Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

Dogru_Yol kullanıcısının paylaşımları

  1. Bir Kareyle Sevgi.......

  2. Bir Kareyle Sevgi.......

  3. Bir Kareyle Sevgi.......

  4. Bir Kareyle Sevgi.......

  5. Bir Kareyle Sevgi.......

  6. Bir Kareyle Sevgi.......

  7. Bir Kareyle Sevgi.......

  8. Bir Kareyle Sevgi.......

  9. Bir Kareyle Sevgi.......

  10. Bir Kareyle Sevgi.......

  11. Bir Kareyle Sevgi.......

  12. Bir Kareyle Sevgi.......

  13. Bir Kareyle Sevgi.......

  14. Bir Kareyle Sevgi.......

  15. Bir Kareyle Sevgi.......

  16. Bir Kareyle Sevgi.......

  17. Bir Kareyle Sevgi.......

  18. Bir Kareyle Sevgi.......

  19. Bir Kareyle Sevgi.......

  20. Aşk Türleri Ve Evlilik Kaynak Pozitif Gazete
  21. Küçük İstavrit Öyküsü

    -KÜÇÜK İSTAVRİT ÖYKÜSÜ- Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp Hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında Gümbür gümbür oldu yureği, Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti Denizlerin üstünü Neye benzerdi acep gökyüzü Bir yanda büyük bir merak Bir yanda ölüm korkusu. “Dudağı yarıklar” denir, şanslıdır onlar Hani görüpte gökyüzünü, insanı Oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare balıkcının parmakları hoyratça kavradı onu Kücük istavrit anladı yolun sonu. Koca denizlere sığmazdı yüreği Oysa şimdi yüzerken Kücücük yeşil leğende Cansız uzanıvermiş dostlarına Değiyordu minik yüzgeci. İnsanlar gelip geçtiler önünden Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine Yavaşça karardı dünya Başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu. İşte tam o anda eğilip aldım onu Yürüdüm deniz kenarına Bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret, Sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı Sonra sevinçle dibe daldı Gitti, tüm kederimi söküp atarak Teşekkürü de ihmal etmemişti Bir kaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak. Balıkcı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme Sorar gibiydiler neden yaptı bunu, niye “Bir gün”dedim “bulursam kendimi Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz Son ana kadar hep bir umudum olsun diye”. Alıntıdır. Resim Kaynak Kaynak Pozitif Gazete
  22. Tedavi Edilemeyen 40 Hastalık Türü

    Doktorların bulduğu hastalıklar haricinde birde toplum olarak yaşadığımız bazı hastalıklar varmış. Bunların hepsi de toplumsal gözlemle bulunan hastalıklar... Bir okuyalım bakalım biz hangi hastalığa yakalanmışız. 01- Kardan adama tekme atma veya bozmaya çalışma hastalığı , 02- Yeni atılmış bir betona basma ve isim yazma hastalığı , 03- Gazete ve dergilerdeki resimlere sakal, bıyık ve gözlük yapma hastalığı , 04- En iyi arabayı ben kullanıyorum zannetme hastalığı , 05- Kar topunun içine buz koyma hastalığı , 06- Cep telefonu kullanımının yasak olduğu ortamlarda ille de görüşme yapma hastalığı , 07- Belediyenin duraklara koyduğu saatlerin yelkovan ve akrebini sökme hastalığı , 08- Kumsalda Deve güresi yapma hastalığı, 09- şahin marka arabayı , Doğan görünümlü yapma hastalığı, 10- Ağaçlara ve parktaki banklara kalp ve isim baş harfi kazıma hastalığı, 11- Derslerini çalışıp sınıfını geçenleri inek sanma hastalığı, 12- Mesleğimizdeki unvanımızı İngilizce olarak söyleme hastalığı, 13- Tiki olan insanların tikleri ile uğraşma hastalığı, 14- İskambil kağıtlarından kule yapan birinin kulesini bozmaya çalışma hastalığı, 15- Cep telefonu ile bağıra bağıra konuşma hastalığı, 16- Reklam için duvarlara veya panolara yapıştırılan afişleri yırtma hastalığı, 17- Tuvalet duvarlarını defter sanma hastalığı, 18- Otobüs duraklarına "Ateşli sevişirim beni ara" yazma hastalığı, 19- Trafikte bizi geçen bir Arabayı mutlaka yakalayıp onu geçmeyi ilke sayma hastalığı, 20- Sinyal verir vermez şerit değiştirip, kazaya sebebiyet verdiğimizde sinyal verdik görmüyon mu deme hastalığı, 21- Ara yollardan ana yola çıkacak araca yol vermeme hastalığı, 22- Ünlü birini gördüğümüzde ona el sallama hastalığı, 23- Ünlü birini gördüğümüzde onunla fotoğraf çektirip çok samimiyiz havası verme hastalığı, 24- Yasamadığımız bir şeyi yasamış gibi anlatıp ona kendimizi inandırma hastalığı, 25- Otobüs durağa yanaştığında ille de ön kapıdan inmeye çalışma hastalığı, 26- Otobüs koltuklarını yırtma ve üzerlerine acayip acayip yazılar yazma hastalığı, 27- Minibüs şoförüyseniz beğenmeseniz bile mutlaka kral FM dinleme hastalığı, 28- Trafikte kırmızı ışıkta dururken, yeşil ışık yanar yanmaz kornaya basma hastalığı, 29- Trafikte kırmızı ışıkta dururken burun karıştırma hastalığı, 30- Kimsenin herhangi bir konu hakkında bilgisi olmadığını anladığımız anda o konu hakkında atıp tutma hastalığı, 31- Elektrik, su, doğalgaz, vergi, trafik cezası vb.. faturaları son gününde ödeme hastalığı, 32- Kar yağdığında eve bolca ekmek alma hastalığı, 33- Grup halinde bir meydana konan güvercinlerin üzerine koşup onları kaçırmaya çalışma hastalığı, 34- Evli olanların bekarlara sakin ha evlenme demesi hastalığı, 35- Ayni filme giden insanların filmden çıktıktan sonra filmi birbirlerine anlatmaları hastalığı, 36- Eline silah geçen birinin hemen o silahla saka yapma ihtiyacı duyması hastalığı, 37-Arabayla yolda giderken tanıdık birini görünce arabayı şakadan onun üzerine doğru sürme hastalığı, 38- Takım elbise giyince elini cebe sokma hastalığı, 39- Tuttuğu takım galip gelince havaya silah sıkma hastalığı, 40- Meslek arkadaşlarına mesleki şakalar yapma hastalığı Bülent Altaç Kaynak
  23. Güven

    Aile içerisindeki her birey ailenin diğer üyelerine güvenmek ve onlar tarafından güvenilmek ister. Bu onun kendine olan güvenini de etkiler. Güven ortamının olmadığı bir ailede ilişkilerin sağlıklı olması mümkün değildir. Anne baba arasındaki ilişkinin boyutu ve birbirlerine olan güvenin seviyesi çocuklara da yansımaktadır. Eğer anne baba çocuğuna güven duymuyor ve ona güven vermiyorsa çocuk bu güven ihtiyacını dışarıda aramaya yönelecektir. Bu kişi amca, dayı olabildiği gibi genellikle istenmeyen arkadaş grupları olmaktadır. Anne-baba olarak öncelikle kendimize ve birbirimize güvenmeli, çocuğumuzun güvenini sarsacak tavır ve davranışlardan uzak durmalıyız. Sonra da her fırsatta çocuğumuza olan güvenimizi ona açıkça ifade etmeli bunu davranışlarımızla göstermeliyiz. Herhangi bir tehlikeyle veya problemle karşılaştığında ise yanında olduğumuzu hissettirmeliyiz. Bu onun problemlerini bizim çözmemiz anlamına gelmemeli. Çünkü böyle yaparsak, çocuğumuzun problemlerini çözme kabiliyetlerini ve özgüveninin gelişmesini engellemiş oluruz. HAYAT BİR DENİZE BENZER Hayatı bir denize benzetmişimdir hep. Sakin ve güven veren bir koyda başlarız genellikle bu yolculuğa. Gittikçe derinleşen ve derinleştikçe şiddetini artıran dalgalarla karşılaşırız sonra. Güçlü olmak zorundayızdır, bu dev dalgalan aşarak karşı sahile ulaşmak için. Huzur ve emniyet içinde başladığımız bu yolculukta çetin mücadeleler beklemektedir bizi. Bu sınavı başarıyla geçebilmek için ailemizin ve dostlarımızın desteğini yanımızda bulmak isteriz. İsteriz de, peki biz çocuklarımıza bu hayat yolculuğunda güven verip destek olabiliyor muyuz acaba? Nice aileler bilirim çocuklarını bu çetin mücadelelerinde yapayalnız bırakan. Islak bir kuş yavrusu gibi aciz, yalnız, titreyen çocuklar bilirim, yüreğimi burkan ve hayata ürkek gözlerle bakan. Bazı aileler vardır, çocuklarını atarlar denizin içerisine yüzmeyi öğrensin diye. Ve arkasını döner bırakır giderler kendi işleriyle uğraşmak için. Sonra acı haber tez gelir: "Çocuğunuz öldü!" Bazılarının cesetleri vurmuştur kıyıya, bazıları ise kaybolup gitmiştir denizin acımasız dalgalar içerisinde. Ve aileler, şairin mısralarında dediği gibi "Günlerce siyah ufka bakar, gözleri nemli" bekler dururlar ümitsizce. Bu çocuklardan bir kısmı ise çok iyi birer yüzücü olurlar. Ama unutmamışlardır kendilerini yalnız bırakanları. Ve arkalarına dönüp bakmazlar bir daha. Çelik gibi iradeleri vardır. Çatık kaşla bakarlar hayata ve insanlara güvenmezler artık. Çünkü en çok güvendiği aileleri yalnız bırakmıştır onları. Bu yüzden vefa duygulan da pek gelişmemiştir. Boğulma tehlikesi geçirdiği zaman,- yardımsever birileri tarafından tutulup ellerinden kurtarılanlar müstesna. Ama onların da aileleri ile bağları oldukça kopuk ve mesafelidir. Ve nice aileler bilirim çocuklarına aşırı düşkün ama onlara güvenemedikleri için bir türlü kendi başına yüzmelerine izin vermeyen. Sürekli onları sırtında taşıdıkları için suyla tanışmamış, kabiliyetleri gelişmemiş çocuklar yetiştiren. Bu çocuklar uzun süre babalarının sırtında devam ederler hayatlarına, oyun oynaş içerisinde. Ve öyle bir zaman gelir ki dalgalar şiddetini artırmış babanın kendinden başkasını taşıyacak takati kalmamıştır. Sırtından inmesini ve bundan sonra yüzmeye kendisinin devam etmesini ister çocuğundan. Ama çocuğun yüzmeyi öğrenme yaşı oldukça geçmiştir ve güvenememektedir kendisine. İnmek istemez babasının sırtından ve sıkıca sarılır boynuna. Dalgalarla mücadele etmekte zorlanan baba bir de çocuğuyla mücadele etmeye çalışırken, yutuverir deniz her ikisini de. Yani çocuk kendisini kurtaramadığı gibi babasını da çeker suyun derinliklerine. Halbuki böyle mi olmalıydı? Hem bizim hem çocuklarımızın emniyet ve güven içerisinde yolumuza devam etmemizin bir yolu yok muydu acaba? Elbette var. Çocuklarımızı denizin azgın sularında yalnız bırakmak ya da sırtımızda taşımak yerine; onlara önce denizin sakin ve sığ bölgelerinde kulaç atmayı, sırt üstü gitmeyi, kurbağalama yüzmeyi, bazen de suyun altında ilerlemeyi öğretmeliyiz. Sonra da bu öğrettiklerimizi kendi başlarına tatbik etmeleri için fırsat vermeliyiz onlara. Ama asla yalnız bırakmamalı, boğulma tehlikesi geçirdiklerinde, onları kurtarabileceğimiz mesafede olmalıyız ki bizden Öğrendikleriyle kendi kabiliyetlerini birleştirip huzur ve güven içerisinde kendi yollarına devam edebilsinler. Bize de onların başarılarıyla gurur duymak ve anne-baba olarak görevimizi yapmış olmanın verdiği huzur kalsın. Bu da bize yeter sanıyorum. Efkan Yeşildağ Fatih Üniversitesi ögretim görevlisi
  24. Müslüman ana-babalara açık mektup Müslüman anne ve babalara sesleniyorum: Çocuklarınızı iyi Müslümanlar olarak yetiştiriniz. İyi Müslüman ne demektir? Kısaca arz edeyim: “ İyi insan demektir. İyi vatandaş demektir. Erkekse, hanımına iyi bir koca, çocuklarına iyi bir baba demektir. Kadınsa, kocasına iyi bir hanım, çocuklarına iyi bir anne demektir. Çocuksa, anne-babasına iyi evlat demektir. İyi komşu demektir. İyi âmir, iyi memur demektir. İyi işveren, iyi işçi demektir. İyi tâcir, iyi esnaf, iyi müşteri demektir.” Dahası da var, lakin bu saydıklarım yetmez mi iyi Müslümanı anlatmak için? Muhterem anne-babalar! Yarın hepimiz bu imtihan dünyasından çekilip gideceğiz, son yolculuk tarihini bilmiyoruz ama yolculuk kesin. Çocuklarımızı iyi Müslümanlar olarak yetiştirmezsek son derece ağır bir vebal altında kalmış oluruz. İyi Müslüman, gerçek dindar demektir. Gerçek dindar kimdir? 1- O, doğru olan inançlara, düşüncelere, görüşlere sahiptir. Dinî konularda mutlaka Kur’ân-ı Kerim’e ve Sünnet’e uygun olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadı üzeredir. İslâm’a, Kur’ân-ı Kerim’e, Sünnet’e, din önderlerinin inanç, görüş ve düşüncelerine uymayan hiçbir dünyevî görüşe ve ideolojiye bağlanamaz Müslüman. 2- İyi Müslüman, başta günlük beş vakit namazlar olmak üzere dinimizin farz kıldığı bütün ibadetleri eda eder, dosdoğru bir şekilde yerine getirir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin müekked sünnetlerini de ihmal etmez. 3- İyi Müslüman ahlâkı düzgün, yüksek faziletlere sahip, yüksek karakter sahibi kimsedir. Ahlâksız, faziletsiz, karaktersiz, şımarık, kendini beğenmiş, bencil, görgüsüz, terbiyesiz adama ve kadına asla iyi Müslüman denilemez. İyi Müslüman o kimsedir ki, gayr-i müslimler bile onun ahlâk ve faziletini kabul ederler, onu bu konuda överler. 4- İyi Müslüman dünya için, dünyada kalacağı kadar, ahiret için de orada kalacağı kadar çalışan kimsedir. Ahiretin sadece kuru edebiyatını yapan, var gücüyle ve büyük bir hırsla bu fanî dünya için çalışan kimseler kesinlikle iyi Müslüman değildirler. Ahirette ebedî olarak kalacağını bilen iyi Müslüman, dünya hizmetlerini ihmal etmez, aksatmaz, lakin bütün varlığı ile ebedî hayatta mutluluğu yakalamak için çalışır. 5- İyi Müslüman parayı değer olarak kabul etmez. Parayı putlaştıran kişi dıştan Müslüman görünse de, o gizli bir müşriktir. Dini imanı para olan, iyi Müslüman değildir. 6- İyi Müslüman, bütün dünya işlerinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz hazretlerini en büyük önder, en güzel örnek ve model, en güvenilir rehber, en muzaffer kumandan olarak kabul eder. Elinden geldiği kadar ve zamanın şartlarına uygun şekilde onun gibi yaşamaya çalışır, onun gibi davranmaya çalışır. Onun sünnetini kendisine hayat düsturu olarak kabul eder ve bu sünnetin dışına çıkmaz. 7- İyi Müslüman, sadece din ve iman kardeşlerine değil, bütün insanlara, bütün canlılara, hattâ cansız maddelere bile şefkat ve merhametle muamele eder. Müslümanları yok etmeye ahd etmiş son derece harbî, son derece agresif, son derece fanatik düşmanlar bu kaidenin içine dahil değildir. 8- İyi Müslüman paylaşan kimsedir. Abdullah b. Ömer (R.A.)’den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: “Yüksek el alçak elden hayırlıdır. Çünkü yüksek el infak edici yani verici, alçak el ise isteyici, dilenici eldir” buyurmuşlardır. Milyonlarca din kardeşi ve vatandaşı sefalet ve perişanlık içinde sürünürken kendileri en lüks ve israflı bir şekilde har vurup harman savuran kimseler iyi Müslüman değildir. 9- Kendi cüz’î iradesiyle iyi Müslüman olmaya çalışan kimseye Cenab-ı Hak vehbî ilimler, hikmetler, faziletler ihsan eder. Onların aydınlığı o Müslümanda görülür. Lakin herkes göremez. Gören görür, görmeyen görmez. 10- İyi Müslüman “Ölmeden önce ölmeye çalışır”, yani bencilliğini, varlığını yok etmek için uğraşır. Sonunda ona bu başarıyı nasip ederse hiç olur. Mehmet Talü
  25. Engel Sınır Tanımıyor

    Samsun'da yaşayan Nisanur ve dedesi engellerine rağmen mutlu bir hayat sürerek çevrelerine de örnek oluyorlar. Dilek Sezen Samsun'da doğuştan kolları olmayan 2 yaşındaki Nisanur ve geçirdiği kaza sonucu tekerlekli sandalyeye bağlı yaşamak zorunda kalan dedesi Ahmet Aktaş engellerine rağmen mutlu bir hayat sürerek çevrelerine de örnek oluyorlar. Nisanur annesi ile hayata tutunurken dedesi ise daha önce adını bile duymadığı “badminton” sporu ile geleceğe umutla bakıyor. İstanbul'da bir tekstil firmasında çalışırken asansör boşluğuna düşerek sakat kalan 46 yaşındaki Ahmet Aktaş, 2001 yılında geçirdiği kaza sonrası hayatının tamamen değiştiğini anlattı. Kazanın ardından bir süre tedavi gördüğünü ve bu süreçte bir daha yürüyemeyeceği gerçeğiyle yüzleştiğini ifade eden Aktaş, eşinden ayrıldıktan sonra 2007 yılında kızının yaşadığı Samsun'a yerleştiğini söyledi. İki çocuğundan oğlunun askerde olduğunu belirten Aktaş, zor günler geçirdiğini, hayata küstüğü sırada daha önce adını bile duymadığı badminton sporu ile tanıştığını kaydetti. Aktaş, Türkiye Sakatlar Derneği Samsun Şubesi kanalıyla Amisos 55 Engelliler Gençlik ve Spor Kulübü'ne üye olduğunu ve kulübün Türkiye'de ilk kez düzenlediği Engelliler Badminton Türkiye Şampiyonası'nda bronz madalya kazandığını belirtti. Sporun kendisi için adeta bir rehabilitasyon olduğunu ve en umutsuz döneminde kendisini yeniden hayata bağladığını söyleyen Aktaş, “Çalışırken bazen spor salonu bulamıyorduk. Şampiyonaya çizgi ve file olmadığı için göz kararı çalıştık. Sporcu sandalyemiz olmadığı için statik ve durgun olarak çalıştık. Daha iyisini bekliyorduk ama zorluklara rağmen üçüncü olmayı başardık. Daha iyi şeyler yapacağız” dedi. Engellilere hayata küsmemeleri ve spor yapmaları tavsiyesinde bulunan Aktaş, kulüp olarak destek beklediklerini, spor salonu ve spor sandalyesi desteğine ihtiyaçları olduğunu kaydetti. Samsun'a geldikten bir yıl sonra torunu Nisanur'un dünyaya geldiğini ve kendisi gibi engelli olan Nisanur'la çok mutlu olduklarını ifade eden Aktaş, sporla birlikte hayata artık gülümseyerek bakabildiğini söyledi. Nisanur'un annesi Sevinç Çalık (24) ise evlendikten sonra 4 yıl çocuklarının olması için tedavi gördüğünü, daha sonra kızına hamile kaldığını, gebeliğin 4.5-5 ayında bebeğin engelli olduğunun anlaşılması üzerine doktorların gebeliğe son verilmesi için ısrar ettiklerini ama kendisinin çocuğunu dünyaya getirmek istediğini anlattı. Nisanur'un engeliyle doğmasına rağmen,verdiği karardan hiçbir zaman pişman olmadığını vurgulayan Çalık, Nisanur'un son derece akıllı ve mutlu bir çocuk olduğunu vurguladı. “Bir kolu olmayan, diğer kolunda da dirseğin üzerinde bir et parçası görünümünde çıkıntı olan Nisanur, kendi ihtiyacını şu anda görüyor. Tek sıkıntımız kızıma bir kol yaptırabilmek. Ona da bizim imkanım yok” diyen Çalık, sigortalarının bulunmadığını, yeşilkartlı olduklarını ifade etti. İkinci bir çocuk beklediğini bildiren Çalık, engellere rağmen mutlu bir aile olduklarını belirterek, “Artık bu duruma alıştım. Bana son derece normal geliyor. Ben kolları olan bir çocuk gördüğüm zaman onlar benim tuhafıma gidiyor. Kızım tek parmağı ile pek çok şeyi yapabiliyor” diye konuştu. Sevinç Çalık, dede ve torunun iyi anlaştığını, kızı ve babası için iyi şeyler dilediğini sözlerine ekledi. Kurduğu kulüple engellileri sosyal hayatın içine sokarak mutlu bireyler olmalarını amaçlayan Amisos 55 Engelliler Gençlik ve Spor Kulübü Başkanı Mehmet Yaşar da, Türkiye'de engelliler için rehabilitasyon hizmetlerinin yetersizliğine işaret ederek, sporun bir çeşit rehabilitasyon görevi gördüğünü bu konuda spor kulüplerinin desteklenmesini istediklerini söyledi. Kaynak