Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

Dogru_Yol kullanıcısının paylaşımları

  1. Gülücük Zamanı :)

    Genç imamlar aralarından birini gaza getirip -oğlum sen hiç bir kıza laf atamazsın diyorlar -o da,atarım diyor sonra arkadaşları -tamam o zaman bizim gözümüzün önünde seçtiğimiz kıza laf atacaksın diyorlar durağa gidiyolar kızı gösteriyorlar genç imam kıza dokunup diyor ki -şiitttt kız sen sübühanekeyi biliyon mu ? Alıntı
  2. Gülücük Zamanı :)

    Şehirlerarasi sefer yapan bir yolcu otobüsünün muavini,yolculuk esnasinda gece bir yolcunun horlama sesi üzerine diger yolcularin rahatsiz olmamasi icin horlayan yolcuyu uyandirir ve "horluyorsun insanlar rahatsiz oluyo uyuma" der. bir süre sonra adam tekrar uyur ve horlama sesi devam eder. bunun üzerine muavin sinirlenir ve adamla tartismaya baslar. tartisma büyür ve muavin adami otobüsten indirmeye karar verir. bunun üzerine horlayan adam muavini bir güzel döver, otobüs soförü gelir adam soförüde döver, yedek soför gelir adam onuda döver ve gitmeye karar verir, otobüsten inerken kendisinin boksör oldugunu söyler. ayni otobüste sefer yapan muavin birgün yine bir yolculuk esnasinda yolculardan birinin yine horladigini duyar ve gider yolcunun yanina. kibar bir sekilde yolcuyu uyandirdiktan sonra sorar; -gardas boksör misen? -hayir... -karateci misen? -hayirr... -tekvandocu misen? -hayirrr... -kungfucu misen? -adam sasirir ve yine hayir der. bunun üzerine muavin merakla sorar; "peki neyine güvenip horlisen" Alıntı
  3. Gülücük Zamanı :)

    Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşanbir heyet bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar. Kimyacı: "Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış" Fizikçi: "Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş" Jeolog: "Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangin olasılığını azaltmayı amaçlamış" Matematikçi: "Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış" Antropolog: "Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş". Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar. Adam cevap verir: "Boru yetmedi." Alıntı
  4. Engellilerin eli ayağı, marketlerin ve internet sitelerinin müşterileri tanıma konusunda gözü olan göz takip sistemi Tobii, yazıların ve mesajların harflere bakarak yazılmasını sağlıyor Tobii firması tarafından geliştirilen göz takip teknolojisi engellilerin iletişim kurmasını sağlarken, internet siteleri ekranında ve marketlerin raflarında tüketicinin nereye baktığını tespit ediyor. Göz takip teknolojisi farklı amaçlar için kullanılıyor. El ve ayaklarını kullanamayan engelli hastaların iletişiminde, market raflarında ve internet sitelerinde müşterilerin nerelere baktığını gösteren kamera kayıtlarında göz takip teknolojisi kullanılıyor. Tobii firması tarafından geliştirilen teknoloji göz takip teknolojisi hem engellilerin hem de şirketlerin işini kolaylaştırıyor. Sadece gözlerini kullanabilen ve konuşamayan engelli hastaların iletişim kurmasını sağlayan göz takip sistemleri bebek ve çocukların eğitiminde de kullanıyor. Özellikle göz takibi ile sorular yanıtlanılıyor. Tobii Communicator telefon ve diğer iletişim cihazları ile entegre edilerek kısa mesaj ve diğer iletişim araçları bu yazılımla kullanılabiliyor. Bu yazılım geniş bir kelime kapasitesi ile iletişimi kolaylaştırıp hızlandırıyor. Aynı teknoloji mağazalarda ve internet sitesindeki tüketicinin alışkanlığını saptamak için de kullanılıyor. Tobii ekran sistemleri göz takibi için entegre olarak kullanılan kameralara sahip. Bu kameralar ve Tobii yazılımının oluşturduğu göz takip sistemi kullanıcının ses veya dokunmadan yazı ve mesajlarını iletmesini sağlıyor. Üstelik sıkça kullanılan eylem, istek ve objeler ekranda basit bir tuşa dönüştürülebiliyor. MÜŞTERİ DAVRANIŞI Mağazalarda hangi rafların ve ürünlerin dikkat çektiğini takip etmek için benzer teknoloji kullanılıyor. Mağazalara kamera ve göztakip yazılımı ile kurulan sistemler müşterilerin alışkanlıklarını takip ediyor. Hangi raflarda hangi ürünün izlendiğini gösteren ölçümler, hangi ürünlerin nerede daha iyi satılacağını gösteriyor. TUŞ TAKIMINA GEREK KALMIYOR Kamera ile takip edilen göz hareketleri bilgisayarın tuş takımına dokunan parmaklar gibi kamera tarafından algılanıp yazı veya mesajın yazılmasını sağlıyor. Sisteme entegre GSM modülü olursa Tobii Communicator yazılımı ile kullanıcılar kısa mesaj gönderebiliyor. Ürünlerin hem taşınabilir hem de masaüstü modelleri bulunuyor. TIKLAMA YOK GÖZ TAKİBİ YAPILIYOR İnternet ortamı ölçülebilir reklam konusundaki rakipsizliğini göz takip sistemi ile iyice geliştiriyor. İnternet kullanıcılarının reklamı görüp görmedikleri takip edilerek ekranın neresinde kullanılacağı daha net belli oluyor. Böylece gösterilen reklamın etkisi farklı boyutlarda irdeleniyor. Kaynak.sabah.com
  5. Sinirinizi Olumlu Tepkiye Yönlendirin

    Kızgınlıkların ifadesinin yıkıcı yada yapıcı olması bizim elimizde. 50 Yaşlarında bir baba arkadaşıyla dertleşiyordu. Çocukluğunda kendi babasının “senin okuyabileceğini hiç sanmıyordum” deyişini kendisine güvensizlik olarak alarak, yıllarca dert edinişini ve bu inatla okuyuşunu anlatıyordu. Arkadaşı “baban belki kendi imkanlarının seni okutmaya yetmeyeceğinden duyduğu endişeyi belirtiyordu!..” deyince kendine geldi... Hiç bu açıdan bakmamıştı babasının sözlerine !... Babası yoksul bir çiftçi ailenin 9. çocuğuydu. Maddi olanaksızlıktan dolayı ilkokuldan ayrılmak zorunda kalmıştı... Okur-yazarlığı ancak kendini idare edecek kadardı. Oysa en küçüklerinin kendisi olduğu üç çocuğunun üçünü de mali yönden desteklemiş ve yüksek eğitim yapmalarını sağlamıştı. Bunca yılın kırgınlığını boşa taşımış oluşuna yandı bir anda... Babası sadece sözlü ifadeye yatkın olmadığından düşüncesini doğru ifade edememiş, kendi de sormadığı için bunca zamandır gerçeği öğrenemişti. Artık çok geçti... Babasını toprağa vermişlerdi... “Öfkeyle kalkan zararla oturur” demiş atalarımız. Zararlı çıkmamak ancak kendimizi kontrole almamızla mümkün. Nasıl mı! Tutum değişimiyle... “Beni çok sinirlendirdi !...” demek yerine “Çok kızdım...” “Onların kabahati !...” demek yerine “Belli ki ortada halledilmesi gereken bir sorun var...” “Yapacağım hiç bir şey yok !” demek yerine “Bir şeyler yapabilirim... Ne yapabileceğimi düşünmeliyim” diyebiliyorsak yanardağ gibi patlayıp ortalığı ateşimize bulamadan duygularımızı tanımlayıp çözüm aramaya geçebilmişiz demektir. Diyelim ki bütün gün sinirinizi bozacak şeyler zincirleme devam etti. Eve geldiniz... Yorgunsunuz... Çocuğunuz oyuncaklarını yerlere saçmış, toplamasını istiyorsunuz. Biraz sonra baktığınızda halen oyununa devam ettiğini ve toplamaya başlamadığını görüyorsunuz. Bu bardağınızı taşıran son damla oluyor ve kapıyı çarparak çıkıyorsunuz. Çocuğunuz şaşkın!... Daha önce de oyuncağını toplamadığı zamanlar olmuş ama hiç bu kadar sert tepki görmemiş olduğundan iyice bocalıyor... “Annem/babam bana çok kızgın!” diye düşünüyor. Üstelik kendi de bir şeylere kızdığında kapıyı çarparak çıkmanın normal bir tepki olduğunu örneklediniz. Senaryoyu değiştirdiğimizi düşünelim. Eve geldiniz... Yorgunsunuz... Normalde sizi kızdırmayacak şeylere daha dayanıksız olduğunuzu biliyorsunuz. Çocuğunuz oyuncaklarını yere saçmış oynuyor, toplamasını istiyorsunuz. Bir süre sonra toplamadığını görüp sinirleniyorsunuz. Kapıyı çarpmak ilk içinizden geçen olsa da “Çok sinirlendim” demekle yetinip çıkıyorsunuz odadan. Bunu yapmakla bir sorun olduğunu ilan etmekle kalmayıp bu sorunun tanımını da yapıyorsunuz. Sizin sinirlenmiş oluşunuz çocuğunuza bilgi olarak veriliyor. Onun çözmesi gereken bir muamma halinde kalmıyor. Ayrıca sinirli olmanın da normal bir duygu olduğunu ve kontrolun kişide olması gerektiğini de modellemiş oluyorsunuz Olumsuz Yönelimler; Surat asmak, Küsmek, konuşmamak, Kavga etmek, Küfür etmek, Tekme ve/veya yumruk atmak, Cisimleri fırlatmak Olumlu Yönelimler; Yürüyüş gibi enerji boşaltacak fiziki eylemler, Sayı saymak, Olayı başka açılardan da görmeye çalışmak, Kendimizi kontrol etmeyip olumsuz şekillerde tepki gösterirsek hiç bir çözüm elde edemeyiz. Kendimize güveninimizi sarsmış ve sağlığımızı da bozmuş oluruz. Oysa kontrolumuzu kaybetmeyip olumlu yönelimde bulunursak çözümler kolay bulunur. Kendimize güvenimiz artar ve ilişkilerimiz kuvvetlenir. Üstelik de sözlerimizden çok davranışlarımızı kopye etme hazır bekleyen küçüklere de olumlu örnek oluruz. Bir şeyle başedebilmenin en sağlam yolu onu yakından tanımaktır. Sinirlenmenin patlama dışında ne olduğunu incelersek; 01 - Sinirlenmek doğal ve normaldir. 02 - Sinirlenmek de sevgi gibi bir çeşit duygudur. Saçtığınız sürece sizde de kaynağı artar! 03 - Sinirliliğinizi sık sık belli ederseniz, kişiliğinizin tipik bir parçası haline getirirsiniz. 04 - Sinirlilik, sevgi gibi, insanın en çok yakınlarına yansıttığı bir duygudur. Bu negatif duygudan en çok sevdiklerimiz etkilenir. 05 - Bizi başkaları sinirlendiremez. Kaynakları bizim kendimizdedir. Neye dayanıp nelere dayanamayacağımızdadır. Bunu bildiğimiz sürece önlemler almamız mümkün olacaktır. 06 – Sinirliliğimiz belli etmenin de uygun ve uygunsuz yolları var. Uygunlarını şeçmek tamamen bizim kontrolumuzda. 07 – Kızgınlık genellikle ikinci sırada olan bir duygudur. Öncesinde tanımlanmamış başka bir duygu yatar. Bu ilk duygunun ne olduğunu açıklayabilirsek, sinirlenme durumuna gelmeyebiliriz. 08 – Kızgınlık olumlu değişime yol gösterdiği sürece yapıcı olabilir. 09 – Kızgınlığın gerçek hedefi sorunu çözmektir, büyütmek değil. Bu hale gelmesi duygunun olumsuz kullanımı olur ve artmasına yol açar. 10 – Yapılan araştırmalar genel bir aile ortamında sinirsel davranışların sergilenmesinin sevgi içinde davranışların sergilenmesinde 2 hatta 3 misli fazla olduğunu göstermekte. Sinirsel davranışlara varmak çok kolayken, sevgi cinsli olanlara varmak emek, iyi niyet ve özen gösteriyor. Zoru seçenlerden olmamız tüm dünyada sevgi artışına katkıda bulunacaktır. Derleyen: Handan Baykan
  6. Zihin ve/veya fizik engelli çocukların bakım ve eğitiminden birinci derecede mesul olan ailelerin bu süreçte moral desteğe ve bilgiye ihtiyaç duyacağı unutulmamalıdır. Maddî-mânevî her türlü destek onların çocuklarının farklılıklarını tevekkülle kabullenmelerine yardımcı olacaktır. Engelli çocuk sahibi anne-babalar, çoğu zaman çocuklarının kendilerinden sonraki durumları hakkında endişe duyar. Çocuklarının diğer çocuklar gibi gelişip gelişmeyeceği, öğrenip öğrenemeyeceği, normal bir okula uyum sağlayıp sağlayamayacağı, bağımsız bir fert olarak yaşayıp yaşayamayacağı vb. konular, onların merak ettikleri hususlardır. Bu düşüncelere sahip ailelere daha hassas davranılmalı, onları incitecek tavır ve davranışlardan kaçınılmalı ve bu aileler dâima desteklenmelidir. Özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarda, toplumun beklentilerini karşılayamama korkusu vardır. Çünkü çoğu zaman bu çocuklara şüphe ve korku ile yaklaşılmakta, çok az sempati gösterilmekte, hattâ bazen nefretle bakılmaktadır. Engelli çocuklarda zaman zaman görülen hırçınlıkların sebebini çoğu insan bilmez. Farklı olduklarını hissettiren gayriihtiyari bir bakış veya yüz ifadesi dahi onların huzursuz olmalarına yeter. Zîrâ engelliler, kendilerine farklı bakılmasından hoşlanmadıklarından, onlarla arkadaşlık kurmanın ilk şartı, onları oldukları gibi kabullenmek ve samimiyettir. Engelli kişiler -genelde hisleri çok güçlü olduğundan- kendilerine karşı beslenen duyguları çok çabuk fark ederler ve muhataba bu doğrultuda yaklaşırlar. Ailelerin, eğiticilerin ve diğer grupların engellilerin eğitiminde çevrenin önemini göz ardı etmemesi ve çevrenin desteğini kazanmak için değişik faaliyetler düzenlemesi gerekmektedir. Bu faaliyetler sponsorlara ihtiyaç duyan eğitim kurumlarına maddî destek getirecek, ailelerin ve eğiticilerin maddî-mânevî yükünü hafifletecektir. Bu çerçevede şu faaliyetler yapılabilir: • Bilgilendirme kampanyaları düzenlenebilir. Bu-nun için meslek gruplarına ve şirketlere broşürler veya süreli yayınlar gönderilebilir. • Gazetelerde makaleler yayımlatılabilir, ilgili eğitim kurumları tanıtılabilir ve bu çocukların başarılarından ve karşı karşıya oldukları zorluklardan bahsedilebilir. • Toplumun belli günlerde okulun programlarına katılımı sağlanabilir ve öğrenciler mümkün olduğu ölçüde içtimaî projelerde vazifelendirilebilir. • Okul, toplumun düzenlediği bazı programlara ev sahipliği yapabilir; tesislerini topluma açabilir. • Toplumdaki uzman kişiler resim ve müzik gibi konularda engelli çocuklara eğitim verebilir. • Sponsor bulmaya yönelik özel tanıtımlar yapılabilir. • Devlet de sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, bu ailelere çocuklarını daha iyi eğitebilmeleri için maddî-mânevî destek vermelidir. Hz. Peygamber’in (sas), işini göremeyen, bakıma ve yardıma muhtaç bir kişinin bütün sorumluluğunu üstlenmesi, devletin özürlülere karşı nasıl bir sosyal güvence sağlamakla yükümlü olduğu hususunda önemli mesajlar vermektedir. Zayıfların, düşkünlerin, fakir ve yoksulların gerçek dostu ve hâmisi olan Allah Rasûlü (sas), engellilere yapılacak her türlü yardımın bir sadaka olduğunu ifade etmiştir (Beyhakî, Sünen, X. 199-200). Zihin ve/veya fizik engelli çocukların eğitiminde çevrenin büyük önem arz etmesine karşılık, toplum olarak bu konuda üzerimize düşeni tam yaptığımız söylenemez. Bir engelli gördüğümüzde hissettiklerimiz çoğu zaman maalesef bir acıma hissinin ötesine geçememektedir. Çevremizde, kendisinin veya çocuğunun engellilik durumunu kullanarak dilenen çok sayıda insan olmasının en önemli sebebi de, bu acıma duygusunun istismarıdır. Bu yüzden eğer hem kendimize, hem bu çocuklara bir iyilik yapmak istiyorsak, onlara acımak yerine, onları anlamaya çalışmalı ve Rabb’imizin bir emaneti olarak bağrımıza basmalıyız. Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş olan Allah Rasûlü (sas), hiçbir engelliden “kör, sağır ve dilsiz vb.” ifadelerle söz etmemiştir. Gerek annesini dile dolayarak bir köleye ilişen Ebû Zerr’i, “Sende hâlâ câhiliye (tavrı) var!” diyerek azarlaması (Buhârî, İman 22, I. 13) ve gerekse Hz. Aişe’nin, Hz. Safiyye’nin kısalığını kastederek “Sana şöyle şöyle olan Safiyye yeter” demesi üzerine, “Öyle bir söz söyledin ki, eğer o, denize karışmış olsaydı, onu karıştırırdı” (Tirmizî, 36. Kıyâme 51, no: 2502. IV. 660) diyerek onu uyarması göstermektedir ki, Allah Rasûlü (sas) bırakın herhangi bir engellinin engeliyle tahkir edilmesini, engelsiz kimselerin dahi boyu veya rengi sebebiyle ayıplanmasına sessiz kalmamış, aksine bu tür tavırlara sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Kısacası engelli bir ferdin aile ve toplum tarafından kucaklanması, şefkat ve ilgi ile desteklenmesi gerekmektedir. Cemiyetteki her ferdin bu durumdaki kişiler için yapabileceği bir şeyler olduğu unutulmamalıdır. Geçmişi kader inancıyla kabullenip geleceği iradesiyle karşılayan, dolayısıyla elinden gelen bütün fedakârlıkları yapan anne, baba ve aile üyelerine mutlaka psikolojik ve sosyal destek sağlanmalıdır. Onlara yeri geldiğinde verilecek desteğin toplum olarak engelli ferdin iyileşmesinde çok önemli olduğu unutulmamalıdır. ALINTI
  7. Anne-babalar, çocuklarının her türlü eğitim ve öğretiminde başroldedir. Özel eğitime muhtaç çocukların eğitimi oldukça zordur; bilgiyle beraber büyük bir fedakârlık ve sabır istemektedir. Ailesi, engelli bir çocuğun şefkat ve fedakârlığı azamî ve sürekli bulabileceği ideal bir ortamdır. Anne-babalar kalblerine yerleştirilen şefkat duygusunu bilgiyle destekledikleri takdirde, çocuklarını çok daha iyi bir şekilde eğitebilecek ve çocuklarına has problemleri çözme konusunda daha başarılı olacaklardır. Çocuğun gelişmesi anne-babanın bu sürece müdâhil olmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Anne-babanın eğitim sürecine katılmasıyla, çocuğun uzun dönemde başarısı artabilecek; dikkati, okula yönelik tutumları, olumlu yönde gelişecektir. Özellikle anne-babaların, çocuklarının okulda öğrendiklerini evde uygulamalarına ve geliştirmelerine yardımcı olmaları, onların sosyal kabiliyetlerinin okuldan eve taşınmasını ve okuldaki gâyelere ulaşılmasını kolaylaştırır. Bu tür faaliyetler, çocukların güven, meslekî uyum ve bağımsızlık açısından da iyi duruma gelmelerine yardımcı olur. Bunun yanında çocuğun oyun oynamasına, arkadaşlık kurmasına yardımcı olunmalı, yapabileceği işleri yapması sabırla beklenmeli ve çevreyle irtibat kurması sağlanmalıdır. Engelli çocukların en çok ihtiyaç duyduğu şeyler, sevgi ve alâkadır. Sevgi ve alâkayı acıma hissiyle göstermek ve aşırı korumacı davranmak çocuğun öğrenmesini geciktirir. Engelli çocuklarla ilgilenmek yalnızca onların yeme, içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Onların sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, duygularının tatmin edilmesi de gerekmektedir. Bütün bunlar, engellinin geleceği açısından oldukça önemlidir. Fizikî gelişmenin, zihnî gelişmeye yaptığı müspet tesirler ilmî bir hakikattir. Zihin ve/veya fizik engelli çocukların sportif aktivitelere katılmaları sağlanmalıdır. Engelli çocukların zihnî gelişmesinde, ferdî sporların yanı sıra takım sporlarının önemi de göz ardı edilmemelidir. Zeynep IŞIK
  8. İşitme Engellilerden Fotoğraf Sergisi

    Teknolojik gelişmeler sayesinde teşhis ve tedavi kolaylaşsa da, engellerin aşılması için hala en önemli unsurun insani yaklaşımlar olduğu gerçeğiyle yola çıkan AFSAD, işitme engelli gençler için kolları sıvadı. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD), Dünya Bankası ve Hollanda Büyükelçiliği işbirliği ile düzenlenen İşitme Engelli Gençlerle Fotoğraf Projesi sayesinde, 18 genç, fotoğraf dünyasına kazandırıldı. Dünya Bankası'nın, "Türkiye’de Gençlik: Geleceğimizi Şekillendirelim" konulu, "Yaratıcı Kalkınma Fikirleri Yarışması" kapsamında hayata geçirilen ve Hollanda Büyükelçiliği'nin maddi desteği ile sürdürülen İşitme Engelli Gençlerle Fotoğraf Eğitimi Projesi’nde son aşamaya gelindi. Yaklaşık 6 aylık projenin 4 ayını kapsayan eğitimler sonrasında ortaya çıkan fotoğraflar, bir sergiyle sanatseverlerin beğenisine sunulacak. İşitme Engelliler Gelişim Merkezi ile İlkemiz Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi'nden gelen işitme engelli gençlerin, temel ve ileri düzey fotoğrafçılık dersleri alabilmesi için AFSAD eğitmeni Fazlı Öztürk ve Derya Büyüktanır, işaret dili tercümanları H. Hüseyin Korkmaz ve Cem Korkmaz’ın yanısıra AFSAD’da fotoğraf eğitimleri almış farklı mesleklerden 15 asistanın görev aldığı projenin sonuçları, Ankara Barosu Sergi Salonu’nda 6-12 Mart 2010 tarihleri arasında görülebilir. EBM HABER 8sutun.com
  9. Omurilik felçlileri ailesi Bir zamanlar hepiniz sağlıklıydınız ve sağlıklı dönemleriniz de engelli insanlara davranışlarınız düşünceleriniz nasıldı ? Şimdi sağlıklı ama yarınları bilinmeyen insanlara tavsiyeleriniz neler ?
  10. Omurilik felçlileri ailesi T. Sandalye'lerinizden herhangi bir yere yardımsız kendiniz transfer olabiliyor musunuz ? Koltuğa, masa başına, yere, yatağa vs. vs. Transfer olup geçiş yaparken nasıl yöntemler uyguluyorsunuz ?
  11. Ordu Sosyal Hizmetler İl Müdürü Hüseyin Yaşar, Türkiye'de evde bakım aylığı için incelenen özürlüler içerisinde en çok onay verilen ilin Ordu olduğunu söyledi. İhtiyaçlarını kendi başlarına karşılayamayan özürlülerin daha iyi şartlarda bakımının yapılması için devlet tarafından verilen evde bakım ücreti başvuruları devam ediyor. Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü'nün yaklaşık 3 yıldır sürdürdüğü hizmetten yararlananların sayısı Ordu'da 4 bin 228'e ulaştı. Yatalak ve bakıma muhtaç kişi sayısının oldukça fazla olduğu belirtilen Ordu'da, bakıma muhtaç kişinin durumu, ailenin gelir düzeyi, sakatlık raporu gibi konular göz önünde bulundurularak yapılan incelemelerde 2010 yılı itibariyle 4 bin 228 kişiye aylık 522 TL ödendiği kaydedildi. Evde bakım ücretleri kapsamında her ay Ordu'ya 2 milyon 200 bin TL ödenek geliyor. Bu rakamın yıl sonuna kadar 30 milyon TL'ye kadar çıkması bekleniyor. Bu konuda işlemlerin hızlanması için kaymakamlıklara yetki verildiğini ifade eden Sosyal Hizmetler İl Müdürü Hüseyin Yaşar, geçen yıla göre oldukça hız kazandıklarını kaydetti. Yaşar, "Kaymakamlıkların yetişemediği iş yoğunluğun çok olduğu ilçelere biz takviye yapıyoruz. Özellikle Fatsa İlçesi'nde büyük bir iş yoğunluğu var. Genel anlamda kontrollerin yapılması açısından oldukça rahatladık. Yine bu konuyla ilgili bir banka ile anlaştık. Özürlü maaşlarını bu bankaya yatıracağız. Bununla ilgili yine araziye uygun olarak kontrollerde kullanmak üzere 2 araç kurumumuza kazandırıyoruz" dedi. 'HASTANE RAPORLARI 'MAAŞA BAĞLAYIN' HÜKMÜ TAŞIMIYOR' Bazı özürlülük durumlarının kabul edilen sınırın üzerinde olmasına rağmen maaşa bağlanması konusunda ret kararı verildiği yönündeki eleştirilere cevap veren Yaşar,"Ekiplerimiz tarafından her yerde kontroller yapıyoruz. Hastane tarafından verilen rapor bizim için 'kesin bunu maaşa bağlayın' hükmü taşımıyor. Uzman ekip arkadaşlarımız tarafından incelemelerde özürlü kendi başına hayatını idame ettirebiliyor mu buna bakıyoruz. Eğer ediyorsa vermiyoruz. Türkiye'de incelenen özürlü sayısı bakımından en yüksek maaşa bağlama oranı Ordu'ya ait. Çünkü diğer illerde iki gözü olmayana da vermiyorlar. Çünkü 'iki gözü görmese de kendi hayatını idame ettirebilir' diyorlar. Biz kesinlikle 'verin' diyoruz" şeklinde konuştu. Haber Fx
  12. İnsanı Kazanmak

    İnsanı kazanmak mı zor, yoksa kaybetmek mi? Yada tam tersi kazanmak mı kolay yada kaybetmek mi? Çoğunluk derki; kazanmak zor, kaybetmek kolay. Her türlü olayda kolayımı tercih ederiz, yoksa zorumu? Hep birbirimizi kolaycı olmakla suçlarız ya?. Hep kolaycılığa kaçarız ya? Ama konu insan olunca hep zoru tercih ediyoruz diye düşünüyorum. Durum böyle olunca da kolay varken neden zoru tercih ediyoruz. Kazanmak varken neden kaybetmeyi tercih ediyoruz. Olmadık yere insan kırmayı ne kadar kolay yapabiliyoruz. Hiç olmadık yerde biri birimizi yermeyi ne kadar seviyoruz, olmadık halde nasıl iftira atabiliyoruz. Eh bazılarımızın yüreği hala kararmamış. Sonra pişman oluyoruz. Özür dilemeyi de hiç beceremiyoruz. Sonrada kaybettim diye dövünüp duruyoruz. Araya arabulucular görevlendiriyoruz. Beni yanlış anladı, ne olur bana kırılmasın diye çırpınıyoruz. Kaybettiğimizi uzun ve yorucu bir uğraştan sonrada kazanınca mutluluktan uçuyoruz. Oysa kırgınlıklarınızı bir tarafa bırakma yı neden düşünmüyoruz. Yüreğinizi her şeye karşı sevgiyle doldurmuyoruz. İş stresinin ya da başka yorgunlukların, yaşadığımız olumsuzlukların, üzerimizde yarattığı asabilikleri olgun ve akıllı davranıp bir kenara atıp, bir tek kalbi dahi kırmamayı becerebiliyor muyuz. En azından kalp kırmamaya çalışıyor muyuz.... Annenize sinirlenmeyi, çocuğunuzun bir ufak hatasına çıldırmayı, eşinize söylenmeyi, arkadaşınıza gücenmeyi, trafikte gerilmeyi, acil ulaşmak istediğiniz kişinin teli habere meşgul çalıyor diye illet olmayı, sevdiğiniz bu sabah sizi aramadı diye hayıflanmayı, her şeyi ama her şeyi bir yana bırakın... İnsan bazen hakikaten hiç düşünmeden hareket ederek ve de geçici anlık tepkilerle karşısındakinin kalbini kırabiliyor.. sonra insan yatışıyor belki ama ardında bıraktığı kırılan kalbin izleri duvara atılan ince bir çeltik gibi kalıyor... İnanıyorum ki dünyada hiçbir şey insan kalbi kadar hassas değil.. Yıllarca karşınızdaki insanın kalbinde kurduğunuz koca bir tahtı tek bir lafınız, tek bir hareketiniz veyahut bakışınızla yerle bir edebilirsiniz? peki ya sonrası? Sonrasında her şey yoluna girse ve siz o kırdığınız insanın kalbini kazansanız bile ve her şey eskisi gibi gözüküyor olsa bile, aslında sizde çok iyi biliyorsunuzdur ki izler insan yüreğinden silinmez... Bir insanın yüreğinde iz bırakmak istiyorsanız bıraktığınız o iz sakın ola bir çizik olmasın... Eğer çizik olursa o çiziği kapatmak asla mümkün değildir. Biliniz ki kalp çiziğini pastada, boyada kapatamıyor. Kalbiniz süresiz kırgın kalabilir, yada siz istediğiniz kadar kırgın kalabilir. Ve müsaade ettiğiniz kadar derinden kalbinizi keser. Mücadeleniz; kırgınlıkları ne kadar sürdürdüğünüz değil, fakat onlardan bir şeyler öğrenebilmenizdir. Kalp kırmayla ilgili güzel bir sözden bahsetmeden geçemeyeceğim; ? Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına.. Sen suya yazı yazmasını başardın, şimdi otur da güneşin doğmasını bekle..! Ne kalp kırıp suya yazı yazmaya çalışalım, nede kırdığımız kalbi kazanacağız diye gece güneşin doğmasını bekleyelim. Gerçi ne kadar beklesekte gece güneş doğmaz ALINTI
  13. Kırılan Kalp

    Bir dal kırılırsa tekrar tutabilir. Bir cam kırılsa belki tekrar yapıştırmak kabildir. Bir kuşun kanadı kırılınca uçamaz zannedilir; iyileşince uçması mümkün. Ya kalbin kırılışı, inkisara uğrayışı, bin parça oluşu, yok mu, ne onulmaz şeydir o? Sonsuz hayatı kaybettirir insana. Maddi şeyler kırılınca yapıştırılır, birbirine tutturulur da yine bir şeye benzer. Fakat manada öyle mi? Bir kere kırılan kalbin parçalarını hangi maharetli el birleştirebilir? Mevlanın nazar-gahı olan gönüldeki inkisar, yüzde teessürünü gösterince o gönlü almak ne kadar müşküldür artık. Bazen bir söz, karşıdaki insanın dünyasını yıkar, harab eder. Bazen bir bakış öldürür insanı. Bazen de bir yüz ifadesiyle kaynar su dökülmüş gibi olur kişi başından aşağı. “İlim ü amel ne fayda Bir gönül yıktın ise” dediği gibi şairin, büyük bir cürümdür gönül yıkış. Hele hele hassas insanların kırılışı bambaşkadır. Böyle kişilere karşı oldukça dikkatli hareket etmek gerekir. En küçük kırıcı bir söz ve hareketten kaçınmalıdır insan. Zira gönül yarasının merhemi yoktur. Kırılan harab olan bir gönülden yükselen feryat da kabule karindir. Hakkın katında. Zira “Mazlumun ahı gökyüzüne kıvılcım şeklinde yükselir” buyuruyor Nebiler Nebisi. İnsan ne kadar sert mizaçlı olursa olsun, eğer dikkat ederse gönül yıkmadan, kalb kırmadan, bir ömür sürebilir. Hiçbir zaman “Tabiatını, huyum” diyerek atamaz bu vebali üzerinden. Zira yapılan hareketlerde Mevla’ya karşı sorumluluğunu unutmamalı insan. Ve hesap vereceğini... İşte sert ve haşin mizaçlı, celadetli bir zat olan Ömer bin Hattab’ın sözü: “Ey Kabe! Seni bin kere yıksam tekrar yapabilirim. Fakat kırılan bir kalbi asla!..” ALINTI
  14. Sabır Gönül Sabır....

    Olmaz gönlüm, olmaz öyle! Keskin sirkenin akıbeti malûm. Dört mevsimi yaşayan bir cennetin bağrında büyüdün de sen, onun için böyle bir baharı ve yazı özlersin. İstersin ki çabuk geçsin fırtınalı sonbahar, ayaza durmasın kışlar. Dedim ya, sen dört mevsim hesabını yaparsın yaşarken duygularını. Ama bilmelisin herkes buralı değil. Bilmelisin, güneş görmeyen yurtlar var. Olmaz gönül, olmaz öyle. Yükün ağır bilmekteyim, baharı yaşamayanlarla kış nasıl geçer; onu da bilmekteyim. Ama şunu da bilmekteyim ki, sabredebildiğin ölçüde yaşarsın. Eminim ki, hayat sabra denktir. Ve sabır, tahammülün bittiği yerde filizlenir, maneviyat çeperlerini genişlettikçe boy atar, sırf Yaradan'ı düşünerek fiiliyatta bulunduğun zaman neşv ü nema bulur. Sabır gönlüm, sabır! İçine çekerken, zehir gibi gelir tadı, boğulacağını zannedersin. Kanın çekilir yüzünden, bembeyaz olur sîman; yutkunursun, geri döner içinde düğümlenenler. Başını eğmek istemezsin; ama kaldıramazsın da öyle göklere doğru. Ağlarsın, gözyaşın akmaz. Haykırmak gelir içinden, zangır zangır gürültüler habercisi olur titreyen ellerin. Konuşursun yalnızca kendinle, dökersin içini; senden başkası duymaz bilirsin bunu. Sitemlerin dillenir haklı olduğunca, bağırırsın rahatlarcasına, ama sadece kendi içinde, ama sadece Yaradan'la baş başa. Sonra gözlerin... Gözlerin nihai nokta olmak ister en sonunda. Durur öylece, bakar, bakar... Ve kimseler fark etmez neden donuklaştığını, kimseler anlamaz anlatmak istediği çifte derin mânâyı... Sonra çekip alıverirsin anlamlı bakışlarını ruhunu bir kenara bırakmışlardan. Yüzünü çekersin, yalan dünyanın yalancılarından. Alnındaki kırışıklıkları alıverirsin haberi olmayanların önünden. Doğruca bırakırsın asıl dergâha. Bağrına cennetler sığan seccadenin secdeliğine. Ve başlar böylece sabır maratonun. Korkma gönül, sen hele azmet sabır için, yüreğini koy ortaya, gör ne mânevî hediyeler paketliyor Yaradan... En masumane tavırlarına gaddarca yaklaşanlar olacak belki. İçindeki çocuk hafife alınacak... Anlatmak istediklerin değil, anlaşılamamış yanların konuşulacak. "Olsun!" diyeceksin, yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden. Yine de hüsn-ü zan edeceksin. ALLAH için söylediğini yine Allan için olduğu yerde bırakacaksın. Yaradanı alıp yüreğine, sırtını dayayıp tevhidin çınarına, akıbeti ukbâda düşüneceksin. Ve kalbin şöyle bir hafifleyecek, damarlarına giden iyimserlik yolunu tıkamadığından... Üzülüp acı çektiğin anlarda çileni hafife alanlar olacak belki... Öyle bir yanacak ki için, kimseye anlatamayacaksın. Günlerce ağlayacaksın gözyaşının lâhutî ikliminde. Sonra en yakınındaki, en yüreğindeki vuracak hislerini... Canım dediğin dönecek sırtını. Bir "ah!" çekeceksin derinden ve anlamaya çabalarken empatinin gücüyle, arkanı döndüğünde kimse kalmamış olacak. "Sabır" diyeceksin, yine sabır... Eyyüplerin torunluğuna yakışır sabır... "Bugün ALLAH için ne yaptın?" sorusu geldiği an kulağına, vereceği cevabı bulamayanların tedirginliği değil, en zor imtihanını başarıyla vermiş öğrencilerin rahatlığı olacak ruhunda. Başını yastığa koymadan "elhamdülillah" diyecek, rüyanda cennetten kesitler izleyeceksin belki... Ve sabaha erdiğinde, avucunda tuttuğun tesbih tanesi yine "yâ sâbır"la şakırdayacak... Faltaşı gibi açılıp kalacak gözlerin bazen de... Çok şaşıracaksın, çoook! Ya gönül... Kalb kırmak çok kolay oldu, kalbin değeri pazarlara bile çıkartılmaz oldu. Tatlı sözü unutanlar çok, şu hengâmesinden sallanıp duran asırda! Aldırma diyemem, aldıracaksın elbet, hislenip içerleyeceksin belki. Zannediyor musun ki, yüreğine aldıklarına söylediğin nazenin kelimeler, boşta kalır! İnanıyor musun ki, sevdiklerin için kurduğun lâtif cümleler, öksüz bırakılır! Yok gönül, yok! Sahibi var hepsinin. Bırak duymasın insanlar, bırak sertliği onlara! Bırak, tabularına kale yapsınlar! Yeter ki sabret gönül, asıl sahibini düşünüp sabret, başını sonunu kestiremediğin olaylarda bile... Bırak vursunlar ayıbını yüzüne, bir kusuruna binler cefâ taksınlar. Yaradan'ın "Settar" ismi, beşerin hükmüne mi kalmış. Sen sabret gönül... Felaket tellalları susmasınlar isterlerse? Olumsuzluğu yaymanın zevkine doyamayanlara inat, bütün güzel düşüncelerini yay sere serpe. Zehrini ağzında taşıyan yılanın başını ezemesen de, bal damlasın dilinden. İbrahim'in (as) ateşleri, gül olurken mi sunmuş Dostların Dostu şu ayetini: "Güzel söz, güzel bir ağaç gibidir ki onun kökü sabit, dalı ise göktedir." Sabır gücünün tükenirliğinden korkarsan bir gün, gel gir şu dizelerin sırlı havasına... İnan, kimse üzemez seni orda. Ve uzan o ağacın dallarından ötelere... Uzat ellerini ve bekle. Sabırla bekle gönül! En geç sûrun sesi duyulduğunda tutacak ellerinden Resuller Resulü. Pes etme, sabret gönül, sabret!... ALINTI
  15. Bir Düşünüş Kırıntısı

    Yaşanılan her şey, durgun bir suya akseden görüntüler gibi. Nasıl engin sular bile hafif bir esintiye yenik düşüp dalgalanırsa; hissiyât da derinleştikçe, yaşanılanların gidişâtındaki en ufak bir seyirme öyle allak bullak eder gönülleri... Olanları kavramaya çalışan zihinler, hemen sarılırlar sebepler zincirine. "Nedir bu hal? Bu da neyin nesi? Nerden nereye bu gidiş!" Zihinler ardı arkası kesilmeyen soruların esaretinde… Ne kadar zor, bir şeylerin adını koymak, ne kadar da anlamsız yaşanılan her şeyde bir ismin gölgesi altına sığınmaya çalışmak. Yoksa bizim kavrayamadıklarımızdan oluşan bu anlamsızlıklar içinde boğuluşumuz; bir beşer idrâkinden yansıyan sebepsiz anlayamama acziyetinin verdiği bir kargaşa mı? İllâ görmek, kavramak, ve "bu, budur demek" mi lazım! Oysa her bakış, bir görüşün mü alâmetidir? Her duyuş, bir anlayışın, bir kavrayışın mı eseridir? Öyle olsa güç yetirebilir miydik yere, göğe ve her ikisi arasındakilere pervasızca savurduğumuz bakışlara? Bir bakışın idrakiyle titrerken, bir ikincisine cesaret edebilir miydik? Zerreden kürreye her birinde Cenâb-ı Hakk'ın ilâhî ihtişamını seyretmek, benliklerimizde keyifli bir kahkaha mı; yoksa gafilliğin ve nankörlüğün idrâkiyle, Rabbimizin mülkünde başıboş gezişimizin verdiği mahcûbiyetle bir iç muhasebesi hâline bürünmek mi olurdu? Oysa ne de çabuk unutuyoruz: "İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?!" (Kıyamet, 36) hitâbına muhatap olduğumuzu... Eğer gerçekten her duyuş, bir anlayış kabîlinde olsaydı; inleyen, zikreden ve yalvaran mahlûkâtın, hisli gönüllerinden yükselen bir nidâya dahî muvaffak olmak, hissedişle sığ olan bu gönüllerimizi kendinden geçirip engin deryalara açılan birer pencere hâline getirmez miydi? Yaşam bizim için "Böyle gelmiş, böyle gider..."lerden daha öteye geçip, gerçek bir kulluğu yaşama idrakine dönüşmez miydi? Yaşadığımızı, tattığımızı sandığımız "sevgi", dillerde dolaşan bir lakırtı olmaktan kurtulup kalpleri yakan bir uyanış hâline gelmez miydi? Îmânımızın şahlanışını ruhumuzda seyretmez miydik? Hem bu şahlanış, "Ben!.." diyen nefsimize, "Bana!.." diyen menfaatçilere, peşimiz sıra kuyumuzu kazan, karanlıkları yaldızlı boyalarla sıvamaya çalışan iblise ve O'ndan, O'nu anmaktan, O'nu sevmekten, O'na kul olmaktan bizi alıkoyacağını bildiğimiz, bilmediğimiz varolabilecek her şeye bir başkaldırı olmaz mıydı. Peki nedir hâlâ sebât edişimizin sebebi? Bu anlamsız ve yersiz sükût da neyin nesi? Daha bürünmedi mi gözlerimiz aşka! Biz hâlâ o pembe masalların diyarlarında mı kaldık? Yoksa hayalle gerçeği birbirinden ayıramayacak kadar çıkmaz hülyalara mı daldık? Ya da biz "Ben, insanları ve cinleri yalnız Bana kulluk etsinler diye yarattım!.." (Zâriyat, 56) buyruğuna muhatap olan insan ve cin toplulukları içerisinde başka bir boyutta mı yaratıldık? Düşünceler! Baktığımız her şeyde yeni bir düşünüş... İbret mi alıyoruz, hikmetleri mi anlamaya çalışıyoruz? Yoksa bütün bunları tefekkürün inceliklerine dalış zannedip de yalnızca kendimizi mi oyalıyoruz? Cenâb-ı Hak; "Biz dünya hayatını oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık" derken, peki bizim bu anlayışımız, daha nereye kadar? Saniyeler dakikaları, dakikalar ânları, anlar yaşanılanları kovalayıp durdu. Toprak bile bağrında sakladığı tohumdan bir ağaç büyüttü. Örümcek bozulmasına inat, her gün yeniden ördü ağlarını... Kuşlar bıkıp usanmadı kırık dökük yuvalarını yeniden inşa etmekten. Bir bebek bile "düşe kalka" derken yürümeyi, "birkaç kelime" derken konuşmayı öğrendi. Bizler de biz olalı neler yaptık?.. Neler yapıyoruz?!. Amine Birbilen
  16. Trakya Bölgesi'nin İlk Otistik Engelli Okulu Edirne'de Hizmet Verecek. Edirne Valiliği ile Trakya Üniversite arasında eğitim alanında işbirliği protokolü imzalandı. Protokole göre üniversite bünyesinde bulunan Armağan Dönertaş Engelli Eğitim Rehabilitasyon Araştırma Merkezi otistik engelli çocuklar için okul olarak hizmet verecek. Okul, 2010-2011 eğitim ve öğretim döneminde İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı olarak 5 yıl süreyle hizmet verecek. Protokol Edirne Valisi Mustafa Büyük ile Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Enver Duran tarafından imzalandı. İmza töreninde Edirne İl Milli Eğitim Müdürü Şerafettin Demirci ile Üniversite Genel Sekreteri Recep Gürkan da hazır bulundu. Vali Mustafa Büyük, Edirne'deki engelli çocukların eğitim ve rehabilitasyon çalışmalarına bir yenisini de eklediklerini söyledi. Yaptıkları protokol gereği üniversitenin Armağan Dönertaş Engelli Eğitim Rehabilitasyon Araştırma Merkezi Müdürlüğü içerisindeki 11 birimin kullanım hakkının Valiliğe devrinin yapıldığını anlatan Vali, merkezin yeni eğitim ve öğretim döneminde okul olarak hizmet vereceğini ifade etti. Protokolün şimdiye kadar eğitim alanında yapılan işlerden güzel bir örnek olduğunu kaydeden Mustafa Büyük, "Yine üniversite hastanesi bünyesinde bir ilköğretim okulu bulunuyor. Ve daimi olarak orada tedavi gören çocukların eğitimini devam ettirmeleri sağlanıyor. İnşallah bundan sonra da Edirne için yapacakları güzel çalışmaları bir örnek olarak başlamış ve devam etmiş olur." dedi. Devletin engelli çocuklarına sahip çıkmasından duyduğu mutluluğu dile getiren Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Enver Duran ise, "Bu birliktelik üniversite ile devlet kurumları arasında sinerji yaratarak halkın sağlığı ve refahı için imkanların müşterek olarak kullanılması sevindirici bir olay. Buradaki amaç Trakya Bölgesi'nde otistik olarak adlandırılan engelli çocukların üniversitenin imkanları ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın imkanları bir araya getirilerek onları ileri derecede, üst düzeyde çağdaş bir eğitim vererek toplumdaki sağlık ve üretken olarak yerlerini almasını destek olmak." diye konuştu. (CİHAN)
  17. Gaziantep Emniyet Müdürlüğü Sosyal Hizmetler Şube Müdürlüğü, ''Engelli Hakları ile İlgili Bilgilendirme ve Bilinçlendirme'' panelde konuşan Emniyet Müdürü Halil Yılmaz, gözyaşlarını tutamadı. Gaziantep kent merkezi ve ilçelerde görevli olan ve engelli çocuğu bulunan 67 personel ve ailesine yönelik yapılan panele, Emniyet Müdürü Halil Yılmaz ve eşi Tülay Yılmaz katkı verdi. Konuşma yapmak için kürsüye çıkan Emniyet Müdürü Halil Yılmaz, eşinin üç yıl önce geçirdiği felçten dolayı sakat kaldığı dönemi anlatırken gözyaşlarına boğuldu. Konuşmasına bir süre ara veren Emniyet Müdürü Yılmaz'a eşi Tülay Yılmaz, konuşma yaptığı kürsüye çıkarak destek verdi. Salondaki davetliler bu durum karşısında Emniyet Müdürünü ve eşini alkışladı. Daha sonra eşinin yaşadığı o dönemi anlatan Halil Yılmaz, "Eşim yüksek tansiyon nedeniyle felç geçirdi ve bir hafta konuşamaz ve elini dahi oynatamaz durumda kaldı. Sonra gitmiş olduğumuz sağlık kuruluşlarında bir problem olup olmadığını sorarak, bizi başlarından savdılar. Daha sonra bir dostumuzun tavsiyesiyle eşim biyoenerji tedavisi ile tekrar sağlığına kavuştu" dedi. MOBESE binası toplantı salonunda gerçekleştirilen panelde, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Türkiye Sakatlar Derneği Gaziantep Şube Başkanlığı bünyesinde görevli uzman ve psikologlar tarafından sunum yapıldı. Kaynak.guncelgazete.com
  18. Adıyaman ‘Toplumsal Yaşam ve Engelliler’ paneli değerlendirmesi 2009 yaz aylarında, Güneydoğum Derneği, Adıyaman Üniversitesi Rektörlüğüne bir öneri götürerek Adıyaman’daki fiziksel engelli vatandaşların rehabilitesi ile ilgili ortak bir çalışma yapmak istediğini belirtti. Bu çalışmanın gündeme gelmesi ve önerilmesinden sonra uygulamaya konulması yaklaşık 4 ay önce idi. Yapılan programa göre, Üniversite’deki konser, konferans, sergi, kutlama, açılış gibi etkinliklere engelli vatandaşlar getirilip götürüldüler. Güneydoğum Derneği üyeleri onların taşınmasında yardımcı oldu, Üniversite de araç sağladı. Bu proje yaklaşık dört ay sürdü. Çalışmanın sonunda da bir değerlendirme toplantısı yapılması kararlaştırılmıştı. Bugünkü ortamda bu tür toplantılar, panel ve sempozyumlar birçok kurum, sivil toplum kuruluşları tarafından projelendirilerek finansman sağlayan kurumlara sunuluyor. Proje kabul edilirse etkinlik yapılıyor. Tabi ki o durumda maddi giderler kahramanca karşılanıyor. Ama bizim çalışmalarımız tamamen kendi imkânlarımızla ve olabildiğince mütevazı şartlarda gerçekleşiyor. Çünkü biz getirim peşinde değiliz. Çünkü biz samimi olarak sorunların konuşulmasını ve muhatapları tarafından çözülmesini istiyoruz. Çünkü biz Güneydoğu’nun siyasete alet edilmesini değil, sorunların temelden ele alınmasını öneriyoruz. Ve gerçek açılımın bu olduğunu düşünüyoruz. Güneydoğu illerinde bugüne kadar 30’u aşkın panel-sempozyum yaptık, hiç birisini finans kaynağı arayacak biçimde projelendirmedik. 25 Şubat 2010 Urfa Sempozyumunun ertesi günü Adıyaman’daydık. ‘Toplumsal Yaşam ve Engelliler’ panelini organize edildiği biçimde gerçekleştirdik. Adıyaman Üniversitesi ile Güneydoğum Derneği tarafından ortak yürütülen engelli projemizin son aşamasındaki bu panel için, Üniversite oldukça başarılı bir performansla, son derece ilgi gören bir çalışma ortaya koymuş, bu çalışmaya ev sahipliği yapmıştır. Rektör Mustafa Gündüz, Sosyolog olması ve insanları çok iyi tahlil etmesinin avantajlarını kendi açısından başarıya çevirebilmiş ender insanlardan birisidir. Daha önceki yazılarımda da anlatmaya, başarılarını kamuoyu ile paylaşmaya çalıştığım saygıdeğer bir insandır. 350 kişilik salon dolu, üstelik birçok kişi ayakta ve çok sayıda kişi de yer bulamadığı için geri dönmüş. Sanki bir şölen havası var ortada. Konu engelliler olduğu için ön sıralarda ve ön boşlukta tekerlekli sandalyelerinde oturan çok sayıda engelli var. Birçoğu da koltuk değnekli ya da birilerinin yardımıyla yürüyor. Onlarda gördüğüm en önemli yansıma kendileriyle barışık oldukları görüntüsü idi. Konuşmalar esnasında Adıyaman’da kesin olmayan rakamlara göre 30 bin civarında engelli vatandaş yaşıyor. Yadırganacak bir rakam değil bu. Diğer şehirlerde de en az bu kadar veya daha fazladır. Güneydoğu illerindeki engelli sayısı başka bölgelere göre biraz daha göze çarpar orandadır. Oturumu yöneten 22. Dönem Mardin Milletvekili Nihat Eri genel bilgiler verdikten sonra ilk sözü Ankara’dan gelen ve görme engelli olan Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Genel Başkanı Hacı Yusuf Çelebi’ye verdi. Son derece bilgi birikimli Başkan çok önemli bilgiler aktardı, engelli vatandaşları kendi hakları konusunda bilgilendirdi. İkinci konuşmacı Güneydoğum Derneği mensubu olan Veysi Sayın idi. İnsan Kaynakları ve Hukuk eğitimi alan Vesyi Sayın Engelli Mevzuatı konusunda bilgi ve birikim sahibi olması nedeniyle yine ortamdaki engellileri kendi hakları konusunda bilgilendirdi. Üçüncü sırada ise, mazereti nedeniyle gelemeyen Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanı Abdullah Güven yerine Dünya Bankasından panelleri izlemek üzere konuk olarak gelen Şeyda Koçer konuştu. Şeyda Hanım, Dünya Bankasındaki görevinin mimar olması ve engellilerle ilgili projeleri takip etmesi vesilesiyle engelli mimarisi üzerine konuştu. İkinci oturumda konuşmacılar; Güneydoğum Derneği üyesi Mehmet Günışık, sınırsız güç insan düşüncesi; Adıyaman Üniversitesi hocalarından Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yerlikaya, engelliler ve toplumsal sorumluluk; Adıyaman RAM Müdürü, Uzman Psikolojik Danışman Abdulkerim Işık, özürlülerde eğitim ve kurumsallaşmada ilimizin sorunları üzerine konuşma ve sunumlar yaptılar. Abdulkerim Işık’ın Adıyaman’a dair sunduğu bilgiler son derece önemli idi. 300 bin nüfuslu ilde ortalama 30 bin engelli vatandaş bulunuyor. Bu çalışmaya başladığımız zaman engellilerin kendileriyle ve çevreleriyle barışık olmasına yardımcı olmayı hedeflemiştik. Bir zamanlar engelli olmanın bir suçmuş gibi görüldüğü toplumumuzda, artık bu anlayış yavaş yavaş yerini engelli vatandaşı normal vatandaş gibi kabul etme kültürüne bırakmaktadır. Ancak gene de taşrada ve kırsal kesimde engelliyi hor görme kültürünün ortadan kalkmış olduğunu söylemek mümkün değildir. Adıyaman Üniversitesi Rektörlüğüne, bu kadar hassas bir toplumsal konuda yapılmış olan bu çalışmanın öncülüğünü yapmaları; Rektör Mustafa Gündüz’ün, 4 aylık çalışmamız süresince vermiş olduğu destek; organizasyonun başındaki görevli hoca Üniversite Genel Sekreter Yardımcısı Gülşen Kırpık’ın özverili çalışması ve Adıyaman’da projeye destek veren Dernek üyelerimize teşekkür ediyoruz. Son derece mükemmel düzenlenmiş olan panel için de kendilerini kutluyoruz. İzleyici olarak katılan Vali, Vali Yardımcısı, Belediye Başkan Yardımcısı, İl Müdürleri, sivil toplum temsilcileri, vatandaşlar, Akademisyenler, öğrenciler ile yoğun ilgiyle takip eden Adıyaman Basınına ve Ankara’dan gelen Hacı Yusuf Çelebi’ye, Dünya Bankası’ndan katılan Şeyda Hanıma teşekkür ediyoruz. Gerek Urfa, gerekse Adıyaman’daki toplantılarımıza telgrafla kutlama ve teşekkür gönderen Başbakan, Bakanlar, Milletvekilleri, Parti Başkanları ile çiçek gönderen Kurum-Kuruluş temsilcileri ve vatandaşlara teşekkür ediyoruz. 03.03.2010 Duygu Sucuka Güneydoğum Derneği Başkanı Kaynak.sanliurfa.com
  19. Fiziksel engelleri bulunan çocuklara uygulanan refleksoloji yöntemi destekleyici tedavisi ile hastalar büyük aşama kaydediyor. Tokat'ın Turhal ilçesinde bir özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde, fiziksel engelleri bulunan çocuklara 2 fizyoterapist tarafından “refleksoloji” yöntemiyle destekleyici tedavi uygulanıyor. Turhal Babacanlar Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi'nde görevli fizyoterapistler Ayşe Özdemir ve Hatun İlkatmış, merkezde eğitim gören ve fiziksel engelleri bulunan çocuklara refleksoloji yöntemiyle destekleyici tedavi yöntemiyle katkıda bulunuyor. Ayşe Özdemir, refleksolojinin, Rusya ve ABD gibi ülkelerde özellikle otistik ve spastik engelli çocuklar ile felçli hastalar olmak üzere birçok engel grubunda yıllardır yardımcı tedavi metodu olarak uygulandığını söyledi. Refleksolojinin alternatif tedavi yöntemleri arasında yer aldığını belirten Özdemir, şunları kaydetti: “Ayak tabanında toplanan sinir uçlarına uyarılar vererek vücudun belirli bölgelerine hakimiyeti sağlıyoruz. Ayak adeta tüm vücudun ufak bir modeli. Tüm organ ve uzuvların ayak üzerinde karşılığı var. Örneğin sindirim sistemiyle ilgili sıkıntıları olan bir kişinin ayağındaki sindirim sistemine denk gelen bölgesini uyararak sistemin daha iyi çalışmasını sağlayabilirsiniz. Bu tedavi metodu özellikle otistik ve spastik engelli çocuklar ile felçli hastalar üzerinde yıllardır uygulanıyor ama şunu belirtmekte fayda var, refleksolojiden mucize beklemek yanlış olur. Refleksoloji alternatif bir tedavi metodu ve modern tıpta uygulanan fizik tedavi ile ilaç tedavilerini destekleyici bir uygulama. Özellikle bu konuda eğitim almış kişiler tarafından uygulanması çok önemli. Bilinçsizce yapılacak uygulamalar kişiye faydadan çok zarar verebilir.” Kaynak.hurriyet.com
  20. İngiltere'de yaşıyor." dsylexıa " (öğrenme yetersizliği-öğrenememe) hastalığı var. ancak, dahice denebilecek el becerisine sahip.Yaptığı heykellerde malzeme olarak toz zerrecikleri ve şeker kristalleri kullanıyor.sadece gece yarısı civarı çalışabiliyor. Yaptığı eserler ise ancak mikroskopla izlenebiliyor.. Alıntı
  21. Nefsinin esiri olan kimseler, huzurun ne olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmezler ve kıymetini de anlayamazlar. Sa’di-i Şirazi hazretleri şöyle bir hikaye anlatır: “Bir hükümdarın acemi bir kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye binmişti. Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti. Gemi yolculuğunun birtakım sıkıntıları ve zorlukları vardı. Köle, gemi limandan ayrıldığı andan itibaren titremeye başladı. Ne yaptılarsa köleyi sakinleştiremediler. Gemide âlim bir kişi vardı. Hükümdara; (Müsaade ederseniz ben onu susturayım) dedi. Hükümdar da o zata izin verdi. O zat, köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar. Bu olaydan sonra köle, köşesinde sessiz ve sakin oturdu. Hükümdar âlimden bu işin hikmetini sordu. O da; (Köle suya girmeden evvel, gemideki selametin kadrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzurla, saadet ve sıhhat de böyledir. Huzur içinde yaşayan, mesut olan, bir felakete uğramadıkça, o huzur ve saadetin kıymetini bilmez. İnsan hasta olmadıkça da, sağlığının kıymetini bilmez) dedi.” Netice olarak, içi aydın olan, huzurlu olan dışına ışık ve huzur verir. Zira her kapdan, içinde olan, dışarı sızar…! Alıntı
  22. Sandalye Kitap Oldu

    Sandalye’, geçirdiği kaza sonucunda belden aşağısı felç olan Süleyman Akbulut’un gerçek hayat hikâyesini anlatıyor. Kaza sonrasında birçok kez intihar etmeyi düşünen Akbulut, şimdilerde ‘engelleri kaldırmak’ için yaşıyor. Süleyman Akbulut, geçirdiği trafik kazası sonrasında hayatının baharı denebilecek bir çağda, henüz 21 yaşındayken tekerlekli sandalyeyle ‘dost’ olmuş. Akbulut, bugün 38 yaşında. Trafik kazasının üzerinden 17 yıl geçmesine rağmen çektiği sıkıntılar tazeliğini koruyor. Ancak o, geçmişte kalan acı ve sıkıntıları bir kenara bırakarak hayata sil baştan başlamış. Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği (OFD)’nin kurulmasına öncülük etmiş. Düzenlediği kurslar sayesinde 150 bin kişiye ilkyardım kursu vermiş, hayatını engellilerin karşılaştığı ‘engeller’i ortadan kaldırmaya adamış. Kaza geçirdikten sonra kendisini bekleyen acı sürprizleri, hastanede kaldığı günleri, acılarını, sıkıntılarını ‘Sandalye’ isimli kitabında anlatmış. Özürlülerin hayatına kendi ‘sandalye’sinden bakan Süleyman Akbulut, kitabı sayesinde engelli vatandaşlara rehberlik yapıyor. Rehberlik yapmakla da kalmıyor, onlara yol gösteriyor, engellilerin hakkını aramak için hukukî mücadelelere başvuruyor. Yeri geliyor, engelli vatandaşların toplu taşıma araçlarına kolayca binebilmesi için mahkeme koridorlarını aşındırıyor, yeri geliyor, üstgeçitlerden tekerlekli sandalye ile rahatça geçilebilmesini sağlayan rampaların yapılması için devlet yetkilileriyle görüşüyor. Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği’nde yöneticilik görevinde bulunan Süleyman Akbulut, dernekte yaşadığı ilginç olayları günlüğüne yazmaya karar vermiş. Bir akşam yakın dostlarıyla sohbet ederken arkadaşlarından birisi, Akbulut’a kitap yazmasını tavsiye etmiş. Kaza geçirdikten sonra çok sayıda trajikomik olayla karşılaşan Akbulut için pek de zor olmamış, bu dost tavsiyesi. Yaşadığı ilginç olayları günlüğüne yazma fikrinden vazgeçen Akbulut, kitap yazma çalışmalarına başlamış. Koşabilen, yürüyebilen, paraşütle atlayabilen bir insanın hayatı boyunca tekerlekli sandalyeyle yaşamak zorunda kalması, hastane odalarının kasvetli havası, çektiği bedensel ve gönül acıları ile engelli vatandaşların sosyal hayatta karşılaştığı bütün sorunlar, ‘Sandalye’sinin konularını oluşturmuş. Süleyman Akbulut, kitabın altbaşlığına ‘Ben Büyünce… Mavi Olacaktım’ yazmış. ‘Neden mavi?’ sorusuna; “Mavi renk, yaşamdaki güzellikleri, mutluluğu ve tebessümü anlatıyor. Ben büyüyünce mutlu olacağıma inanıyordum; ama tam bu esnada zaman kırıldı ve mavi olamadık, kırmızı olduk.” şeklinde cevap veriyor. Hastanelerde çekilen acılar her yerde aynı... Kitabı elinize ilk aldığınızda Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu okuyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bacağından ameliyat olan Peyami Safa’nın kahramanı ile Süleyman Akbulut arasında bir bağ kuruyorsunuz. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki kahramanın umutları tazeliğini korurken Akbulut’un geleceğe dair planları başlamadan bitiyor. Amcasının doktor olan arkadaşı, Süleyman Akbulut’u kontrol için eve geliyor. Moral ve ilgiye en çok ihtiyacı olduğu zamanda doktorun, “Bir daha yürüyemezsin, ellerini kuvvetlendirmeye bak.” sözleriyle yıkılıyor, Akbulut. Özellikle bedensel engelliler için motivasyonun çok önemli olduğunu anlatan Akbulut, hastanede kaldığı süre içerisinde Haluk isimli doktorun kendisine çok şeyler kazandırdığını, hayata bağlanmasını sağladığını söylüyor. Ülkemizde, yılda binlerce kişinin ölmesine ya da sakat kalmasına sebep olan kazaların en büyük sebebi Akbulut’un geçirdiği trafik kazasının sebebiyle aynı: Aşırı hız. Süleyman Akbulut, Gazi Üniversitesi Ekonometri Bölümü son sınıf öğrencisiyken arkadaşından ödünç olarak aldığı arabayla kaza yapar. Kitapta kullandığı, “Oturduğum sitenin içinde küçük manevralar yaptıktan sonra yola çıkmış ve gaza sonuna kadar basmıştım.” ifadeleri aslında durumu özetliyor. Kaza sonrasında gözünü hastanede açan Akbulut için artık her şey çok geçtir. Bir anlık ihmali, karşıdan gelen arabaya çarpmamak için sert bir direksiyon hamlesi, korkunç kaza ve son durak olan yer: hastane. Üniversiteyi bitirme hayalleri, en sevdiği arkadaşlarıyla birlikte geçireceği Ankara günleri, sevdiği kız Güner’le evlilik hesapları… Hepsi ama hepsi artık kendisine çok uzaktı. Kazadan sonra hastanede geçen sıkıntılı ve karanlık günler, bir daha yürüyemeyecek olmanın kendisine verdiği o büyük üzüntü hali, çok samimi arkadaşlarının kendisini terk etmesi… Bütün bu olumsuzluklar Süleyman Akbulut’un ruhunda derin yaralar açar ve birçok kez intihar etmeyi düşünür. Bir keresinde her şeyi hesaplar, kararını vermiştir. Yaşamak, nefes alıp vermek, kendisinin ifadesiyle ‘gereksiz bir eşya gibi bir köşeye atılmak’ onu derinden sarsmaktadır. Çareyi ölümde arar; ama bundan son anda vazgeçer. Ailesine, çok yakın birkaç arkadaşına ve kendisi gibi engellilere bir şeyler borçlu olduğunu hisseder, hayata sıkıca tutunmayı dener. ‘Sandalye’ ismi Selim İleri’den geldi Süleyman Akbulut, kitap yazmak için gerekli çalışmalara başlar. Eser, yavaş yavaş şekillenip bir bütün haline geldikçe Akbulut da giderek kaygılanır. Çünkü kitap bitmek üzeredir ama halen bir başlık bulamamıştır. Yakın bir arkadaşı sayesinde Selim İleri’ye kitaptan bazı bölümler gönderir. İleri, kitabın başlığının ‘Sandalye’ olmasını tavsiye eder. Tavsiyeyi hiç düşünmeden kabul eden Süleyman Akbulut, Selim İleri’nin çok isabetli bir karar verdiğini düşünüyor. Tekerlekli sandalyenin yürüyemeyen birisi için çok büyük anlamlar taşıdığını söyleyen Akbulut, “Sandalye, hem mahkumiyeti hem de özgürlüğü simgeliyor. Mahkumiyeti simgeliyor, çünkü bana hayatın zorluklarını yaşatıyor. Aynı zamanda özgürlüğü simgeliyor, çünkü kazadan sonraki hayatımda yeni bir benlik kazanmamı sağladı.” diyor. Alıntı
  23. Motorlu Tekerlekli Sandalye

    <object width="650" height="650"><param name="movie" value="http://www.zaplat.com/s/MTMxMzg5"/><param name="menu" value="false"/><param name="quality" value="high"/><embed src=http://www.zaplat.com/s/MTMxMzg5 menu="false" quality="high" width="650" height="650"/></object>
  24. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Kas Hastalıkları Derneği'nin tahliye kararını yeni yer bulunana kadar durdurduklarını açıkladı. Saraçhane Belediye Sarayı'nda gazetecilerin sorularını cevaplandıran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, belediyenin Yeşilköy'deki binasında faaliyet gösteren Kas Hastalıkları Derneği'nin tahliye kararını durdurduklarını söyledi. "Kullanma süreleri dolduğu için arkadaşlarımız bir tahliye kararı çıkarmışlar ve belli bir süre vermişler. Süresi de dolmuş." diyen Başkan Kadir Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ben arkadaşlarımıza alternatifini bulmadan başka bir yer göstermeden, 'kalkın gidin demeyin' Orada bir hizmet verilmekte. Neticede bir dernektir, sivil toplum örgütüdür. Oradan istifade edenler var. 'Buradan çıkıp gidin' deyip kestirip atmak doğru değil. Karşılığını bulmadan bunu yapmak doğru değil. Bu nedenle tahliye işini durdurduk. Bir başka yer bulmadan çıkarılmasın' dedim." Başkan Topbaş, "Kanunen tanınan tahsis süresi doldu ve tahliye için yazılar yazıldı. Bugünde son gündü. Ama yine de bir yerel yönetim olarak bu dernekten gerçekten istifade eden insanları düşünmek zorundayız. Bu bakıma kararımız derneğe başka bir yer gösterilmesi yönünde oldu. Bizim de birçok sağlık birimimiz var. Evde bakım hizmetleriniz, özürlü merkezlerimiz var, kadın ve aile sağlığı merkezlerimiz var. Tüm bunların amacı, İstanbullulara hizmet etmek ve sağlıklı bir yaşam sunmak adına yapılıyor." şeklinde konuştu. Zaman
  25. Özürlüye Ücretsiz Diş Tedavisi

    Özürlü vatandaşlarımız sağlık sorunlarını gidermek için hastanelerde koşuştururken, ağız ve diş sağlığını ihmal ediyor. Geçen süreçte diş problemleri ve dişeti hastalıkları ilerleyerek tedavisi de güçleşerek dertlere bir yenisi ekleniyor. Gittiğim yerlerde ve gelen şikâyetlerde çoğu kişi "Paramız yok. Çocuğumun dişlerini yaptıramıyoruz. Üstelik yeterli bilgimiz olmadığı için haklarımızdan yararlanamıyoruz" diyerek dert yanıyor. Bugünkü yazımda konuyu ele alıp dertli okurlarımın ücretsiz diş tedavisinden yararlanmasının yöntemini anlatacağım. SGK, Türkiye genelinde özürlülerin tedavisi için il müdürlükleri bünyesinde açtığı 30 yeni Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi'nde hizmet vermeye başladı. Artık SGK'ya (SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur) bağlı yüzde 40 ve üzerinde özürlü kişiler, sakatlık durumunu belgelemek suretiyle doğrudan, herhangi bir kurumdan sevk almadan diş tedavisi yaptırabilir. SGK, 07.09.2009 (2009/110) B.13.2. SGK.0.11.04.00-774 sayılı genelgesi ( bendine göre, % 40 ve üzerinde özürlü kişiler, diş tedavisi için özürlülük durumunu belgelendirmek suretiyle, tüm sağlık kuruluşlarına veya serbest diş hekimliklerine doğrudan başvurabilir. SGK, özürlüler mağdur olmasın diyerek sağlık tebliğindeki (Ek7) liste fiyatını uygulamıyor. Diş Hekimleri Odası'nın belirlediği asgari tutar üzerinden tedavi ödemelerini yapıyor. Şimdi sağa sola koşuşturmayı bırakıp zaman geçirmeden hemen tedavinizi yaptırın. Tek yapmanız gereken şey özür durumunuzu gösteren, en az yüzde 40 sağlık kurulu raporunuzu ibraz etmek. Bu arada... Serbest diş hekimleri tedavi ettiği özürlünün raporunun bir örneğini faturaya ekleyerek il müdürlüğündeki Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi'ne götürüp Şahıs Ödemeleri kısmından masrafını tahsil edebilir. Cemalettin Gürsoy Kaynak