ENGELLİDUNYAM

Üye
  • İçerik sayısı

    6
  • Katılım

  • Son ziyaret

Topluluk Puanı

0 Kendi Halinde

ENGELLİDUNYAM Hakkında

  • Derece
    Yeni Üye
  1. 105'lik dedenin namaz tavsiyesi

    metin Yüksel'in Haberi sivas'ın Suşehri İlçesi Avculu Mahallesi'nde Oturan 105 Yaşındaki Abuş Şahin, Dinç Kalmasını Ve Uzun Ömürlü Olmayı Temiz Havaya Ve Doğal Yiyeceklere Bağlıyor. ilerlemiş Yaşına Rağmen Duyma Güçlüğü Bile Çekmeden Kendi İşini Kendi Görebilen Abuş Şahin (105), Odununu Bile Kesebiliyor. Dinç Kalmasını İse Erken Kalkmaya, Çiğ Süt İçmeye, Tamamen Doğal Yiyeceklerle Beslenmeye Borçlu Olduğunu Söylüyor. 105 Yıllık Hayatı Boyunca 6 Defa Hacca Giden Şahin, 15 Yıl Boyunca Da 3 Aylar Orucunu Tutmuş. 4'ü Kız 4'ü Erkek Olmak Üzere 8 Çocuğu Bulunan Şahin, 121 Toruna Sahip. 5. Kuşaktan Torunun Torununu Gören Abuş Şahin, Torunlarını Tanımakta Zorluk Çekmediğini Belirtiyor. En Büyük Oğlu İse 75 Yaşında Marangozluk Yapıyor. yaşadığı Ömre Bol Bol Dua Eden Abuş Şahin Sözlerine Şöyle Devam Ediyor: "kösedağ'da 30 Sene Dedemin Davarını Yaydım. Çiğ Süt İçtim. Kaymak, Süt Ve Yoğurt Yemeye Devam Ediyorum. 90 Gün 15 Yıl Boyunca Oruç Tuttum. Mide Dinlendiği İçin Ömrü Uzatır Bu. Kuşluk, Duha Ve Teheccüt Namazlarını Hiç Kaçırmam. Namaz İnsanın Ömrünü Uzatır. Sabah 4'te Kalkarım." alışverişini Kendi Yapan Abuş Şahin, İkinci Evliliğini 28 Yıldır Sürdürüyor. Kösedağ'da Kaldığı Sürede Kekik Otu Ve Lalenin Çok Güzel Çayı Olduğunu Vurgulayan Şahin, Hayatında Hiç Sigara Ve Kötü Alışkanlığı Olmamış. Şahin, 52 Senedir Avculu Mahallesi'nde Yaşıyor. Kösedağ'da 1939 Erzincan Depremini Yaşayan Abuş Şahin, Bir Toz Bulutunun İlçenin Üzerinde Oluştuğunu, Bir Anda Ortalığın Toz Duman Olduğunu Sözlerine Ekledi.
  2. Allah Her şeyi Bilir

    google_protectAndRun("render_ads.js::google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);cenâb-ı Hak Bir Âyet-i Kerîmede Şöyle Buyurur: “de Ki: İçinizdekini Gizleseniz De, Açıklasanız Da Mutlaka Allah Onu Bilir. Göklerde Ve Yerde Olan Bütün Şeyleri De Bilir. Allah, Her Şeye Kâdirdir.” (âl-i İmrân, 29) * * * allah’ın, Kullarının Bütün Fiillerinden Haberdâr Olduğunu İfâde İçin “habîr” İsmi Kur’ân-ı Kerîm’de Defalarca Hatırlatılır. Meselâ “muhakkak Ki O, Sizin Yaptığınız Her Şeyden Haberdârdır” Buyrulur. (neml, 88) Yani, Sizlere Akıl, Temyiz Ve Eşyaya Hükmetme Gücü Verdikten Sonra Allah’ın, Amel Ve Hareketlerinizden Habersiz Olmasını Ve Yeryüzündeki Vazifelerinizi Nasıl Yaptığınızı Bilmediğini Zannetmeyin. cenâb-ı Hakk’ın “habîr” İsm-i Şerifi, “hiçbir Şey Gizli Kalmayacak Şekilde Bilen”, “gizli Haberler Kendisinden Saklı Kalmayan, Mülkünde Olup Biten Her Şeyden, Her Zerreden Haberdar Olan” Mânâlarına Gelir. * * * ibn Mes’ûd -radıyallâhu Anh- Şöyle Anlatır: karın Yağları Çok (şişman), Kalblerinin Anlayışı Kıt İki Kureyşli Ve Sakîf’ten Bir Hısımları Beyt’in Yanında Oturmuş Konuşuyorlardı. Birbirlerine: “–ne Dersiniz, Acaba Allah Bizim Sözlerimizi Duyuyor Mudur?” Dediler. Birisi: “–herhalde Bazısını Duyar, Bazısını Duymaz.” Dedi. Bir Diğerleri: “–eğer Bir Kısmını Duyuyorsa Hiç Şüphesiz Hepsini Duyar; Ya Da Açıktan Söylediğimizi Duyuyorsa Gizli Söylediklerimizi De Duyar” Dedi. Bunun Üzerine Şu Âyetler Nâzil Oldu: “siz Ne Kulaklarınızın, Ne Gözlerinizin, Ne De Derilerinizin Aleyhinize Şâhitlik Etmesinden Sakınmıyordunuz, Yaptıklarınızın Çoğunu Allah’ın Bilmeyeceğini Sanıyordunuz. İşte Rabbiniz Hakkında Beslediğiniz Bu Zan Var Ya, İşte Sizi O Mahvetti Ve Ziyana Uğrayanlardan Oldunuz.” (fussılet, 22-23) (buhârî, Tefsîr 41/1, 2, Tevhîd, 41; Müslim, Sıfâtu’l-münâfikîn 5; Tirmizî, Tefsîr 41/3248)
  3. İslam İlmihali

    İ S L Â M İ L M İ H A L İ A) İTİKADÎ FIRKALAR İslâm tevhid dinidir. Tevhid, Allah'ı zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir kabul etmek, onu yegâne tapınılan varlık olarak tanımak demektir. Bu anlayış ırk, dil, bölge gibi farklılıklara rağmen bütün müs­lü­man­ları birlik ve beraberlik içinde tutan bir çatı işlevi de görmektedir. Dinimizde müs­lü­man­ların birlik ve bütünlüğünü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. Şu âyetler bu hususu vurgu­lamaktadır: "Hepiniz Allah'ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parça­lanıp ayrılmayın" (Âl-i İmrân 3/103), "Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Birbi­rinizle çekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden ka-çırırsınız" (el-Enfâl 8/46). Fikir ayrılıkları her ne kadar tabii ve kaçınılmaz ise de, bu serbesti, müs­lü­man­ların bölünmesine yol aç­mama şartı ile sınırlıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Siz kendilerine apaçık âyetler ve deliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar gibi olmayın" (Âl-i İmrân, 3/105). Âyete göre sosyal anlamdaki parçalan­manın yanı sıra, hakkında apaçık âyet ve deliller bulunan iman esaslarının, İslâm'ın şartlarının ve farz veya haram oluşu kesin delille sabit olmuş diğer dinî hü­kümlerin müs­lü­man­lar arasında çekişme konusu yapılması câiz değildir. Ancak yoruma müsait olan hususların anlaşılması çerçevesinde farklı ilmî görüşler or­taya koymak serbesttir. İşte İslâmî mez­hepler bu noktada kullandıkları metot ve anlayış farklılıklarından doğmuştur. Nitekim fıkhî konularda farklı sonuçlara ulaşmak genellikle müsamaha ile karşılanmış, rahmet olarak te­lakki edilmiş ve hatta Hz. Peygamber tarafından teşvik edilmiştir (bk. Ebû Dâvûd, “Akzıye”, 11; Müsned, V, 230, 236). Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in vefatından sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilafların bir kısmı si­yasî bir kısmı da fikrî sebeplere dayanıyordu. Ancak siyasî nitelikli ihtilâflar da zamanla fikrî ve dinî şekillere bürünmüş ve akaid sahasını ilgilendiren meseleler arasına girmiştir. Böylece daha ilk dönemlerde Hâricîlik ve Şia gibi siyasî-itikadî mezhepler ile Mu’tezile ve Mürcie gibi çeşitli itikadî mezhepler ortaya çıkmıştır. İtikadî alanda ortaya çıkan mezhepler daha çok tevhid, kader, iman-amel ilişkisi gibi temel konular çerçevesinde Allah’ın sıfatları, müteşâbih ayetlerin anlaşılması, ru’yetullah, Allah’ın irâdesi, amelin imandan bir cüz olup-olmaması gibi konularda farklı görüşler ileri sürmüştür. Hz. Peygamber bir hadislerinde yahudilerin yetmiş bir, hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılaca­ğını, bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş, kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna "Benim ve ashabımın yolunu izleyenler" (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 1; İbn Mâce, “Fiten”, 17) cevabını vermiş­tir. Hadiste bir isimlendirmeden ve belirlemeden ziyade müs­lü­man­ların ayrı­lık ve çekişmeye düşmesi halinde bundan herkesin zarar göreceğine işaret vardır. Ancak hadiste geçen "kurtuluşa erenler" ve "ateşte olanlar" ayırımı göz önünde bulundurularak bütün mezhepler kendilerinin ‘kurtuluşa eren grup’ yani ‘fırka-i nâciye’ olduğunu iddia etmiştir. Kur’an’da “Her fırka kendi görüşünden memnuniyet duymaktadır” (Mü’minun, 23/53; Rûm, 30/35) şeklinde de anlamlandırılan ayetlerin işaret ettiği olgu çerçevesinde her grup kendini doğru yolda görerek ‘hak ehli’ olarak nitelendirmiş, muhaliflerinin ise sonradan ortaya çıkan bid’at grupları olduğunu savunmuştur. Bu çerçevede Ehl-i sünnet alimleri de mezhepleri Ehl-i sünnet ve Ehl-i bid‘at olmak üzere ikiye ayırarak incelemiştir. Ehl-i sünnet dinî literatürde, dini anlama ve yaşamada Allah'ın kitabını ve Hz. Muhammed'in sünnetini rehber edinen ve sahâbenin yolunu izleyen ümmet çoğunluğu anlamında kullanı­lan bir terim olmuştur. Bu grup mensupları sünnete bağlı oldukları ve cemaat ruhundan ayrılmadıkları düşüncesiyle kendilerini "Ehl-i sünnet ve'l-cemâat" adıyla da anmış, "ehl-i hak" terimini de çoğunlukla Ehl-i sünnet anlamına kullanmıştır. Erken dönem hadis kaynaklarında Ehl-i sünnet tabiri görülmemekle bir­likte sünnet ve cemaat kelimelerine rastlanmaktadır. Ehl-i sünnet de, hadiste geçen "kurtuluşa erenler" ifadesinden hareketle kendisini "fırka-i nâciye” olarak nitelendirmiştir. Ehl-i sünnet, Allah'ın zâtı, sıfatları, âlemin yaratılışı, kader, peygamber­lik, mûcize ve keramet, şefaat, haşir ve âhiret gibi İslâm akaidinin temel konularında fikir birliği içinde olmakla beraber, bu konuların detaylarında, izah ve yorumlanmasında farklı görüşlere de sahip olmuş, bu sebeple kendi arasında, Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye olmak üzere üçe ayrılmıştır. Selefiyye'ye "Ehl-i sünnet-i hâssa", Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye'ye "Ehl-i sün­net-i âmme" denildiği de olur. Ehl-i sünnet'in üç mezhebi arasındaki görüş ayrılıkları Ehl-i sünnet'in temel prensiplerini oluşturan çerçeveyi ihlâl etme­yen sınırlar içinde kalmıştır. Bugün dünya müs­lü­man­larının % 90'dan faz­lası Ehl-i sünnet anlayışına bağlıdır. Ehl-i bid‘at kelimesi, sözlükte "dinle ilgili yeni görüş ve davranışları benimseyenler" anlamına gelirken, Ehl-i sünnet alimlerince dinî literatürde, akaid sahasında Hz. Pey­gam­ber'in ve ashabının sünnetini terkederek, onların izledikleri yoldan ay­rılan, İslâm ümmetinin çoğunluğunu yani ana gövdesini oluşturan Ehl-i sünnet'e muhalefet eden mezhep ve gruplar anlamında kullanılmıştır. Ehl-i sünnet alimleri Galiyye, Bâtıniyye gibi mezheplerin bir kısmını, görüşleri itibariyle İslâm ve iman çerçevesinin dışında gördükleri için; Hâriciye, Mu‘tezile ve Şîa gibi diğer bir kısmını da İslâm dairesi içinde ve İslâm ümmetine mensup yani ehl-i kıbleden görmekle birlikte sünnete ve çoğunluğun genel kabul ve çizgisine aykırı bir yol izlemeleri sebebiyle eleştirmişlerdir. Bir kısım itikadî görüş ve mezheplerin tarihte kalması ve zamanla mezhep kimliğinin zayıflaması sebebiyle günümüzde İslâm dünyası Ehl-i sünnet (Sünnî) ve Şîa (Şiî) şeklinde iki ana grupta algılanmakta ise de tarihte ortaya çıkan başlıca mezhepler şu şekilde sıralanabilir: a) Selefiyye B) Eş`ariyye c) Mâtürîdiyye d) Mu`tezile e) Cebriyye g) Şîa
  4. Dilde Alim Kalpte Cahil...

    tamamen Fayda Vermesi Gereken İlmin Nasıl Zararlı Hale Geldiğini ve Vardırdığı Sonuçları efendimiz (a.s.) Şöyle Anlatıyor: "adi Kimselerle Mücadele, Alimlere Karşı Üstünlük Taslamak Ve Bu Suretle yalnız İnsanların Teveccühüne Mazhar Olmak İçin İlim Öğrenmeyin! bu Gaye İçin İlim Öğrenenler Cehennemdedir." (ibn-i Mace). "sizin İçin Deccal'den Ziyade Deccal Olmayanlardan Korkarım. " "onlar Kimdir?" Sorusuna "saptıran İmamlardır" Buyurdu. (ahmed B. Hanbel). "kıyamet Gününde Alim Getirilir Ve Cehenneme Atılır; Bağırsakları Dışarı dökülür Ve Değirmen Çeviren Merkep Gibi Onunla Döner. cehennem Halkı Etrafına Toplanır Ve ?bu Çektiğin Nedir?' Diye Sorarlar. alim Şöyle Cevap Verir: İyiliği Emrettim, Kendim Yapmadım; Kötülükten Menettim, fakat Onu Kendim Yaptım (da Onun İçin)." (buharî, Müslim) hz. Ömer (r.a.): "bu Ümmet Hakkında En Çok Korktuğum, İlim Sahibi Olan Münafıktır." buyurarak En Büyük Endişesini Dile Getirir. "bilgili Münafık Nasıl Olur?" sorusuna, "dilleri İle Alim, Kalp Ve Amelleri İle Cahil Olmakla!" Şeklinde Cevap Verir. faydasız İlme Sahip Olanlar, İlimlerinin Gereğini Yerine Getirmedikleri İçin Genellikle allah'ın Zikrinden De Uzak Kalırlar Ve Arzularına Mağlup Olurlar. Bu Tür Kişilere Karşı Çok dikkatli Olmak Gerektiğini Şu Ayet Ortaya Koyar: "kalbini Zikrimizden Gafil Kıldığımız, Keyfinin Peşine Düşen Ve işi Haddini Aşmak Olan Kimseye İtaat Etme!" (kehf/2 ) faydalı İlim, Yaşanan Ve Allah'a Ulaştıran İlimdir. Faydalı İlme Sahip Olan Yeryüzünde takva Üzere Dolaşır, Hiçbir Şey Onu Şımartmaz. Bütün Gayreti Allah'ın Kitabına, rasulü'nün Sünneti'ne Uymak Ve Bu Dünyadan Göçünceye Kadar Allah'ın Ölçülerini aşarım Endişesi Ve Hassasiyeti İçerisinde Yaşamaktır. bu Haliyle O, Resul-i Ekrem (a.s.)'ın Şu Hadislerini Canlandırmaktadır: "ilim Üçtür: Konuşan Kitap (kur'an), Yaşanan Sünnet, Bir De ?bilmem' Demektir." (ibn-i Mace). "islam Garip Olarak Doğdu Ve Garip Olarak Gidecektir. Gariplere Müjdeler Olsun. " "garibler Kimdir?" Sorusuna Şöyle Cevap Verdi: "benim Sünnetimden İnsanların Bozduğunu Ve Terkedilen Sünnetlerimi Yaşatanlardır. " (müslim) "allah'ım! faydasız İlimden, ürpermeyen Kalpten, doymayan Nefisten ve Karşılık Görmeyen Duadan sana Sığınırız!"
  5. Uzaklara İnat...

    ELLERİNE EMEGİNE SAGLIK GÜZEL OLMUŞ
  6. Turkcell Engelli Hattı Kullanan Var mı?

    HEPSİDE KAZIKLIYO,KİM ENGELLİYİ DÜŞÜNÜYO HERKES KASASINI DOLDURMA PEŞİNDE SAKIN ENGELLİ HATTI DİYE ALDANMAYIN İNDİRİM FALAN YOK.