Sumeye

Üye
  • İçerik sayısı

    4.137
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    22

İletiler bölümüne Sumeye kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. Tiroit tümörlerine dikkat!

    Nodülünüz mü var? Yalnız değilsiniz. Bu soruna sahip çok kişi var...

    Hatta Türkiye’de nüfusun yarısının nodülü olduğunu söylemek abartılı olmaz. Peki nodül ne anlama gelir? Tehlikeli midir? Hangi durumlarda özel dikkat ister? Cerrahi müdahaleye ne zaman yönelmek gerekir? Dünya nüfusunun yüzde 30’unda iyot eksikliğine bağlı guatr hastalığına rastlanıyor. Bu oran Türkiye’de nüfusun yüzde 50’sini buluyor. Sayılar, ülkemizde yaklaşık 40 milyon tiroit hastası olduğuna işaret ediyor. ‘Nodül’ ise kelime olarak, ‘düğüm’ anlamına geliyor ve tiroit içinde yer alan değişik büyüklükteki ve kıvamdaki kitlelere deniyor. Nodüller ‘basit’, ‘iyi huylu’ ve ‘kötü huylu’ olarak sınıflandırılıyor.

    BİR NODÜLÜN KANSERLİ ÇIKMA ORANI YÜZDE 5

    BİR nodülün kanserli çıkma oranının yüzde 5 olduğu belirtiliyor. Bu oran 20 yaşından küçük ve 60 yaşından büyük hastalarda yüzde 50’ye kadar çıkabiliyor. Nodül oluşumunu artıran nedenler arasında; iyot eksikliği, ailede guatr varlığı, yoğun guatr yapan gıdalarla beslenme (örneğin kara lahana) gibi etkenler bulunuyor. Sıcak ve soğuk nodül adı verilen kavramların sintigrafi denen görüntüleme yöntemiyle ilgili olduğu belirtiliyor. Sıcak nodül çok çalışan hiperaktif bir nodül olarak tanımlanıyor. Kanser olma oranı binde 1’den düşük. Soğuk nodül ise çalışmayan bir nodül. Her soğuk nodül kanser değilse de, neredeyse her kanser soğuk bir nodülden çıkıyor.

    BAŞLICA NEDENİ İYOT EKSİKLİĞİ

    Uluslararası Endokrin Cerrahlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mete Düren, nodüllerin kadınlarda 3, erkeklerde ise 4 santim çapına ulaşmadan hasta tarafından fark edilip belirti vermediklerini söylüyor. Daha büyük nodüller, özellikle kısa boyunlu kişilerde, kendilerini fark ettirmeden göğüs boşluğu içinde daha büyük çaplara erişebiliyor. Türkiye koşullarında nodül oluşumundaki en önemli nedenin iyot eksikliği olduğu belirtiliyor. Ayrıca kalıtsal faktörler arasında yer alan ailede guatr hastalığının varlığı da, gelecek nesillerde bu hastalığın görülme olasılığını yüzde 50 oranında artırıyor. Türkiye’de nüfusun yaklaşık yüzde 50’sinde herhangi bir boyutta tiroit nodülü olduğu biliniyor. Prof. Dr. Düren, bu nodülün kadınlarda görülme sıklığının erkeklerden 5 kat fazla olduğuna dikkat çekiyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

    CERRAHİYE NE ZAMAN YÖNELMELİ?

    “Basit nodüllerin, yani tümöral olmayanların, iğne biyopsisiyle takip edilmesi mümkündür. Bu nodüllerin kötü huylu çıkma oranı yüzde 1-5 arasında değişiyor. İğne biyopsisi sonucunda tümöral oldukları düşünülen nodüllerin yüzde 10’unun kötü huylu olduğu belirtiliyor. Bu tanı ancak tiroit nodülü cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra konuyor. İyi huylu tümörlerin 40 yaşından sonra kötüye dönüşme oranı her yıl yaklaşık yüzde 1 artıyor. İğne biyopsisiyle kötü huylu oldukları düşünülen veya tümöral (iyi huylu da olsa) bir yapı gösteren nodüllerle, büyüklüğü 3 santimi aşan nodüllerin cerrahi olarak alınmaları gerekiyor. 1 yıl içinde çap olarak yüzde 50’den fazla büyüme varsa, hastaya boyuna radyasyon uygulanmışsa ve ailede 2 veya daha fazla kişide tiroit kanseri mevcutsa; bu şartlar aranmadan ameliyat öneriliyor. Yıllık ultrasonografi ve kan hormon seviye ölçümüyle eğer söz konusu olan şüpheli nodüller ise yenilenen iğne biyopsisiyle hastanın durumunun takibi çok önemli görülüyor.”

    SIK YAPILAN AMELİYATLARDAN BİRİ

    Tiroit nodüllerine ülkemizde çok sık rastlanıyor. Tiroit cerrahisindeki gelişmeler, bu cerrahinin çok düşük bir komplikasyon oranına sahip olması ve başarıyla uygulanması; bu ameliyatların Türkiye’de en sık yapılan ameliyatlar arasında yer almasına neden oluyor. Her tiroit tümörünün mutlaka kanser gibi tedavi edilmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Mete Düren,” Ancak bunların yüzde 10’unun kötü huylu, yüzde 90’ının ise iyi huylu çıkacağının unutulmaması gerekiyor” diye konuşuyor.

    30- 50 YAŞ ARASI KADINLAR RİSKLİ GRUPTA

    NODÜLLER, özellikle 30-50 yaş arası kadınlarda sayıca artış ve çap olarak büyüme gösteriyor. Prof. Dr. Mete Düren, nodüllerin yapısını ve değişiklikleri en iyi ultrasonografinin gösterdiğini söylüyor. Kandaki tiroit hormon seviyesi tiroidin işlevine işaret ederken, normal hormon seviyesi ne nodül varlığıyla ne de var olan bir nodülün huyuyla ilgili bir bilgi vermiyor. Ultrasonografi, nodül boyutunu ve yapısını göstermekle birlikte nodülü oluşturan hücrelerin huyunu göstermiyor. Bu durum için iğne biyopsisi gerekiyor. Ultrasonografinin kısa boyunlu kişilerde göğüs boşluğu içine doğru büyüyen nodülleri göstermediği durumlarda ise tomografi gerekiyor. Sintigrafinin ise nodüllerin işlevini gösterirken (sıcak veya soğuk) küçük nodülleri (1 santim) göstermediğine dikkat çekiliyor.

    İĞNE BİYOPSİSİ NE ZAMAN YAPILMALI?

    İĞNE biyopsisi ya da ince iğne biyopsisi, nodülün içine cildi uyuşturduktan sonra girilerek çekilen hücrelerin patolojik olarak incelenmesi esasına dayanıyor. Ultrasonografideki küçük ama şüpheli nodüllerle, 15 milimetreden büyük tüm nodüllere uygulanması gerektiği belirtiliyor. Temiz sonucunun yaklaşık yüzde 95, kötü huylu sonucun ise yaklaşık yüzde 99 oranında doğru çıktığı belirtiliyor. İğne biyopsisi sonuçlarına göre nodüller; basit, önemi belirlenemeyen, tümöral, muhtemel kanser ve kanser olarak ayrılıyor.

    İhlashaber


  2. Böbrek Taşı Çocuklarda Bile Görülüyor!

    Böbrek taşı sorunu sadece yetişkinlerde değil artık çocuklarda da görülüyor. ABD'de yapılan bir araştırma çocuklarda böbrek taşı hastalığının ciddi bir artış gösterdiğini ortaya koydu.

    Tıpdaki yeni buluşlar, sağlık haberleri veren internet sitesi ''www.healthnews.com''a göre, Kansas Çocuk Hastanesi Kemik ve Mineral Hastalıkları Kliniği Başkanı Dr. Uri Alon ve ekibinin yaptığı çalışmada, son on yıl içinde böbrek taşı sorunu yaşayan çocuk sayısının beş kat artığı belirlendi.

    Alon, yakın zaman öncesine kadar böbrek taşlarının yetişkinlere ait bir sorun olduğunun düşünüldüğünü, ancak son yıllarda idrar akışını bloke edecek şekilde böbrek taşı sorunu yaşayan çocukların artık kendileri için şaşırtıcı olmadığını ifade etti.

    Böbrek taşlarının kesin nedeni tam olarak aydınlatılamazken, bilim adamları, sağlıklı beslenme ve bol su tüketiminin bu hastalıktan uzak durmanın en iyi çözüm yolu olduğunu belirtiyor.

    ABD'li uzmanların uyarılarını değerlendiren Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Suna Asilsoy, aileleri hazır gıdalardan ve şekerli içeceklerden uzak durmaları konusunda uyardı.

    Sıvı gıda tüketiminin yararlı olduğunu, ancak şekerli sıvıların böbreğe ek yük getirdiğini belirten Asilsoy, çocukların su tüketmeye alıştırılması gerektiğini kaydetti.

    Asilsoy, ne kadar sıvı tüketeceğinin, çocuğun vücut yapısıyla ilgili olduğuna işaret ederek, normal boy ve kiloda 10 yaşlarında bir çocuğun, gün içinde aldığı sıvı gıdalardan ayrı olarak, 4 bardak da su tüketmesi gerektiğini söyledi.

    Pek çok hastalıkta olduğu gibi, böbrek taşlarının oluşumunda da sürekli olarak hazır gıda tüketiminin rol oynadığını ifade eden Asilsoy, ''Sağlıklı olmak için taş devri diyetine geri dönmek gerekiyor'' dedi.

    Asilsoy, hazır gıdaların büyük bölümünde sodyum ve yağ miktarlarının çok yüksek olduğunu ifade ederek, özellikle sodyumun böbrek taşı oluşumunda etkili olduğunu kaydetti.

    Mümkün olduğunca doğal beslenmek ve çocuklara da bu alışkanlıkları kazandırmak gerektiğini ifade eden Suna Asilsoy, doğrudan olmamakla birlikte, dolaşım bozukluğuna neden olduğu için, çocukların hareketsiz kalmalarının da bu tür rahatsızlıklara davetiye çıkardığını söyledi.

    Erken yaşta görülen böbrek taşlarında en çok sorumlu tutulan mekanizmanın metabolik hastalıklar olduğunu bildiren Asilsoy, böyle bir sorunla karşı karşıya kalan ailelere, çocukları için mutlaka daha kapsamlı bir muayene talep etmelerini tavsiye etti.

    Asilsoy, kimi zaman küçük bir böbrek taşının, ardında önemli bir metabolik hastalık saklayabileceğini, çocuğun gelişiminin etkilenebileceğini kaydetti.

    HABER.COM


  3. ‘Uyku apnesi’ne dikkat

    Geceleri derin uykuya dalamıyor, gündüz sürekli yorgunluk hissediyor, sabahları aşırı sinirli kalkıyor, unutkanlık ve konsantrasyon bozukluğu yaşıyorsanız, uykuda solunum duraklamasına bağlı ''uyku apnesi'' hastalığı ile karşı karşıya olabilirsiniz.

    Uzmanlar, önlem alınmadığı takdirde ölümle sonuçlanabilen uyku apnesinin mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirterek, uykuda 5-10 saniyelik solunum duraklamasının normal, 10 saniye-1 dakika sürebilen ve sık tekrarlayan solunum duraklamalarının ise hastalık habercisi olduğu uyarısında bulundu.

    Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp Fakültesi Kulak-Burun-Boğaz (KBB) Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Önerci, yaptığı açıklamada, uyku esnasında solunumun 10 saniyeden fazla kesilmesinin uykuda solunum duraklaması (uyku apnesi) olarak tanımlandığını söyledi.

    Uykudaki solunum duraklamaları sonucunda kandaki oksijen miktarının azalarak karbondioksit miktarının arttığını belirten Önerci, çocuklar hariç herkesin solunumunun saatte 5 kez 10 saniye durabileceğini ifade etti.

    Önerci, uyku apnesinin merkezi sinir sistemindeki bir problem nedeniyle ya da solunum yollarındaki bir tıkanıklık nedeniyle (tıkayıcı uyku apnesi) oluşabildiğini, kimi zaman da her ikisinin birlikte görülebildiğini (bileşik uyku apnesi) anlatarak, hastaların yüzde 84'ünde tıkayıcı uyku apnesi, yüzde 1'inde merkezi uyku apnesi ve yüzde 15'inde bileşik uyku apnesi görüldüğünü söyledi.

    Uykuda solunum durmasında en önemli risk faktörünün aşırı kilo, çene kemiklerindeki bozukluklar, bademcik büyüklüğü, geniz etinin varlığı, dil büyüklüğü ve burun eğriliği olduğunu belirten Önerci, genetik faktörlerinde etkili olduğunu vurguladı.

    Önerci, çocuklarda horlama, ağzı açık uyuma, uykudan zor kalkma, gece altına kaçırma, gündüz devamlı uyku hali ve konsantrasyon bozukluğu ile kendisini gösteren uyku apnesinin; erişkinlerde işlerinde verimsizlik, sürekli yorgunluk hali, sabahları aşırı sinirlilik şeklinde kendini gösterebildiğini belirtti. Önerci, yüksek tansiyon, gürültülü horlama, depresyon, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, sabah baş ağrısı, kontrol edilemeyen şişmanlama, uykuda terleme gibi sorunların da hastalığın yol açtığı durumlar olduğunu söyledi.

    -''ÖLÜMLE SONUÇLANABİLİYOR''-

    Prof. Dr. Önerci'nin verdiği bilgiye göre, ''solunum durmaları (apne) veya azalmaları (hipopne) gece içinde yüzlerce defa tekrarlayabiliyor ve kişinin yakınları tarafından fark ediliyor. Hastalık, önlem alınmadığı takdirde kalp krizi, felç, iktidarsızlık (impotans), düzensiz kalp atışları gibi problemlere yol açıyor, hatta ölümle sonuçlanabiliyor. Apnesi olan insanlarda kalp krizi geçirme riski, normale göre 10 kat fazla görülüyor.

    Konsantrasyon bozukluğuna da yol açan uyku apnesi, özellikle okul çağındaki çocuklarda ders başarısını düşürüyor. Uykuda ölüm nedeni olarak ise solunum durması mı yoksa kalp krizi mi olduğu henüz kesin bilinmiyor.

    Alkol ve sigara bağımlılarında, yanlış uyku pozisyon alışkanlığında, obezlerde, alt çenesi gelişim geriliği gösteren kişilerde, boynu kısa olanlarda, alerji, anti histaminik, kas gevşetici veya sakinleştirici gibi ilaç kullananlarda uyku apnesi görülme riski artıyor.

    Uyku apnesi görülme sıklığı, obeziteye bağlı olarak, cinsiyete ve toplumların yapısına göre değişiklik gösteriyor.

    Çocukta büyük bademcik ya da geniz eti varlığı tespit edildiğinde, ilerleyen dönemde bu sorunla karşılaşılmaması için 3 yaş civarında cerrahi operasyonla sorunun giderilmesi öneriliyor.

    Düzensiz solunum, sağlıklı kişilerde uykuya dalma, uyanma veya rüya görme esnasında normal kabul edilirken, uyku apnesi olanlarda sık sık tekrarlanan uzun süreli solunum duraklamaları şeklinde görülüyor. Bu kişilerde 10 saniyeden başlayan solunum duraklamaları, bir dakikadan fazla sürebiliyor. Uyku sırasında saatte 5'den fazla tekrarlayan, 10 saniyeden bir dakikaya varan nefes durmaları ile boğulurcasına mücadele eden kişilerde uyku ve oksijen yetersizliği ortaya çıkıyor.

    Tıkayıcı uyku apnesinde, boğazdaki damağa, küçük dile, yutağa ve dile ait kaslar havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşiyor. Kaslar gevşediğinde nefes alma sırasında hava yolu daralıyor ve bir süre solunum duruyor. Böylece, kandaki oksijen miktarı azalıyor, beyin oksijen azlığını algılayarak uyku derinliğini azaltıyor. Bazen de kişiyi uyandırarak, nefes almasını sağlayarak hava yolunun açılmasını sağlıyor.

    -''HASTALIĞIN TEDAVİSİ MÜMKÜN''-

    Uyku apnesinin yeterli oksijen alınamamasına, bunun da ciddi sorunlara yol açtığını belirten Önerci, bu kişilere 'uyku testi-'poligrafik tetkik'' yapılmasının uygun olduğunu ifade etti. Bu yöntemle, solunumun, uykuda alınan oksijen miktarının, kalp ritminin ve EKG kayıtlarının da tespit edildiğini ifade eden Önerci, tedavi şekline uyku testi sonuçlarına göre karar verileceğini belirtti.

    Prof. Dr. Metin Önerci, uykuda solunum durmasının tedavisinin mümkün olduğunu, bunun için öncelikle hastanın bilinçlendirilmesi gerektiğini; zayıflamanın, alkol veya sakinleştirici ilaç kullanımının terk edilmesinin birçok hastalarda çözüm olabileceğini söyledi.

    Önerci'nin verdiği bilgiye göre, ağır uyku apnesi olan hastalarda en uygun tedavi hastanın uyku sırasındaki solunumuna yardımcı olan cihazlar kullanılması. Bu tip cihazlar CPAP (Continuous Positive Airway Pressure) veya halk arasında maske olarak biliniyor ve kişiye sürekli ve sabit olarak hava basıncı uygulayarak uykuda kapanan üst solunum yolunun açık kalması sağlanıyor. Ayrıca, burun tıkanıklığı olan hastalarda burun tıkanıklığının giderilmesi, büyük geniz eti ve bademciklerin alınması, küçük dil uzun ise kısaltılması, dil kökü büyük ise küçültülmesi, alt çenenin öne alınması uygulanacak yöntemler arasında yer alıyor.

    AA


  4. 14139.jpgKırık kolun iyileşmesini takip eden ekektronik alçı üretildi

    Brezilyalı tasarımcı Pedro Nakazato Andrade, kırık bir kolun iyileşme döneminde vücudun tepkilerini ölçüp doktorlar için veri sağlayan elektronik ‘akıllı alçı’ üretti.

    Çin’in başkenti Pekin’deki Microsoft Araştırmaları Asya merkezinde, İnsan - Bilgisayar Etkileşim Grubu tasarım ekibi içerisinde yer alan Andrade, ‘Bones’ (Kemikler) adını verdiği alçı sayesinde, vücudun kırık bir kolu iyileştirirken gösterdiği ‘gizemli’ faaliyeti çözmeye çalışıyor.

    Bir ortopedik alçı konsepti olan Bones, içerisinde yer alan efektromiyografik sensörler ile kırık kolun etrafındaki kas aktivitesini okuyabiliyor.

    Bones, gün boyunca bu kasların nasıl hareket ettiklerini ve değişik şartlara nasıl tepki verdiklerini ölçebiliyor.

    Elde edilen veriler, bilgisayar ortamına aktarılıp bir sağlık yönetimi sitesine gönderilebilecek ve doktorlar tarafından incelenebilecek.

    Hastalar, bu internet sitesinde kendi durumlarını kontrol edebilecek.

    Dünyanın neresinde olursa olsun, doktorlarla iletişime geçebilen hastalar, iyileşme durumuna göre tavsiye edilen egzersizleri yapabilecek.

    Bu sayede, iyileşme döneminin hasta için çok daha yapıcı ve hızlı ilerlemesi hedefleniyor.

    Bones, test aşamalarının tamamlanmasının ardından önümüzdeki aylarda seri üretime geçirilecek.

    TRT Haber


  5. Hepatit C tedavisinde yeni umut

    Hepatit C hastalığının tedavisinde üç ilaçlı tedavinin daha etkili olabileceği belirlendi.

    ABD'de yapılan, birçok ülkeden binden fazla kişinin katıldığı araştırmada, üçlü ilaç tedavisinin mevcut tedavilerden daha etkili olduğu ortaya çıktı.

    Doktorlar birinci gruptaki hastalara mevcut tedavilerde kullanılan peginterferon ve ribavirin ilaçlarını 4 hafta verdi.

    Kontrol grubundakiler aynı ilaçları içmeye 44 hafta devam etti.

    İkinci gruptakilere 32 hafta peginterferon ve ribavirine ek olarak boseprevir ilacı verilirken, üçüncü gruptakiler bu üç ilacı 44 hafta kullandı.

    Boseprevir kullanan iki gruptaki hastaların kanında virüs izlerinin kaybolduğu görüldü. Virüsün izlerinin kaybolma oranının 2 ve 3. gruptakilerde sırasıyla yüzde 59 ve yüzde 66, kontrol grubunda ise yüzde 21 olduğu belirlendi.

    Hepatit C virüsünün tamamen kaybolma oranının üç ilaçlı tedaviyle 32 haftadan sonra yüze 86, 44 hafta sonra yüzde 88 olduğu vurgulandı.

    "New England Journal of Medicine" dergisinde yayımlanan araştırmaya imza atanlardan ABD'deki Henry Ford hastanesinden Dr. Stuart Gordon, "Araştırmanın önemli bir gelişme olduğuna, mevcut tedaviye cevap vermeyen hastalarda etkili olabileceğine ve hepatit C hastalarına yeni standart bir tedavinin sunulabilmesinin yolunu açabileceğine" dikkati çekti.


  6. ''CMV'' adlı virüs ile yüksek tansiyon hastalığı arasında bağlantı olabilir

    Çin'de yapılan bir araştırma, yaygın olarak görülen ''CMV'' adlı virüs ile yüksek tansiyon hastalığı arasında bağlantı olabileceğini gösterdi.

    Çin'in başkenti Pekin'deki Çaoyang Hastanesi’nden bilim insanlarının yaptığı araştırma, uçuk (herpes) virüsüyle bağlantılı CMV (sitomegalovirüs) adı verilen virüs ile yüksek tansiyon arasında bağlantı olabileceğini ortala koydu.

    Araştırmada yer alanlardan Dr. Yang Şinçun, bu virüs ve yüksek tansiyon arasındaki ilişkinin kesinlik kazanması durumunda yüksek tansiyon aşısının ya da bu hastalığa karşı başka tedavi yöntemlerinin geliştirilebileceğini vurguladı.

    Yang Şinçun, insanlar üzerinde yapılan araştırmanın başlangıç aşamasında olduğunu ve daha fazla kişinin katıldığı geniş çaplı araştırmaların yapılması gerektiğine dikkati çekti.

    Amerikan ''Circulation (Dolaşım)'' dergisinde yayımlanan araştırma, Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya genelindeki bir milyar yüksek tansiyon hastası için umut ışığı olabilir.

    FARE DENEYLERİNDE DE ORTAYA ÇIKMIŞTI

    Hayatının herhangi bir döneminde birçok kişide, bazı enfeksiyonlara yol açan CMV, vücut salgılarıyla (kan, idrar, tükürük) bulaşıyor. CMV enfeksiyonları genelde herhangi bir belirti vermeden geçirilebiliyor. Birincil yüksek tansiyonun nedenleri tam olarak bilinmiyor. Bu hastalığın kalıtım, ruhsal açıdan çabuk etkilenen heyecanlı kişilik, şişmanlık gibi bazı etkenlerden kaynaklandığı düşünülüyor. İkincil yüksek tansiyona ise böbrek dokusunda ve böbrek atardamarlarında yerleşen hastalıklar, aortun kalpten çıktığı bölgedeki darlık, kafa içi basıncının artması, bazı ilaçlar yol açabiliyor.

    ABD'nin Beth Israel Deaconess Hastanesi'nden bilim insanlarının 2009'da fareler üzerinde yaptığı araştırma da yüksek tansiyonun ana nedeninin CMV olabileceğini göstermişti.

    Çinli bilimcilerin araştırması, söz konusu virüs ile birincil yüksek tansiyon arasında bağlantı olabileceği bulgularını güçlendirmiş oldu.

    İhlas haber


  7. Amerikalı araştırmacılar, koyun omurgasından organik disk üretti

    14703.jpgAmerikalı araştırmacılar, koyun omurgasından organik disk üretti

    Resmi Orjinal boyutunda görmek için tıklayın.

    Geleneksel omurga ameliyatları tarihe karışıyor...Amerikalı araştırmacılar, koyun omurgasından organik disk üretti.

    Fareler üzerinde başarılı olan buluşun yakın zamanda insanlığın hizmetine sunulması bekleniyor.

    Beliniz, Boynunuz ya da Sırtınız Ağrıyorsa Omurganızda Sorun Olabilir

    Omurgaya çok yüklenilmesi ve yaşın da ilerlemesi sonucunda kemikler ile, onları destekleyen yan bağlarda ve disklerde yıpranmalar başlıyor. En yaygın sorun ise, kemikler arasında yastık görevi gören disklerin zaman içinde esnekliğini kaybetmesi...

    Diskler arasındaki mesafe azalınca, sinirlere binen yük artıyor bu da el ve ayaklarda uyuşma, kuvvetsizlik gibi belirtilerin yanısıra geçmek bilmeyen ağrılara neden oluyor. Bu ağrıları tedavinin son çaresi ise, ameliyat...

    Amerikalı bilimadamları ise, geleneksel disk ameliyatlarını kökten değiştirecek bir çalışma yürütüyor.

    Geleneksel disk ameliyatlarında hastanın hasarlı diskleri çıkartılarak bunların yerine plastik ya da metal diskler takılıyor.

    Ancak bu diskler, hareket kabileyetini istenen düzeyde sağlamıyor, aksine kısıtlıyor. Üstüne üstlük, zamanla bu yapay parçalar aşınıyor ve yeni operasyonlara ihtiyaç duyulabiliyor.

    Plastik ya da Metal Disk Yerine Organik Disk

    PBu olumsuzlukları ortadan kaldırmak isteyen Weill Cornell Tıp Fakültesi'nden araştırmacılar, organik disk üretmeyi başardı.

    Koyun omurgasından üretilen organik disk bazı kimyasal işlemlerden geçiriliyor ve dokular arasındaki boşlukları doldurmak üzere kolojen ile de destekleniyor.

    Laboratuvar çalışmaları bu disklerin dayanıklılık süresinin de yapay disklere göre daha iyi olduğunu gösteriyor.

    Deneyleri fareler üzerinde başarıyla gerçekleştiren bilimadamları, kısa süre içinde, buluşu insanların hizmetine sunmayı planlıyor.

    TRT Haber


  8. 6521.jpg4 saniyede skolyoz teşhisi

    Dört boyutlu analiz yöntemiyle omurga eğriliği olan skolyoz 4 saniyede tespit edilebiliyor.

    Dünyanın birçok ülkesinde uygulanan ve Türkiye'de yeni kullanılmaya başlanan dört boyutlu analiz yöntemi, mevcut yöntemlerin aksine ''x'' ışınları içermemesi nedeniyle de güvenli bir tanı ve tedavi süreci sağlıyor.

    Kocaeli Romatem Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi Başhekimi Uzman Doktor Ertunga Öney, skolyozun omurganın orta hattan yana doğru olan eğriliklerini tanımladığını söyledi.

    Öney, omurgadaki şekil bozukluklarının başta sırt ve bel ağrıları, ileri derecedeki eğriliklerin de akciğerlerin ve kalbin göğüs kafesinde sıkışması nedeniyle nefes darlığı, şişkinlik, çabuk yorulma gibi şikâyetlere yol açabildiğini belirterek, ''Hayatı tehdit eden solunum ve kalp yetmezliğine de neden olabilir'' dedi.

    Hastalığın genellikle nedeninin bilinmediğini, doğumsal gelişim bozuklukları gibi çok çeşitli nedene bağlı olarak gelişebildiğini anlatan Öney, skolyozun merkezi sinir sistemi hastalıklarında omurgayı tutan enfeksiyon, tümör gibi hastalıklarda ve omurga travmalarından sonra da görülebileceğini aktardı.

    TÜRKİYE'DE HER 10 ÇOCUKTAN BİRİ SKOLYOZ HASTASIDr. Öney, hastalığa daha çok çocukluk döneminde rastlanıldığını ifade ederek, şunları kaydetti: ''Türkiye'de her 10 çocuktan biri skolyoz hastası. Hastalık çocukta omuz asimetrisi, sırtın bir bölümünde kabarıklık, kalçaların aynı seviyede durmaması gibi bulgularla anne ve baba tarafından fark ediliyor. İlkokul döneminde yapılacak skolyoz taraması büyük önem taşıyor. Tüm Türkiye'de bunun gerçekleştirilmesi için Sağlık Bakanlığı ile görüşmeler sürüyor. Skolyozun erken fark edilmesi ve erken teşhisi cerrahiye gerek duyulmadan tedavi edilmesine olanak tanıyor.''

    Hastalığın tanısının muayene ve görüntüleme yöntemleri ile konduğunu, en sık kullanılan yöntemin de ''x'' ışınları olduğunu, ancak yeni yöntemin radyasyon içermediğini dile getiren Öney, konuşmasını şöyle sürdürdü:

    ''Tanı ne kadar erken konulursa şekil bozukluğu, solunum ve kalp yetmezliği gibi komplikasyonların önlenmesi o kadar başarılı olur. Yeni yöntem tanıda kullanılan bir görüntüleme yöntemi olup 'x' ışını, yani radyasyon içermez. Sistemde bir ışık kaynağı ve ışığın yansımasını hızlı bir şekilde kaydeden kamera var. Bu kayıtları özel bir yazılım sistemi yorumlar ve omurganın bir çeşit haritasını çıkarır. Böylece tüm omurganın pozisyonu saptanmış olur. Bu yöntemin tedavideki önemi, hastanın deformite bölgelerinin tespiti ve tedavideki ilerlemenin gözlenmesini zararsız bir şekilde ölçümlendirilebilmesidir. 'x' ışını olmadığı için de ölçüm istendiği kadar tekrar edilebiliyor. Özellikle skolyozun daha çok çocukluk çağında görülen bir hastalık olduğu düşünülürse radyasyon içermemesi önem içermektedir.''

    İnternet haber


  9. spacer.gif

    spacer.gif

    ABD'de yapılan bir araştırmada, erkeklerin ağır hasta olan eşlerini terk etme olasılıklarının kadınlara göre 7 kat fazla olduğu ortaya çıktı.

    Daily Mail'in haberine göre, araştırmada, 500'ün üzerinde evli çiftin kanser veya MS gibi hayatı tehdit eden bir hastalık sürecindeki durumuna bakıldı.

    Bu süreçte, hasta kadın olduğunda evliliğin sona erme olasılığının daha fazla olduğu tespit edildi. Çiftlerden birinin MS hastası olduğu 23 boşanmadan 22'sinde hastanın kadın olduğu belirlendi.

    Evlilikleri sona ermiş 23 beyin tümörü hastasından 18'inin kadın olduğunun saptandığı araştırmada, diğer kanser türlerinin olduğu 14 boşanan çiftten hasta olanın 13'nün de kadın olduğu görüldü.

    Washington Üniversitesinde yapılan araştırma sonucunda, kadının hasta olduğu evliliklerin yüzde 21'inin, erkeğin hasta olduğu evliliklerin ise sadece yüzde 3'ünün sona erdiği anlaşıldı.

    Araştırmada ayrıca, biten bir ilişkinin sağlık üzerindeki olumsuz etkisi de belirlendi. Eşinden ayrılmış hastaların daha çok hastanede kaldığı, daha fazla anti depresan kullandığı ve radyoterapi türünden zahmetli tedavi süreçlerini tamamlama ihtimallerinin daha az olduğu belirlendi.


  10. Dev kök hücre çalışması!

    İngiltereli bilim adamları Multipl Skleroz (MS) hastalığı üzerine büyük bir çalışmaya başlıyor... Çalışmada "Hastanın kendi iliğinden alınan hücrelerin enjekte edilmesi hastalığın beyin ve omuriliğe verdiği zararı yavaşlatabilir ve hatta geri döndürebilir mi?" sorusunun yanıtı aranacak.

    Çalışmayla ilgili detayları anlatan Londra Imperial College Üniversitesi'nden doktor Paolo Muraro, hastaların kemik iliğinden alınacak kök hücrelerin, laboratuvar ortamında büyütüleceğini ve hastanın kendi kanına enjekte edileceğini söyledi. Dr. Muraro, kök hücrelerin beyne kadar gideceğini ve MS'in beyne verdiği zararın giderilebileceğini umduğunu ifade etti.

    Dr. Muraro, "Kök hücrenin etkin bir tedavi olabileceğine ilişkin oldukça güçlü laboratuvar kanıtları bulunuyor" şeklinde açıklamalarda bulundu.

    İngiltere MS Derneği ise henüz işe yaradığı kanıtlanmamış kök hücre tedavisinin erişime sunulmasına ilişkin kaygılarını da ifade etti. Deneme başarılı olursa bile, etkin bir tedavinin geliştirilmesi yıllar sürebilir. Dünyada üç milyon, İngiltere'de ise 100 bin MS hastası olduğu düşünülüyor.

    MS NEDİR?

    Genç erişkinlerde en sık görülen nörolojik bozukluktur. Hastalığın nedeni daha tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, genetik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılıyor. MS, beyni ve omuriliği tutan özbağışıklık hastalığıdır. Bağışıklık sistemindeki (immün sistem) savunma amaçlı gözelerin, nedeni daha anlaşılamamış bir şekilde, sinir hücrelerinin (nöronlar) çevresinde bulunan myelin kılıfını (buna bir nevi yağlı bir zar katmanı diyebiliriz) vücuda yabancı bir bağıştıran olarak algılamasıyla yok etmeye çalışmasıdır. Bu durum da, çeşitli sinir sistemi belirtilerini ortaya çıkarır. Bu belirtiler geçici olup, hastalığın düzeyine göre iz bırakabilir, ya da bırakmadan ortadan kaybolabilirler.

    BELİRTİLERİ NELERDİR?

    Kasların birbirleriyle ilişkisiz çalışması sonucu istemli hareketlerin düzensiz seyretmesi hali; vücut hareketlerinde düzensizlik,

    Ayak tabanı bir cisimle çizildiğinde baş parmakların yukarı doğru açılması,

    Bulanık ya da çift görme, nistagmus (gözbebeklerinin istemsiz hareketi),

    Belirli bir kas veya kas grubunda birbiri arkasına meydana gelen istem dışı kasılma ve gevşeme hareketleri ile belirgin durum,

    Beceriksizlik,

    Konuşma bozukluğu,

    Duygu durumlarda kolayca değişebilme niteliği,

    Yorgunluk

    Elde sinirlerdeki harabiyet nedeniyle kasların işlev yapamama hali ile karakterize paralizi (felç) durumu,

    Vücudun tek tarafını tutan felç durumu,

    His kaybı, uyuşma ve karıncalanma hissi,

    Sık idrara çıkma ve idrar kaçırma (inkontinans)

    Erkeklerde iktidarsızlık,

    İnkoordinasyon (koordinasyon bozukluğu)

    Sadece bir kol veya bir bacağı tutan felç,

    Denge kusuru ve baş dönmesi.

    HaberTürk


  11. Sinir harbinde zafer yakın

    İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürkan Öztürk, ölen sinir hücrelerinin sağlam hücreleri de nasıl öldürdüğünü belirledi. Öztürk, 'Bunu engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson gibi hastalıkları da önleyebiliriz' dedi Alzheimer, Parkinson, MS ve omurilik felci gibi sinir hücrelerinin hasarlanması sonucu meydana gelen hastalıklarla ilgili önemli bir gelişme Türk bilim insanından geldi. İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Sinir Bilimi Laboratuvarı Başkanı Prof. Dr. Gürkan Öztürk, beyindeki sinir hücrelerinin (nöron) hasarlandıklarında çevrelerindeki sağlam hücreleri nasıl öldürdüklerini belirlemeyi başardı. Dr. Öztürk, 'Örneğin beyinde iki tane komşu nöron var. Biri bacağa biri de kola bağlı. Bacağa bağlı olan herhangi bir sebeple yaralanıyor ve ölüyor. Ama ölürken birçok komşu nöronu da öldürüyor. Kültürdeki nöronlardan seçtiğimiz birine lazerle hassas bir hasar vermek suretiyle etrafındaki diğer nöronların da ölümüne yol açtığımızı gördük ve bunu dünyada ilk kez biz gözlemledik' diyerek çalışmasını anlattı. Hücrelerin nasıl öldüğünü ispatlayan bu projenin sadece bir başlangıç olduğuna dikkat çeken Öztürk, şöyle konuştu: 'Sinir bilimi tıpta en az bildiğimiz alanlardan. Örneğin bir trafik kazasında belden aşağısı felç olmuş bir insan için şu an çare yok. Biz öncelikle sinir sistemini tanımalıyız.'

    SIRADA KÖK HÜCRE VAR

    Öztürk çalışmalarla ilgili öncelikli hedeflerini ise, 'Şu an sinir hücrelerini yapay ortamda uzun süre yaşatabilmeyi başardık. Üstelik biz bu hücreye lazer ışını ile bir hasar verebiliyoruz ve bu hasar sonucunda tepkisini görebiliyoruz. En önemlisi de tekrar iyileşmesiyle ilgili süreci gözlemleyebiliyoruz. Çünkü bu hücreleri ölmeden iyileştirebilmek gerekiyor. Nöron hücreler kendilerini yenilemeyen bir özelliğe sahip. Bu araştırmaların içinde kök hücre gibi çalışmalar da yer alacak' sözleriyle anlattı.

    KONGREDE SUNACAK

    Prof. Dr. Öztürk, tıp dünyasını heyecanlandıran çalışmasını sunmak için kasım ayında ABD'de düzenlenen Amerikan Sinir Kongresi'ne davet edildi. Araştırmayla ilgili makalenin de saygın tıp dergilerinde yayınlanacağını ifade eden Öztürk, gelişmiş bir sinir bilimi laboratuvarını İstanbul Medipol Üniversitesi'nde kurdu. Prof. Dr. Öztürk, 'Eğer bulgularımızla ölen hücrenin diğerlerini öldürmesini engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson, omurilik felci gibi hastalıklara yol açan yayılmayı da engelleyebiliriz' dedi.

    Akşam

    Sinir harbinde zafer yakın

    İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürkan Öztürk, ölen sinir hücrelerinin sağlam hücreleri de nasıl öldürdüğünü belirledi. Öztürk, 'Bunu engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson gibi hastalıkları da önleyebiliriz' dedi 551.kez Okundu KDIKDOSSOTWMJMHGGMAN.jpg Alzheimer, Parkinson, MS ve omurilik felci gibi sinir hücrelerinin hasarlanması sonucu meydana gelen hastalıklarla ilgili önemli bir gelişme Türk bilim insanından geldi. İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Sinir Bilimi Laboratuvarı Başkanı Prof. Dr. Gürkan Öztürk, beyindeki sinir hücrelerinin (nöron) hasarlandıklarında çevrelerindeki sağlam hücreleri nasıl öldürdüklerini belirlemeyi başardı. Dr. Öztürk, 'Örneğin beyinde iki tane komşu nöron var. Biri bacağa biri de kola bağlı. Bacağa bağlı olan herhangi bir sebeple yaralanıyor ve ölüyor. Ama ölürken birçok komşu nöronu da öldürüyor. Kültürdeki nöronlardan seçtiğimiz birine lazerle hassas bir hasar vermek suretiyle etrafındaki diğer nöronların da ölümüne yol açtığımızı gördük ve bunu dünyada ilk kez biz gözlemledik' diyerek çalışmasını anlattı. Hücrelerin nasıl öldüğünü ispatlayan bu projenin sadece bir başlangıç olduğuna dikkat çeken Öztürk, şöyle konuştu: 'Sinir bilimi tıpta en az bildiğimiz alanlardan. Örneğin bir trafik kazasında belden aşağısı felç olmuş bir insan için şu an çare yok. Biz öncelikle sinir sistemini tanımalıyız.'

    SIRADA KÖK HÜCRE VAR

    Öztürk çalışmalarla ilgili öncelikli hedeflerini ise, 'Şu an sinir hücrelerini yapay ortamda uzun süre yaşatabilmeyi başardık. Üstelik biz bu hücreye lazer ışını ile bir hasar verebiliyoruz ve bu hasar sonucunda tepkisini görebiliyoruz. En önemlisi de tekrar iyileşmesiyle ilgili süreci gözlemleyebiliyoruz. Çünkü bu hücreleri ölmeden iyileştirebilmek gerekiyor. Nöron hücreler kendilerini yenilemeyen bir özelliğe sahip. Bu araştırmaların içinde kök hücre gibi çalışmalar da yer alacak' sözleriyle anlattı.

    KONGREDE SUNACAK

    Prof. Dr. Öztürk, tıp dünyasını heyecanlandıran çalışmasını sunmak için kasım ayında ABD'de düzenlenen Amerikan Sinir Kongresi'ne davet edildi. Araştırmayla ilgili makalenin de saygın tıp dergilerinde yayınlanacağını ifade eden Öztürk, gelişmiş bir sinir bilimi laboratuvarını İstanbul Medipol Üniversitesi'nde kurdu. Prof. Dr. Öztürk, 'Eğer bulgularımızla ölen hücrenin diğerlerini öldürmesini engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson, omurilik felci gibi hastalıklara yol açan yayılmayı da engelleyebiliriz' dedi.

    Akşam


  12. İntihar değil 'tedavi' Endonezya'da felç olan bir Çinli'nin intihar etmek için tren raylarına yattığı sırada tedavi olduğu iddiası, halkın demiryollarına akın etmesine neden oldu.

    Tren raylarında bulunan elektrik enerjisinin çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanan Endonezyalılar sık sık raylara yatarak "tedavi" oluyor! Daha önce benzer manzaralar Cava Adası'nda yaşanmıştı. Uluslararası haber ajanslarının geçtiği fotoğraflara bakılırsa bu moda, başkent Cakarta'ya sıçramış durumda... Trenin geçtiği zaman tedavilerine ara veren insanlar bazen bütün gününü demiryolunda geçiriyor. Öte yandan uzmanlar tabii ki uygulanan yöntemin faydasız olduğunu söylüyor.

    İnternethaber


  13. Kalbinde delik olan hastalara müjdeli haber

    Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doktor Ali Cevat Tanalp, kalp deliklerinin ameliyatsız kapatılmasının mümkün olduğunu belirtti.

    Özel Medicana Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Tanalp yaptığı açıklamada, tüm kalp deliklerini anjiografi laboratuarında ameliyatsız olarak kapatma olanağının günümüzde henüz mevcut olmadığını belirterek, yeni uygulamayla klinikte en sık rastlanan sekundum tipte ASD'ler, kapatma gerekliliği olan PFO'lar ve uygun bazı VSD'leri cihazla kapatmalarının teknik olarak mümkün olacağını kaydetti.

    Tanalp, ASD'lerin ameliyatsız kapatmaya uygun olduğuna yönelik değerlendirmede birkaç kriteri göz önünde tuttuklarını anlatarak, "Öncelikli olarak deliğin duvardaki yerleşimine göre 3 türde ASD söz konusu. Cihazla kapama bu gün için ancak sekundum tipte ASD denilen, deliğin kulakçıklar arasındaki duvarın tam ortasında yerleşmiş olduğu durumlarda mümkün olabiliyor. Ancak tüm ASD'lerin yaklaşık yüzde 60-70'inin sekundum tipte olduğu göz önünde tutulduğunda çoğunlukla hastalar bu kriteri karşılıyorlar.

    Diğer tipteki ASD'lerin bugün için tek kapatma yöntemi cerrahi olarak kapatılma. Başka bir kriter deliğin büyüklüğü. Çok küçük deliklerde cerrahi ya da ameliyatsız kapatma yöntemleri çoğunlukla hayat boyu gerekli olmuyor ve bu hastalar ömür boyu rahatlıkla sorunsuz izleniyorlar. Çok büyük deliklerde de özellikle 30 mm'den daha geniş bir ASD söz konusu ise ameliyatsız kapatma şansı azalıyor. Kalp duvarında deliğin çevresinde en az 4-5 mm sağlam bir doku parçası bulunması da kapatma için kullanacağımız cihazın duvara tam yerleşmesi için diğer bir önemli faktördür. Hastada tüm bu kriterlerin mevcut olup olmadığını tespit etmek için sıklıkla başvurduğumuz yöntem transözefageal ekokardiyografi (TÖE) dediğimiz, hastanın yemek borusuna yerleştirilen özel bir ultrason cihazı ile yapılan incelemedir. TÖE kalpteki deliğin anatomisinin tam tespiti ve ameliyatsız kapamaya uygun olup olmadığını göstermede çok değerli bir yöntemdir. Bu yöntemlerle kesin karar veremediğimiz çok nadir olgularda anjiografi laboratuarında kalp kateterizasyonu ve kalbin MR incelemesi de sağlıklı bilgi verebilmektedir" dedi.

    AMELİYATSIZ KAPATMA İŞLEMİ NASIL YAPILIR?

    Tanalp, ameliyatsız kapatma işlemini lokal anestezi altında anjiografi laboratuarında uyguladıklarını belirterek şunları kaydetti:

    "Çoğunlukla hastanın kasığındaki geniş bir toplar damardan kateter dediğimiz plastik tüplerle giriyoruz. İşlem boyunca bir hastanın yemek borusuna yerleştirdiğimiz TÖE bize rehberlik ediyor. Kapatma cihazı çift taraflı bir şemsiye şeklindedir. Kateter vasıtasıyla kalpteki delikten sağdan sola geçtikten sonra önce ilk şemsiyeyi deliğin sol tarafında daha sonra ikinci şemsiyeyi deliğin sağ tarafında açıyoruz ve işlem tamamlanıyor. İşlem çoğunlukla yarım saat içerisinde tamamlanıyor ve başarı oranı yaklaşık yüzde 95 civarında. Cerrahi ile kıyaslarsak daha kısa hastanede yatış süresi, daha çabuk işlem sonrası iyileşme süresi, cerrahi bir yara izi olmaması ve genel anestezi gerekmemesi gibi üstünlükleri mevcut. İşlemde ciddi komplikasyonlar dediğimiz istenmeyen olayların gerçekleşme ihtimali genellikle yüzde 1'den daha az ancak hastalarda işlem sonrası işlem yapılan kasıkta şişlik ve morarma, yemek borusundaki ultrason cihazına bağlı boğaz ağrısı gibi şikayetler nispeten daha sık görülebiliyor. Hastalar çoğunlukla işlemden 24 saat sonra yaptığımız kontrol ekokardiyografinin ardından taburcu oluyorlar. Daha sonra 6 ayda bir ekokardiyografik kontrollere devam ediyoruz. İşlem sonrası cihaz üzerinde pıhtı gelişmesini engellemek için yaklaşık 6 ay boyunca kan sulandırıcı tedavi uyguluyoruz" dedi.

    İHA


  14. Bilim adamları, genlerde, (MS) hastalığında rol oynayan yeni varyasyonlar buldu

    Bilim adamları, genlerde, Multiple Skleroze (MS) hastalığında rol oynayan yeni varyasyonlar buldu. Bu genetik varyasyonlar, MS'in bir bağışıklık sistemi hastalığı olduğu tezini destekliyor.

    Uluslararası bir ekip tarafından yapılan ve sonuçları Nature dergisinde yayımlanan araştırma, MS hastalığında insan hücreleriyle bağışıklık sistemi faktörleri arasında bağ bulunduğunu gösterdi.

    15 farklı ülkeden, 9 bin 700'ün üzerinde MS hastasının verilerini yaklaşık 17 bin 400 sağlıklı insanın bilgileriyle kıyaslayan araştırmacılar, MS ile ilgili daha önce belirlenen 20 genin yanı sıra 29 yeni gen varyasyonu tespit etti. Bu genler MS hastalığına yakalanma riskinde rol oynuyor.

    Yeni tespit edilen genler, hücresel bağışıklıkta önemli rol oynayan T-lenfositlerine işaret ediyor. Yeni genlerin büyük bölümü, başka bağışıklık sistemi hastalıklarında da rol oynuyor.

    Araştırma, MS hastalığında D-vitamini metabolizmasının rol oynadığı tezini de doğruluyor, çünkü bulunan genlerin ikisi bu metabolizmayla ilgili.

    TRT Haber


  15. Tıp Dünyasında "Elektronik Dövme" Devri

    wol_error.gif

    Resmi Orjinal boyutunda görmek için tıklayın.
    13986.jpg

    Amerikalı araştırmacılar hasta kontrolünde çığır açabilecek yeni bir teknolojinin ayrıntılarını Science dergisinde duyurdu.

    ''Elektronik dövme'' olarak adlandırılan cihaz, hastaların kalp ve beyin işlevlerini kolayca izlemek amacıyla geliştirildi. Saç telinden bile daha ince olan bir sensör, insan derisine sanki bir dövme gibi yapıştırılıyor. Ve aynen bir dövme gibi, derideki her türlü hareketle uyum içinde kıvrılıp gerilerek, hiç bozulmadan çalışıyor.

    Kabloya son

    Araştırma ekibi, hastanelerde halihazırda kullanılan büyük ve taşınması zor cihazların yerini yakın gelecekte elektronik dövmelerin alabileceğini umuyor. Hastaların sağlık durumunun vücudun çeşitli noktalarına bağlanan kablolar ve monitörlerle izlenmesi, bazen örneğin bir ay boyunca gözetim altında tutulan kalp rahatsızlığı vakaları açısından, sabır gerektiren zorlu bir süreç.

    Bunun yerine hasta kontrolünü deriye yapıştırılan elektronik sensörlerle gerçekleştiren Illinois Üniversitesi araştırma ekibi, deneklerin bacak, kalp ve beyin faaliyetlerini izlediklerini söylüyorlar. Aldıkları sonuçların geleneksel yöntemlerle elde edilen ölçümlerle uyumlu olduğunu söyleyen araştırmacılar, elektronik dövmelerin kuvözdeki bebeklerin kontrolünde özellikle yardımcı olacağını düşünüyor.

    Illinois Üniversitesi'nden Profesör Todd Coleman, elektronik dövmenin beyin fonksiyonlarının izlenmesinde karşılaşılan önemli bir engeli ortadan kaldırabileceği inancında.

    Doğallık

    Beynin doğal ortamda nasıl çalıştığını görmek isteyen araştırmacılar, laboratuvarda kablolar bağlamak suretiyle gerçekleştirilen deneylerden istedikleri sonucu alamıyorlar. İleride elektronik dövme vasıtasıyla bu sorunun aşılabilleceği tahmin ediliyor.

    Fakat elektronik dövmenin uzun süreli kullanımında karşılaşılan zorluklar var. İnsan derisi kendini sürekli yenilediği için, elektronik sensörlerin de en az iki haftada bir yenilenmesi gerekecek. Derinin üst tabakasındaki hücreler ölüp yerlerine yeni hücreler geçtiği zaman, sensörün ömrü tükenmiş oluyor.

    TRT Haber


  16. Yasal olmayan şekillerde satılan lensler kör edebilir

    Gençler arasında kullanımı yaygın olan kontak lensler, yasal olmayan şekillerde satılıyor ve uzmanlar görme bozukluklarına sebep olabileceği konusunda uyarıyor.

    Kozmetik amaçla kullanılan renkli, desenli lensler moda için tarz için veya kıyafet uyumu için aksesuar olarak tercih ediliyorlar.

    Lady Gaga, Marilyn Manson gibi ünlülerin tercih etmesiyle popülerliğini artıran bu lensler kişilerin göz rengini ve görünüşünü değiştiriyor.

    Uzmanların asıl uyardığı konuysa, aksesuar olarak bunları kullanan gençlerin aralarında lenslerini değiş-tokuş etmeye başladıkları ve göz enfeksiyonu gibi hastalıkların bir diğerine bulaşmasının kaçınılmaz olduğu.

    Kontak lens kullanımı zaten uzun süreli kullanımlar için uygun olmayan bir yöntem, hele hele bir de doğru kullanılmayınca kornea ülseri ve enfeksiyonları gibi ciddi görme bozukluklarına sebep olabilirler.

    Aşırıya kaçıldığında ise körlüğe varan sonuçlarla karşılaşılabilir.

    Lenslerin kontrollü bir şekilde sadece yetkili optik merkezlerde ve medikal dükkanlarda satılıyor olması gerektiği fakat durumun hiç de böyle olmadığı bir gerçek. Hatta lenslerin kuaförler, güzellik merkezleri ve market reyonlarında satılması göz ardı ediliyor.

    Yetkililer lenslerin yasal yollarla temini konusunda uyarıyor ve böyle yapmadıkları takdirde göz hastalıkları yaşayabileceklerini hatırlatıyor.

    Huffington Post


  17. Kanlı idrara dikkat

    Bayındır Hastanesi Söğütözü Üroloji Kliniği’nden Uzm. Dr. Hakan Akan, idrarda çıplak gözle görülecek düzeyde kan olmasının bir hastalık belirtisi olduğunu belirterek, “Bu hastalıklar arasında sıklıkla idrar yolu enfeksiyonları, prostat enfeksiyonları ya da taş hastalığı gibi iyi huylu hastalıklar olabileceği gibi başta mesane tümörü olmak üzere idrar yolları ve böbreğin tümörleri de olabilir” dedi.

    İdrarda kan bulgusu, değişik şiddetlerde olmak kaydıyla her 100 kişiden 20’sine varan bir sıklıkta görülmektedir. İdrarda mikroskopik düzeyde kan olması her zaman bir hastalıkla ilişkili olmamakla birlikte, gözle görülebilecek düzeyde kan bulgusu bir hastalık belirtisidir.

    Kanlı idrarda tetkik yapılması zorunlu

    İdrarda gözle görülecek düzeyde kan olması durumunda erken tanı koyma ve tedaviye erken başlamanın önemi nedeniyle her zaman tümör olasılığı akla getirilmeli ve uygun tetkikler yapılmalıdır. İdrarda kan olması, neredeyse tüm mesane tümörlü hastalarda görülen bir bulgudur ve ağrı olmaksızın pıhtılarla birlikte olan kanlı idrar mesane tümörünün tipik bulgusudur. Öncelikle idrar tetkiki ve kültürü yapılarak bir enfeksiyon varlığı araştırılmalıdır. İdrarda anormal hücrelerin varlığı, sitoloji adı verilen ve idrarın bir patoloji uzmanınca incelenmesine dayanan test ile araştırılır. Ultrasonografi de kolay ve çabuk yapılabilen testlerden birisi olup mesane ya da böbreğe ait tümörleri gösterebilir.

    Küçük mesane tümörlerine dikkat

    Söz konusu testler küçük mesane tümörlerini saptamakta yetersiz kalmaktadır. Mesane tümörü yönünden şüphe devam etmesi durumunda sistoskopi yaptırılmalıdır.Bu incelemede kullanılan cihaz fleksibl yani bükülebilir özellikte olup genellikle poliklinik düzeyinde lokal anestezi altında idrar yolundan mesaneye dek rahatlıkla ilerletilebilir. Bu işlem sırasında mesane üroloji uzmanı tarafından optik bir sistem aracılığı ile doğrudan gözlenebilir ve gerek duyulursa mesaneden biopsi yani doku örnekleri alınarak patoloji laboratuvarına yollanabilir.

    Tedavi edilmezse, tümör diğer organlara yayılıyor

    Mesane tümörü, mesanenin iç yüzeyini kaplayan ve mukoza olarak adlandırılan mikroskopik kalınlıktaki ince tabakadan kaynaklanmaktadır. Bu tabakanın hemen altında çok daha ince bir sınır tabakası, onun da altında mesanenin duvarının asıl yapısını oluşturan kas tabakası yer almaktadır. Başlangıçta yüzeyel olan tümör tedavi edilmediği takdirde mukoza tabakasından daha derinlere doğru ilerleme gösterecektir. Yüzeyel tümörlerde endoskopik ( kapalı) ameliyatlar yeterli olabilirken kas tabakasının derinliklerine doğru ilerlemiş bir tümörün vücudun diğer organlarına yayılım yapma (metastaz) olasılığı daha yüksek olduğundan bu aşamadaki tümörlerde daha kapsamlı ameliyatlar gereklidir. Bu nedenle her tümörde olduğu gibi mesane tümöründe de erken tanı önemlidir ve tedavinin erken başlaması ile hastalığın tam olarak tedavisi mümkün olabilmektedir.

    Sigara mesane tümörünü tetikliyor

    Mesane tümörünün en önemli nedenlerinden birisi sigara kullanımıdır. Sigara kullanan kişilerde sigara kullanmayanlara göre iki ya da üç kat daha yüksek oranda mesane tümörü görülmektedir. Bu nedenle sigara kullanmakta olan ya da geçmişte uzun bir dönem sigara kullanmış kişilerin daha yüksek risk altında olmaları nedeniyle, idrarlarında kan gördüklerinde en kısa sürede bir üroloji uzmanına başvurmaları gerekmektedir.

    Haber 7


  18. Tasarruflu ampullerin yaydığı ışık en az baz istasyonları kadar tehlikeli...

    Tasarruflu ampuldeki büyük tehlike

    193556_ampul.jpg

    Baz istasyonu tartışmaları devam ederken,İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Öğretim Üyesi Prof.Dr. Tunaya Kalkan ilginç bir çıkış yaptı. Tasarruflu ampullerin de tehlikeli olduğunu savunan Kalkan, “Yaydıkları zararlı ışınlar cep telefonlarından, baz istasyonlarından daha yüksek” dedi.

    Avrupa ve Amerika'da tasarruflu ampuller üzerinde çok ciddi çalışmalar yapıldığını söyleyen Kalkan sözlerine şöyle devam etti: “Elektrikli cihazların sadece ihtiyacı karşılayacak şekilde kullanılmasını tavsiye ediyorum. Tasarruflu ampullerin yaydığı ışık tehlikeli. 1960'lı yıllarda bu tip ışınların frekanslarının düşük olduğunu sanırdık. Ancak incelemeler bunun tersini gösterdi.”

    ÇOK DİKKATLİ KULLANIN

    Dicle Üniversitesi Biyofizik Ana BilimDalı Öğretim Üyesi Profesör Süleyman Daşdağ da teknoloji geliştikçe elektromanyetik kirliliğin de arttığını söyledi. Daşdağ “Avrupa'da tasarruflu ampullerinin kullanımı konusunda halk yönlendiriliyor. Küresel ısınmanın etkilerinin azaltılmasında tasarruflu ampullerin katkısı olacağını iddia eden bilim adamları var. Ancak kanıtlanmadı. Bu ampullerin dikkatli kullanılması gerekir” dedi.

    1 metre uzakta olmalı

    Fransız Araştırma Merkezleri CRRIREM ve VİTO tarafından yürütülen çalışmalar, tasarruflu ampullerin kullanıldığı mesafenin son derece önemli olduğunu gösterdi. Fransa'da yapılan bu araştırmalarda tasarruflu ampullerin uygun mesafede kullanılmadığında ultraviyole B ve C ışınlarını yayarak cilde ve gözlere zarar verdiği tespit edildi. 1 metreden daha yakın mesafede kullanılan tasarruf ampulü ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor.


  19. Depresyon kadınlarda felç riskini yüzde 29 arttırıyor

    ABD’li uzmanlarca yapılan bir araştırmada, depresyonun kadınlarda felç riskini yüzde 29 arttırdığına dikkat çekilerek, araştırma süresince bin 33 kadının felç olduğu vurgulanıyor.

    Kişinin sosyal hayatını olumsuz yönde etkilerken depresyonun, sağlık konusunda da tehlikelere neden olduğu bildirildi. ABD’li uzmanlarca yapılan bir araştırmada, depresyonun kadınlarda felç riskini yüzde 29 arttırdığına dikkat çekilerek, araştırma süresince bin 33 kadının felç olduğu belirtiliyor.

    Amerikan Kalp Derneği Dergisi’nde yayınlanan ve 2000-2006 yılları arasında yürütülen, depresyon geçmişi olan 80 bin’den fazla kadının incelendiği bir araştırmada, depresyonun felç riskini yüzde 29 yükselttiği belirtilerek, araştırma süresince bin 33 kadının felç olduğu vurgulanıyor.

    -“DEPRESYON GENEL SAĞLIĞI TEHDİT EDİYOR”-

    BBC’nin yansıttığı araştırmada, doktorların, depresyonda olan kadınların genel sağlıklarını ihmal edebileceğinin farkında olmalarının gerektiğine dikkat çekildi.

    Araştırmada, depresyonda olan kadınların depresyonda olmayanlara göre, yalnız olma, sigara içme ve daha az fiziksel aktivite yapma olasılığının yüksek bulunduğu belirtilerek, aynı zamanda bu kadınların çok genç olmadığı, yüksek vücut kitle indeksi ve yüksek kan basıncı, kalp hastalığı, diyabet gibi hastalıklarının bulunduğu ifade edildi.

    -“ANTİDEPRESAN KULLANANLARDA RİSK ARTIYOR”-

    Ayrıca, depresyon teşhisi konan ve araştırmadan önce iki yıl antidepresan ilaç kullanan kadınlarda, söz konusu hastalıkların görülme riskinin yüzde 39 olduğu belirtildi.

    Ancak araştırma lideri Doktor Kathryn Rexrode, ilaçların felç nedeninden çok bir kişinin çok hasta olduğunun göstergesi olduğunu ifade ederek, “İlaçların riskin başlıca nedeni olduğunu sanmıyorum. Bu çalışma, felç riskini düşürmek için insanların ilaçlarını almayı bırakmalarını tavsiye etmiyor” dedi.

    -“SADECE DEPRESYONUN FELÇ RİSKİNİ YÜKSELTMESİ MÜMKÜN DEĞİL”-

    Öte yandan, İngiliz uzmanlar sadece depresyonun felç riskini yükseltmesinin pek mümkün olmadığını belirtiyor.

    İngiliz Felç Derneği kuruluşundan Doktor Peter Coleman, depresyonun çok ciddi bir durum olduğunu ve sağlık profesyonelleri tarafından tedavi edilmesi gerektiğine dikkat çekti.

    Haber 7


  20. Uçuğa neden olan herpes virüsleri beyni tehdit ediyor

    wol_error.gif

    Resmi Orjinal boyutunda görmek için tıklayın.
    13008.jpg

    Uçuğa neden olan herpes virüslerinin burundan beyne ulaşıyor olabileceği bildirildi.

    ABD'nin Maryland eyaletindeki National Institute of Neurological Disorders and Stroke'da görevli Erin Harberts başkanlığındaki bilim adamları, sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmalarında, menenjit, Alzheimer, Parkinson ve Multiple Skleroz (MS) gibi hastalıklarda rol oynayan herpes virüslerinden bazılarının, beyne, burun yoluyla ulaştığını belirtti.Burun mukozasında tip-6 herpes virüsünü tespit eden bilim adamları, virüslerin burada belirli hücrelerde çoğalabildiğini de gördü.

    Önce kadavraları inceleyen bilim adamları, tüm beyinde görülebilen herpes virüslerinin özellikle koku almayla ilgili bölgede yoğunlaştığını saptadı. MS hastası, koku alma hissi bulunmayanlar ve sağlıklı insanların burun mukozalarından örnekler alan bilim adamları, örneklerin yüzde 40'ında herpes virüsüne rastladı.

    Bilim adamları ayrıca, tip-6 herpes virüslerinin, burun mukozasındaki olfaktör hücreler (OEC) yardımıyla çoğalabildiğini belirledi. Bilim adamları, herpes virüslerinin OEC'ler aracılığıyla burundan beyne ulaştığını tahmin ediyor.

    TRT Haber


  21. Laboratuvar ortamında kanserli organdan, kanser kök hücresi oluşturuldu

    Hem de Türk bilim adamlarından! Türkiye’de ilk kez yeni bir üretim tekniği uygulanarak laboratuvar ortamında kanserli organdan, kanser kök hücresi oluşturuldu...

    Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Ertürk, merkezde gerçekleştirilen bu çalışmanın,kanser hastalığının nüksetmesine neden olan kök hücrelere karşı aşı geliştirilmesinde önemli bir adım olduğunu bildirdi.

    Çalışmayla ilgili bilgi veren Ertürk, kanser araştırmalarının önemli bir kısmının "neden ilaç (kemoterapi) ve radyasyon tedavisine rağmen kanser hücreleri vücuttan temizlenemiyor" sorusu üzerine yoğunlaştığını söyledi.

    Uzmanların, artık bunun, mevcut tedavi yöntemlerine direnç gösteren "kanser kök hücreleri"nden kaynaklandığı konusunda hem fikir olduğunu dile getiren Ertürk, "Nitekim kanserli doku laboratuvar ortamında incelendiğinde, tümör kitlesini oluşturan hücrelerin on binde birinin bu kanser kök hücrelerini içerdiği görüldü" diye konuştu.

    Araştırmacıların, hemen hemen tüm kanser olgularında varlığı gösterilen bu kök hücreleri öldürebilecek yeni tedavi yöntemleri geliştirerek, kanser hastalığına kökten çare bulabileceklerine inandıklarını ifade eden Ertürk, üzerinde çalışılan yöntemlerden bazılarının da vücudun savunma hücrelerinden olan "dendritik" adı verilen hücreler ile bu kanser kök hücrelerinin vücut dışında tanıştırılmaları üzerine yoğunlaştığını belirtti.

    Bununla, savunma hücrelerinin bir anlamda dışarıda kanser hücrelerine karşı eğitildikten sonra, kanser kök hücreleri ile savaşmak için tekrar aşı şeklinde vücuda geri verilmesinin hedeflendiğini kaydeden Ertürk, deneysel dendritik hücre aşısı tasarım çalışmasıyla ilgili şu bilgileri aktardı:

    "Bu çalışmayla yeni bir üretim tekniği uygulanarak ülkemizde ilk defa kanserli organdan kanser kök hücresi oluşturuldu. Bağırsak tümör kitlesini laboratuvar ortamında çeşitli işlemlere tabi tuttuktan sonra yeni bir yöntem uygulayarak tümör kitlesini oluşturan hücreleri üreten asıl kanser kök hücresini elde edebildik.

    Çalışmalarımızı dünya standartlarında yüksek güvenlikli laboratuvar ortamında yürütüyoruz. Geliştirdiğimiz yöntemle mide, beyin, meme, rahim, lenfoma ve benzeri kanser türlerinde de kök hücreleri kolayca elde edebileceğiz."

    HEDEFİMİZ AŞI GELİŞTİRMEK

    Amaçlarının, kemoterapi ve radyasyon tedavisi ile öldürülemeyen ve bu sebeple de bir süre sonra tekrar kanser gelişmesine sebep olan bu kanser kök hücrelerini kullanarak aşı geliştirmek olduğunu bildiren Ertürk, bundan sonra hedeflenen gelişmeleri şu sözlerle aktardı:

    "Bu aşı modelinde, önce hastanın ameliyatla alınan kanser dokusu laboratuvarda işleme tutulduktan sonra kanser kitlesi içerisinde az sayıda bulunan ve tedavi sonrasında tekrar kanserin büyümesine neden olan asıl ana hücreler elde edilecek ve çok özel laboratuvar şartlarında çoğaltıldıktan sonra dondurularak saklanacak.

    Kanser kök hücresinin elde edildiği hasta, ilaç veya radyasyon tedavisini tamamladıktan bir süre sonra bir miktar kan verecek. Daha sonra özel laboratuvar şartlarında bu kan içerisinde bulunan, hastanın kendisine ait, dendritik hücre adı verilen savunma hücreleri elde edilecek.

    Hastadan elde edilen ve sayıları milyonlarca olan bu savunma hücreleri yine laboratuvar ortamında daha önceden hastadan elde edilen kanser kök hücreleri ile tanıştırıldıktan sonra hastaya aşı olarak verilecek."

    Araştırmacıların beklentisinin, kanser kök hücresi ile tanıştırılmış bu dendritik hücrelerle vücutta asıl öldürücü lenfositlerin gelişmesini sağlamak olduğunu anlatan Prof. Dr. Murat Ertürk, "Bu sayede kanser kök hücresine özgü öldürücü lenfositler ilaca ve radyasyona dahi direnç gösteren asıl kanser hücrelerini öldürebilecekler" dedi.

    Profesör Ertürk, aşı tasarım çalışmalarının sadece bir araştırma olduğunu vurgulayarak, kanser kök hücresi ile aşı modeli için, çeşitli üniversite hastanelerinden hekimlerle etik kurul ve Sağlık Bakanlığı onayına başvuru hazırlığında olduklarını, dünya ile eş zamanlı olarak aşı çalışmalarını ülkede de başlatabileceklerini bildirdi.

    KANSER HÜCRELERİ DE BİÇİLEN ÇİMLER GİBİ TEKRAR BÜYÜYOR

    Hücresel Tedavi Derneği Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Kemik İliği ve Kök Hücre Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan da yeni çalışmaya ilişkin yaptığı değerlendirmede, dünyada artık "Targeted" denilen, hedeflenmiş tedavinin ön plana çıktığını söyledi.

    Bir çok kanser türünde kemoterapi ve radyoterapiden yanıt alınamadığına işaret eden İlhan, şu bilgileri aktardı:

    "Son 2 yılda kansere yol açan kanser kök hücresinin varlığı bir çok bilimsel araştırmayla ortaya kondu. Türkiye’de düzenlenen son Hücresel Tedavi Kongresinde ve Fransa’da gerçekleştirilen Dünya Kök Hücre Toplantısında da bu konu üzerinde duruldu. Yapılan çalışmalarda, varlığı tespit edilen 18 kanser kök hücresinin kemoterapi ve ışın tedavisine dirençli olduğu saptandı."

    Işın ve kemoterapiye rağmen kanserin nüksetmesini, biçilen çimlerin tekrar büyümesine benzeten İlhan, "Çimler biçildiğinde nasıl ki kökleri toprakta olduğu için tekrar büyüyorsa, kanser hücreleri de, bu kök hücreler yok edilemediği için bir süre sonra tekrar ortaya çıkıyor. Bu nedenle kanser kök hücresinin yok edilmesi tedavide çok önemli" diye konuştu.

    Prof. Dr. İlhan, Ertük’ün buluşu sonrasında beklenen gelişmelerle ilgili de şunları kaydetti:

    "Kanser kök hücresinin bulunması, tedavide neyle baş edileceğinin bilinmesi açısından büyük önem taşıyor.

    Kanser kök hücresinin bulunması, tedavide bir basamak ileri gidilmesini sağlayacak. Kanser tedavisinde her kanserin kök hücresine karşı aşı ve ilaç geliştirilmesiyle tedavide büyük başarı elde edilebilecektir.

    Sağlık Bakanlığının Kemik İliği ve Kök Hücre Bilim Kurulu’na bu yönde bir başvuru yapıldığı takdirde mutlaka değerlendirilecektir."


  22. İdrar Tahlili İle Prostat Kanseri Teşhisi

    Bilim adamları, prostat kanseri teşhisinde biyopsiden önce kullanılabilecek bir idrar tahlili geliştirdi.

    Alman Aerztezeitung gazetesinin haberine göre, Michigan Üniversitesinde görevli patolog Dr. Scott Tomlins başkanlığındaki ekibin geliştirdiği tahlilde, TMPRSS2 ve ERG gen füzyonunun yanı sıra PCA3 genine bakıldı.

    Yüksek PSA değerleri bulunan 1312 erkek üzerinde yapılan deneyde, tahlil sonuçları ile doku örnekleri üzerinde yapılan testlerin sonuçları karşılaştırıldı. İdrar tahlili sonuçlarını, karsinom olma ihtimali yüksek, orta ve düşük olarak üçe ayıran bilim adamları, yüksek ihtimal grubuna girenlerin yüzde 69'unda, orta gruba girenlerin yüzde 43'ünde ve düşük ihtimal grubundakilerin yüzde 21'inde tümör bulunduğunu tespit etti.

    Bilim adamları, tahlilin geliştirilerek, PSA değerleri yüksek hastalarda kullanılabileceğini, böylece her hastaya biyopsi yapmak zorunda kalınmayacağını belirtti.

    PSA Sadece Prostat Kanserinde Yükselmiyor...

    PSA değerleri sadece prostat kanserinde değil, prostat veya idrar yolu enfeksiyonlarında ya da bisiklet veya at binmekten kaynaklanan basınç artışında da yükseliyor.

    TRT Haber


  23. BERAT KANDİLİ

    Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir'de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat'ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur'anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur'anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır. ( Said Nursî Şualar: 505)

    Hadislerle Berat Kandili

    - Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuşlardı:

    “Recep, Allah’ın ayıdır. Şaban, benim ayımdır. Ramazan, ümmetimin ayıdır”. Mübarek Recep ayının ardından gelen Şaban ayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayıdır. Bu mübarek ayın değerini bilerek, ibadetlerimizi yapmalı, alemlerin Rabbinden af dilemeliyiz.

    Şaban ayının önemli özelliklerinden biri Beraat gecesi gibi müstesna bir gecenin bu ayın içinde bulunmasıdır.

    Ebu Hüreyre Radıyallahu And’dan rivayet edildiğine göre: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuştur:

    —“Şaban ayının on beşinci gecesinin ilk vaktinde Cebrail (a.s) bana geldi; şöyle dedi:

    —“Ya Muhammed, başını semaya kaldır. Sordum.

    —“Bu gece nasıl bir gecedir? Şöyle anlattı:

    —“Bu gece, Allah-u Teala, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar. Kendisine şirk koşmayanların hemen herkesi bağışlar. Meğer ki, bağışlayacağı kimseler büyücü, kahin, devamlı şarap içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah-u Teala onları bağışlamaz.

    Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cebrail yine geldi ve şöyle dedi: "Ya Muhammed başını kaldır. Bir de baktım ki, cennet kapıları açılmış.

    Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor: "Ne mutlu bu gece rüku edenlere.

    İkinci kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Bu gece secde edenlere ne mutlu".

    Üçüncü kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece dua edenlere ne mutlu." Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: -"Bu gece, Allah'ı zikredenlere ne mutlu".

    Beşinci kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu."

    Altıncı kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Müslümanlara ne mutlu." Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın.

    Bunları gördükten sonra, Cebrail'e sordum: "Bu kapılar ne zamana kadar açık kalacak?

    Şöyle dedi: "Ya Muhammed, Allah-u Teala, bu gece, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azat eder."

    - Hz. Ayşe Radıyallahu Anha anlatıyor: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, Nıfs-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder."

    Berat Gecesinin Mahiyeti ve Önemi

    Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol) ve teftiş edilir. Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra

    da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır.

    Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur.

    Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir.

    Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.

    Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle:

    "O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur."

    Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil'in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir?

    Yıllık kader programı

    İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir:

    Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.

    Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir.

    Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir.

    Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir.

    Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.

    Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1

    Berat Kandilinin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.2

    Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir:

    Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.

    Berat Gecesinin özellikleri

    Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: "Mübarek Gece", "Berae Gecesi", "Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mü'min kullarına beraet yazar)", "Rahmet Gecesi."

    "Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir.

    "Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir.

    Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3

    Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır.

    1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.

    2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.

    3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.

    4. Allah'ın af ve bağışlamasının coşması.

    5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.

    Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam Şâban'ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. Ondördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. Onbeşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka...

    Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4

    Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir.

    "Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:

    "İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. "Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim.

    "Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.

    "Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."s

    Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır.

    Bu gece af dışı kalanlar

    Peygamber Efendimiz bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir:

    "Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban'ın onbeşinci gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7

    "Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8

    Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi

    Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.

    Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:

    "Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."5

    Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7

    "Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8

    Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi

    Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhis-salâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.

    Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:

    "Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."9

    İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir.

    Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir.

    "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10

    Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.

    Berat Gecesi ibadeti

    Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, teşbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.

    İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir

    Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir.

    "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10

    Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.

    İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ'da, Berat Gecesinde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicretten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid'at bile olduğunu ifade eder.

    Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez.

    Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır.

    Berat Gecesi Duası

    Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:

    "Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin."11

    Berat Duası

    Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:

    "Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini

    siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."12

    Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim.

    Berat Gecesi Namazı -I

    Şaban ayının on beşinci gecesi kılınacak olan namaz ; yüz rekattır. Bu namazın her rekatında, Fatihadan sonra on kere ihlas süresi okunur. Yüz rekat kılan kişi bin defa ihlas süresini okumuş olur.

    Bu namaza hayır namazı da denmiştir. Geçmiş büyükler bu namazı toplu halde cemaatle de kılmışlardır. Bu namazın çok fazileti olduğu gibi, hesaplanama-yacak kadarda çok sevabı vardır.

    Hasan-ı Basri Rahmetullahı Aleyh'den gelen rivayete göre:

    "Otuz sahabeden dinledim, bu namaz için şöyle dediler: "Her kim bu namazı, berat gecesi kılar ise. Allah-u Teala'nın yetmiş rahmet nazarı ona ulaşır. Her nazarda, kendisinin yetmiş ihtiyacı yerine gelir. Bunların en küçüğü, Allah-u Teala'nın mağfiretidir.

    Berat Gecesi Namazı -II

    Berat gecesi kılınan namazlardan biride iki rekat olarak kılınır.

    Birinci rekatta Fatiha okunduktan sonra kısa bir sure okunarak rükuya gidilir. Rükudan doğrulur ve secdeye gidilir. Secdede uzun sure kalınır, bu konuda belli bir tahdit yoktur, ne kadar dayanabilirsen.

    İkinci rekatta da aynı şekilde Fatihadan sonra kısa bir sure okunur. İlk rekatta olduğu gibi secdeye gidildiğinde yine uzun sure secdede kalınır. Gücünüzün yettiği kadar. Secdeden kalkılır tahiyatta okunacaklar okunur ve selam verilir. Selam ile birlikte eller dua için alemlerin Rabbine kalkar...

    Bu namaz hakkında Hz. Aişe Radıyallahu An-hum'a validemiz, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir.

    -"Ya Aişe, bu gecenin nasıl bir gece olduğunu bilir misin? Bende

    -"En iyisini, Allah ve Resulü bilir." Dedim. Şöyle buyurdu:

    -"Bu gece şaban ayının yarısıdır. Dünya işleri ve kulların işleri bu gece Yüce Hakka arz edilir. Bu gece cehennemden azat edilenlerin sayısı; kelb kabilesinin koyunları sayısı kadardır. Bu gece bana izin verir misin"?

    -"Olur" dedim. Kalkıp namaza durdu. Ayakta durması hafif oldu. Fatiha suresini okudu; sonra da küçük bir sure okudu. Gecenin yarısına kadar secdede kaldı. Daha sonra ikinci rekata kaktı. Ayakta iken, birinci rekatta okuduğu kadar bir şey okudu. Sonra yine secdeye vardı. Bu secdede dahi, tan yeri ağarıncaya kadar kaldı. Secdede o kadar kaldı ki, bunun için Yüce Allah ruhunu aldı sandım. Bana gelmesi uzayınca, kendisine yaklaştım. Hatta ayaklarına elimi sürdüm. Hareket ettiğini görünce rahatladım. Secdesinde şöyle dediğini işittim:

    "Azabından affına sığınırım. Dargınlığından rızana sığınırım. Senden sana sığınırım. Şanın yücedir. Sen kendi zatını övdüğün gibi, seni övemem..."

    Sonra kendisine sordum: "Ya resulullah, bu gece secdende bir şeyler okuduğunu duydum. Bunları daha önce okuduğunu hiç duymamıştım. Böyle demem üzerine, bana sordu: "Sen onları öğrenebildin mi"? Bu sorusuna karşılık: "Evet" deyince, şöyle buyurdu:

    "Onları hem sen öğren, hem de başkalarına öğret."

    Alıntı