Sumeye

Üye
  • İçerik sayısı

    4.137
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    22

Sumeye kullanıcısının paylaşımları

  1. Kanlı İdrara Dikkat

    Kanlı idrara dikkat Bayındır Hastanesi Söğütözü Üroloji Kliniği’nden Uzm. Dr. Hakan Akan, idrarda çıplak gözle görülecek düzeyde kan olmasının bir hastalık belirtisi olduğunu belirterek, “Bu hastalıklar arasında sıklıkla idrar yolu enfeksiyonları, prostat enfeksiyonları ya da taş hastalığı gibi iyi huylu hastalıklar olabileceği gibi başta mesane tümörü olmak üzere idrar yolları ve böbreğin tümörleri de olabilir” dedi. İdrarda kan bulgusu, değişik şiddetlerde olmak kaydıyla her 100 kişiden 20’sine varan bir sıklıkta görülmektedir. İdrarda mikroskopik düzeyde kan olması her zaman bir hastalıkla ilişkili olmamakla birlikte, gözle görülebilecek düzeyde kan bulgusu bir hastalık belirtisidir. Kanlı idrarda tetkik yapılması zorunlu İdrarda gözle görülecek düzeyde kan olması durumunda erken tanı koyma ve tedaviye erken başlamanın önemi nedeniyle her zaman tümör olasılığı akla getirilmeli ve uygun tetkikler yapılmalıdır. İdrarda kan olması, neredeyse tüm mesane tümörlü hastalarda görülen bir bulgudur ve ağrı olmaksızın pıhtılarla birlikte olan kanlı idrar mesane tümörünün tipik bulgusudur. Öncelikle idrar tetkiki ve kültürü yapılarak bir enfeksiyon varlığı araştırılmalıdır. İdrarda anormal hücrelerin varlığı, sitoloji adı verilen ve idrarın bir patoloji uzmanınca incelenmesine dayanan test ile araştırılır. Ultrasonografi de kolay ve çabuk yapılabilen testlerden birisi olup mesane ya da böbreğe ait tümörleri gösterebilir. Küçük mesane tümörlerine dikkat Söz konusu testler küçük mesane tümörlerini saptamakta yetersiz kalmaktadır. Mesane tümörü yönünden şüphe devam etmesi durumunda sistoskopi yaptırılmalıdır.Bu incelemede kullanılan cihaz fleksibl yani bükülebilir özellikte olup genellikle poliklinik düzeyinde lokal anestezi altında idrar yolundan mesaneye dek rahatlıkla ilerletilebilir. Bu işlem sırasında mesane üroloji uzmanı tarafından optik bir sistem aracılığı ile doğrudan gözlenebilir ve gerek duyulursa mesaneden biopsi yani doku örnekleri alınarak patoloji laboratuvarına yollanabilir. Tedavi edilmezse, tümör diğer organlara yayılıyor Mesane tümörü, mesanenin iç yüzeyini kaplayan ve mukoza olarak adlandırılan mikroskopik kalınlıktaki ince tabakadan kaynaklanmaktadır. Bu tabakanın hemen altında çok daha ince bir sınır tabakası, onun da altında mesanenin duvarının asıl yapısını oluşturan kas tabakası yer almaktadır. Başlangıçta yüzeyel olan tümör tedavi edilmediği takdirde mukoza tabakasından daha derinlere doğru ilerleme gösterecektir. Yüzeyel tümörlerde endoskopik ( kapalı) ameliyatlar yeterli olabilirken kas tabakasının derinliklerine doğru ilerlemiş bir tümörün vücudun diğer organlarına yayılım yapma (metastaz) olasılığı daha yüksek olduğundan bu aşamadaki tümörlerde daha kapsamlı ameliyatlar gereklidir. Bu nedenle her tümörde olduğu gibi mesane tümöründe de erken tanı önemlidir ve tedavinin erken başlaması ile hastalığın tam olarak tedavisi mümkün olabilmektedir. Sigara mesane tümörünü tetikliyor Mesane tümörünün en önemli nedenlerinden birisi sigara kullanımıdır. Sigara kullanan kişilerde sigara kullanmayanlara göre iki ya da üç kat daha yüksek oranda mesane tümörü görülmektedir. Bu nedenle sigara kullanmakta olan ya da geçmişte uzun bir dönem sigara kullanmış kişilerin daha yüksek risk altında olmaları nedeniyle, idrarlarında kan gördüklerinde en kısa sürede bir üroloji uzmanına başvurmaları gerekmektedir. Haber 7
  2. Tasarruflu ampullerin yaydığı ışık en az baz istasyonları kadar tehlikeli... Tasarruflu ampuldeki büyük tehlike Baz istasyonu tartışmaları devam ederken,İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Öğretim Üyesi Prof.Dr. Tunaya Kalkan ilginç bir çıkış yaptı. Tasarruflu ampullerin de tehlikeli olduğunu savunan Kalkan, “Yaydıkları zararlı ışınlar cep telefonlarından, baz istasyonlarından daha yüksek” dedi. Avrupa ve Amerika'da tasarruflu ampuller üzerinde çok ciddi çalışmalar yapıldığını söyleyen Kalkan sözlerine şöyle devam etti: “Elektrikli cihazların sadece ihtiyacı karşılayacak şekilde kullanılmasını tavsiye ediyorum. Tasarruflu ampullerin yaydığı ışık tehlikeli. 1960'lı yıllarda bu tip ışınların frekanslarının düşük olduğunu sanırdık. Ancak incelemeler bunun tersini gösterdi.” ÇOK DİKKATLİ KULLANIN Dicle Üniversitesi Biyofizik Ana BilimDalı Öğretim Üyesi Profesör Süleyman Daşdağ da teknoloji geliştikçe elektromanyetik kirliliğin de arttığını söyledi. Daşdağ “Avrupa'da tasarruflu ampullerinin kullanımı konusunda halk yönlendiriliyor. Küresel ısınmanın etkilerinin azaltılmasında tasarruflu ampullerin katkısı olacağını iddia eden bilim adamları var. Ancak kanıtlanmadı. Bu ampullerin dikkatli kullanılması gerekir” dedi. 1 metre uzakta olmalı Fransız Araştırma Merkezleri CRRIREM ve VİTO tarafından yürütülen çalışmalar, tasarruflu ampullerin kullanıldığı mesafenin son derece önemli olduğunu gösterdi. Fransa'da yapılan bu araştırmalarda tasarruflu ampullerin uygun mesafede kullanılmadığında ultraviyole B ve C ışınlarını yayarak cilde ve gözlere zarar verdiği tespit edildi. 1 metreden daha yakın mesafede kullanılan tasarruf ampulü ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. BUGÜN GAZETESİ
  3. Depresyon kadınlarda felç riskini yüzde 29 arttırıyor ABD’li uzmanlarca yapılan bir araştırmada, depresyonun kadınlarda felç riskini yüzde 29 arttırdığına dikkat çekilerek, araştırma süresince bin 33 kadının felç olduğu vurgulanıyor. Kişinin sosyal hayatını olumsuz yönde etkilerken depresyonun, sağlık konusunda da tehlikelere neden olduğu bildirildi. ABD’li uzmanlarca yapılan bir araştırmada, depresyonun kadınlarda felç riskini yüzde 29 arttırdığına dikkat çekilerek, araştırma süresince bin 33 kadının felç olduğu belirtiliyor. Amerikan Kalp Derneği Dergisi’nde yayınlanan ve 2000-2006 yılları arasında yürütülen, depresyon geçmişi olan 80 bin’den fazla kadının incelendiği bir araştırmada, depresyonun felç riskini yüzde 29 yükselttiği belirtilerek, araştırma süresince bin 33 kadının felç olduğu vurgulanıyor. -“DEPRESYON GENEL SAĞLIĞI TEHDİT EDİYOR”- BBC’nin yansıttığı araştırmada, doktorların, depresyonda olan kadınların genel sağlıklarını ihmal edebileceğinin farkında olmalarının gerektiğine dikkat çekildi. Araştırmada, depresyonda olan kadınların depresyonda olmayanlara göre, yalnız olma, sigara içme ve daha az fiziksel aktivite yapma olasılığının yüksek bulunduğu belirtilerek, aynı zamanda bu kadınların çok genç olmadığı, yüksek vücut kitle indeksi ve yüksek kan basıncı, kalp hastalığı, diyabet gibi hastalıklarının bulunduğu ifade edildi. -“ANTİDEPRESAN KULLANANLARDA RİSK ARTIYOR”- Ayrıca, depresyon teşhisi konan ve araştırmadan önce iki yıl antidepresan ilaç kullanan kadınlarda, söz konusu hastalıkların görülme riskinin yüzde 39 olduğu belirtildi. Ancak araştırma lideri Doktor Kathryn Rexrode, ilaçların felç nedeninden çok bir kişinin çok hasta olduğunun göstergesi olduğunu ifade ederek, “İlaçların riskin başlıca nedeni olduğunu sanmıyorum. Bu çalışma, felç riskini düşürmek için insanların ilaçlarını almayı bırakmalarını tavsiye etmiyor” dedi. -“SADECE DEPRESYONUN FELÇ RİSKİNİ YÜKSELTMESİ MÜMKÜN DEĞİL”- Öte yandan, İngiliz uzmanlar sadece depresyonun felç riskini yükseltmesinin pek mümkün olmadığını belirtiyor. İngiliz Felç Derneği kuruluşundan Doktor Peter Coleman, depresyonun çok ciddi bir durum olduğunu ve sağlık profesyonelleri tarafından tedavi edilmesi gerektiğine dikkat çekti. Haber 7
  4. Uçuğa neden olan herpes virüsleri beyni tehdit ediyor Resmi Orjinal boyutunda görmek için tıklayın. Uçuğa neden olan herpes virüslerinin burundan beyne ulaşıyor olabileceği bildirildi. ABD'nin Maryland eyaletindeki National Institute of Neurological Disorders and Stroke'da görevli Erin Harberts başkanlığındaki bilim adamları, sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmalarında, menenjit, Alzheimer, Parkinson ve Multiple Skleroz (MS) gibi hastalıklarda rol oynayan herpes virüslerinden bazılarının, beyne, burun yoluyla ulaştığını belirtti.Burun mukozasında tip-6 herpes virüsünü tespit eden bilim adamları, virüslerin burada belirli hücrelerde çoğalabildiğini de gördü. Önce kadavraları inceleyen bilim adamları, tüm beyinde görülebilen herpes virüslerinin özellikle koku almayla ilgili bölgede yoğunlaştığını saptadı. MS hastası, koku alma hissi bulunmayanlar ve sağlıklı insanların burun mukozalarından örnekler alan bilim adamları, örneklerin yüzde 40'ında herpes virüsüne rastladı. Bilim adamları ayrıca, tip-6 herpes virüslerinin, burun mukozasındaki olfaktör hücreler (OEC) yardımıyla çoğalabildiğini belirledi. Bilim adamları, herpes virüslerinin OEC'ler aracılığıyla burundan beyne ulaştığını tahmin ediyor. TRT Haber
  5. Laboratuvar ortamında kanserli organdan, kanser kök hücresi oluşturuldu Hem de Türk bilim adamlarından! Türkiye’de ilk kez yeni bir üretim tekniği uygulanarak laboratuvar ortamında kanserli organdan, kanser kök hücresi oluşturuldu... Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Ertürk, merkezde gerçekleştirilen bu çalışmanın,kanser hastalığının nüksetmesine neden olan kök hücrelere karşı aşı geliştirilmesinde önemli bir adım olduğunu bildirdi. Çalışmayla ilgili bilgi veren Ertürk, kanser araştırmalarının önemli bir kısmının "neden ilaç (kemoterapi) ve radyasyon tedavisine rağmen kanser hücreleri vücuttan temizlenemiyor" sorusu üzerine yoğunlaştığını söyledi. Uzmanların, artık bunun, mevcut tedavi yöntemlerine direnç gösteren "kanser kök hücreleri"nden kaynaklandığı konusunda hem fikir olduğunu dile getiren Ertürk, "Nitekim kanserli doku laboratuvar ortamında incelendiğinde, tümör kitlesini oluşturan hücrelerin on binde birinin bu kanser kök hücrelerini içerdiği görüldü" diye konuştu. Araştırmacıların, hemen hemen tüm kanser olgularında varlığı gösterilen bu kök hücreleri öldürebilecek yeni tedavi yöntemleri geliştirerek, kanser hastalığına kökten çare bulabileceklerine inandıklarını ifade eden Ertürk, üzerinde çalışılan yöntemlerden bazılarının da vücudun savunma hücrelerinden olan "dendritik" adı verilen hücreler ile bu kanser kök hücrelerinin vücut dışında tanıştırılmaları üzerine yoğunlaştığını belirtti. Bununla, savunma hücrelerinin bir anlamda dışarıda kanser hücrelerine karşı eğitildikten sonra, kanser kök hücreleri ile savaşmak için tekrar aşı şeklinde vücuda geri verilmesinin hedeflendiğini kaydeden Ertürk, deneysel dendritik hücre aşısı tasarım çalışmasıyla ilgili şu bilgileri aktardı: "Bu çalışmayla yeni bir üretim tekniği uygulanarak ülkemizde ilk defa kanserli organdan kanser kök hücresi oluşturuldu. Bağırsak tümör kitlesini laboratuvar ortamında çeşitli işlemlere tabi tuttuktan sonra yeni bir yöntem uygulayarak tümör kitlesini oluşturan hücreleri üreten asıl kanser kök hücresini elde edebildik. Çalışmalarımızı dünya standartlarında yüksek güvenlikli laboratuvar ortamında yürütüyoruz. Geliştirdiğimiz yöntemle mide, beyin, meme, rahim, lenfoma ve benzeri kanser türlerinde de kök hücreleri kolayca elde edebileceğiz." HEDEFİMİZ AŞI GELİŞTİRMEK Amaçlarının, kemoterapi ve radyasyon tedavisi ile öldürülemeyen ve bu sebeple de bir süre sonra tekrar kanser gelişmesine sebep olan bu kanser kök hücrelerini kullanarak aşı geliştirmek olduğunu bildiren Ertürk, bundan sonra hedeflenen gelişmeleri şu sözlerle aktardı: "Bu aşı modelinde, önce hastanın ameliyatla alınan kanser dokusu laboratuvarda işleme tutulduktan sonra kanser kitlesi içerisinde az sayıda bulunan ve tedavi sonrasında tekrar kanserin büyümesine neden olan asıl ana hücreler elde edilecek ve çok özel laboratuvar şartlarında çoğaltıldıktan sonra dondurularak saklanacak. Kanser kök hücresinin elde edildiği hasta, ilaç veya radyasyon tedavisini tamamladıktan bir süre sonra bir miktar kan verecek. Daha sonra özel laboratuvar şartlarında bu kan içerisinde bulunan, hastanın kendisine ait, dendritik hücre adı verilen savunma hücreleri elde edilecek. Hastadan elde edilen ve sayıları milyonlarca olan bu savunma hücreleri yine laboratuvar ortamında daha önceden hastadan elde edilen kanser kök hücreleri ile tanıştırıldıktan sonra hastaya aşı olarak verilecek." Araştırmacıların beklentisinin, kanser kök hücresi ile tanıştırılmış bu dendritik hücrelerle vücutta asıl öldürücü lenfositlerin gelişmesini sağlamak olduğunu anlatan Prof. Dr. Murat Ertürk, "Bu sayede kanser kök hücresine özgü öldürücü lenfositler ilaca ve radyasyona dahi direnç gösteren asıl kanser hücrelerini öldürebilecekler" dedi. Profesör Ertürk, aşı tasarım çalışmalarının sadece bir araştırma olduğunu vurgulayarak, kanser kök hücresi ile aşı modeli için, çeşitli üniversite hastanelerinden hekimlerle etik kurul ve Sağlık Bakanlığı onayına başvuru hazırlığında olduklarını, dünya ile eş zamanlı olarak aşı çalışmalarını ülkede de başlatabileceklerini bildirdi. KANSER HÜCRELERİ DE BİÇİLEN ÇİMLER GİBİ TEKRAR BÜYÜYOR Hücresel Tedavi Derneği Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Kemik İliği ve Kök Hücre Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan da yeni çalışmaya ilişkin yaptığı değerlendirmede, dünyada artık "Targeted" denilen, hedeflenmiş tedavinin ön plana çıktığını söyledi. Bir çok kanser türünde kemoterapi ve radyoterapiden yanıt alınamadığına işaret eden İlhan, şu bilgileri aktardı: "Son 2 yılda kansere yol açan kanser kök hücresinin varlığı bir çok bilimsel araştırmayla ortaya kondu. Türkiye’de düzenlenen son Hücresel Tedavi Kongresinde ve Fransa’da gerçekleştirilen Dünya Kök Hücre Toplantısında da bu konu üzerinde duruldu. Yapılan çalışmalarda, varlığı tespit edilen 18 kanser kök hücresinin kemoterapi ve ışın tedavisine dirençli olduğu saptandı." Işın ve kemoterapiye rağmen kanserin nüksetmesini, biçilen çimlerin tekrar büyümesine benzeten İlhan, "Çimler biçildiğinde nasıl ki kökleri toprakta olduğu için tekrar büyüyorsa, kanser hücreleri de, bu kök hücreler yok edilemediği için bir süre sonra tekrar ortaya çıkıyor. Bu nedenle kanser kök hücresinin yok edilmesi tedavide çok önemli" diye konuştu. Prof. Dr. İlhan, Ertük’ün buluşu sonrasında beklenen gelişmelerle ilgili de şunları kaydetti: "Kanser kök hücresinin bulunması, tedavide neyle baş edileceğinin bilinmesi açısından büyük önem taşıyor. Kanser kök hücresinin bulunması, tedavide bir basamak ileri gidilmesini sağlayacak. Kanser tedavisinde her kanserin kök hücresine karşı aşı ve ilaç geliştirilmesiyle tedavide büyük başarı elde edilebilecektir. Sağlık Bakanlığının Kemik İliği ve Kök Hücre Bilim Kurulu’na bu yönde bir başvuru yapıldığı takdirde mutlaka değerlendirilecektir." AA
  6. İdrar Tahlili İle Prostat Kanseri Teşhisi Bilim adamları, prostat kanseri teşhisinde biyopsiden önce kullanılabilecek bir idrar tahlili geliştirdi. Alman Aerztezeitung gazetesinin haberine göre, Michigan Üniversitesinde görevli patolog Dr. Scott Tomlins başkanlığındaki ekibin geliştirdiği tahlilde, TMPRSS2 ve ERG gen füzyonunun yanı sıra PCA3 genine bakıldı. Yüksek PSA değerleri bulunan 1312 erkek üzerinde yapılan deneyde, tahlil sonuçları ile doku örnekleri üzerinde yapılan testlerin sonuçları karşılaştırıldı. İdrar tahlili sonuçlarını, karsinom olma ihtimali yüksek, orta ve düşük olarak üçe ayıran bilim adamları, yüksek ihtimal grubuna girenlerin yüzde 69'unda, orta gruba girenlerin yüzde 43'ünde ve düşük ihtimal grubundakilerin yüzde 21'inde tümör bulunduğunu tespit etti. Bilim adamları, tahlilin geliştirilerek, PSA değerleri yüksek hastalarda kullanılabileceğini, böylece her hastaya biyopsi yapmak zorunda kalınmayacağını belirtti. PSA Sadece Prostat Kanserinde Yükselmiyor... PSA değerleri sadece prostat kanserinde değil, prostat veya idrar yolu enfeksiyonlarında ya da bisiklet veya at binmekten kaynaklanan basınç artışında da yükseliyor. TRT Haber
  7. Felci Felç Edecekler

    Umut dolu güzel bir haber çok Teşekür ederim paylaşımın için ysldg
  8. Sivas'ta bir köy muhtarı, 15 yıl önce ameliyat sonrası kolunda unutulan sargı bezi yüzünden acı dolu günler geçirdi. Ameliyat sırasında tampon olarak kullanılan sargı bezinin ucunun yıllar sonra vücuttan çıkması üzerine, kaynağı anlaşılan ağrılar, yaklaşık 15 santimetre uzunluğundaki bezin alınmasıyla son buldu. Sivas merkeze bağlı Şahbey köyünün muhtarı ve aynı zamanda Ziraat Odası Başkan Yardımcısı Sururi Tecer (60), yaklaşık 15 yıl önce kent merkezi Taşlıdere mevkisinde trafik kazası geçirdi. Kazada kolu kırılan Tecer, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesine kaldırıldı. Bir süre burada tedavi gören Tecer kolundan ameliyat edildi. Koluna platin takılan Sururi Tecer'in acıları dinmek bilmedi. Kolundaki ağrıları devam eden, özellikle kış aylarında acıları artan Tecer, araç kullanmakta da zorlanmaya başladı. Acıları yüzünden zaman zaman iş yapamaz hale gelen Sururi Tecer, bu süre içerisinde yaklaşık 20 kez muayene oldu. Kolundan röntgen de çektirdiğini belirten Tecer, bu süre zarfında doktorların kendisine acısının kolundaki platinden kaynaklandığı, zamanla geçeceğini söylediklerini anlattı. Ancak acısı bir türlü dinmeyen Sururi Tecer'in kolunun ameliyat olduğu bölümünde de iltihap oluştu. Yaklaşık 15 yıl içerisinde dayanılmaz acı çeken Tecer'in geçtiğimiz günlerde ameliyat olduğu kolundan küçük beyaz bir parça deriden dışarı çıktı. Bir bölümü çıkan parçanın ne olduğunu anlamaya çalışan Sururi Tecer, bu parçayı çıkarmaya çalıştığında canı çok yanınca tekrar Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesine başvurdu. Tecer, hastanede bir bölümü vücuttan çıkan beyaz bez parçasını doktorlara gösterdi. Sururi Tecer, burada yapılan kontroller sırasında doktorun parçayı birden çekerek çıkarttığını ifade etti. Yaklaşık 15 santimetre uzunluğundaki bez parçasıyla birlikte kan ve iltihabın da aktığını kaydeden Tecer, bu sırada büyük acı çektiğini ve kendinden geçtiğini söyledi. Doktorların, çıkan parçanın 15 yıl önce ameliyat sırasında kolunda tampon olarak kullanılan sargı bezi olduğunu ve bu bezin kolunda unutulduğunu söylediğini anlatan Sururi Tecer, yıllarca çektiği acının kaynağını da böylece gördüğünü belirtti. Kolunda ameliyat sırasında sargı bezi unutulmasına ve bu bezin birden çekilerek çıkarılması sonucu acı çekmesine tepki gösteren Tecer, şu anda bezin çıktığı yerin yara olduğunu ve iltihap aktığını söyledi. Kolundan çıkarılan bez parçasını ''ağaç kökü'' gibi tanımlayan Sururi Tecer, sargı bezi kolundan çıkarıldıktan sonra acılarının azaldığını söyledi. Tecer, doktorların ameliyat sırasında daha dikkatli olmalarını istedi. Haber7
  9. Midesinden çıkanlar herkesi şoke etti Zayıflama, mide ağrıları, kusma, kansızlık ve yemek yiyememe" şikayetleriyle Akhisar Devlet Hastanesi'ne başvuran 17 yaşındaki Z.Ş.'nin midesinden çıkanlar herkesi şoke etti. Hastanenin genel cerrahlarından Opr. Dr. Mustafa Sarı'nın Z.Ş.'nin ameliyat olmasına karar verdi. Operasyonda, Z.Ş.'nin karnından mide şeklini almış saç kütlesi çıkarıldı. Genç kızın sağlık durumunun iyi olduğunu belirten Opr. Dr. Mustafa Sarı, "Hasta sonbir yıldır saçlarını yiyormuş. Çok zamanda karın ağrısı, kusma ve yemek yiyememe, zayıflama gibi şikayetleri artınca, annesi tarafından bize başvurdu. En son yaptığımız tahlillerinde midesinde yabancı bir cisim olduğunu tespit ettik. Annesine sorduğumuzda saç yeme alışkanlığı olduğunu söyledi. Bizde büyük ihtimalle midesinde saç olabileceğini düşündük. Ameliyata alarak midesinden bir kilo ağırlığında mide şeklini almış, genişliği 12 santimetre, boyu da 22 santimetre olan saç kütlesini aldık. Meslek hayatımda ilk kez midede bu kadar büyük saç yumağı ile karşılaştım. Duygularını dışa vuramayanlar ve psikolojik sorunları olanlarda saç yeme başta olmak üzere, çeşitli yabancı maddeleri yeme görülebilir. Ama, saç yiyen enderdir ve saçı mide asitleri eritemez" diye konuştu. Ameliyattan sonra konuşan Hasta Zeliha Şahin ise, saç yumağının çıkarılmasından sonra rahat bir nefes aldığını ve ağrılarının kalmadığını söyledi. Anne Sevgi Ş. "Kızımın tekrar eski sağlığına kavuşması bizleri mutlu etti. Hastaneden çıktığımızda ilk işim, kızımın saçlarını kısa olarak kestireceğim ve daha sık kontrol edeceğim" dedi.
  10. 26 haziran 2011 Omurilik Zedelenmelerinde Stimülatör Tedavisi Umut Vadediyor Dört yıl önce geçirdiği trafik kazasında felç olan Rob Summers, omuriliğine uygulanan elektrik stimülasyonu ve elektrot naklinden sonra ilk adımlarını atmayı başardı. Araştırmacılar bunun bir devrim olduğunu söylese de tedavinin yaygınlaştırılması için daha fazla araştırma yapılması gerekiyor. Ancak yine de bu gelişme yürüyemeyenler için umut vadediyor. Belden aşağısı felçli olan Rob Summers ilk kez ayağa kalkıp adım atarak tarihe geçti. Doktorlar Summers'a bir daha yürüyemeyeceğini söylemişti: "Doktoruma dönerek beni yeteri kadar tanımadığınız ortada dedim. Yeniden yürüyebileceğim." Summers Louisville Üniversitesi'ndeki omurilik zedelenmeleri deneme araştırmalarını duyunca fırsatı kaçırmamış. Doktorlar omuriliğinin zedelenmiş yerine küçük bir stimülatör yerleştirmiş. Stimülatör çalıştırıldığında Summers'ın zedelenmiş sinirleri harekete geçiyor, bu sayede Summers bacaklarını ve ayaklarını oynatabiliyor. Summers, "4 yıldır ayak parmağımı bile oynatamıyordum. Stimülatörün takılmasından üç gün sonra kendi başıma ayağa kalkabildim" diyor. Profesör Susan Harkema da Summers'ın gösterdiği ilerlemeye inanamıyor: "Bir hafta içinde yardım almadan ayağa kalktı. Demek ki vücut ağırlığını taşıyacak gücü var. Bu, çok güzel bir gelişme." Profesör Harkema Rob Summers ve diğer hastaların bir gün kendi başlarına yürüme şansları olduğunu, ancak önce daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söylüyor İnternet haber.
  11. Berat Kandilinin Fazileti

    BERAT KANDİLİ Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir'de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat'ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur'anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur'anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır. ( Said Nursî Şualar: 505) Hadislerle Berat Kandili - Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuşlardı: “Recep, Allah’ın ayıdır. Şaban, benim ayımdır. Ramazan, ümmetimin ayıdır”. Mübarek Recep ayının ardından gelen Şaban ayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayıdır. Bu mübarek ayın değerini bilerek, ibadetlerimizi yapmalı, alemlerin Rabbinden af dilemeliyiz. Şaban ayının önemli özelliklerinden biri Beraat gecesi gibi müstesna bir gecenin bu ayın içinde bulunmasıdır. Ebu Hüreyre Radıyallahu And’dan rivayet edildiğine göre: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuştur: —“Şaban ayının on beşinci gecesinin ilk vaktinde Cebrail (a.s) bana geldi; şöyle dedi: —“Ya Muhammed, başını semaya kaldır. Sordum. —“Bu gece nasıl bir gecedir? Şöyle anlattı: —“Bu gece, Allah-u Teala, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar. Kendisine şirk koşmayanların hemen herkesi bağışlar. Meğer ki, bağışlayacağı kimseler büyücü, kahin, devamlı şarap içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah-u Teala onları bağışlamaz. Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cebrail yine geldi ve şöyle dedi: "Ya Muhammed başını kaldır. Bir de baktım ki, cennet kapıları açılmış. Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor: "Ne mutlu bu gece rüku edenlere. İkinci kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Bu gece secde edenlere ne mutlu". Üçüncü kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece dua edenlere ne mutlu." Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: -"Bu gece, Allah'ı zikredenlere ne mutlu". Beşinci kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu." Altıncı kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Müslümanlara ne mutlu." Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın. Bunları gördükten sonra, Cebrail'e sordum: "Bu kapılar ne zamana kadar açık kalacak? Şöyle dedi: "Ya Muhammed, Allah-u Teala, bu gece, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azat eder." - Hz. Ayşe Radıyallahu Anha anlatıyor: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, Nıfs-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder." Berat Gecesinin Mahiyeti ve Önemi Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol) ve teftiş edilir. Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır. Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur. Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir. Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar. Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle: "O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur." Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil'in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir? Yıllık kader programı İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir: Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir. Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir. Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir. Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir. Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir. Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1 Berat Kandilinin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.2 Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir: Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir. Berat Gecesinin özellikleri Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: "Mübarek Gece", "Berae Gecesi", "Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mü'min kullarına beraet yazar)", "Rahmet Gecesi." "Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir. "Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir. Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3 Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır. 1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması. 2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması. 3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması. 4. Allah'ın af ve bağışlamasının coşması. 5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması. Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam Şâban'ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. Ondördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. Onbeşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka... Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4 Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir. "Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir: "İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. "Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim. "Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim. "Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."s Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır. Bu gece af dışı kalanlar Peygamber Efendimiz bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir: "Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban'ın onbeşinci gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7 "Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8 Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı: "Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."5 Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7 "Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8 Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhis-salâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı: "Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."9 İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir. Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10 Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez. Berat Gecesi ibadeti Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, teşbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır. İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10 Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez. İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ'da, Berat Gecesinde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicretten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid'at bile olduğunu ifade eder. Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır. Berat Gecesi Duası Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir: "Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin."11 Berat Duası Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır: "Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."12 Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim. Berat Gecesi Namazı -I Şaban ayının on beşinci gecesi kılınacak olan namaz ; yüz rekattır. Bu namazın her rekatında, Fatihadan sonra on kere ihlas süresi okunur. Yüz rekat kılan kişi bin defa ihlas süresini okumuş olur. Bu namaza hayır namazı da denmiştir. Geçmiş büyükler bu namazı toplu halde cemaatle de kılmışlardır. Bu namazın çok fazileti olduğu gibi, hesaplanama-yacak kadarda çok sevabı vardır. Hasan-ı Basri Rahmetullahı Aleyh'den gelen rivayete göre: "Otuz sahabeden dinledim, bu namaz için şöyle dediler: "Her kim bu namazı, berat gecesi kılar ise. Allah-u Teala'nın yetmiş rahmet nazarı ona ulaşır. Her nazarda, kendisinin yetmiş ihtiyacı yerine gelir. Bunların en küçüğü, Allah-u Teala'nın mağfiretidir. Berat Gecesi Namazı -II Berat gecesi kılınan namazlardan biride iki rekat olarak kılınır. Birinci rekatta Fatiha okunduktan sonra kısa bir sure okunarak rükuya gidilir. Rükudan doğrulur ve secdeye gidilir. Secdede uzun sure kalınır, bu konuda belli bir tahdit yoktur, ne kadar dayanabilirsen. İkinci rekatta da aynı şekilde Fatihadan sonra kısa bir sure okunur. İlk rekatta olduğu gibi secdeye gidildiğinde yine uzun sure secdede kalınır. Gücünüzün yettiği kadar. Secdeden kalkılır tahiyatta okunacaklar okunur ve selam verilir. Selam ile birlikte eller dua için alemlerin Rabbine kalkar... Bu namaz hakkında Hz. Aişe Radıyallahu An-hum'a validemiz, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir. -"Ya Aişe, bu gecenin nasıl bir gece olduğunu bilir misin? Bende -"En iyisini, Allah ve Resulü bilir." Dedim. Şöyle buyurdu: -"Bu gece şaban ayının yarısıdır. Dünya işleri ve kulların işleri bu gece Yüce Hakka arz edilir. Bu gece cehennemden azat edilenlerin sayısı; kelb kabilesinin koyunları sayısı kadardır. Bu gece bana izin verir misin"? -"Olur" dedim. Kalkıp namaza durdu. Ayakta durması hafif oldu. Fatiha suresini okudu; sonra da küçük bir sure okudu. Gecenin yarısına kadar secdede kaldı. Daha sonra ikinci rekata kaktı. Ayakta iken, birinci rekatta okuduğu kadar bir şey okudu. Sonra yine secdeye vardı. Bu secdede dahi, tan yeri ağarıncaya kadar kaldı. Secdede o kadar kaldı ki, bunun için Yüce Allah ruhunu aldı sandım. Bana gelmesi uzayınca, kendisine yaklaştım. Hatta ayaklarına elimi sürdüm. Hareket ettiğini görünce rahatladım. Secdesinde şöyle dediğini işittim: "Azabından affına sığınırım. Dargınlığından rızana sığınırım. Senden sana sığınırım. Şanın yücedir. Sen kendi zatını övdüğün gibi, seni övemem..." Sonra kendisine sordum: "Ya resulullah, bu gece secdende bir şeyler okuduğunu duydum. Bunları daha önce okuduğunu hiç duymamıştım. Böyle demem üzerine, bana sordu: "Sen onları öğrenebildin mi"? Bu sorusuna karşılık: "Evet" deyince, şöyle buyurdu: "Onları hem sen öğren, hem de başkalarına öğret." Alıntı
  12. Kök hücreleriyle kaplı ilk yapay soluk borusu nakledildi Uluslararası bir cerrahi ekip İsveç'te dünyanın ilk sentetik organ naklini yaptı. Hastanın kök hücreleriyle kaplı sentetik soluk borusu başarıyla nakledildi. Londra'da bilim insanları, hastadan alınan kök hücrelerle kaplayarak geliştirdikleri yapay soluk borusu naklini 9 Haziran'da başarıyla yerine getirdi. Donör gerektirmeyen teknik sayesinde vücudun organı reddetme riski de bulunmuyor. Cerrahlar sentetik nefes borusunun birkaç günde yapılabileceğini belirtiyorlar. Karolinska Üniversite Hastanesi’nde İtalyan Profesör Paolo Macchiarini başkanlığındaki ekibin yürüttüğü 12 saat süren operasyonun üzerinden bir ay geçtikten sonra 36 yaşındaki kanser hastasının durumunun iyi olduğu bildirildi. Organ naklinde devrim niteliğindeki tekniği şimdi nefes borusu deformasyonuyla doğan 9 aylık bir Koreli bebeği tedavi etmek için kullanmak istediğini söyleyen Profesör Macchiarini, daha önce 10 soluk borusu nakli yapmıştı. Tamamı donörlerden alınan soluk boruları hastaların kök hücreleriyle kaplanmıştı. Son tekniğin kilit noktasının, hastanın kendi soluk borusunun tıpatıp aynı modeli olan bir yapı veya yapı iskelesini oluşturmak olduğunu belirten bilim insanları, bunun için İzlanda'da jeoloji yüksek lisansı yapmakta olan Afrikalı hasta Andemariam Teklesenbet Beyene'nin İngiliz uzmanlarınca elde edilen 3 boyutlu görüntülerini kullandıklarını kaydettiler.
  13. Kulağı olmayan hastaya kaburga kemiğinden kulak yapıldı Batman’da ilginç bir estetik ameliyatı gerçekleştirildi. 20 yaşındaki gence kaburga kemiğinden kulak yapıldı. Her 7 bin bebekten biri, tek kulağı eksik dünyaya geliyor. Kulağı olmayanlar için plastik cerrahi devreye giriyor ve protez kulak yapılıyor. Ancak gelişen tıp, bu tür ameliyatlar için farklı bir alternatif daha sundu. Batmanlı Latif Çelik tek kulaksız dünyaya gelmişti. İşitmesinde bir problem yoktu ancak estetik olarak sıkıntı yaşıyordu. Batman Devlet Hastanesinde bir ilke imza atıldı ve hastaya kaburga kemiğinden kulak yapıldı. Plastik Cerrah Berker Büyükgüral operasyon hakkında şu bilgileri verdi: "Hastanın kaburga kemiğinden ve kıkırdağından doku aldık ve buna kulak şekli verdik, kıkırdağın benzer şeklini verdik. Ve bunu deri altına kulak bölgesine yerleştirdik. 2 seansta gerçekleştirdik ameliyatı. Şu an ikinci ameliyatını olmuş durumda ve hastamız gayet iyi, bir sıkıntısı yok." İkinci kulağına kavuşan Latif Çelik ise şimdilerde oldukça mutlu ve hastaneden taburcu olacağı günü bekliyor. TRT Haber
  14. Ucuz tavuk dönere inek memesi de girdi Ucuz olması nedeniyle tüketimi giderek artan tavuk dönerde, maliyeti düşürmek amacıyla içine karıştırılan deri, sakatat gibi ürünlere son olarak inek memesi de eklendi. Çarşı merkezlerinde, okul ve dershanelerin civarındaki kafeteryalarda ve seyyar tezgahlarda satılan tavuk döner, ucuzluğu ve hazırlanmasının kolaylığı nedeni ile büyük rağbet görüyor. Türk usulü fast food olarak da adlandırılan ekmek arası tavuk dönerin fiyatı mahalle aralarında ayranla birlikte 1 TL'ye kadar düşebiliyor. Türkiye Lokantacılar Federasyonu Başkan Vekili Şefik Aslan, yaptığı açıklamada, tüketicinin sağlıklı ve ucuz olması nedeniyle beyaz ete yöneldiğini belirterek, bu kapsamda tavuk dönerin imalat ve satışının da kolay olması nedeni ile yaygınlaştığını söyledi. Kazançlarını arttırmak isteyen bazı 'uyanıkların' ise çeşitli hilelere başvurduğunu, sakatat parçalarından bağırsağa, kıyılmış tavuk derisinden paçaya kadar birçok artık maddenin tavuk dönerde kullanıldığını ifade eden Aslan, ''Tavuk kesim ve parçalama işlerinin yapıldığı yerlerde, çöpe atılması gereken sakatat ve özellikle tavuk derisi bazı çalışanlar tarafından çuvallara doldurularak, dönercilere satılıyor'' dedi. Artıkların tadının anlaşılmaması için baharatlanarak dönerin içerisine karıştırıldığını belirten Aslan, şunları kaydetti: ''Döner, Türk yemek kültürünün yurt dışındaki en çok bilinen ve en iyi temsilcileri arasında yer alıyor. 2006 yılına kadar hem tavuk dönerde hem de et dönerde hileye pek fazla rastlanmıyordu. Ancak artan taleple birlikte sayısı artan tavuk dönercilerden bazıları daha çok kar elde etmek için hileye başvurmaya başladı. Son dönemlerde deri ve sakatatların yanı sıra tavuk dönere karıştırılan ürünler arasına inek memesi de eklendi. Sakatat, tavuk derisi, paça gibi tavuk etine karıştırılan maddeleri tespit edebiliriz. Ancak tavuk dönere karıştırılmış inek memesini tadından ayırt etmek çok zor. Bu tavuk dönerdeki en son hiledir. Gıda da yapılan hileler sağlığımızı bozmasının yanı sıra damak tadımızı da yok ediyor.'' Gıda hilelerinin sadece tavuk dönerle sınırlı kalmadığını belirterek, tüketicilerin bu konuda bilinçli olmaları konusunda uyaran Aslan, şu bilgileri verdi: ''Soframızda her öğün bulunan ekmeğe karbonat katılarak rengi beyazlaştırılıyor. Kasaplarda et terbiye edilirken yüzde 20-25 oranında su verilip ağırlaştırılıyor. İnsanlarımız eti bir kilo diye alıyorlar ama onun sadece 750 gramı et. Kırmızı bibere kiremit tozu, karabibere renk alması için kanserojen boya katılıyor. Kırmızı etten yapılan kıymaya tavuk kıyması karıştırılıyor. Küf tutmuş ve bayatlamış peynirler, eritilerek eritme peynir olarak piyasaya sürülüyor. Salam sosis ve sucuk gibi et ürünlerine tavuk derisi bağırsağı taşlık karıştırılıyor. Sütün öz yağı alınarak, katı yağ ile karıştırılıyor. Bu şekilde süte yağlı süt imajı veriliyor. Bu gıda hilelerine karşı yapılacak en iyi iş bilinçli bir tüketici olmak.'' İNEK MEMESİ LABORATUVARDA TESPİT EDİLEBİLİR Gıda Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Özgür Gölge ise inek memesini tavuk etinden tadarak ayırt etmenin mümkün olmadığını vurgulayarak, ancak laboratuvar ortamında yapılacak testler sonucunda tavuk etindeki inek memesinin tespit edilebileceğini söyledi. Gıda hilelerinin bir insanlık suçu olduğunu belirten Gölge, döner içerisindeki inek memesinin mastitis hastalığı (meme iltihabı) taşıdığı takdirde ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini kaydetti. Tavuk döner yapan yerlerin ucuz fiyatlara aldıkları memeleri dönerin içerisine öğüterek karıştırdıklarını ifade eden Gölge, ''Gıda hilelerine karşı daha sıkı tedbirler alınmalı. Yetkili kurumlar denetim ve kontrollerle bu tür kötü niyetli kişilerin halkın sağlığı ile oynamasına izin vermemeli. Tüketici de bu konuda duyarlı olmalı gıda açısından güvenilir yerleri tercih etmeli'' diye konuştu. Haber7
  15. Sen Benimsin

    Sen benimsin Çünkü; Emeğimsin; Ellerimle yaptığım ekmek kadar sevgi verdiğimsin… Sen benimsin Çünkü; Değer verdiğim çaba sarfettigim adam ettigimsinn Sen benimsin Çünkü; umutla bekledigimsin Yanaklarımdaki gamzesin! Gülümsün gülücüğümsün. En ufak şeydeki tebessümümsün. Sen benimsin Çünkü; söz verdiğim söz verenimsin. Ellerini tuttuğumda hala ilk günkü gibi heyecanlandığımsın. Bir anlık kızgınlığımdan dolayı kendimi affedemedigimsinn Sensiz geçen her saniyeye lanet ettiğimsin. Sen benimsin Çünkü; Verdiğim yaşam savaşımsın Amacımsın ulaşmaya çalıştığım hedefimsin Her saniye düşündüğümsün Sen benimsin Çünkü; biriciğimsin. Her şeyinle benimsin. Sen benimsin Çünkü; beklediğimsin. Hayallerimde mutlulukla beklediğimsin Sen benimsin Çünkü; dünümdün bugünümsün yarınım olacaksın. Sen benimsin Çünkü; oturup ALLAH'A yalvardığımsın Dualarımda bahsettiğim Sen benimsin Çünkü ; tek dilediğimsin Umudumsun huzurumsun Saygımsın kendime olan güvenimsin hayata bakış açımsın. Varoluş sebebimsin Sen Benimsin . Alıntı
  16. Yaz aylarında bol sıvı ve egzersiz uyarısı mevsiminin gelmesiyle birlikte vücutta oluşan sıvı kaybına karşı uzmanlar uyarılarda bulundu. Sıvı kaybının hayati önem taşıdığını hatırlatan uzmanlar, su tüketimindeki ince ayrıntıları açıkladı. Adıyaman Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vedat Çınar, yaz mevsiminde aşırı sıvı kaybının insan hayatına mal olacağını söyledi. Çınar, "Yaz mevsiminin etkisini iyice göstermeye başladığı şu günlerde beslenme, sıvı tüketimimize ve yapılan egzersizin tipi ve şekline özen gösterilmesi gerektiğini belirtti. Özellikle kalp ve damar hastalarının, çocukların, spor yapan kişilerin ve bayanların beslenmelerine ve sıvı alımlarına oldukça dikkat etmeleri önem arz etmektedir" dedi. Çınar, uyarılarını şöyle sıraladı: "Hava sıcaklığının artmasıyla birlikte bol sıvı alınması yönündeki öneriler sıklıkla gündeme geliyor. Vücuttan fazla miktarda su kaybedilmesi sonucu; bayılma hissi, bulantı, baş dönmesi gibi sağlık problemleri görülebilir. Sıvı ihtiyacını karşılamak için süt, ayran, soda, taze sıkılmış meyve suları, bitki ve meyve çayları tercih edilebilir. Öte yandan en iyi çözücü, saf, doğal ve katkısız olan içecek sudur. Dünya Sağlık Örgütü, kadınların günde 10, erkeklerin 14 bardak su içmesi gerektiğini belirtmektedir. Bebek ve çocuklar sıvı kayıplarını ifade edemeyecekleri için, ebeveynlerin bu konuda daha dikkatli olmaları gerekmektedir. Günlük alacağımız suyu bir defada yüklenerek değil günün belli dilimlerinde düzenli olarak almamız gerekmektedir. İnsan vücudunun yüzde 59'unun su olduğunu düşünürsek su bizim temel yaşam kaynağımızdır. Vücut suyunun yüzde 10'unu kaybederse hayati tehlikeye girer. Yüzde 20 sini kaybederse yaşam ölümle sonuçlanır. Yaz aylarında sıvı kaybı çok olduğu için günde 2-3 litre su tüketmek şart. Normal 70 kilo ağırlığındaki birinin kalori ihtiyacı 2000-2500 kalori kadardır, bunun için kalori başına 1 mililitre sıvı alınması gerekmektedir. Ancak yoğun iş temposunda çalışan ve spor yapan kişiler için sıvı alımı daha fazla olmalıdır. Uzun yaz günlerinde, öğün saatlerine de dikkat edilmeli. Yaz mevsiminde günlerin uzun olması nedeniyle daha çok yemek yenilmekte, özellikle geç saatlere kadar süren akşam yemeği sırasında yağlı ve ağır yemekler yenmesi vücut dengesini zorlayabilmektedir. Katı yağların kalp krizi riskini artırdığını artık herkes biliyor. Kalp krizi yaz döneminde daha fazla görülmektedir. Bu nedenle yemeklerde sıvı yağlar tercih edilmelidir. Et, süt, yoğurt, peynir, yumurta ve yağlı tohumların içerisinde de yağ bulunmaktadır. Kızartma ve kavurma Yaz aylarında artan hava sıcaklıklarıyla işlemlerinden kaçınmalı, haşlama, ızgara, buğulama veya fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir". SPOR İÇİN SAAT SEÇİMİ DE ÖNEMLİ Yaz mevsimin spor yapan sporculara da uyarılarda bulunan Çınar, "Sağlıklı bir vücuda kavuşmak için spor yapmak yeni bir yaşam için ilk başvurulan yöntemlerin başında gelir. Spor için saat seçimi önemli: Yazın açık havada yapılacak sporlar için sabah veya akşam saatlerinde sıcaklığın artmadığı ya da güneş ışınlarının çok etkili olmadığı zamanlar tercih edilmeli. Kapalı spor merkezlerini tercih edin: Günün büyük kısmında sıcaklık yüksek olacağından olası yan etkileri minimuma indirmek için kapalı spor merkezleri ya da yüzmek yaz sıcağından az etkilenmenizi sağlayacaktır. Kilo verirken sakatlanmayın: Kilo vermek için spor yapan kişilerde en sık karşılaştığımız sağlık problemleri, normal kilonun üzerinde olmaya ve fazla yüklenmeye bağlı tendon-kas, kıkırdak problemleridir. Önce yürüyün, sonra koşun: Kilonuz fazlaysa bu tarz rahatsızlıklarla karşılaşmamak için koşmak gibi ağır egzersizlere geçmeden önce yürüyüş, yüzme ve aletli jimnastikler ile kilonun bir miktar kontrol altına alınması gerekmektedir. Kas kitlesi artırıldıktan sonra da kas-iskelet sistemini zorlayıcı sporlara başlanmalıdır" uyarılarında bulundu. İHA
  17. ABD'de yapılan çalışmada,deri hücreleriyle kan damarlarının üretilmesinin yolunu açtı ABD'de yapılan bir çalışma, donörlerden alınan deri hücreleriyle kan damarlarının üretilmesinin yolunu açtı. Bilim insanları, hasta yerine donörlerden alınan deri hücreleriyle doku uyuşmazlığı ile doku reddini engelleyici ilaçlara ihtiyaç bırakmayan, bir soğutucu içinde muhafaza edilen, her an kullanıma hazır, çeşitli boy ve ebatlarda kan damarları üretilmesi hedefine ulaşmada önemli bir adım olarak değerlendiriyor. Polonya'da laboratuvar ortamında üretilmiş kan damarları nakledilen 3 diyaliz hastasının, ameliyattan 2 ila 8 ay sonra doku reddi sorunuyla karşılaşmadan işlevlerini yerine getirdikleri, American Heart Association adlı tıp kuruluşu için dün görüntülü ve sesli internet ortamında yapılan bir bilimsel sunumla gösterildi. Bilimsel çalışmayı San Francisco’da bulunan Cytograft Tissue Engineering Inc adlı hücreden doku üretimi mühendisliği şirketi yaptı. Şirketin şefi Todd McAllister, yaptığı açıklamada, ''Kan damarlarının, donörden alınan numune hücrelerle üretimi, maliyeti büyük ölçülerde azaltarak 6 ila 10 bin dolara indirdi'' diye konuştu. McAllister dünyada bu teknolojiden istifade edecek yüz binlerce hastanın bulunduğuna işaret etti. Daha önce de hastaların kendi derilerinden alınan hücrelerle laboratuvar ortamında kan damarları üretilebiliyordu. Ancak bu yöntem çok fazla zaman ve para kaybına neden olması nedeniyle kullanışlı olmaktan çok uzaktı. DİYABET HASTALARINDA KULLANILACAK Kök hücresi kullanılmadığı için hiçbir ahlaki soruna da yol açmayacak bu teknoloji, kan damarları zarar görmüş diyabetli hastalar, uzuvları zarar gören askerler, by pass ameliyatı geçirenler ve diğer gruptaki hastaların tedavisinde kullanılabilecek. Duke Üniversitesi doktorlarından, kalp uzmanı Robert Harrington çalışmayı, ''çok heyecan verici'' olarak niteledi. Diyaliz işlemi nedeniyle zarar gören kan damarlarının ''devasa bir kamu sağlığı problemi olarak ortaya çıktığına'' işaret eden Harrington, ''Eğer şu an Avrupa ve Güney Amerika'da devam eden daha geniş çaplı bir çalışma da başarıya ulaşırsa ''bu çok büyük haber olur'' değerlendirmesinde bulundu. İhlashaber
  18. "avuç içi izi damar tanıma" sitemini devreye sokuyor Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yapılan usulsüzlükleri engellemek amacıyla "avuç içi izi damar tanıma" sitemini devree sokuyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), vatandaşı artık "avuç içi izi damar tanıma" sistemiyle tanıyacak. T.C. kimlik numarası ile yapılan usulsüzlükleri engelleyemeyen Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yeni bir güvenlik sistemini devreye sokuyor. 2012’den itibaren tüm hastane ve sağlık birimlerine gelen vatandaşlar, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için kimliklerini "avuç içi izi damar tanıma" sistemiyle kanıtlamak zorunda olacak. SGK yeni dönemde 73.7 milyon vatandaşın şifresini çıkaracak. Biyolojik Şifre Çıkartılacak Uzun süredir sürdürdüğü çalışmaları tamamlayan SGK, Türkiye’de ilk kez tüm ülke ölçeğinde temel güvenlik önlemi olarak kişilerin avuçiçi izi-damar yapısı üzerinden kişisel biyolojik şifrelerini çıkartarak, bu şifrelerle işlem yapacak. Yeni sistemi önce kendi sanal hastanesinde deneyen, ardından da Ankara’da küçük ölçekli bir özel hastanede test eden SGK, Keçiören Araştırma, Ankara Tıp Fakültesi ve Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastaneleri’nin bazı polikliniklerinde pilot uygulamayı başlatıyor. SGK Kayıtlarında Depolacak Vatandaş burada kurulacak özel cihazlara avuç içini okutacak, burada vatandaşın avuç içi damar yapısı üzerinden kişiye özel algoritması çıkarılacak ve bu "biyolojik şifre" SGK kayıtlarında depolanacak. Yeni güvenlik uygulamasını Başkan Emin Zararsız, açıkladı. Zararsız, uygulamanın detaylarını şöyle aktardı: "Gelen ihbar ve şikayetlerde bu T.C. kimlik numarası üzerinden de suistimaller olduğunu ortaya çıkarttık. Biri 1 ayda 90 kez tedavi olmuş. Olacak şey mi? Bizim karar verdiğimiz sistem çok farklı. Biyolojik yöntemlerle örneğin parmak izi, göz iris vb. bunların güvenilirliği konusunda da yapılan son araştırmalar "avuç içi damar sistemi"nin en iyisi olduğunu söylüyor. Bu sistem size ait bir tür şifre çıkartıyor." Pilot Uygulama Başlıyor SGK, söz konusu sistem ile ilgili Ankara’da bir özel hastanenin bazı polikliniklerinde yaklaşık 3 aylık pilot uygulama yaptı. Buraya gelen hastalar avuç içi izi güvenlik uygulamasına tabi tutuldu. Şimdiyse Sağlık Bakanlığı’na bağlı ve ölçeği büyük hastanelerde pilot uygulama başlıyor. Keçiören Araştırma Hastanesi’nde fiilen başlayan uygulama Ankara Tıp Fakültesi ve Dışkapı SSK olarak bilinen Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastaneleri’nin bazı polikliniklerinde başlatılıyor. Ben ’165KJM00007’ ya sen? SGK Başkanı Emin Zararsız ve bazı kurum yöneticilerinin verdiği bilgilere göre, avuç içi izi damar tanıma sisteminde kişilerin damar yapısı ve damar içi kan yapısına göre sistem bir algoritma oluşturuyor. Bu algoritma, sayılar ve rakamlardan oluşan bir şifreye karşılık geliyor. Buna göre örneğin bir vatandaş avuç içini makineye koyduğunda ekranda avuç içi resmi ve o kişinin damar yolundan gelen bilgileri okuyan bir programdan çeşitli rakamlar ortaya çıkacak. Program saniyelik analiz sonrasında o kişiyle ilgili bütün bu bilgileri toplayarak hem rakamlardan hem de harflerden oluşan bir şifre ortaya koyacak. Sistem için artık vatandaş örneğin "165KJM00007" şeklindeki bir şifre olacak. TRT Haber
  19. Türk bilim adamları yeni bir gen keşfetti! Hacettepe Üniversitesi (HÜ) öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Özaltın ve ekibi, çocuklarda son dönem böbrek yetmezliğine neden olan ''PTPRO'' isimli yeni bir gen keşfetti Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi, AB 6. Çerçeve ve TÜBİTAK tarafından desteklenen proje kapsamında keşfedilen gen, birinci derece akraba evliliği bulunan ailelerde tanımlandı. Çalışma kapsamında ailenin bir çocuğunda tespit edilen gen sayesinde, diğer çocuklar böbrek yetmezliği olmadan tedavi edilebildi. Genin bulunması, özellikle akraba evliliklerinin sık yaşandığı Türkiye'de böbrek yetmezliği potansiyeli taşıyan hastalığın erken dönemde tanımlanması ve tedavi edilmesi için önem taşıyor. Çalışma ABD'deki American Journal of Human Genetics Dergisinde dün itibariyle yayımlanarak bilim çevrelerine duyuruldu. AA muhabirine bilgi veren HÜ Çocuk Nefroloji ve Romatoloji Ünitesi Öğretim Üyesi ve Nefrogenetik Laboratuvarı Sorumlusu Doç. Dr. Fatih Özaltın, genetik mutasyonları çocuklarda nefrotik sendrom ve son dönem böbrek yetmezliğine neden olan PTPRO (protein tyrosine phosphatase receptor type O) genini ilk kez keşfettiklerini bildirdi. Genin iki Türk ailede tanımlandığını, her iki ailede de anne ve baba arasında birinci dereceden akraba evliliği bulunduğunu anlatan Özaltın, ailelerden birinde 14 yaşında hastalığı başlayan bir gencin 18 yaşında böbrek yetmezliği görüldüğünü, ailenin diğer bireyinde ise böbrek sorununa ilişkin herhangi bir yakınmanın bulunmadığını aktardı. Bu çocuğun ablasında böbrek yetmezliği bulunduğu için gen taramasına alındığını ve idrarda proteine bakıldığını anlatan Özaltın, bu yolla bu genin taşıyıcısı olduğu ve ileride böbrek yetmezliği sorunu ile karşı karşıya geleceği riskinin erken dönemde teşhis edilebildiğini belirtti. Özaltın, çocukta genin varlığının tespit edilmesiyle çocukta yoğun bir tedaviye başlandığını ve sonuçta çocuğun böbrek yetmezliğine gidişatının engellendiğini bildirdi. Eskiden tamamen tedavisiz olan genetik odaklı böbrek yetmezliklerinde bu genin tespitinin ekiplerini çok heyecanlandırdığını dile getiren Özaltın, bu gende mutasyon saptanan hastalarda erken tanı ve tedavi ile son dönem böbrek yetmezliğine gidişin yavaşlatılabileceğini, hatta bazı hastalarda tamamen önlenebileceği yönünde aldıkları sonuçların umut verici olduğunu söyledi. -NEFROTİK SENDROM NEDİR?- Doç. Dr. Özaltın, çocukluk yaş grubunda sık görülen nefrotik sendromun, idrarda yoğun protein kaybı ve buna ikincil kan protein düzeyinde azalma, ödem ve kanda lipidlerin artışı ile karakterli bir hastalık olarak tanımlandığını belirtti. Özellikle Türkiye'de böbrek yetmezliğine neden olan nefrotik sendromun akraba evlilikleri nedeniyle sık göründüğünü, hastalığın ileri aşamalarında diyaliz ve organ yetmezliğinin başladığına işaret eden Özaltın, hastaların bir bölümünün ise bu yönde bir şansı bile bulunmadığını, çok küçük yaşlarda böbrek yetmezliği nedeniyle kaybedildiğini belirtti. Özaltın, çalışmada saptanan PTPRO geninin bozukluğunun böbrekten çok önem taşıyan ''podosit''in sağlıklı fonksiyon görmesini engellediğini ispatladığını bildirdi. -''7 GEN DAHA ÖNCE KEŞFEDİLMİŞTİ''- Çalışmalarından önce steroide dirençli nefrotik sendroma yol açan 7 genin daha bulunduğunu dile getiren Özaltın, bütün bu genler ile hastaların ancak yüzde 20'lik bir bölümünün açıklanabildiğini ve geri kalan kısmında altta yatan genetik nedenin bilinemediğini söyledi. Ekiplerinin çekinik özellik gösteren aileler üzerinde çalışarak şu ana kadar hastalıktan sorumlu olduğu bilinmeyen PTPRO geninde mutasyonlar tanımladığını kaydeden Özaltın, şöyle konuştu: ''Diğer resesif genlerin aksine PTPRO mutasyonlarına sahip bireylerin tedaviden fayda görebileceği de bu çalışma ile ispatlandı. Bu durum, genetik tanının tedavideki önemini vurguluyor. Şu ana kadar tedaviye dirençli nefrotik sendromda podosit fonksiyonunu bozan genlerde mutasyon saptandığında tedavi sonlandırılmakta, hastaların yan etkileri yüksek ve pahalı ilaçları gereksiz yere kullanmaları önerilmemekte, diyaliz ve böbrek nakil planlamaları yapılmaktaydı. PTPRO mutasyonu saptanan hastalarda ise daha yoğun tedavinin faydalı olacağının görülmesi her genetik mutasyonun tek bir kalıp halinde ele alınamayacağını gösteren en önemli kanıt olarak gösteriliyor. Bu nedenle genetik bozukluğa göre tedavi algoritmalarının oluşturulması, tedavilerin kişiselleştirilmesi ve akılcıl tedavi politikalarının geliştirilmesi son derece önem taşıyor.'' -AKRABA EVLİLİKLERİ HASTALIK RİSKİNİ ARTTIRIYOR- Türkiye'nin ciddi bir sorunu olan akraba evliliklerinin ''nadir hastalıkların'' ortaya çıkma olasılığını arttırdığını vurgulayan Özaltın, şimdiye dek tanımlanmış nefrotik sendroma neden olan resesif genlerin akraba evliliği olan ailelerde tanımlandığını ve bunların hemen tamamında bir ya da daha fazla Türk ailenin bulunduğunu dile getirdi. Türkiye'de akraba evlilikleri oranının yüksek olmasının ciddi bir sağlık problemi oluşturduğunun altını çizen Özaltın, şunları kaydetti: ''Bu sorun hükümetlerin sağlık politikalarının da önceliği olmalıdır. Genetik araştırmalar, sadece hastalıkların altında yatan genetik nedenleri aydınlatmakla kalmıyor hastalıkların tedavilerinde de giderek artan bir öneme sahip oluyor. Bu nedenle genetik hastalıkların sık görüldüğü ülkemizde genetik tanı ve buradan elde edilen verilere göre planlanacak tedaviler ülke kaynaklarını daha etkin kullanan bir toplum olmamızın ön koşulu gibi durmakta.'' Haber7
  20. Hepatit-C ve AIDS'e iki yeni ilaç müjdesi Çalışmalarını ABD'de yürüten Türk bilim adamlarından kronik Hepatit-C ve AIDS'e karşı iki yeni ilaç geliştirildiği müjdesi geldi. ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki Merck Araştırma Laboratuvarında görevli Dr. Ercem Atillasoy ve Dr. Dalya Güriş, kronik Hepatit-C’ye yönelik ilacın dirençli hastalarda bile tam tedavi sağladığını, HIV ilacının ise AIDS’i kronik bir hastalığa dönüştürerek hastaların yaşam süresini 20-25 yıl artırabildiğini bildirdiler. Merck Araştırma Laboratuvarı’nda Global Ruhsatlandırma İşlerinden Sorumlu Yetkili Müdür ve Aşılardan Sorumlu Tedavi Alanı Lideri olarak görev yapan Dr. Ercem Atillasoy, ABD’de FDA’dan ruhsat alan, Avrupa’da ise yakında ruhsatlandırılması beklenen kronik Hepatit C’ye karşı geliştirilen ilaçla ilgili bilgiler verdi. ’’Proteaz inhibitörü’’ denilen ilacın, çok yönlü görev yapan protein yapının parçalanmasına engel olarak, virüs parçacıklarının gelişmesini engelleyen bir özelliğe sahip olduğunu ifade eden Atillasoy, tedavide, virüsün çoğalmasını engelleyen enzimin yok edilmesinin hedeflendiğini bildirdi. İlaç Ağızdan Alınıyor Şimdiye kadarki Hepatit-C ilaçlarının enjekte edilen nitelikte olduğunu, bu ilacın ise ağızdan alındığını belirten Atillasoy, şu bilgileri aktardı: ’’Tedavide bugüne kadar daha çok antiviral ilaçlar veriliyordu, yani Hepatit-C’ye yönelik spesifik ilaçlar yoktu. Bu ilaç ise doğrudan bu hastalığı ortadan kaldırmaya yönelik. Yeni ilaçla artık tedavide etkinlik artacak, süreç ise kısalacak. Tam bir tedaviden söz etmek mümkün. Hepatit-C’ye karşı tıpkı kanserdeki gibi kombine tedavi ön plana çıkıyor. Bu ilaç için de aynı şeyi söylemek mümkün. Yeni ilaç, kronik Hepatit-C’ye yönelik bugüne kadar kullanılan tedavilere eklenerek başarıyı 2-3 kat artırıyor. Diğer ilaçlar üzerinde de çalışmalar sürüyor. Belki yakında tüm ilaçların ağızdan alınması mümkün olacak.’’ Karaciğer Nakline Gerek Kalmayacak Hastalara yaşam şansı tanıyan bu ilaçla karaciğer nakline ihtiyacın da ortadan kalkacağını bildiren Atillasoy, ’’İlaç, daha önce hiç tedavi görmeyen ya da tedavisi başarısız olan, siroz gibi karaciğer hastalığı gelişen yetişkin hastalarda son derece etkili. Bu Hepatit-C tedavisinde bir dönüm noktası’’ diye konuştu. İlacın onaylanmasının, tıpta uluslararası alanda son 10 yıl içinde kronik Hepatit-C tedavisindeki en büyük gelişme olduğuna işaret eden Atillasoy, şunları söyledi: ’’Mevcut standart tedavilerle karşılaştırıldığında, bu ilaç bir hastanın tespit edilemeyen virüs seviyeleri elde etme şansını büyük oranda artırıyor. Yan etkisi oldukça düşük bu yeni nesil ilaç, birçok hasta için toplam tedavi süresini de kısaltıyor. Amerikan İlaç ve Gıda Kurumu (FDA) uzmanları, ilaçla Hepatit-C tedavisinde yeni bir dönemin başladığını ifade ettiler.’’ HIV Artık Kronik Bir Hastalık Olacak Dr. Ercem Atillasoy, laboratuvarda, AIDS’e neden olan HIV’e karşı geliştirilen ilaçla da hastalığın artık ölümcül olmaktan çıkarılıp kronik hale getirildiğini söyledi. ABD’de ve Avrupa’da onay alan ilacın, hastalığa yol açan virüsün, hücrenin DNA’sına girme sürecini engelleyen ’’integraz inhibitörü’’ türden bir ilaç olduğunu anlatan Atillasoy, bu yeni sınıf ilaçla tedavide yanıt alınamayan hastalarda bile olumlu sonuçlara ulaşıldığını ve ’’umut’’ olduğunu söyledi. Tam bir tedavi sağlamayan bu ilacın ömür boyu kullanılmasının zorunlu olduğunu ifade eden Atillasoy, ’’Hastaların yaşam süresini 20-25 yıl uzatan bir tedavi söz konusu. AIDS önceden hastalar için bir ölüm cezası gibiydi, oysa artık uzun bir yaşam söz konusu olabilecek. İlaç ayrıca iyi tolere edilebiliyor’’ dedi. Diğer ilaçlarla da kombine edilen bu yeni ilacın günde iki kez alınmasının yeterli olduğunu belirten Atillasoy, ’’Bu tedaviyle HIV’in kontrol altına alınabildiği hasta oranı yükseldi’’ diye konuştu. Türkiye’de Kullanılması Zaman Alabilir Dr. Ercem Atillasoy, Türkiye’deki ilaç ruhsatlandırma sürecinin ABD ve Avrupa’dan daha uzun sürdüğünü, bu nedenle her iki ilacın Türkiye’de kullanılması ve geri ödemeye alınmasının zaman alabileceğini bildirdi. Kas Kanseri Aşısı Yolda Merck Araştırma Laboratuvarı Aşı Klinik Araştırma Direktörü Dr. Dalya Güriş de, laboratuvarda bu iki ilacın geliştirilmesinin yanında, kas kanserine karşı aşı üzerindeki çalışmaların da sürdüğünü bildirdi. FDA onayının ardından, aşının 1-2 yıl içinde kullanıma sunulmasının beklendiğini belirten Güriş, aynı laboratuvarda geliştirilen, ’’Rahim Ağzı Kanseri Aşısı’’ olarak bilinen HPV aşısının artık anal kanserlere karşı da ruhsat aldığını söyledi. Dr. Dalya Güriş, HIV’e karşı aşı çalışmalarının bir süre önce başarısızlıkla sonuçlandığını, ancak ’’ümitsizliğe kapılmadıklarını’’, araştırmalarının devam ettiğini sözlerine ekledi. TRT Haber
  21. Dünyanın çeşitli yerlerinde birçok hastalığın dermanı olarak bilinen çörek otu binlerce yıllık mucizesini günümüze de taşımaktadır Hz.Muhammed (S.A.S) hadiste "Çörek otunu kullanın, ölümden başka her şeye devadır." demiştir İbn-i Sina, çörek otunun metabolizmayı uyardığını, uyuşuklu ve halsizliği engellediğini savundu. Modern tıbbın babası kabul edilen Hipokrat, çörek otunu karaciğer ve sindirim rahatsızlıklarının devası olarak tanımladı. Şimdi Tıp bilimi, Mısır'ın yukarı bölgelerinde yetişen gerçek "nigella sativa" cinsi çörekotu'ndan elde edilen yağı konuşuyor. Bu yağ, başta kanser olmak üzere pek çok hastalığın tedavisinde mucize etkiye sahip. Almanya'da tıp alanındaki çalışmalarıyla Almanya Kültür Bakanlığı tarafından "Başarılı Göçmenler" kategorisinde ödüle layık görülen Prof. Dr. İsmail Özkanlı, yukarı Mısır bölgesinde yetişen "Nigella Sativa" cinsi çörekotu yağının başta kanser ve tümör tedavisi olmak üzere birçok hastalıkta doğrudan tedavi amaçlı kullanıldığını açıkladı. Nigella Sativa cinsi Mısır Çörekotu yağının uzun süre alındığında vücudun bağışıklık sistemini normalleştirip, savunma gücünü arttırdığınada dikkat çeken Özkanlı, ayrıca saf çörekotu yağının tümör hücrelerine, alerjilere, bronşite, astıma, şeker hastalıklarına, yüksek tansiyona, bağırsak mantarlarına, mide ve bağırsak gazlarına, egzamalara, soğuk algınlıklarına, gribe, iktidarsızlığa, hafıza zayıflamalarına, mide ve bağırsak hastalıklarına, böbrek taşlarına, yorgunluğa, diş eti kanamalarına ve diş eti hastalıklarına(diş eti çekilmelerine) son derece faydalı olduğunu, bunun dışında da vücutta besinleri enerjiye çevirerek, harika bir zayıflama unsuru olarak da etkili olduğuna dikkat çekiyor. Sadece Mısır'da yetişen "Nigella Sativa" cinsi saf çörekotu yağı tedavi edici ve onarıcı etkisi ile doğu ülkelerinde üç bin yıldan beri tabii ilaç olarak büyük bir rağbet gördüğünü belirterek, "Hızlı bir tedavi etkisi göstermesi için çörekotu yağının, yüzde yüz saf çörekotu tohumundan olması ve soğuk presten geçirilmesi gerekiyor. İçinde hiç bir kimyasal katkı maddesi ve bitkisel yağın olmaması gerekiyor. " şeklinde konuşuyor. Uzmanlara göre, çörekotu yağı neden hemen her derde deva 1959′dan beri, laboratuar ve üniversitelerde 200 den fazla çalışma yapılan çörekotu yağı Amerika'da Güney Carolina Hilton Head Island'da bulunan HYPERLINK "http://www.saglikbilgisi.gen.tr/saglik-tag/kanser"Kanser Araştırma Laboratuarında, şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri, yüzde yüz doğal Mısır çörek otu yağının (Nigella Sativa) tümör tedavisinde, kemoterapide görülen negatif yan etkileri göstermeyip büyük başarılar sağladığını kanıtlamıştır. Çalışmalarda Nigella Sativa'nın kemik iliği büyüme oranını yüzde 250 gibi bir rakama çıkardığı ve tümörün büyümesini yarı yarıya azalttığı tespit edilmiştir. Bu durum, bağışıklık sistemini uyararak hücreleri virüslerin yok edici özelliğinden koruyan interferon üretimini arttırmaktadır. Araştırmacılar, Nigella Sativa'nın anti bakteriyel ve anti mikotik etkilerini onaylamış ve diyabet tedavisinde esas olan şeker seviyesini düşürmekte de faydalı olduğunu tespit etmişlerdir.

Son zamanlarda AIDS konusunda yapılan bağımsız çalışmalar, çörek otunun doğal katil hücre aktivitesini arttırırken aynı anda yardımcı ve bastırıcı t hücreleri arasındaki oranı da geliştirip savunma sistemi üzerinde meydana getirdiği şaşırtıcı etkilerini ortaya çıkarmıştır Araştırmalar modern tıp bilimi, yüzde yüz saf Mısır çörekotu yağı araştırmalarında çeşitli şaşırtıcı etkilere rastlamışlardır. İşte çeşitli araştırma sonuçları: Amerika'nın South Carolina eyaletindeki Hilton Head Island Kanser araştırma Enstitüsü, Mısır'da üretilen çörekotu yağının kanser tedavisinde kullanılabileceğini belirtirken, yağın içerisinde çok güçlü bir direnç ayarlayıcısı olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca çörekotu yağının vücudun direnç sistemini (Immunsystem) tekrar normal haline getirdiğinin, tümör hücrelerini yok etmekte ve hücreleri zararlı viruslardan korumakta kulanılabileceğinin altı çiziliyor. Amerika'da Arizona Universitesi'nde görevli Dr. Stanley Kopok'a göre ise; Tümör oluşmasını önlemede Mısır Çörekotu yağı çok etken bir rol oynuyor. Uzun süre kullanıldığında çörekotu vücudun Immunsystemimi güçlendiriyor ve sağlıklı hücrelerin üremesini hızlandırıyor. Münih Immunoloji Enstütüsü'nden, Dr. Peter Schleicher'de çörekotunun tedavi edici yönü konusunda iddialı; "Mısır'da üretilen Çörekotu yağının allerjik hastalıkları iyileştirdiği ispat edilmiştir. Toz alerjisi, Pollenalleji, Ergenlik ve deri hastalıkları, Astım ve direnç gücü zayıflamış hastalarda kullanıldığının ilk dört haftasında, bu hastalıkların %80'ini iyileştirdiği görülmüştür." Berlin Charite Hastahanesi'nden, Prof. Dr. Kiesewetter: "Mısır'da üretilen Çörekotu yağı, infeksiyonlara neden olan alerjik hastalıklardan, Bronşitten, Astım'dan ve dermatolojik hastalıklardan korumaktadır." Şeklinde yorumda bulunuyor. internet haber
  22. Felçlilerin Umudu Oldu

    inşallah başarılı olur çok uzun bir yol ama Haber için tşk canım
  23. Çörek Otunun Binlerce Yıllık Mucüzesi Devam Ediyor

    Evet ekmeklerin pastanın üstüne döktüyümüz çörak otu susam gibi siyah
  24. Hap biçiminde bir kamera ile endoskopiye son Japonya'da geliştirilen yöntemle hap biçiminde bir kamera yutuyorsunuz ve midenizin fotoğraflarını doktorunuza ulaştırıyorsunuz. Yakın zamanda vücudumuzda küçük robotlar dolaşıp, bu robotlar hastalıklı bölgelerin saptanması ve tedavisinde kullanılabilir. Bunun ilk aşaması, hap biçimindeki kamera... Kameranın biçiminin insanların rahatlıkla yutabileceği şekilde olması gerektiğini ifade eden doktorlar, bunun için kamerayı hap biçiminde yaptıklarını dile getirdi. Korkulu Rüya Endoskopinin Sonu... Japonya’nın Osaka Üniversitesi’nde geliştirilen "Mermaid" yani "Denizkızı" isimli bu kamera şimdilik bir prototip... Ama midesinde rahatsızlığı bulunan hastaların korkulu rüyası endoskopinin sonu demek... Aslında kapsül kameralar tıp dünyasında kullanılıyor. Bu prototipte ise asıl yenilik, sahip olduğu yüzgeç... Manyetik alan desteğiyle çalışan kamera, uzaktan kumanda ediliyor. Üzerine takılan ışıklarla yolunu aydınlatan "Denizkızı", çektiği fotoğrafları da doktora hemen yolluyor. Kameranın vücutta kalması gibi bir risk bulunmuyor, doğal yollarla atılıyor. "Denizkızı", mide ve oniki parmak bağırsaklarındaki rahatsızlıkları doktorunuza resimli olarak iletiyor. Doktor da bu resimlere göre ilaç veriyor. Bu hap gibi kameraların 1 yıl içinde piyasaya çıkması planlanıyor. TRT haber
  25. Böbrek yetmezliği çeken hastalara müjdeli haber Böbrek yetmezliğinden muzdarip olan hastaların nefromaxbetkesal - besinsel gıda takviyesi ile büyük oranda iyileştikleri görüldü. Herbalist Ahmet Bektaş, uzun zamandır üzerinde çalıştıkları ürünün, böbrek yetmezliği çeken, diyalize giren hastaların hizmetine sunulduğunu belirterek, "Nefromax, rahatsızlığın derecesine bağlı olarak 3-4 ay arasındra bir sürede, disiplinli ve düzenli kullanmak suretiyle hayatın normalleşmesi noktasında büyük katkı sağlayacaktır" dedi. Türkiye'de 8 milyon böbrek yetmezliği çeken olduğunu belirten Bektaş, yalnızca yüzde 20 oranında diyaliz imkanı bulan muhataplar ile birlikte bundan mahrum olan diğer insanlarımızın da büyük bir fırsat ile karşı karşı olduklarını kaydetti. Herbalist Ahmet Bektaş, yaptığı açıklamada, "Çalışmalarımız tamamen bilimin ışığında, tıbbın ve alternatif tıbbın bütün imkanları ve donelerini kullanarak uzun uğraşlar sonucu gerçekleşmektedir" dedi. İHALAS