinde dokunaklı kelimelerle süslenip öylece pazarlanır barış. Pazarlığı yapılmış ve satın alınmış bir fuhuş için. Bölmek ve parçalamak için yapılan hain savaş, fuhuş yapar barışla, tecavüz eder barışa hayâsızca. Dedim ya, bu eski ve ağır bir mektuptur, Türk nereye gittiyse obasıyla, ihanet en sondaki katırla takip eder göç kolunu. Soylu atlar hızlıdır, bu yüzden biraz geç gelir ihanet, yolda haram meralardan beslenerek. Bu eski bir hikâyedir, ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; ağırdır, kanla yazılmıştır, bir kısmı Edirnekapı’dadır, Çanakkale’de bir kısmı ve Karsta, İzmir’de, Muş ovasında, Malazgirt’tedir, Sakarya’dadır. Bir kısmı hala yazılmaktadır, Cudi’de, Gabar ve Körkandil’de, Masura çayında, Ali boğazında, Cehennem deresinde cehennem sıcağında yazılmaktadır, şehit Mehmetlerin kanıyla. Yazıklar oluyor, onur ve şerefe, bayrağa, vatana, kutsal olan ne varsa yazıklar oluyor onursuz bir hayatla değiş tokuş edilirken. BU YAZGIYI KİM YAZMIŞ? Yazıklar oluyor yazgıya, çünkü yazgı ihanet edenin suçunu taşıyamaz, can alanın, ev yakanın, çocuk öldürenin yükü yazgıya bile ağır gelir. Kışlaya gidenin, askerden sonra evlenip çifte çubuğa bakmanın hayalini güdenin yazgısı Allahın ise eğer, çocuk öldürenin, mayın döşeyip pusu kuranın yazgısı kimindir. Kim yazar bu yazgıyı ve hangi kalem bunu yazgı diye ulular, hangi akıl buna inanır ve bu nasıl vicdandır? Bu ağır ve eski bir hikâyedir, kanla yazılmıştır ve ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; bir kısmı Edirnekapı’dadır ve Edirnekapı çok uzaktır, Kemerburgaz’daki bir villanın çalışma odasına. Adil Binbaşının bastığı mayının üzerinde “made in Italy” yazıyordu İngilizce. Ama döşeyen eller İngilizce veya Latince değil Kürtçe konuşuyordu ve Kürtçe de “mayın” kelimesinin nasıl söylendiği önemli değildi, taşıdığı anlam ihanetti nasıl olsa. Kimseyi haklı veya haksız bulmayan kalemler, hakkı yazar sonra, hak için ölenlerin inadına. Böylece hakkı, batıla pazarlar aynı sabıkalı eller ve kalemler, aynı hayâsız fuhuş için. Ne gariptir ki bu kalleş ellerin döşediği mayınlara daima anayasal yolculuklara çıkanlar basar. Onlar ki; bu yolculuğa siyasal veya mukaddes yolculuklar yapılabilsin diye çıkarlar. Yazıklar olsun, baktıkları kırık camlı siyasal gözlükleri ile ödenen bedellerin mukaddesatını göremeyenlere. Yazıklar olsun! DİL KAVGANIN VE İHANETİN SEBEBİ MİDİR YOKSA ARACI MI? Korku salan ve öfke çağrıştıran meselelerin parçaları değil, esas gerekçeleridir aslında Türkçe dışındaki başka diller. Dil özgür olunca, Özgürlük dil olur artık ve bütün bölünmeler böyle başlar. Özgürlük daima yeni sınırlar ister. Okul der, ayrı olsun. Bürokrasi der, bu dilde anlayamıyorum ayrı olsun. Bayrak der sonra, ayrı olsun dilim ayrı nasılsa, ben de ayrıyım ve bu da varlığımın sembolüdür. Toprak der arkasından, ayrı olsun birazını bana ver, nasıl olsa daha önce dilinin, özgürlüğünün birazını vermedin mi? Hem ne olacak, birazcık topraktan ne çıkar biz kardeş değil miyiz? Özgürlük paylaşılmaz oysa. Birinin özgür olduğu yerde, diğeri özgür olanın kurallarını ve özgürlüğünü tehdit edinceye kadar özgürdür. Yani dilin de kişinin de özgürlüğü esas mülk sahibinin özgürlüğünü ve geleceğini tehdit edene kadardır. Sonrası anarşi, sonrası terör, sonrası bölücülük, kahpelik ve ihanettir. Sonra arkadan vurmalar ve mayın döşemeler başlar yollara ve zihinlere. Ama her hal ve şart altında, tüm bölücülerin yardım ve yataklığa ihtiyaçları vardır. Gizli olmalıdır, yardım ve yataklık, sinsice. Kimse fark etmeden yapılmalıdır, Türkçe konuşmalıdır ama aslında başka dilde anlaşılmalıdır. Acındırmalıdır ama aslında acımadan katletmelidir, dili, egemenliği ve onun bekçilerini. Yardım ve yataklık yapanın da yardıma ihtiyacı vardır. Dışarıdan. Çok uzaktan, denizler ve tarihler ötesinden. Eski kinlerden ve hesaplardan ve o hesapların sahiplerinden beslenir yataklık yapan. Para alır, vaat alır, AFERİN alır. Bu eski ve çok ağır bir mektuptur. Türk bağımsızlığını koruyanların kanları ile yazılmıştır. Ne suya salınan bir şişenin ve nede kuşkanadının taşımaya gücü yeter; karabaşlı kartal olsa nafile. Başlığı binlerce yıl önce atılmıştır ve Edirnekapıda’ki şehit mezarlarının taşları üzerine yazılmaya devam etmektedir. Emin olun binlerce yıl daha yazılmaya devam edecektir. Türkçenin sahipleri yaşadıkça bu kanlı mektup yazılmaya devam edecektir çünkü Türkçenin ve onun sahiplerinin özgür yaşamasını istemeyenler, yollara ve zihinlere mayın döşemeye, parçalamak ve bölmek için çabalamaya, parçalamaya çalışanlara yardım ve yataklık etmeye devam edeceklerdir. Bu eski mektup bir yazıttır aslında Türk’ün var oluş destanıdır, binlerce yıldır yaşlı dünyanın bağrına saplı kaidelere ve mezar taşlarına yazılır. Yazanlar asla diz çökmezler ve kimseye yalvarmazlar. Kimsenin toprağını, dilini veya özgürlüğünü istemezler ve kendilerinin olanı da kimseye vermezler. Bu bir mektuptur. Vatan, Bayrak ve Onur üzerine yazılmıştır. Vatansızlar, dilsizler, hainler, bölücüler ve toprak hırsızları gibi aczi ve acınmayı anlatmaz. Var olduğu yerde kendinden gayri herşeyi önemsizleştiren, vatan ve bayrak aşkını anlatır. Onurlu ve egemen ölebilmenin, onursuzca ve esir yaşamaktan daha önemli olduğunu anlatır. Asla diz çökmeyeceğimizi anlatır. Yüreği olan varsa gelsin de çöktürsün diye, Yüreği olan varsa okusun diye yazılmıştır. “VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN” OKTAY YILDIRIM 29-07-2006
  25. Adları Mehmet, Soyadları Şehit Olsun ! Gene hangi dua’yı okudun anne, Vurulduğum yerde güneş açtı Yine mi ağlıyorsun anne, Cennetime yağmur yağdı Üzülme anne ağlama, sırtımdan yedim kurşunu kalbimden değil. Öylece duruyor hayallerim, vatanım --------lere yar değil. İzin günümde be anam. Yârime mektup yazdım o gün. Kınalı ellerinin kokusunu özledim demiş, Bir kalp çizip içine de şafağımı yazmıştım. Birliğe döndüğümde erkenden yatmış, Gece beni bir üç nöbetine uyandırmaya gelen çavuşla Rüyamda seni gördüğüm ve beni uyandırdığı için tartışmıştım. Sıkı giyin oğlum, hasta olma sakın ve paran varmı diye soruyordun Bende her zamanki gibi var anne diyordum, var. Hiç olmadı be anam, hiç olmadı Nasıl isterdim, ardımda bir yar birde ana bırakmıştım. Sağ olsun tertibim cemil memleketinden tütün getirmiş, sigarasız kalmıyorduk. O gece birlikte gittik nöbete. Yolda bana "Sanki bu gece bir şeyler olacak" der gibi bakıyordu Ama yiğitti söylemiyordu. Nöbeti devraldığımızda garip bir sızı çöktü benimde içime. Sanki terli terli su içiyor, seni üzüyordum be anam, öyle bir şeydi işte. Nasıl oldu anlamadım! Cemil " yere yat " dediğinde çoktan yerde bulmuştum kendimi. Anlamadım vurulduğumu, sıcacık bir şey hissettim sırtımda Terliyordum, sanki yaz gelmiş öğlen sıcağı çökmüştü tepeme. Dudaklarım kurudu birden Cemil " dayan " diyordu, ama ağlıyordu Gözyaşları yüzüme damladığında verdim son nefesimi. İşte o an sana ilk ihanetimi ettim anne. Önce atalarım, sonra yârim canlandı birden gözümde. Hoş gör be anam, kızma. Bende baba olacaktım Daha adını bile koymamıştık oğlumuzun, iki ay vardı doğmasına. Bilmiyorum duyuyor musunuz sesimizi Korkmayın, ağlamayın, gurur duyun. Vasiyetimizdir. Öyle evlatlar yetiştirin ki, adları Mehmet, soyadları Şehit olsun.