zeynepkrtas

Üye
  • İçerik sayısı

    4.776
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    9

zeynepkrtas kullanıcısının paylaşımları

  1. Ve İşte Gitmek Diyor Ötelerden Biri

    Uzun Ama Akıcı Bir Şiirdi... Teşekkürler Paylaştığın İçin...
  2. Sağlık Bakanlığı’ndan Yeni Kısıtlama

    Teşekkürler Can Paylaştığın Bilgi İçin....
  3. Yaşamak Öylesine Güzel ki Seninle

    Güzel Bir Şiirdi Teşekkürler Paylaştığın İçin....
  4. Ne Kadar Sallarsan Salla...

    Ne Kadar Sallarsan Salla... ''Üstünü almayan var mı?” diye soruyor şoför. Yolculardan biri “Abe ben üstümü almadım.” Deyince şoför ön taraftan elden ele dolaşacak şekilde bir palto gönderiyor. İşte film burada başlıyor, filmin en heyecanlı yerinde üç kişi öldü dersek espri yapmış olur ve millete gıcık vermiş oluruz. Zaten farklılık da burada ya, herkes aynı şeyi söylüyor herkes aynı şeye gülüyor. Burada problem yok da espriler biraz değişik olunca mı tuhaf oluyor. Bir günün hesabını yapın lütfen; hayatınıza farklılık katacak, sözcük dağarcığınızı genişletecek ve düşünce dünyanıza destek olacak bir kelime dahi ekliyor musunuz her gün? Yoksa rutin, monoton, yeknesak, alışılagelmiş, benzer söz, espri ve muhabbetle hep aynı şekilde mi yaşıyorsunuz? “Üstünü almayan var mı?” “Niye üstsüz müyüz mübarek? Bu neye benziyor biliyor musunuz? Arabanız toz içinde kalmış. Park etmişsiniz bir yere. Dönüşte tozlu camlar üzerine yalnız memleketimizde rastlayacağınız şu veciz ifadeleri görürsünüz:“Beni Yıka.” diye gayet dikkat çekici ve bir o kadar da alışılmış bir ikaz ve emir cümlesi. Araba, eline kalem almış da yazmış gibi sanki… Yazının alt tarafına da yazan kişinin adı: “Ayşe” diye… Şimdi durup dururken el kızı Ayşe’yi niye yıkayalım değil mi? Bir kaç arkadaşın bir araya gelip çektiği kısa video sosyal ağlarda en çok izlenenler arasında. Minibüslerde sıkça duyduğumuz ''Şuradan bir kişi uzatır mısınız'' repliğini gerçek anlamıyla kullanan bu grup güldüren sahneler ortaya koyuyor. “Şuradan bir kişi uzatır mısınız?” dedikten sonra yanında oturan adamı boylu boyunca eller arasında şoföre değin uzatıveriyorlar. İşte memleket minibüs ya da dolmuş mizahı. Uzatılan adam, şoförün “Bozuk yok muydu abi?” cümlesi ile karşılaşsa acaba bir uzvu eksik olanı mı göndermek icap ederdi diye düşündüm durdum. “Popçu olup bel sallayacağıma, Rapçı olup el sallayacağıma Rockçı olup kafa sallayacağıma, Dj olup dünyayı sallarım” diye bir paylaşım denk geldi facede… Kafiye olsun diye de şunları ekledim bende kuyruğuna bu yazının. Ne kadar sallarsan salla Donuna düşer son damla Ve Yiğit Karan akvaryumdaki Japon Balıklarını işaret ederek “Baba bayıkların kanatları var” dedi “ bak uçuyorlar.” Baktım, sahiden de küçücük Japon Balıkları bir kuş gibi akvaryumun içinde yüzgeçlerini açarak uçar gibi yüzüyorlardı. Güldüm, ‘her zaman ki gibi ne hoş bir buluş ne hoş bir söylem’ dedim içimden. “Şimdi bak” dedim “Yiğit Karan” “o su” dedim “suyun içinde yüzülür uçulmaz” ve “Hem o gördüğün kanat değil yüzgeçtir” dedim. Hayal dünyasında ne de güzeldi bu ifade; hikâyesi yazılsa ya da çizgi filmi yapılsa? Yiğit Karan sahne alsa yer yerinden oynar. Süzgün süzgün baktı bana. Bir de uçan balıklara… Bende ona baktım hayran hayran. Bir de yüzen balıklara… O halen -onun ifadesi ile- uçan bayıkların nasıl yüzdüğünü anlamaya çalışıyordu ben ise yüzen balıkların nasıl uçtuğunu anlamaya çalışıyordum. Onun hayalleri benim gerçeklerim ile örtüşmüyordu. Keşke hep çocuk olarak kalabilseydik diye içimden geçirdim. Hiç değilse uçan balıklarımız olurdu, belki de kocaman uçan balıklarımız olurdu bir yerden başka bir yere bizi uçurup götürürdü. Bizler balık ve kuşlara bakarken Yiğit’te fare ve tavşanların satıldığı bölümdeydi. Her ne yapmışsa bana anlatmaya başladı. “Baba tavşanın dişleri var.” “Evet, var oğlum.” dedim. “Parmağım uzattım dişledi.” Sonra ise can alıcı cümlesini söyledi: “Sanıyor ki biz çikolatayız.” dedi Tabi ki çikolatasın dedim hem de dünyanın en iyi çikolatasısın. Tavşan bu yüzden parmaklarını yalamış. Hayal dünyasında çıkıveren tavşan; Yiğit Karan’ın, kafesine –tabi Yiğit Karan’ın niyeti ne onu bilmiyorum- uzatmış olduğu parmağı ‘bana yiyecek veriyor’ edası ile yalarken Yiğit ‘te bunu farklı değerlendirerek ve biraz da dalga geçerek ‘sanıyor ki biz çikolatayız’ diyerek ifade ediyor. Hayal dünyamızın hayvanları çocuk pazarında. Ne isterseniz onu yaşatabilir neyi hayal ederseniz onu dile getirebilirsiniz. İster bir balığı uçurun ki mümkündür, ister bir tavşana çikolata yedirin bu da mümkündür, ister bir kaplumbağaya gülümseyin, ister bir papağana laf atın. Mutlaka onlarda sizin dünyanıza misafir olup sizlerle bir arkadaşmış gibi konuşuvereceklerdi. Sadece hayal dünyalarını yıkacak olumsuz söylemlerde bulunmayın ve sadece onları büyük bir hayranlık ve sabırla dinleyin. Bakın onların heybelerinde ne cevherler çıkacaktır gün yüzüne ve ne ifadeler yeriniş alacaktır bu vebenzeri metinlerde. Yiğit Karan’ın çıkınından neler çıktı görün belki bu yarın bir kitap olur ve anlatılır herkese. Çantasında bir tavşan ve bir fare ile Yiğit Karan gelir evinize… Gürhan Gürses...
  5. Kök hücre ile farenin kasları tedavi edildi ABD'nin Colorado Boulder Üniversitesi bilimadamları, farelere aşıladıkları kök hücreyle, kemirgenlerin kaslarında birkaç günde iki misli onarım ve büyüme kaydetti. CHICAGO - AA - ABD'nin Colorado Boulder Üniversitesi bilimadamları, farelere aşıladıkları kök hücreyle, kemirgenlerin kaslarında birkaç günde iki misli onarım ve büyüme kaydetti. Science Translational Medicine tıp dergisinde yayımlanan araştırmada, Dr.Bradley Olwin ve ekibi, "Fare kaslarında kök hücrenin olağaünüstü iyileş me sağlaması bizi şaşırttı" dedi. Dr. Olwin, kas yapısına destek ve kuvvet sa ğlayan mekanizmanın ileride insanda yaralanmalarda ve yaşlanmada kullanılabileceğini bildirdi. Araştırma sonuçlarına göre, fare ayak kaslarında kök hücre nakli yüzde 170 büyüme sağladı. Araştırmayı, ABD'nin Ulusal Sağlık Kas Distrofisi Birliği destekledi. Kaynak
  6. “Garakterin G’si”

    “garakterin G’si” “Gardaş gusura galma ama garakterin g’si yok sende” diye başlıyoruz bugün. Garaktere çok gereksinim duyduğumuz ve her şeyin garakterlisinin - ki sebze ve meyveler de buna dâhildir- kıymete bindiği bir dönemde bunu yazmamak olmaz değil mi? Her şeye dek sinecek olan bir “garakter” eğitimini tez elden fiiliyata sokmamız gerekir. Bu hormonlu sebzelerden ki yolda büyüyen salatalıkları mutlaka duymuşsunuzdur, hormonlu danalara değin - ki kurbanda kilosu daha ağır bassın diye iğne vurulup hormonlaşan- kasaplarda satılan at eşek etlerinden fırınlarda fareler ve kirli üst başlar arasında yoğrulan ekmeklere değin, makam mevki için yalakalığın çok çabuk filizlenip dallandığı ve meyveye durduğu ana değin her yerde her şeyde ve herkeste ciddi bir “garakter” eğitimi yapılmalıdır. Her türlü kanserin artık grip gibi kişilere bulaştığı ve yayıldığı bir zamanda ahlaki olan her şeyin rafa kalktığı bir dönemde, Allah korkusunun olmadığı, insanlara acımanın esamisinin dahi okunmadığı günlerde, beyin kanamalarının strese bağlı olarak düğün dernek kurduğu kalp krizlerinin bir sünnet şöleni gibi sağımızda solumuzda bittiği anda “garakter”li olmamız lazımdır. Elazığ’da bir çayevi. İki arkadaş sohbete dalmış o esnada yanlarına oranın müdavimi olan deli diye addedilen esasen veli olan bir adam da gelir oturur ve onların sohbetlerine kulak misafiri olur. Biri diğerine; “İlmel Yakîn, Aynel Yakîn ve Hakkel Yakîn ne demektir?” diye sorar. Diğeri hemen yanıtlar sözlük manalarıyla: “İlm-ül-yakîn; ilimle bilmek, Ayn-ül-yakîn; gözle görerek bilmek, Hakk-ul-yakîn; her şeyi ile bilmek, vakıf olmak demektir.”diye… Bizimkisine, “Anlatabildim mi?” diye de soruverir. “Hayır, hiçbir şey anlamadım.” der bizimkisi… Tam bu esnada bizim deli atılır ve hemen söze başlar. Onların şaşkın bakışları altında “Siz bunların manasını bilmiyorsunuz öyle mi? Yazık size…” diyerek söz konusu kavramları açıklamaya başlar: “Keban Barajını biliyor musunuz?” diye sorar iki kafadara. Onlar da “Evet biliyoruz.” diye yanıtlar. Bizim yarı deli yarı veli hemen açıklar: “İşte onu bilmeniz ilmel yakindir.” “Peki, gidip onu gözlerinizle görürseniz bu ne olur?” diye sorar tekrar. Bizimkiler sus pus olmuştur. Yarı deli yarı veli yanıtlar sorusunu: “Bu da aynel yakin olur.” “Peki, oraya gittiniz Keban barajına girerseniz ne olur?” diye tekrar sorar yarı deli yarı veli… Bizim iki kafadara fazla şık kalmadığından hemen bağırıverirler tek bir tonda: “Elbette ki hakkel yakin olur.” Bizim yarı deli yarı veli hemen alkışlar onları; “Evet bildiniz, bravo size…”diyerek çekip gider. Bizimkiler şaşkın ve bir o kadar mahcup sessizce oturmaya ve tefekkür etmeye devam ederler. Kim deli acaba? Delilik ve deha arasındaki fark bir bıçak sırtı gibidir. İki tarafa da yakın olma hali… Adam çıkmış dışarıya bağırıyor habire: “Beni bu delilerden kurtarın” diye… Dışarıdakiler mi deli yoksa tımarhanelerdekiler mi deli? Bir akıllı bir deliye dedi ki; “Sana acıyorum ey deli!” deli de dönüp kendisini akıllı zanneden rezil rüsvaya baktı ve dedi ki; “Herkes eksikliğini başkasında arar!” Bir başka akıllı daha bir başka deliye laf sokmak istemiş ama bizim deli ağzına tıkamış lafını akıllının: “Gardaş gusura galma ama garakterin g’si yok sende” biraz g’li bir cümle oldu ama elifi elifine böyle… “Ne gariptir ki toplum olarak aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız.” diye yazmış Halil CİBRAN. Ne kör ne sağır ne lal bir millet olmuşuz da haberimiz yok. Etrafımızda tecavüzler oluyor herkes sağır kesiliyor, hırsızlık oluyor herkes kör kesiliyor haksızlık yapılıyor herkes lal kesiliyor. “Gardaş gusura galma ama garakterin g’si yok sende” şeklinde biraz illensek kimse umursar mı acaba? Rumi şöyle anlatır mesnevi’de: “Öküz, ansızın Bağdat''a gelir, şehri bir baştan öte başa gezip, dolaşır. Bütün o zevki, hoşluğu, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür.” Günümüz insanı da ahlakı, erdemi, doğruluğu, hakkaniyeti, insaniyeti rafa kaldırmış ve onların yerine tesis etmeye kalktığı onca rezaleti görüp yaşamaya çalışıyor. Yazıklar olsun. …… Dergisi’nin facedeki bir paylaşımını burada belirtmek istiyorum: Erzurumlu dedeye sorduk: ''''Dede küresel ısınma hakkında ne düşünüyorsun? '''' Dede dedi: ''vallah gardaş sobanın yerini heç bişe tutmir'''' Mazeret olarak kışın kulaklarının çok üşüdüğünü öne sürerek Erzurum’ da okuduğu üniversiteyi terk edip ana kucağına baba ocağına dönen hemşerimiz aklıma geldi nedense? Nedense benim de kulaklarım üşüdü birden; yâr çekimi yer çekimi var ya! Hemşeri olunca da canlar, orada üşürse o, burada bizim burnumuz salya sümük akıyor ya! Biz de Türkiyeli herkese soruyoruz: “Millet, küresel silah-için-sızlanma!” Garakterli ol desek herkese… Cevap: “Sızlanmaya evet silaha hayır gardaş” olsa n’olurdu? Tam aksine: “Silaha evet sızlanmaya hayır!” olurdu yanıt, açık ve net! Son olarak bir Elazığ fıkrası ile bitirelim yazımızı. Adamın biri kahveye girer ve oyun oynayanlara hitaben: Hop abeler, bi dakka. Hanımından gorhanlar ayağa gahsın.Ani bir gürültü, haydaaa herkes ayakta. Bir kişi hariç. Kahvenin tamamı hayretler içinde. Soruyu soran adam, oturan adama yaklaşır ve: Abe helal olsun be, deliganlı adam mışsın. Harbiden sen hanımından korkmaz mısın? Adam nefes nefesedir. Heyecanı biraz geçince: Yav gardaşım ele bi laf ettin ki, dizlerim bağı çözüldü, galhamadım. der. Bugün bir şeylerden korkanlar yerinden bir daha kalkamıyor. Yerinden kalkanlar ise korkularını yenebilen ve bir şekilde korkularıyla yüzleşebilenlerdir. Havanız nasıl olursa olsun ama garakterli olsun. Gürhan Gürses....
  7. Aşkına Feda Olsun....

    Aşkına Feda olsun Varsın kanasın yüreğim, lime lime olsun Varsın hasretin yaksın beni, ateş gibi kavursun Varsın tutamayayım ellerini Bağrıma basamayayım seni Varsın göremeyeyim bir ömür boyu Yeşilırmağı taşırsın gözyaşlarım Ağlamaktan pınarlarımın tümü kurusun Varsın gülü solsun yediveren baharlarımın Döküleyim yollarına yaprak yaprak Sarı rüzgar süpürsün Varsın sensiz yanımda hep acı çalsın neyim Varsın uğrunda can vereyim Bu yaşadığım son günüm olsun Ne çıkar, sevdiceğim ne çıkar Her şey aşkına feda olsun Abdurrahman Tümer....
  8. Elden Düşmeyen Islak Medilde ki Tehlike

    Islak Mendili Çok Mecbur Olmadıkça Kullanmayı Tercih Etmiyorum... Teşekkürler Ablam Paylaşımın İçin....
  9. Engellilerden Özür Dileriz..!

    Güzel Bir Yazıydı.... Evet Kimse Engelli olmak İstemez... Ama Hayatta Bazı Şeyler İstemesekte Karşımıza Çıkıyor, Hayatımıza Yerleşiyor.... Ama Sanki İstekmişcesine İnsanların Umursamazlığı, Görmezden gelmeleri Bunlar Kabul Edilemez Olsa da Hayatın Gerçeği... İnsanlar Sabit Fikirlilikten Kurtulmadıkça Bu Umursamazlıklarla Çok Karşılaşırız....
  10. Türk Doktorundan Çığır Açacak Buluş

    Olumlu Gelişmelerin Olduğunu Duymak Güzel.... Umarım Bizler İçin Umut Olmaktan Öteye de Geçer... Teşekkürler Berrin Paylaşımın İçin.....
  11. Diş Röntgeninde Troid Kanseri Riski

    Yanii Diş Sağlığına Dikkat Ederken Başka Hastalıklara da Davetiye Çıkartıyoruz Farkında Olmadan... Teşekkürler Ablam Paylaştığın Bilgi İçin...
  12. Vucutaki Ağrılar Kas Romatizması Olabilir

    Teşekkürler Ablam Paylaştığın Bilgi İçin.... Aslında Hiç Ağrıyı Gözardı Etmemek Gerek Ama Genel de Bunu Yapıyoruz...
  13. Hastanede Şaşırtan Hizmet ...

    Hastanede Şaşırtan Hizmet Gaziantep'te Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi'nde başlatılan "Bana sorabilirsiniz" uygulaması hastaların şaşkınlığına sebep oluyor. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Ali Güven Fincan, polikliniğe günlük 5 bin kişinin geldiğini söyledi. Yeni uygulama başlattıklarını dile getiren Fincan, "10 kişi hasta ve yardıma muhtaç insanlara sürekli yardımcı olacak. Üzerinde "Bana sorabilirsin" yazısı bulunan turuncu ve yeşil tişörtler giyen görevliler hastanede işlemlerini yapmakta zorluk çeken yaşlı ve özürlü kişilere yardımcı oluyor" dedi. Uygulamadan memnun olduklarını belirten vatandaşlar ise hastane yetkililerine teşekkür etti. Kaynak
  14. Ben Böyle Aşığı Severim İşte !

    Ben Böyle Aşığı Severim İşte ! Herkese beni sevdiğini söyle. Nazlan bana. Cilvelen. Ben şımarık aşığı severim. Ağlamış gibi dudağını büz. Darılmış gibi sırtını dön. Ve çocuklar gibi uzat serçe parmağını küs. Ben alıngan aşığı severim. Kavga çıkar birini seviyorum diye. Yak eski sevdiklerimin fotoğraflarını, mektuplarını. Onu unutacaksın diye yemin ettir. Ben kıskanç aşığı severim. Nihat İlikcioğlu...
  15. Sıkı Tut Ellerimi...

    Sıkı Tut Ellerimi Nereye gider böyle, zamansız gelen gemi , Eğilip kulağıma söyler misin sevgili ? Aman kimse duymasın tanederler bilirim ; Belli olsun yerimiz, ben her gece gelirim... Kıskandırıp açarsın göğsünü dolunaya , Ben yıldızlar kuşanıp gelirim son halaya... Gözlerin gözlerimde, düşeriz demden deme ; Son suçu işleyelim taş çıkarıp Adem’e ! Geceye gül serperek unutup yaman günü ; Patlasın göğsümüzde son kalan gül sürgünü ... Ben sefere çıkınca deniz de durgun akar , Gönül dağlarımızda mendil sallasın rüzgar... Suların dudağından nasıl öperse balık , Bekle beni bu gece içim çok kalabalık... Kıvrılır, bükülürüm, suyun varsa kaç hali ; Dökülürüm saçından bir çağlayan misali... Sokmasan son koylara yabanın atlarını , Bir antik şehir gibi kapa hudutlarını... Girmediğim yer mi var içimde ki bu aşkla ?. Sızarım aralardan münzevi bir ışıkla... Karanlık da ar eder, görünce aşıkları ; Ölü bir kentin bile dirilir ışıkları... Gönlümüz olur gani, biter olanca tasa ; Biz bize yeteriz de, şu zaman el çıpmasa !... Kurtulmak nasıl kolay bilsen köhne mekandan ; Ah bir kurtulabilsek, kaybolarak zamandan... Ufuklarda erirken yükü ağır bir gemi , At boynuma vebalin, sıkı tut ellerimi... Hayrettin YAZICI
  16. O Gün (10 Kasım)

    O Gün (10 Kasım) Kasımları kasvetli geçer bu vatanın; ve bir o kadar da içli. Bir güvercin sesine, bir yağmur damlasının ölüsüne, bir dalganın kıyıda erimesine ağlar. Ama gözleri hep ileri bakar, hep dik durur. Soğuk, hiçbir yerde yakmadığı kadar soğuktur. Geceler sabahı bıçaklamadan yerini terk etmez. Hiç işgale uğramamış, tek yumuk olmamış, bir liderin sırtına basarak tırmanmamış milletler, bunları bilemez. Keder sathında bir havadis, kulaktan kulağa yayıldı; sirenlerle uğulduyordu. O gün, yeni bir ülke için yeni bir dönem başlıyordu. Bir tabanca sesi kararttı güneşin dinç ışıklarını o sabah. Yaver Salih Bozok, tabancasını kalbine ateşleyerek canına kıydı; fakat kader müsaade etmedi, sadakatle bağlı olduğu büyük kurtarıcısının peşinden gitmesine. Basın-neşriyat baskıları ve muhabirler çıldırdı. Büyük binaların ve soğuk koridorların içinde koşuşan ve birçok soru soran insanlar panik içindeydi. Gazeteci çocuklar, neredeyse kurumamış baskıları küçücük elleriyle kucak kucak kapıp millete dağıtacaklardı. Sınıfının kapısını kırarcasına açıp, hüngür hüngür ağlayarak içeriye girdi Refika öğretmen. Değil ağladığını, tebessüm ettiğini bile gören olmamıştı o sabah vaktine kadar. Masasının altından çantasını çıkartıp mendilini aldı. Boğazındaki düğüm biraz çözülür gibi olunca, ayakta kendisini bekleyen bir sınıf dolusu yetime bakarak içlendi, ses tonunu ayarladı ve “Atatürk öldü, çocuklar” diyebildi sadece. Atatürk öldü! Ne mutlu sana, görmedin annelerin ve öğretmenlerin böylesine üzgün durduğunu. Ne mutlu sana, görmedin ağlaşan küçücük kızlarımızı. Ne mutlu sana, denizi yırtarcasına sirenlerini acı acı öttüren gemilerimizi duymadın. Sevgili Ata’m; Bugün 10 Kasım 2010; sen 129 yaşındasın. Sevgili Ata’m; Bazı yaşamlar vardır, son nefesini verdiği an unutulur giderler. Bazı yaşamlar da vardır, vefatından sonra gerçek ve sonsuz yaşama başlarlar. İşte, bizler de seni hep yaşayan halinle hatırlıyoruz. Ve Sevgili Ata’m; Bazı cenazeler vardır, bir evin avlusundan çıkıp kimsesiz bir mezara girer; bazı cenazeler de vardır ki bir vatanın her evinden çıkar, her omzunda taşınır; her musallasında yıkanır. O cenaze ki, her ananın evladını götürür, her çocuk babasız kalır; her asker kumandansız, her bacı kardeşsiz kalır. İşte biz de seni böyle uğurladık Ata’m. Bir yanımızda cumhuriyet ve istiklal coşkusu, bir yanımızda kıyamete dek sürecek matem ve keder… O gün ki, yutkunamadı hiçbir boğaz; yanık dillerde faydasız bir ağıt, yazık bir avaz. Tabutuna uzanan eller ürkek. O gün ki ağlamayı gurur yapmadı hiçbir erkek. Şimdi biz biliriz ki Ata’m, ne zaman uğursuz bir dağında vatanın bir Mehmetçik şehit düşse, onu sen karşılarsın. Şehitlik kapısında bizim adımıza onu sen bağrına basarsın. Biliriz ki onlar üşümez. Onları bizim adımıza alnından öper, sırtına bayrağını sen sararsın. Biliriz ki sen on binlerce şehitle koyun koyuna uyumaktasın. Şimdi başı ne zaman dara düşse milletinin, ne zaman gafil ve bedbaht bir egemenliğin altına girsek, yüce yaratandan bir mucize dilercesine anarız adını. Bütün dünya milletleri ibretle bilirler sanını. Orman çiftliğinde kapıya, Bandırma’da limana, Anıtkabir’de aslanlı yola dikilir gözler. Gönlü olan herkes seni evladı gibi özler. O gün ki sen öğretmenlerin gözünden akan bir yaş, saygı-sancak nöbetçisi bir askerin selamında baş olursun. Biliriz ki, dünya döndükçe 10 Kasım’ların sonu gelmeyecek; dokuzu beş geçe öten sirenlerin vefası kulaklardan hiç gitmeyecek. Ve biz biliriz ki, senin gibi bir vatan evladı, bir daha hiç gelmeyecek. Ama sen nur içinde yat. Seni, gözlerindeki ay-yıldızdan öper bu millet. Tolga Arasan....
  17. Yapamazsın diyenlere kızdı, hayatı roman oldu Küçük yaşta ortaya çıkan kemik iltihabı hastalığıyla 39 yıl mücadele eden İzmirli iş adamı Mustafa Akkaşlı, ‘sen yapamazsın’ diyenlere inat hayata tutundu, ayakkabıcılık sektöründe çıraklıktan patronluğa yükseldi. ENGELİMLE BAŞARDIM Engeline rağmen sıfırdan İzmir’in hatırı sayılır isimleri arasına giren Akkaşlı’nın hayatı bir romana konu oldu. Hastalığının tedavisi de tıp literatürüne girdi. Akkaşlı, “Başarımı engelli olmama borçluyum” diyor. 70 KİŞİ ÇALIŞTIRIYOR Mütevazı bir hayat süren İzmirli iş adamı Mustafa Akkaşlı şimdi Bornova Ayakkabıcılar sitesinde 1 milyon liraya kurduğu iş yerinde 70’in üzerinde kişiyi istihdam ediyor. 1991 yılında üretmeye başladığı Şirinbebe markalı ortopedik çocuk ayakkabıları yurt dışında ve yurdun değişik bölgelerinde satılıyor. Her yıl yüzbinlerce dolarlık üretim yapıyor. Mustafa Akkaşlı, başarısının tek sebebini ise engeli olmasına bağlıyor. “Ya dilenci olacaktım ya da mücadele edip ayakta kalacaktım. Ama ben hastalığımdan güç aldım, başardım” diyor. Engelliler, bir yandan engel durumlarıyla mücadele ederken bir yandan da hayata tutunmanın çarelerini arıyor. Başarılı olmak için ise engeli olmayan insanların en az iki katı çalışması gerekiyor. İzmirli iş adamı Mustafa Akkaşlı onlardan biri. Küçük yaşta yakalandığı kemik iltihabı hastalığından 39 sene çeken Akkaşlı, engeline aldırmadan sıfırdan İzmir’in hatırı sayılır ayakkabı üreticileri arasına girdi. GENÇLİĞİNİ ARAMAYAN ADAM Mustafa Akkaşlı’nın hayat hikâyesi İzmirli yazar Ayhan Dayan tarafından romana konu edildi. Romanın ismi ise manidar: “Gençliğini Aramayan Adam”. Bir insan gençliğini neden aramaz ki? Çünkü Akkaşlı, yaşı ilerleyen pekçok insanın ağzından duymaya alıştığımız “Ah gençlik ah”lara değil “Öf gençlik öf”lerle tanımlıyor o yıllarını. Mustafa Akkaşlı, 1946 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesine bağlı Kayaköy’de fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Her köy çocuğu gibi hayatın ona sunduğu şeyler sınırlıdır. İlkokul yıllarında bacaklarında amansız bir kemik hastalığı başgösterir. 17 YERDEN YARA PATLADI Babası bulup buluşturup onu İzmir Behçet Uz Hastanesi’ne götürür. 1950’li yılların hastanesinde tahmin edeceğiniz üzere teknik imkânlar yeterli değildir. Doktorlar ‘yatış’ kararı verir. Fakat bu yatışın 8 ay süreceği kimsenin aklına gelmez. Yani hastane köşeleri yuvası olur, üstelik de refakatçisiz. Babası iki haftaya, ayda bir ziyarete gelebilir ancak. Tedavi süreci bitip tükenmez bir ıztırap halini alır. Bir de hasta bakıcıların işkencelerine maruz kalır. Tedavi çalışmalarından bir sonuç çıkmaz ve henüz 10 yaşında, 17 yerinden patlayan yaraları sebebiyle yürüyemez olur. Okulu bırakır. Mahalleden bir ayakkabı ustasının yanına çırak olur. Ancak usta bir süre sonra ‘sağlık durumun bu işlere yeterli değil’ diyerek kapıyı gösterir. Koltuk değnekleriyle gittiği her kapıdan aynı cevabı alır. Ama pes etmez. İyi bir ayakkabı ustası olacaktır. Yaraları kötü kokular yayar duymaz, ağrıları azar hissetmez. Sefalet derecesinde bir hayat sürerken işine sarılır. Bir süre sonra yaptığı ayakkabılar beğenilmeye başlar. Zamanla çıraklıktan kalfalığa, ardından ustalığa yükselir. Ve kendi dükkanını açmaya karar verir. Yanında çalıştığı üç beş çırağıyla “Şirinbebe” markasıyla ortopedik çocuk ayakkabısı üretmeye başlar. TIP LİTERATÜRÜNE GİRDİ İktisadı düzelince, çocukluğundan beri muzdarip olduğu rahatsızlığına çare bulmak için 1984 yılında Prof. Dr. Veli Lök’e başvurur. Tıp dilinde kronik “Sklerozan Osteomiyelit” olarak bilinen kemik iltihabı, dünyada iyilişmesi mümkün olmayan bir hastalıktır. Cerahat yapan mikroplar kana karışıyor ve kemikleri çürütüyordur. Akkaşlı, ameliyata alınır. Bacak kemiklerinin aralarında iltihabın etkisiyle zarar görmüş ve zamanla çürümeye yüz tutmuş ne kadar et ve doku varsa temizlenir. 14 yılda sağlığına kavuşan Akkaşlı’nın geçirdiği operasyon, tıp literatürüne girer ve tıbbiyelilere ders olarak okutulur Kaynak
  18. Dinmeyen Fırtınalar Mevsimi....

    Dinmeyen Fırtınalar Mevsimi Irmaklar nasıl deryaya hasret ise, Sabahlar güne, Yakamozlar sabırsızlanırsa , Ayışığına kavuşmak için, Sana öyle hasretim, Bitmeyen özleminle. Kardelenin kışı beklediği gibi, vaktimi bekliyorum açmak için. Bir katre düştün içime, Orada büyündün orada çoştun, Deli bir ırmak gibi akarak, Sığmadın içime, Yüreğimden taştın. Durmuyor içimdeki çağlayan, Yol aldıkça daha da gürleşerek, Önüne gelen ,Her engeli sürükleyerek, Sana akıyor bütün yollarım, Dinmeyen bir fırtına mevsimi, Hayatımın orta yerinde, Sararmayan yapraklarımı, Atıp,yerlere serdi, Dinmiyor, dinmiyor, Ne köpüren dalgalar Ne de fırtınalar, gönül dağımı dağlayan volkanlar, hergün içimi yakan özlemin var. Selma Nas....
  19. Yapayalnız...

    Yapayalnız..... Gece ve karanlık, Karanlık ve soğuk, Soğuk ve yalnızlık içindeyim odamda. Geçmişimden çıkıp gelen hayaletler, Pişmanlıklar ve olmamışlıklarla ben, Odamın en sert ikliminde, En çaresiz kırsalındayım yani, Ben, gece, karanlık, soğuk ve yalnızlık, Hayaletler, pişmanlıklar ve olmamışlıklar. Benim hatırladığıma aldanmayın, Hepsi de beni unutmuşlar. Unutulmuşum, Kaybolmuşum, Aslında yokmuşum, Bir varmışın dışında, Bir yokmuşun içinde uyumuşum. Kendi masalımda kendim mülteci, Kendi ömrüme tutunamayanmışım, Yanmışım. Şimdi, Anlamsızım, Tarafsızım, Yalnızım. Gecenin içinde karanlık, Karanlığın içinde soğuk, Soğuğun içinde yalnızmışım, Yansızmışım, Yanılmışım, kanmışım, Kandırılmışım. Mutlu olacağımı sanmışım. Aldanmışım. Üzerime üzerime gelmeyin hayaletler, Pişmanlıklar ve olmamışlıklar. Ben ve ömrüm, Ömrüm ve gönlüm Kandırılmaya hazır çocuklarız hala. Hala umut yeşertiriz Geceleyin ve karanlıkta, Karanlıkta ve soğukta, Soğukta ve yalnızlıkta. Ben ve ömrüm, Ömrüm ve gönlüm, Kalabalık ve tek başına, Alabildiğine yanlı ve oldukça tarafsız. Yapayalnız... Mesut Çiftçi...
  20. Bana Birşeyler Anlat Baba....

    Bana Birşeyler Anlat Baba Bana bir şeylerler mırıldan baba, gözlerindeki uçurumu farkedebileyim. farkedeyim ki cansız ruhuma rahmet okunsun. bana bir şeyler mırıldan baba bir söz güneş sıcaklığında, bıçak keskinliğinde olsun sonra bana bişeyler mırıldan baba. bana günahlarından bahset biraz , biraz haya koksun. bir kıvılcım yak ki baba karanlık dehlizde yol aşınsın önümde. Süleyman Erol....
  21. ((: İtiraflar..:))

    İtiraflar Cadaloz kaynana İş arkadaşımın düğünündeyiz. Nikah kıyılıyor, imzalar atılıyor, gelin ve damadı tebrik etmek için ayağa kalkıldığında elektrikler kesiliyor. Biz hep beraber "Aaaa!" diye tepki gösterirken, arkadaşımın annesi oldukça yüksek sesle düşüncesini dile getiriyor. "Oğlumun daha ilk dakikadan hayatı karardı." Sarışının hamile hali Hamile olan sevgili sarışın kuzenim, gebelikle ilgili okuduğun; "Bebekler zekalarının %80'ini anneden alıyorlar." makalesinden sonra panikle bana dönüp; "Ay inanmıyorum. Bana ne kalacak o zaman?" diye sorduğunda sana; "Üzülme öyle bile olsa senin kaybedeceğin bir şey yok!" diyemedim ya! Lanet olsun içimdeki insan sevgisine!))))))))))))))) 30.000 bakımı Yengemin burun ameliyatından sonra elinde bir demet çiçekle gelen abimin inceliğini, kurduğu cümleyle daha bir iyi anladık. "Hatun kokla bakayım burnun çalışıyor mu?" Lamba Dün gece evime giderken yolun tenhalığından olsa gerek kırmızı ışıkta geçtim. Ardından yurdum polisine alkışı hak ettiricek anons: "Bacım o geçtiğin gece lambası değildi, çek sağa." Kavga faslı Karımla alışveriş merkezinde dolaşırken birden önümüzden inanılmaz güzel bir kadın geçti. Nasıl oldu ben de anlamadım ama ilk defa bir kadına bu derece kilitlendim. Bu durumun farkında olan karımın şu sözleri ile kendime geldim. "Bakma faslın bittiyse kavgaya geçeceğim!" Nur topu İşyerinde küpe takan erkek arkadaşımıza babasından yorum: "Bir zamanlar nur topu gibi oğlum vardı; nuru gitti, topu kaldı!" ******* Toplamda Geçen gece nöbetteyken acile 3 yaşında, para yutmuş bir hasta geliyor. Babasına ne kadar yuttuğunu soruyoruz; "1 YTL" diyor.. Yapılan tetkikler sonucunda bir adet 50 Kuruş ve iki adet 25 Kuruş tespit ediyoruz. Baba bir şekilde haklı olduğu için sadece aramızda gülüşerek konuyu kapatıyoruz.. Namaz Ramazanda cemaat toplanmış, teravihde. Ufaklığın teki de annesinin peşine takılmış gelmiş. Namaz kılınırken sessiz sessiz olanları izleyen çocuğun dudaklarından hayal gücünü ortaya koyan şu cümleler dökülüyor. ''Yatın kölelerim! Kalkın kölelerim! Yatın kölelerim! Kalkın kölelerim!'' Cemaat uzun süre secdeden kalkamadı tabi... ******* Mesaj alındı "Seviyor musun?" dedim, "Seviyorum." dedi. "Ne kadar?" dedim, "Çok." dedi. "Ne kadar çok?" dedim. "Her akşam eve gelip dırdırını çekecek kadar çok..." dedi. Sustum... Potansiyel müşteri Kırmızı ışıkta durduğum anda yanımdan iki motosikletli ışık hızında ve tek tekerlek üzerinde geçti.. Ben ağzım açık olayı izlerken yanıma yanaşan 112 ambulansından doktor camı açtı ve bana: ''Gördün mü bizim müşterileri... Hey maşallah!'' dedi. ******** 1 Nisan şakası 1 Nisan sabahı kocamdan mesaj geldi; "Karıma akşama toplantım var diyeceğim. Hazırlan hayatım, yedi gibi gelirim." 1 Nisan şakası olduğunu bildiğimden, hemen cevap verdim tabii. "Aşkım kocamın akşama toplantısı varmış, ev müsait bekliyorum." Sinirden köpürmüş, öyle şaka yapılır mıymış? Yaptım gitti! Tövbe ya Babamı namaz kılmış, dua ederken görünce "Benim için de dua et" deyiveriyorum ve babamın cevabıyla dumur oluyorum. "Kendisi nerede derse ne diyeyim?" ***********
  22. Kan Kanseri Tedavisinde Yeni Umut

    Kan Kanseri Olan Hastalar İçin Umut Verici Bir Haber.... Umarım Sorunsuz Bir Şekil de Uygulanır Aşamaya Getirilir.... Teşekkürler Berrin Paylaştığın Bilgi İçin.....
  23. Kök Hücre Tedavisinde Devrim Yaratabilecek Bir Çalışma

    Teşekkürler Berrin Paylaştığın Bilgi İçin... Kök Hücre Üzerindeki Çalışmalar Her Geçengün Yeni Buluşlar Getirmekte.... Bulunan Her Tedavi Yöntemi Yepyeni Umutlar Getirmekte....
  24. Göbek bağıyla felç tedavisi

    Güzel Bir Haber Umarım Bir An Önce de Sağlığına Kavuşur... Teşekkürler Abicim Paylaştığın İçin....
  25. Göze Hiç Bu Kadar Yakından Baktınız Mı?

    Çok İlginçmiş.... Ben Gözdeki Siyah Notkanın Bir Boşluğun Yansıması Olabileceğini Düşünmemiştim.... Teşekkürler Cemre Paylaşımın İçin...