Sumeye

Üye
  • İçerik sayısı

    4.137
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    22

Sumeye kullanıcısının paylaşımları

  1. Seni Seviyorum

    Engin denizlere açılan benliğimin, Sensizlikte gökyüzüne fırlatılan her feryadın, Geceler boyu deli-divane dolaşan bir serserinin, Yokluğuna yazılan bu onca hasret şiirinin tek failisin. Yıllarım olanca yalnızlığıyla sürüp giderken, YüreğiBiliyorsun, yüreğimde kanayan bir sevdasın sen. Yıllarca aşktan, sevgiden habersiz yaşadıktan sonra Karşıma en ummadığım anda çıkıverensin. Ömrümün miladısın sen. Zaten, hep senden sonraya dayanır Hasrete dair tüm sitemlerimin temeli. Bence sen aşkın ta kendisisin: Uykusuz geçen gecelerimin, Her şarkıda bir hüzün vapuruna binip mdeki zemheri günden güne sertleşirken, Gönlümden gelen bir ayazla, ellerim Onları tutan bir “Leyla” olmadığı için buz tutarken, Ve sevgiye hasret kalmış yüreğim Bir karlar-buzlar ülkesinde yapayalnız eskirken, Hayatın ellerime tutuşturuverdiği Bir sevda masalısın sen. İşte sen, ömrümün en sert kışını yaşadığı bir anda, Gönlüme doğuveren bir sevda güneşiyle Hayata doğmuş bir “Kardelen”sin. Belki de, yüreğim kışı yaşarken Hayallerimde büyüttüğüm o “tek sevilecek”sin. Çünkü ben o zemheride yaşarken, Sen karların altında Bu sevda güneşinin doğmasını sabırla bekleyensin. Yani sen, şu fani dünyada tek vazgeçemeyeceğimsin. Baktığım zaman, beni benden alıp, Senle dolu hülyalara taşıyan o esrarlı gözlerin, Tuttuğumda bir uçurumun kenarına kadar getirip Tüm benliğimi tir-tir titreten o narin ellerin tek malikisin. Gönlümün, sonsuz bir alevin tam ortasında kalarak Tüm dünya duysun, diye haykırdığı O “Seni Seviyorum”un tek muhatabısın sen. Alıntı.
  2. Bilemezsiniz

  3. Sen Herşeyden Özelsin

    Sen kurumuş yaprak olsan Çıkmaz tozlu sokak olsan Ölsen kuru toprak olsan Yine seni sevecegim Sen gullere ozenme guller sana ozensin Uzme tatli canini sen gullerden guzelsin Sevgi kadar ozgur, ozgurluk kadar ozelsin Canım sen her seye degersin . Güneşin doğduğu da bir gerçek battığı da... Kalbimin attığı da bir gerçek, günün bittiği de.. Ne çıkar tüm gerçekleri saysak tek tek. Seni Seviyorum ya, iste o en büyük gerçek... Ben toprağım suyum sensin, Ben yaprağım dalım sensin İlkbaharım yazım sensin, Sensiz hayat çekilmiyor. Alıntı
  4. Kök Hücreden Alyuvar Ürettiler

    Kök hücreden alyuvar ürettiler Laboratuvarda kök hücreden alyuvarlar üretmeyi başaran Fransa'daki Saint-Antoine Hastanesinden Profesör Luc Douay ve ekibi, ilk kez bu alyuvarları bir kişiye nakletti. Nakledilen alyuvarların normal alyuvarlar gibi faaliyet gösterdiği belirtildi. Araştırmanın sonuçları Amerikan "Blood" (Kan) dergisinde yayımlandı. Son yıllarda "yapay kan" konusunda yapılan araştırmalar artsa da bugüne dek başarı sağlanamamıştı. Binlerce kişinin katıldığı araştırmalar sonunda yapay hemoglobinlerin (alyuvarlara rengini veren ve oksijen taşıyan protein) kalbe zarar verdiği ve kalp krizi riskini yüzde 30 artırdığı belirlenmişti. Konuya ilişkin makale, Fransız "Le Figaro" gazetesinin internet sitesinde de yayımlandı. AA
  5. Kanser hücreleriyle ilgili yeni buluş Bir tümördeki tüm farklı hücre tiplerinin, kök hücre karakteri bulunan az sayıda kanser hücresinden geliştiği genel kabul gören bir görüş ama... Ancak yeni bir araştırma, aksi bir durumun da söz konusu olabileceğini gösterdi. Sonuçları Cell Dergisi’nde yayımlanan araştırmaya göre, farklı hücre tipleri kendi içinde dönüşüme uğrayarak, kanser kök hücresi oluşturabiliyor. Cambridge’deki Broad Enstitüsü’nde görevli bilim adamı Eric Lander başkanlığında yürütülen araştırmanın sonucu, sadece mevcut kanser kök hücrelerini öldürmeyi hedefleyen bir kemoterapinin, beklenen etkiyi sağlayamayacağı yorumuna neden oldu. Kanser kök hücre hipotezine göre, kanser hastalıkları, normal kök hücrelerinin ve büyük ihtimalle diğer başka vücut hücrelerinin, kanser kök hücresine dönüşmesiyle başlıyor. Bu kök hücreler, hem kendilerini çoğaltıyorlar hem de bir tümördeki tüm diğer hücre tiplerini oluşturuyorlar. Araştırmanın daha etkin kemo terapi ilaçlarının geliştirilmesine katkı sağlayabileceği düşünülüyor. Habertürk
  6. Kabartma alfabeli ve sesli dergi 01 Eylül 2011 Anadolu Ulaşım, sosyal sorumluluk faaliyetleri kapsamında Türkiye’de ve sektörde bir ilke imza atarak görme engelli konukları için Anadolu Keyifli Yolculuk Dergisi özel sayısı hazırladı. “Gönül Gözü ile Görenlerin Dergisi” sloganı ile yayın hayatına başlayan yayın, kabartma alfabe ile senede bir defa yayınlanacak. Anadolu Ulaşım Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Halil Erdoğmuş: “Türkiye Görme Engelliler Kitaplığı işbirliğinde hayata geçen bu proje, her sene hazırlanan özel sayısı ile devam edecek” dedi. Galatasaray Kulübü’nün aylık yayın organı olan Galatasaray Dergisinin içeriği de görme engelliler için sesli olarak paylaşıldı. Dergi, www.galatasaray.org internet sitesi üzerinde sesli olarak okunabiliyor. Derginin içeriğindeki röportaj ve haberler, ses dosyası olarak sunuluyor. İnternet Haber
  7. Otizm Hastalığına Erken Teşhis 31 Ağustos 2011 ABD'de Yale Tıp Fakültesi'ndeki araştırmacıların manyetik rezonans görüntüleme kullanarak yaptığı bir otizm araştırması, otizm spektrum bozukluğunun (ASD) gelişimi için gerekli genetik duyarlılık özellikleri taşıyan bir beyin faaliyeti yapısını tanımladı. Araştırma, otizmin daha erken ve doğru teşhisine yardımcı olacak. ASD'nin özellikleri arasında zayıf sosyal etkileşim-iletişim yer alıyor ve beynin "biyolojik hareket" olarak bilinen diğer insanların hareketlerini kavrama kabiliyetini bozabiliyor. ASD, büyük ölçüde kalıtsal ve yaygın bir rahatsızlık olarak biliniyor. Yale araştırmacıları Martha Kaiser, Kevin Pelphrey, işlevsel manyetik rezonans görüntüleme kullanarak otistik çocuklar ve bu çocukların otizmden etkilenmeyen kardeşlerinin beyinlerini ve normal gelişim gösteren çocukların beyinlerini, bu üç gruptaki çocuklar biyolojik hareketlerin animasyonlarını izlerken taradı. Araştırmaya 4 ve 17 yaşları arasındaki 62 çocuk katıldı. Araştırma ekibi, 3 belirgin "sinirsel imza" tanımladı. ASD'li çocuklar ve hastalıktan etkilenmemiş kardeşlerinde faaliyeti azalmış beyin bölgeleri, sadece otistik çocuklarda bulunan faaliyeti azalmış beyin bölgeleri ve dengeleyici faaliyet ve sadece hastalıktan etkilenmemiş kardeşlerde görülen gelişmiş faaliyetler olarak tanımlanan sinirsel imzada, gelişmiş beyin faaliyeti bu çocukların ASD gelişimi için gerekli genetik yatkınlığın üstesinden gelmeye yardımcı olan bir gelişim sürecini yansıtabildiği vurgulandı. Martha Kaiser, araştırmanın ASD'nin beyindeki temeli ve rahatsızlığın genetik ve moleküler kökenini daha iyi anlamaya yardımcı olabileceğini söyledi. İnternet Haber
  8. Hasta Eşler Terkediliyor

    ABD'de yapılan bir araştırmada, erkeklerin ağır hasta olan eşlerini terk etme olasılıklarının kadınlara göre 7 kat fazla olduğu ortaya çıktı. Daily Mail'in haberine göre, araştırmada, 500'ün üzerinde evli çiftin kanser veya MS gibi hayatı tehdit eden bir hastalık sürecindeki durumuna bakıldı. Bu süreçte, hasta kadın olduğunda evliliğin sona erme olasılığının daha fazla olduğu tespit edildi. Çiftlerden birinin MS hastası olduğu 23 boşanmadan 22'sinde hastanın kadın olduğu belirlendi. Evlilikleri sona ermiş 23 beyin tümörü hastasından 18'inin kadın olduğunun saptandığı araştırmada, diğer kanser türlerinin olduğu 14 boşanan çiftten hasta olanın 13'nün de kadın olduğu görüldü. Washington Üniversitesinde yapılan araştırma sonucunda, kadının hasta olduğu evliliklerin yüzde 21'inin, erkeğin hasta olduğu evliliklerin ise sadece yüzde 3'ünün sona erdiği anlaşıldı. Araştırmada ayrıca, biten bir ilişkinin sağlık üzerindeki olumsuz etkisi de belirlendi. Eşinden ayrılmış hastaların daha çok hastanede kaldığı, daha fazla anti depresan kullandığı ve radyoterapi türünden zahmetli tedavi süreçlerini tamamlama ihtimallerinin daha az olduğu belirlendi.
  9. Sağlık Bakanlığı'nda köklü değişiklik Hükümet, Sağlık Bakanlığı'nın yapısını kökten değiştirecek bir kanun hükmünde kararname taslağı üzerinde çalışıyor. Hazırlanan taslağa göre, bakanlık merkez teşkilatında çalışan tüm personel sözleşmeli olacak. Kamu hastaneleri illerde kurulacak birlikler aracılığıyla yönetilecek. Hükümet, Meclis'ten aldığı yetki yasasına dayanarak, bir kanun hükmünde kararname çıkarmaya daha hazırlanıyor. Bu kez Sağlık Bakanlığı'nın teşkilat yasasında köklü değişiklikler yapılacak. Kararname üzerinde çalışmalar sürüyor. Ama o taslak çalışma bile şimdiden tartışma oluşturdu. Bakanlık kulislerinde, çalışmanın bakanlıkta çalışanla, çalışmayanı ayırt etme üzerine kurulacağı belirtiliyor. Taslakta, bakanlık merkez teşkilatında görev yapacak tüm personelin sözleşmeli çalışanlardan oluşması da öngörülüyor. Yani bakanlık üst düzey bürokratları da, diğer çalışanlarda sözleşmeli olacak. Sözleşmeler performansa göre 2 yılda bir yenilenecek. Ama halen görevdeki personelin özlük hakları korunacak. Mevcut üst düzey personel, müşavir veya araştırmacı kadrosuna alınacak. Özel sektörden uzman isimler de bakanlıkla sözleşmeli çalışabilecek. Hatta yabancı uzmanlar bile belli sürelerle istihdam edilebilecek. Kararname taslağına göre, bakan, bakan yardımcısı, müsteşar ve müsteşar yardımcılarının yer aldığı 11 isimden oluşan bir beyin takımı kurulacak. Genel müdürlüklerin yerini başkanlık ve kurullar alacak. Bakanlık çatısı altında yeni kurumlar da oluşturulacak. Mevcut teftiş kurulu yerine, sağlık gözetimi ve denetimi kurumu olacak. Sağlık Bakanlığı'nın planına göre, devlet hastaneleri birlikleri oluşturulacak. Buna göre, 800 kamu hastanesi illerindeki birlikler aracılığıyla yönetilecek. Hastanelerin kendi gelirlerini elde etmesi ve ankara'dan daha bağımsız bir şekilde işletilmesi amaçlanıyor. Taslağa göre, hastaneler belli kriterlere göre puanlandırılıp 5 sınıfa ayrılacak. Çalışmalar henüz taslak aşamasında ama, sağlık sendikaları şimdiden tepkilerini ortaya koymaya başladı. Türk Tabipleri Birliği, çalışmayı "gayrı ciddi, baştan savma ve özensiz" olarak niteledi. Kararnameye ilişkin çalışmanın daha şeffaf bir şekilde yapılmasını istedi. İhlashaber
  10. Tiroit tümörlerine dikkat! Nodülünüz mü var? Yalnız değilsiniz. Bu soruna sahip çok kişi var... Hatta Türkiye’de nüfusun yarısının nodülü olduğunu söylemek abartılı olmaz. Peki nodül ne anlama gelir? Tehlikeli midir? Hangi durumlarda özel dikkat ister? Cerrahi müdahaleye ne zaman yönelmek gerekir? Dünya nüfusunun yüzde 30’unda iyot eksikliğine bağlı guatr hastalığına rastlanıyor. Bu oran Türkiye’de nüfusun yüzde 50’sini buluyor. Sayılar, ülkemizde yaklaşık 40 milyon tiroit hastası olduğuna işaret ediyor. ‘Nodül’ ise kelime olarak, ‘düğüm’ anlamına geliyor ve tiroit içinde yer alan değişik büyüklükteki ve kıvamdaki kitlelere deniyor. Nodüller ‘basit’, ‘iyi huylu’ ve ‘kötü huylu’ olarak sınıflandırılıyor. BİR NODÜLÜN KANSERLİ ÇIKMA ORANI YÜZDE 5 BİR nodülün kanserli çıkma oranının yüzde 5 olduğu belirtiliyor. Bu oran 20 yaşından küçük ve 60 yaşından büyük hastalarda yüzde 50’ye kadar çıkabiliyor. Nodül oluşumunu artıran nedenler arasında; iyot eksikliği, ailede guatr varlığı, yoğun guatr yapan gıdalarla beslenme (örneğin kara lahana) gibi etkenler bulunuyor. Sıcak ve soğuk nodül adı verilen kavramların sintigrafi denen görüntüleme yöntemiyle ilgili olduğu belirtiliyor. Sıcak nodül çok çalışan hiperaktif bir nodül olarak tanımlanıyor. Kanser olma oranı binde 1’den düşük. Soğuk nodül ise çalışmayan bir nodül. Her soğuk nodül kanser değilse de, neredeyse her kanser soğuk bir nodülden çıkıyor. BAŞLICA NEDENİ İYOT EKSİKLİĞİ Uluslararası Endokrin Cerrahlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mete Düren, nodüllerin kadınlarda 3, erkeklerde ise 4 santim çapına ulaşmadan hasta tarafından fark edilip belirti vermediklerini söylüyor. Daha büyük nodüller, özellikle kısa boyunlu kişilerde, kendilerini fark ettirmeden göğüs boşluğu içinde daha büyük çaplara erişebiliyor. Türkiye koşullarında nodül oluşumundaki en önemli nedenin iyot eksikliği olduğu belirtiliyor. Ayrıca kalıtsal faktörler arasında yer alan ailede guatr hastalığının varlığı da, gelecek nesillerde bu hastalığın görülme olasılığını yüzde 50 oranında artırıyor. Türkiye’de nüfusun yaklaşık yüzde 50’sinde herhangi bir boyutta tiroit nodülü olduğu biliniyor. Prof. Dr. Düren, bu nodülün kadınlarda görülme sıklığının erkeklerden 5 kat fazla olduğuna dikkat çekiyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: CERRAHİYE NE ZAMAN YÖNELMELİ? “Basit nodüllerin, yani tümöral olmayanların, iğne biyopsisiyle takip edilmesi mümkündür. Bu nodüllerin kötü huylu çıkma oranı yüzde 1-5 arasında değişiyor. İğne biyopsisi sonucunda tümöral oldukları düşünülen nodüllerin yüzde 10’unun kötü huylu olduğu belirtiliyor. Bu tanı ancak tiroit nodülü cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra konuyor. İyi huylu tümörlerin 40 yaşından sonra kötüye dönüşme oranı her yıl yaklaşık yüzde 1 artıyor. İğne biyopsisiyle kötü huylu oldukları düşünülen veya tümöral (iyi huylu da olsa) bir yapı gösteren nodüllerle, büyüklüğü 3 santimi aşan nodüllerin cerrahi olarak alınmaları gerekiyor. 1 yıl içinde çap olarak yüzde 50’den fazla büyüme varsa, hastaya boyuna radyasyon uygulanmışsa ve ailede 2 veya daha fazla kişide tiroit kanseri mevcutsa; bu şartlar aranmadan ameliyat öneriliyor. Yıllık ultrasonografi ve kan hormon seviye ölçümüyle eğer söz konusu olan şüpheli nodüller ise yenilenen iğne biyopsisiyle hastanın durumunun takibi çok önemli görülüyor.” SIK YAPILAN AMELİYATLARDAN BİRİ Tiroit nodüllerine ülkemizde çok sık rastlanıyor. Tiroit cerrahisindeki gelişmeler, bu cerrahinin çok düşük bir komplikasyon oranına sahip olması ve başarıyla uygulanması; bu ameliyatların Türkiye’de en sık yapılan ameliyatlar arasında yer almasına neden oluyor. Her tiroit tümörünün mutlaka kanser gibi tedavi edilmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Mete Düren,” Ancak bunların yüzde 10’unun kötü huylu, yüzde 90’ının ise iyi huylu çıkacağının unutulmaması gerekiyor” diye konuşuyor. 30- 50 YAŞ ARASI KADINLAR RİSKLİ GRUPTA NODÜLLER, özellikle 30-50 yaş arası kadınlarda sayıca artış ve çap olarak büyüme gösteriyor. Prof. Dr. Mete Düren, nodüllerin yapısını ve değişiklikleri en iyi ultrasonografinin gösterdiğini söylüyor. Kandaki tiroit hormon seviyesi tiroidin işlevine işaret ederken, normal hormon seviyesi ne nodül varlığıyla ne de var olan bir nodülün huyuyla ilgili bir bilgi vermiyor. Ultrasonografi, nodül boyutunu ve yapısını göstermekle birlikte nodülü oluşturan hücrelerin huyunu göstermiyor. Bu durum için iğne biyopsisi gerekiyor. Ultrasonografinin kısa boyunlu kişilerde göğüs boşluğu içine doğru büyüyen nodülleri göstermediği durumlarda ise tomografi gerekiyor. Sintigrafinin ise nodüllerin işlevini gösterirken (sıcak veya soğuk) küçük nodülleri (1 santim) göstermediğine dikkat çekiliyor. İĞNE BİYOPSİSİ NE ZAMAN YAPILMALI? İĞNE biyopsisi ya da ince iğne biyopsisi, nodülün içine cildi uyuşturduktan sonra girilerek çekilen hücrelerin patolojik olarak incelenmesi esasına dayanıyor. Ultrasonografideki küçük ama şüpheli nodüllerle, 15 milimetreden büyük tüm nodüllere uygulanması gerektiği belirtiliyor. Temiz sonucunun yaklaşık yüzde 95, kötü huylu sonucun ise yaklaşık yüzde 99 oranında doğru çıktığı belirtiliyor. İğne biyopsisi sonuçlarına göre nodüller; basit, önemi belirlenemeyen, tümöral, muhtemel kanser ve kanser olarak ayrılıyor. İhlashaber
  11. Böbrek Taşı Çocuklarda Bile Görülüyor! Böbrek taşı sorunu sadece yetişkinlerde değil artık çocuklarda da görülüyor. ABD'de yapılan bir araştırma çocuklarda böbrek taşı hastalığının ciddi bir artış gösterdiğini ortaya koydu. Tıpdaki yeni buluşlar, sağlık haberleri veren internet sitesi ''www.healthnews.com''a göre, Kansas Çocuk Hastanesi Kemik ve Mineral Hastalıkları Kliniği Başkanı Dr. Uri Alon ve ekibinin yaptığı çalışmada, son on yıl içinde böbrek taşı sorunu yaşayan çocuk sayısının beş kat artığı belirlendi. Alon, yakın zaman öncesine kadar böbrek taşlarının yetişkinlere ait bir sorun olduğunun düşünüldüğünü, ancak son yıllarda idrar akışını bloke edecek şekilde böbrek taşı sorunu yaşayan çocukların artık kendileri için şaşırtıcı olmadığını ifade etti. Böbrek taşlarının kesin nedeni tam olarak aydınlatılamazken, bilim adamları, sağlıklı beslenme ve bol su tüketiminin bu hastalıktan uzak durmanın en iyi çözüm yolu olduğunu belirtiyor. ABD'li uzmanların uyarılarını değerlendiren Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Suna Asilsoy, aileleri hazır gıdalardan ve şekerli içeceklerden uzak durmaları konusunda uyardı. Sıvı gıda tüketiminin yararlı olduğunu, ancak şekerli sıvıların böbreğe ek yük getirdiğini belirten Asilsoy, çocukların su tüketmeye alıştırılması gerektiğini kaydetti. Asilsoy, ne kadar sıvı tüketeceğinin, çocuğun vücut yapısıyla ilgili olduğuna işaret ederek, normal boy ve kiloda 10 yaşlarında bir çocuğun, gün içinde aldığı sıvı gıdalardan ayrı olarak, 4 bardak da su tüketmesi gerektiğini söyledi. Pek çok hastalıkta olduğu gibi, böbrek taşlarının oluşumunda da sürekli olarak hazır gıda tüketiminin rol oynadığını ifade eden Asilsoy, ''Sağlıklı olmak için taş devri diyetine geri dönmek gerekiyor'' dedi. Asilsoy, hazır gıdaların büyük bölümünde sodyum ve yağ miktarlarının çok yüksek olduğunu ifade ederek, özellikle sodyumun böbrek taşı oluşumunda etkili olduğunu kaydetti. Mümkün olduğunca doğal beslenmek ve çocuklara da bu alışkanlıkları kazandırmak gerektiğini ifade eden Suna Asilsoy, doğrudan olmamakla birlikte, dolaşım bozukluğuna neden olduğu için, çocukların hareketsiz kalmalarının da bu tür rahatsızlıklara davetiye çıkardığını söyledi. Erken yaşta görülen böbrek taşlarında en çok sorumlu tutulan mekanizmanın metabolik hastalıklar olduğunu bildiren Asilsoy, böyle bir sorunla karşı karşıya kalan ailelere, çocukları için mutlaka daha kapsamlı bir muayene talep etmelerini tavsiye etti. Asilsoy, kimi zaman küçük bir böbrek taşının, ardında önemli bir metabolik hastalık saklayabileceğini, çocuğun gelişiminin etkilenebileceğini kaydetti. HABER.COM
  12. ‘Uyku Apnesi’ne Dikkat

    ‘Uyku apnesi’ne dikkat Geceleri derin uykuya dalamıyor, gündüz sürekli yorgunluk hissediyor, sabahları aşırı sinirli kalkıyor, unutkanlık ve konsantrasyon bozukluğu yaşıyorsanız, uykuda solunum duraklamasına bağlı ''uyku apnesi'' hastalığı ile karşı karşıya olabilirsiniz. Uzmanlar, önlem alınmadığı takdirde ölümle sonuçlanabilen uyku apnesinin mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirterek, uykuda 5-10 saniyelik solunum duraklamasının normal, 10 saniye-1 dakika sürebilen ve sık tekrarlayan solunum duraklamalarının ise hastalık habercisi olduğu uyarısında bulundu. Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp Fakültesi Kulak-Burun-Boğaz (KBB) Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Önerci, yaptığı açıklamada, uyku esnasında solunumun 10 saniyeden fazla kesilmesinin uykuda solunum duraklaması (uyku apnesi) olarak tanımlandığını söyledi. Uykudaki solunum duraklamaları sonucunda kandaki oksijen miktarının azalarak karbondioksit miktarının arttığını belirten Önerci, çocuklar hariç herkesin solunumunun saatte 5 kez 10 saniye durabileceğini ifade etti. Önerci, uyku apnesinin merkezi sinir sistemindeki bir problem nedeniyle ya da solunum yollarındaki bir tıkanıklık nedeniyle (tıkayıcı uyku apnesi) oluşabildiğini, kimi zaman da her ikisinin birlikte görülebildiğini (bileşik uyku apnesi) anlatarak, hastaların yüzde 84'ünde tıkayıcı uyku apnesi, yüzde 1'inde merkezi uyku apnesi ve yüzde 15'inde bileşik uyku apnesi görüldüğünü söyledi. Uykuda solunum durmasında en önemli risk faktörünün aşırı kilo, çene kemiklerindeki bozukluklar, bademcik büyüklüğü, geniz etinin varlığı, dil büyüklüğü ve burun eğriliği olduğunu belirten Önerci, genetik faktörlerinde etkili olduğunu vurguladı. Önerci, çocuklarda horlama, ağzı açık uyuma, uykudan zor kalkma, gece altına kaçırma, gündüz devamlı uyku hali ve konsantrasyon bozukluğu ile kendisini gösteren uyku apnesinin; erişkinlerde işlerinde verimsizlik, sürekli yorgunluk hali, sabahları aşırı sinirlilik şeklinde kendini gösterebildiğini belirtti. Önerci, yüksek tansiyon, gürültülü horlama, depresyon, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, sabah baş ağrısı, kontrol edilemeyen şişmanlama, uykuda terleme gibi sorunların da hastalığın yol açtığı durumlar olduğunu söyledi. -''ÖLÜMLE SONUÇLANABİLİYOR''- Prof. Dr. Önerci'nin verdiği bilgiye göre, ''solunum durmaları (apne) veya azalmaları (hipopne) gece içinde yüzlerce defa tekrarlayabiliyor ve kişinin yakınları tarafından fark ediliyor. Hastalık, önlem alınmadığı takdirde kalp krizi, felç, iktidarsızlık (impotans), düzensiz kalp atışları gibi problemlere yol açıyor, hatta ölümle sonuçlanabiliyor. Apnesi olan insanlarda kalp krizi geçirme riski, normale göre 10 kat fazla görülüyor. Konsantrasyon bozukluğuna da yol açan uyku apnesi, özellikle okul çağındaki çocuklarda ders başarısını düşürüyor. Uykuda ölüm nedeni olarak ise solunum durması mı yoksa kalp krizi mi olduğu henüz kesin bilinmiyor. Alkol ve sigara bağımlılarında, yanlış uyku pozisyon alışkanlığında, obezlerde, alt çenesi gelişim geriliği gösteren kişilerde, boynu kısa olanlarda, alerji, anti histaminik, kas gevşetici veya sakinleştirici gibi ilaç kullananlarda uyku apnesi görülme riski artıyor. Uyku apnesi görülme sıklığı, obeziteye bağlı olarak, cinsiyete ve toplumların yapısına göre değişiklik gösteriyor. Çocukta büyük bademcik ya da geniz eti varlığı tespit edildiğinde, ilerleyen dönemde bu sorunla karşılaşılmaması için 3 yaş civarında cerrahi operasyonla sorunun giderilmesi öneriliyor. Düzensiz solunum, sağlıklı kişilerde uykuya dalma, uyanma veya rüya görme esnasında normal kabul edilirken, uyku apnesi olanlarda sık sık tekrarlanan uzun süreli solunum duraklamaları şeklinde görülüyor. Bu kişilerde 10 saniyeden başlayan solunum duraklamaları, bir dakikadan fazla sürebiliyor. Uyku sırasında saatte 5'den fazla tekrarlayan, 10 saniyeden bir dakikaya varan nefes durmaları ile boğulurcasına mücadele eden kişilerde uyku ve oksijen yetersizliği ortaya çıkıyor. Tıkayıcı uyku apnesinde, boğazdaki damağa, küçük dile, yutağa ve dile ait kaslar havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşiyor. Kaslar gevşediğinde nefes alma sırasında hava yolu daralıyor ve bir süre solunum duruyor. Böylece, kandaki oksijen miktarı azalıyor, beyin oksijen azlığını algılayarak uyku derinliğini azaltıyor. Bazen de kişiyi uyandırarak, nefes almasını sağlayarak hava yolunun açılmasını sağlıyor. -''HASTALIĞIN TEDAVİSİ MÜMKÜN''- Uyku apnesinin yeterli oksijen alınamamasına, bunun da ciddi sorunlara yol açtığını belirten Önerci, bu kişilere 'uyku testi-'poligrafik tetkik'' yapılmasının uygun olduğunu ifade etti. Bu yöntemle, solunumun, uykuda alınan oksijen miktarının, kalp ritminin ve EKG kayıtlarının da tespit edildiğini ifade eden Önerci, tedavi şekline uyku testi sonuçlarına göre karar verileceğini belirtti. Prof. Dr. Metin Önerci, uykuda solunum durmasının tedavisinin mümkün olduğunu, bunun için öncelikle hastanın bilinçlendirilmesi gerektiğini; zayıflamanın, alkol veya sakinleştirici ilaç kullanımının terk edilmesinin birçok hastalarda çözüm olabileceğini söyledi. Önerci'nin verdiği bilgiye göre, ağır uyku apnesi olan hastalarda en uygun tedavi hastanın uyku sırasındaki solunumuna yardımcı olan cihazlar kullanılması. Bu tip cihazlar CPAP (Continuous Positive Airway Pressure) veya halk arasında maske olarak biliniyor ve kişiye sürekli ve sabit olarak hava basıncı uygulayarak uykuda kapanan üst solunum yolunun açık kalması sağlanıyor. Ayrıca, burun tıkanıklığı olan hastalarda burun tıkanıklığının giderilmesi, büyük geniz eti ve bademciklerin alınması, küçük dil uzun ise kısaltılması, dil kökü büyük ise küçültülmesi, alt çenenin öne alınması uygulanacak yöntemler arasında yer alıyor. AA
  13. Lokomat Hastalara Umut Oluyor

    Güzel bişey ama ulaşması zor haber için tşk Can
  14. Kırık kolun iyileşmesini takip eden ekektronik alçı üretildi Brezilyalı tasarımcı Pedro Nakazato Andrade, kırık bir kolun iyileşme döneminde vücudun tepkilerini ölçüp doktorlar için veri sağlayan elektronik ‘akıllı alçı’ üretti. Çin’in başkenti Pekin’deki Microsoft Araştırmaları Asya merkezinde, İnsan - Bilgisayar Etkileşim Grubu tasarım ekibi içerisinde yer alan Andrade, ‘Bones’ (Kemikler) adını verdiği alçı sayesinde, vücudun kırık bir kolu iyileştirirken gösterdiği ‘gizemli’ faaliyeti çözmeye çalışıyor. Bir ortopedik alçı konsepti olan Bones, içerisinde yer alan efektromiyografik sensörler ile kırık kolun etrafındaki kas aktivitesini okuyabiliyor. Bones, gün boyunca bu kasların nasıl hareket ettiklerini ve değişik şartlara nasıl tepki verdiklerini ölçebiliyor. Elde edilen veriler, bilgisayar ortamına aktarılıp bir sağlık yönetimi sitesine gönderilebilecek ve doktorlar tarafından incelenebilecek. Hastalar, bu internet sitesinde kendi durumlarını kontrol edebilecek. Dünyanın neresinde olursa olsun, doktorlarla iletişime geçebilen hastalar, iyileşme durumuna göre tavsiye edilen egzersizleri yapabilecek. Bu sayede, iyileşme döneminin hasta için çok daha yapıcı ve hızlı ilerlemesi hedefleniyor. Bones, test aşamalarının tamamlanmasının ardından önümüzdeki aylarda seri üretime geçirilecek. TRT Haber
  15. Hepatit C tedavisinde yeni umut Hepatit C hastalığının tedavisinde üç ilaçlı tedavinin daha etkili olabileceği belirlendi. ABD'de yapılan, birçok ülkeden binden fazla kişinin katıldığı araştırmada, üçlü ilaç tedavisinin mevcut tedavilerden daha etkili olduğu ortaya çıktı. Doktorlar birinci gruptaki hastalara mevcut tedavilerde kullanılan peginterferon ve ribavirin ilaçlarını 4 hafta verdi. Kontrol grubundakiler aynı ilaçları içmeye 44 hafta devam etti. İkinci gruptakilere 32 hafta peginterferon ve ribavirine ek olarak boseprevir ilacı verilirken, üçüncü gruptakiler bu üç ilacı 44 hafta kullandı. Boseprevir kullanan iki gruptaki hastaların kanında virüs izlerinin kaybolduğu görüldü. Virüsün izlerinin kaybolma oranının 2 ve 3. gruptakilerde sırasıyla yüzde 59 ve yüzde 66, kontrol grubunda ise yüzde 21 olduğu belirlendi. Hepatit C virüsünün tamamen kaybolma oranının üç ilaçlı tedaviyle 32 haftadan sonra yüze 86, 44 hafta sonra yüzde 88 olduğu vurgulandı. "New England Journal of Medicine" dergisinde yayımlanan araştırmaya imza atanlardan ABD'deki Henry Ford hastanesinden Dr. Stuart Gordon, "Araştırmanın önemli bir gelişme olduğuna, mevcut tedaviye cevap vermeyen hastalarda etkili olabileceğine ve hepatit C hastalarına yeni standart bir tedavinin sunulabilmesinin yolunu açabileceğine" dikkati çekti. AA
  16. ''CMV'' adlı virüs ile yüksek tansiyon hastalığı arasında bağlantı olabilir Çin'de yapılan bir araştırma, yaygın olarak görülen ''CMV'' adlı virüs ile yüksek tansiyon hastalığı arasında bağlantı olabileceğini gösterdi. Çin'in başkenti Pekin'deki Çaoyang Hastanesi’nden bilim insanlarının yaptığı araştırma, uçuk (herpes) virüsüyle bağlantılı CMV (sitomegalovirüs) adı verilen virüs ile yüksek tansiyon arasında bağlantı olabileceğini ortala koydu. Araştırmada yer alanlardan Dr. Yang Şinçun, bu virüs ve yüksek tansiyon arasındaki ilişkinin kesinlik kazanması durumunda yüksek tansiyon aşısının ya da bu hastalığa karşı başka tedavi yöntemlerinin geliştirilebileceğini vurguladı. Yang Şinçun, insanlar üzerinde yapılan araştırmanın başlangıç aşamasında olduğunu ve daha fazla kişinin katıldığı geniş çaplı araştırmaların yapılması gerektiğine dikkati çekti. Amerikan ''Circulation (Dolaşım)'' dergisinde yayımlanan araştırma, Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya genelindeki bir milyar yüksek tansiyon hastası için umut ışığı olabilir. FARE DENEYLERİNDE DE ORTAYA ÇIKMIŞTI Hayatının herhangi bir döneminde birçok kişide, bazı enfeksiyonlara yol açan CMV, vücut salgılarıyla (kan, idrar, tükürük) bulaşıyor. CMV enfeksiyonları genelde herhangi bir belirti vermeden geçirilebiliyor. Birincil yüksek tansiyonun nedenleri tam olarak bilinmiyor. Bu hastalığın kalıtım, ruhsal açıdan çabuk etkilenen heyecanlı kişilik, şişmanlık gibi bazı etkenlerden kaynaklandığı düşünülüyor. İkincil yüksek tansiyona ise böbrek dokusunda ve böbrek atardamarlarında yerleşen hastalıklar, aortun kalpten çıktığı bölgedeki darlık, kafa içi basıncının artması, bazı ilaçlar yol açabiliyor. ABD'nin Beth Israel Deaconess Hastanesi'nden bilim insanlarının 2009'da fareler üzerinde yaptığı araştırma da yüksek tansiyonun ana nedeninin CMV olabileceğini göstermişti. Çinli bilimcilerin araştırması, söz konusu virüs ile birincil yüksek tansiyon arasında bağlantı olabileceği bulgularını güçlendirmiş oldu. İhlas haber
  17. Amerikalı araştırmacılar, koyun omurgasından organik disk üretti Amerikalı araştırmacılar, koyun omurgasından organik disk üretti Resmi Orjinal boyutunda görmek için tıklayın. Geleneksel omurga ameliyatları tarihe karışıyor...Amerikalı araştırmacılar, koyun omurgasından organik disk üretti. Fareler üzerinde başarılı olan buluşun yakın zamanda insanlığın hizmetine sunulması bekleniyor. Beliniz, Boynunuz ya da Sırtınız Ağrıyorsa Omurganızda Sorun Olabilir Omurgaya çok yüklenilmesi ve yaşın da ilerlemesi sonucunda kemikler ile, onları destekleyen yan bağlarda ve disklerde yıpranmalar başlıyor. En yaygın sorun ise, kemikler arasında yastık görevi gören disklerin zaman içinde esnekliğini kaybetmesi... Diskler arasındaki mesafe azalınca, sinirlere binen yük artıyor bu da el ve ayaklarda uyuşma, kuvvetsizlik gibi belirtilerin yanısıra geçmek bilmeyen ağrılara neden oluyor. Bu ağrıları tedavinin son çaresi ise, ameliyat... Amerikalı bilimadamları ise, geleneksel disk ameliyatlarını kökten değiştirecek bir çalışma yürütüyor. Geleneksel disk ameliyatlarında hastanın hasarlı diskleri çıkartılarak bunların yerine plastik ya da metal diskler takılıyor. Ancak bu diskler, hareket kabileyetini istenen düzeyde sağlamıyor, aksine kısıtlıyor. Üstüne üstlük, zamanla bu yapay parçalar aşınıyor ve yeni operasyonlara ihtiyaç duyulabiliyor. Plastik ya da Metal Disk Yerine Organik Disk PBu olumsuzlukları ortadan kaldırmak isteyen Weill Cornell Tıp Fakültesi'nden araştırmacılar, organik disk üretmeyi başardı. Koyun omurgasından üretilen organik disk bazı kimyasal işlemlerden geçiriliyor ve dokular arasındaki boşlukları doldurmak üzere kolojen ile de destekleniyor. Laboratuvar çalışmaları bu disklerin dayanıklılık süresinin de yapay disklere göre daha iyi olduğunu gösteriyor. Deneyleri fareler üzerinde başarıyla gerçekleştiren bilimadamları, kısa süre içinde, buluşu insanların hizmetine sunmayı planlıyor. TRT Haber
  18. 4 saniyede skolyoz teşhisi Dört boyutlu analiz yöntemiyle omurga eğriliği olan skolyoz 4 saniyede tespit edilebiliyor. Dünyanın birçok ülkesinde uygulanan ve Türkiye'de yeni kullanılmaya başlanan dört boyutlu analiz yöntemi, mevcut yöntemlerin aksine ''x'' ışınları içermemesi nedeniyle de güvenli bir tanı ve tedavi süreci sağlıyor. Kocaeli Romatem Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi Başhekimi Uzman Doktor Ertunga Öney, skolyozun omurganın orta hattan yana doğru olan eğriliklerini tanımladığını söyledi. Öney, omurgadaki şekil bozukluklarının başta sırt ve bel ağrıları, ileri derecedeki eğriliklerin de akciğerlerin ve kalbin göğüs kafesinde sıkışması nedeniyle nefes darlığı, şişkinlik, çabuk yorulma gibi şikâyetlere yol açabildiğini belirterek, ''Hayatı tehdit eden solunum ve kalp yetmezliğine de neden olabilir'' dedi. Hastalığın genellikle nedeninin bilinmediğini, doğumsal gelişim bozuklukları gibi çok çeşitli nedene bağlı olarak gelişebildiğini anlatan Öney, skolyozun merkezi sinir sistemi hastalıklarında omurgayı tutan enfeksiyon, tümör gibi hastalıklarda ve omurga travmalarından sonra da görülebileceğini aktardı. TÜRKİYE'DE HER 10 ÇOCUKTAN BİRİ SKOLYOZ HASTASIDr. Öney, hastalığa daha çok çocukluk döneminde rastlanıldığını ifade ederek, şunları kaydetti: ''Türkiye'de her 10 çocuktan biri skolyoz hastası. Hastalık çocukta omuz asimetrisi, sırtın bir bölümünde kabarıklık, kalçaların aynı seviyede durmaması gibi bulgularla anne ve baba tarafından fark ediliyor. İlkokul döneminde yapılacak skolyoz taraması büyük önem taşıyor. Tüm Türkiye'de bunun gerçekleştirilmesi için Sağlık Bakanlığı ile görüşmeler sürüyor. Skolyozun erken fark edilmesi ve erken teşhisi cerrahiye gerek duyulmadan tedavi edilmesine olanak tanıyor.'' Hastalığın tanısının muayene ve görüntüleme yöntemleri ile konduğunu, en sık kullanılan yöntemin de ''x'' ışınları olduğunu, ancak yeni yöntemin radyasyon içermediğini dile getiren Öney, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Tanı ne kadar erken konulursa şekil bozukluğu, solunum ve kalp yetmezliği gibi komplikasyonların önlenmesi o kadar başarılı olur. Yeni yöntem tanıda kullanılan bir görüntüleme yöntemi olup 'x' ışını, yani radyasyon içermez. Sistemde bir ışık kaynağı ve ışığın yansımasını hızlı bir şekilde kaydeden kamera var. Bu kayıtları özel bir yazılım sistemi yorumlar ve omurganın bir çeşit haritasını çıkarır. Böylece tüm omurganın pozisyonu saptanmış olur. Bu yöntemin tedavideki önemi, hastanın deformite bölgelerinin tespiti ve tedavideki ilerlemenin gözlenmesini zararsız bir şekilde ölçümlendirilebilmesidir. 'x' ışını olmadığı için de ölçüm istendiği kadar tekrar edilebiliyor. Özellikle skolyozun daha çok çocukluk çağında görülen bir hastalık olduğu düşünülürse radyasyon içermemesi önem içermektedir.'' İnternet haber
  19. İntihar Değil 'Tedavi'

    İntihar değil 'tedavi' Endonezya'da felç olan bir Çinli'nin intihar etmek için tren raylarına yattığı sırada tedavi olduğu iddiası, halkın demiryollarına akın etmesine neden oldu. Tren raylarında bulunan elektrik enerjisinin çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanan Endonezyalılar sık sık raylara yatarak "tedavi" oluyor! Daha önce benzer manzaralar Cava Adası'nda yaşanmıştı. Uluslararası haber ajanslarının geçtiği fotoğraflara bakılırsa bu moda, başkent Cakarta'ya sıçramış durumda... Trenin geçtiği zaman tedavilerine ara veren insanlar bazen bütün gününü demiryolunda geçiriyor. Öte yandan uzmanlar tabii ki uygulanan yöntemin faydasız olduğunu söylüyor. İnternethaber
  20. Dev Kök Hücre Çalışması!

    Dev kök hücre çalışması! İngiltereli bilim adamları Multipl Skleroz (MS) hastalığı üzerine büyük bir çalışmaya başlıyor... Çalışmada "Hastanın kendi iliğinden alınan hücrelerin enjekte edilmesi hastalığın beyin ve omuriliğe verdiği zararı yavaşlatabilir ve hatta geri döndürebilir mi?" sorusunun yanıtı aranacak. Çalışmayla ilgili detayları anlatan Londra Imperial College Üniversitesi'nden doktor Paolo Muraro, hastaların kemik iliğinden alınacak kök hücrelerin, laboratuvar ortamında büyütüleceğini ve hastanın kendi kanına enjekte edileceğini söyledi. Dr. Muraro, kök hücrelerin beyne kadar gideceğini ve MS'in beyne verdiği zararın giderilebileceğini umduğunu ifade etti. Dr. Muraro, "Kök hücrenin etkin bir tedavi olabileceğine ilişkin oldukça güçlü laboratuvar kanıtları bulunuyor" şeklinde açıklamalarda bulundu. İngiltere MS Derneği ise henüz işe yaradığı kanıtlanmamış kök hücre tedavisinin erişime sunulmasına ilişkin kaygılarını da ifade etti. Deneme başarılı olursa bile, etkin bir tedavinin geliştirilmesi yıllar sürebilir. Dünyada üç milyon, İngiltere'de ise 100 bin MS hastası olduğu düşünülüyor. MS NEDİR? Genç erişkinlerde en sık görülen nörolojik bozukluktur. Hastalığın nedeni daha tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, genetik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılıyor. MS, beyni ve omuriliği tutan özbağışıklık hastalığıdır. Bağışıklık sistemindeki (immün sistem) savunma amaçlı gözelerin, nedeni daha anlaşılamamış bir şekilde, sinir hücrelerinin (nöronlar) çevresinde bulunan myelin kılıfını (buna bir nevi yağlı bir zar katmanı diyebiliriz) vücuda yabancı bir bağıştıran olarak algılamasıyla yok etmeye çalışmasıdır. Bu durum da, çeşitli sinir sistemi belirtilerini ortaya çıkarır. Bu belirtiler geçici olup, hastalığın düzeyine göre iz bırakabilir, ya da bırakmadan ortadan kaybolabilirler. BELİRTİLERİ NELERDİR? Kasların birbirleriyle ilişkisiz çalışması sonucu istemli hareketlerin düzensiz seyretmesi hali; vücut hareketlerinde düzensizlik, Ayak tabanı bir cisimle çizildiğinde baş parmakların yukarı doğru açılması, Bulanık ya da çift görme, nistagmus (gözbebeklerinin istemsiz hareketi), Belirli bir kas veya kas grubunda birbiri arkasına meydana gelen istem dışı kasılma ve gevşeme hareketleri ile belirgin durum, Beceriksizlik, Konuşma bozukluğu, Duygu durumlarda kolayca değişebilme niteliği, Yorgunluk Elde sinirlerdeki harabiyet nedeniyle kasların işlev yapamama hali ile karakterize paralizi (felç) durumu, Vücudun tek tarafını tutan felç durumu, His kaybı, uyuşma ve karıncalanma hissi, Sık idrara çıkma ve idrar kaçırma (inkontinans) Erkeklerde iktidarsızlık, İnkoordinasyon (koordinasyon bozukluğu) Sadece bir kol veya bir bacağı tutan felç, Denge kusuru ve baş dönmesi. HaberTürk
  21. Sinir Harbinde Zafer Yakın

    Sinir harbinde zafer yakın İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürkan Öztürk, ölen sinir hücrelerinin sağlam hücreleri de nasıl öldürdüğünü belirledi. Öztürk, 'Bunu engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson gibi hastalıkları da önleyebiliriz' dedi Alzheimer, Parkinson, MS ve omurilik felci gibi sinir hücrelerinin hasarlanması sonucu meydana gelen hastalıklarla ilgili önemli bir gelişme Türk bilim insanından geldi. İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Sinir Bilimi Laboratuvarı Başkanı Prof. Dr. Gürkan Öztürk, beyindeki sinir hücrelerinin (nöron) hasarlandıklarında çevrelerindeki sağlam hücreleri nasıl öldürdüklerini belirlemeyi başardı. Dr. Öztürk, 'Örneğin beyinde iki tane komşu nöron var. Biri bacağa biri de kola bağlı. Bacağa bağlı olan herhangi bir sebeple yaralanıyor ve ölüyor. Ama ölürken birçok komşu nöronu da öldürüyor. Kültürdeki nöronlardan seçtiğimiz birine lazerle hassas bir hasar vermek suretiyle etrafındaki diğer nöronların da ölümüne yol açtığımızı gördük ve bunu dünyada ilk kez biz gözlemledik' diyerek çalışmasını anlattı. Hücrelerin nasıl öldüğünü ispatlayan bu projenin sadece bir başlangıç olduğuna dikkat çeken Öztürk, şöyle konuştu: 'Sinir bilimi tıpta en az bildiğimiz alanlardan. Örneğin bir trafik kazasında belden aşağısı felç olmuş bir insan için şu an çare yok. Biz öncelikle sinir sistemini tanımalıyız.' SIRADA KÖK HÜCRE VAR Öztürk çalışmalarla ilgili öncelikli hedeflerini ise, 'Şu an sinir hücrelerini yapay ortamda uzun süre yaşatabilmeyi başardık. Üstelik biz bu hücreye lazer ışını ile bir hasar verebiliyoruz ve bu hasar sonucunda tepkisini görebiliyoruz. En önemlisi de tekrar iyileşmesiyle ilgili süreci gözlemleyebiliyoruz. Çünkü bu hücreleri ölmeden iyileştirebilmek gerekiyor. Nöron hücreler kendilerini yenilemeyen bir özelliğe sahip. Bu araştırmaların içinde kök hücre gibi çalışmalar da yer alacak' sözleriyle anlattı. KONGREDE SUNACAK Prof. Dr. Öztürk, tıp dünyasını heyecanlandıran çalışmasını sunmak için kasım ayında ABD'de düzenlenen Amerikan Sinir Kongresi'ne davet edildi. Araştırmayla ilgili makalenin de saygın tıp dergilerinde yayınlanacağını ifade eden Öztürk, gelişmiş bir sinir bilimi laboratuvarını İstanbul Medipol Üniversitesi'nde kurdu. Prof. Dr. Öztürk, 'Eğer bulgularımızla ölen hücrenin diğerlerini öldürmesini engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson, omurilik felci gibi hastalıklara yol açan yayılmayı da engelleyebiliriz' dedi. Akşam Sinir harbinde zafer yakın İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürkan Öztürk, ölen sinir hücrelerinin sağlam hücreleri de nasıl öldürdüğünü belirledi. Öztürk, 'Bunu engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson gibi hastalıkları da önleyebiliriz' dedi 551.kez Okundu Alzheimer, Parkinson, MS ve omurilik felci gibi sinir hücrelerinin hasarlanması sonucu meydana gelen hastalıklarla ilgili önemli bir gelişme Türk bilim insanından geldi. İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Sinir Bilimi Laboratuvarı Başkanı Prof. Dr. Gürkan Öztürk, beyindeki sinir hücrelerinin (nöron) hasarlandıklarında çevrelerindeki sağlam hücreleri nasıl öldürdüklerini belirlemeyi başardı. Dr. Öztürk, 'Örneğin beyinde iki tane komşu nöron var. Biri bacağa biri de kola bağlı. Bacağa bağlı olan herhangi bir sebeple yaralanıyor ve ölüyor. Ama ölürken birçok komşu nöronu da öldürüyor. Kültürdeki nöronlardan seçtiğimiz birine lazerle hassas bir hasar vermek suretiyle etrafındaki diğer nöronların da ölümüne yol açtığımızı gördük ve bunu dünyada ilk kez biz gözlemledik' diyerek çalışmasını anlattı. Hücrelerin nasıl öldüğünü ispatlayan bu projenin sadece bir başlangıç olduğuna dikkat çeken Öztürk, şöyle konuştu: 'Sinir bilimi tıpta en az bildiğimiz alanlardan. Örneğin bir trafik kazasında belden aşağısı felç olmuş bir insan için şu an çare yok. Biz öncelikle sinir sistemini tanımalıyız.' SIRADA KÖK HÜCRE VAR Öztürk çalışmalarla ilgili öncelikli hedeflerini ise, 'Şu an sinir hücrelerini yapay ortamda uzun süre yaşatabilmeyi başardık. Üstelik biz bu hücreye lazer ışını ile bir hasar verebiliyoruz ve bu hasar sonucunda tepkisini görebiliyoruz. En önemlisi de tekrar iyileşmesiyle ilgili süreci gözlemleyebiliyoruz. Çünkü bu hücreleri ölmeden iyileştirebilmek gerekiyor. Nöron hücreler kendilerini yenilemeyen bir özelliğe sahip. Bu araştırmaların içinde kök hücre gibi çalışmalar da yer alacak' sözleriyle anlattı. KONGREDE SUNACAK Prof. Dr. Öztürk, tıp dünyasını heyecanlandıran çalışmasını sunmak için kasım ayında ABD'de düzenlenen Amerikan Sinir Kongresi'ne davet edildi. Araştırmayla ilgili makalenin de saygın tıp dergilerinde yayınlanacağını ifade eden Öztürk, gelişmiş bir sinir bilimi laboratuvarını İstanbul Medipol Üniversitesi'nde kurdu. Prof. Dr. Öztürk, 'Eğer bulgularımızla ölen hücrenin diğerlerini öldürmesini engelleyecek bir müdahale geliştirebilirsek, o zaman Alzheimer, MS, Parkinson, omurilik felci gibi hastalıklara yol açan yayılmayı da engelleyebiliriz' dedi. Akşam
  22. Kalbinde delik olan hastalara müjdeli haber Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doktor Ali Cevat Tanalp, kalp deliklerinin ameliyatsız kapatılmasının mümkün olduğunu belirtti. Özel Medicana Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Tanalp yaptığı açıklamada, tüm kalp deliklerini anjiografi laboratuarında ameliyatsız olarak kapatma olanağının günümüzde henüz mevcut olmadığını belirterek, yeni uygulamayla klinikte en sık rastlanan sekundum tipte ASD'ler, kapatma gerekliliği olan PFO'lar ve uygun bazı VSD'leri cihazla kapatmalarının teknik olarak mümkün olacağını kaydetti. Tanalp, ASD'lerin ameliyatsız kapatmaya uygun olduğuna yönelik değerlendirmede birkaç kriteri göz önünde tuttuklarını anlatarak, "Öncelikli olarak deliğin duvardaki yerleşimine göre 3 türde ASD söz konusu. Cihazla kapama bu gün için ancak sekundum tipte ASD denilen, deliğin kulakçıklar arasındaki duvarın tam ortasında yerleşmiş olduğu durumlarda mümkün olabiliyor. Ancak tüm ASD'lerin yaklaşık yüzde 60-70'inin sekundum tipte olduğu göz önünde tutulduğunda çoğunlukla hastalar bu kriteri karşılıyorlar. Diğer tipteki ASD'lerin bugün için tek kapatma yöntemi cerrahi olarak kapatılma. Başka bir kriter deliğin büyüklüğü. Çok küçük deliklerde cerrahi ya da ameliyatsız kapatma yöntemleri çoğunlukla hayat boyu gerekli olmuyor ve bu hastalar ömür boyu rahatlıkla sorunsuz izleniyorlar. Çok büyük deliklerde de özellikle 30 mm'den daha geniş bir ASD söz konusu ise ameliyatsız kapatma şansı azalıyor. Kalp duvarında deliğin çevresinde en az 4-5 mm sağlam bir doku parçası bulunması da kapatma için kullanacağımız cihazın duvara tam yerleşmesi için diğer bir önemli faktördür. Hastada tüm bu kriterlerin mevcut olup olmadığını tespit etmek için sıklıkla başvurduğumuz yöntem transözefageal ekokardiyografi (TÖE) dediğimiz, hastanın yemek borusuna yerleştirilen özel bir ultrason cihazı ile yapılan incelemedir. TÖE kalpteki deliğin anatomisinin tam tespiti ve ameliyatsız kapamaya uygun olup olmadığını göstermede çok değerli bir yöntemdir. Bu yöntemlerle kesin karar veremediğimiz çok nadir olgularda anjiografi laboratuarında kalp kateterizasyonu ve kalbin MR incelemesi de sağlıklı bilgi verebilmektedir" dedi. AMELİYATSIZ KAPATMA İŞLEMİ NASIL YAPILIR? Tanalp, ameliyatsız kapatma işlemini lokal anestezi altında anjiografi laboratuarında uyguladıklarını belirterek şunları kaydetti: "Çoğunlukla hastanın kasığındaki geniş bir toplar damardan kateter dediğimiz plastik tüplerle giriyoruz. İşlem boyunca bir hastanın yemek borusuna yerleştirdiğimiz TÖE bize rehberlik ediyor. Kapatma cihazı çift taraflı bir şemsiye şeklindedir. Kateter vasıtasıyla kalpteki delikten sağdan sola geçtikten sonra önce ilk şemsiyeyi deliğin sol tarafında daha sonra ikinci şemsiyeyi deliğin sağ tarafında açıyoruz ve işlem tamamlanıyor. İşlem çoğunlukla yarım saat içerisinde tamamlanıyor ve başarı oranı yaklaşık yüzde 95 civarında. Cerrahi ile kıyaslarsak daha kısa hastanede yatış süresi, daha çabuk işlem sonrası iyileşme süresi, cerrahi bir yara izi olmaması ve genel anestezi gerekmemesi gibi üstünlükleri mevcut. İşlemde ciddi komplikasyonlar dediğimiz istenmeyen olayların gerçekleşme ihtimali genellikle yüzde 1'den daha az ancak hastalarda işlem sonrası işlem yapılan kasıkta şişlik ve morarma, yemek borusundaki ultrason cihazına bağlı boğaz ağrısı gibi şikayetler nispeten daha sık görülebiliyor. Hastalar çoğunlukla işlemden 24 saat sonra yaptığımız kontrol ekokardiyografinin ardından taburcu oluyorlar. Daha sonra 6 ayda bir ekokardiyografik kontrollere devam ediyoruz. İşlem sonrası cihaz üzerinde pıhtı gelişmesini engellemek için yaklaşık 6 ay boyunca kan sulandırıcı tedavi uyguluyoruz" dedi. İHA
  23. Bilim adamları, genlerde, (MS) hastalığında rol oynayan yeni varyasyonlar buldu Bilim adamları, genlerde, Multiple Skleroze (MS) hastalığında rol oynayan yeni varyasyonlar buldu. Bu genetik varyasyonlar, MS'in bir bağışıklık sistemi hastalığı olduğu tezini destekliyor. Uluslararası bir ekip tarafından yapılan ve sonuçları Nature dergisinde yayımlanan araştırma, MS hastalığında insan hücreleriyle bağışıklık sistemi faktörleri arasında bağ bulunduğunu gösterdi. 15 farklı ülkeden, 9 bin 700'ün üzerinde MS hastasının verilerini yaklaşık 17 bin 400 sağlıklı insanın bilgileriyle kıyaslayan araştırmacılar, MS ile ilgili daha önce belirlenen 20 genin yanı sıra 29 yeni gen varyasyonu tespit etti. Bu genler MS hastalığına yakalanma riskinde rol oynuyor. Yeni tespit edilen genler, hücresel bağışıklıkta önemli rol oynayan T-lenfositlerine işaret ediyor. Yeni genlerin büyük bölümü, başka bağışıklık sistemi hastalıklarında da rol oynuyor. Araştırma, MS hastalığında D-vitamini metabolizmasının rol oynadığı tezini de doğruluyor, çünkü bulunan genlerin ikisi bu metabolizmayla ilgili. TRT Haber
  24. Tıp Dünyasında "Elektronik Dövme" Devri Resmi Orjinal boyutunda görmek için tıklayın. Amerikalı araştırmacılar hasta kontrolünde çığır açabilecek yeni bir teknolojinin ayrıntılarını Science dergisinde duyurdu. ''Elektronik dövme'' olarak adlandırılan cihaz, hastaların kalp ve beyin işlevlerini kolayca izlemek amacıyla geliştirildi. Saç telinden bile daha ince olan bir sensör, insan derisine sanki bir dövme gibi yapıştırılıyor. Ve aynen bir dövme gibi, derideki her türlü hareketle uyum içinde kıvrılıp gerilerek, hiç bozulmadan çalışıyor. Kabloya son Araştırma ekibi, hastanelerde halihazırda kullanılan büyük ve taşınması zor cihazların yerini yakın gelecekte elektronik dövmelerin alabileceğini umuyor. Hastaların sağlık durumunun vücudun çeşitli noktalarına bağlanan kablolar ve monitörlerle izlenmesi, bazen örneğin bir ay boyunca gözetim altında tutulan kalp rahatsızlığı vakaları açısından, sabır gerektiren zorlu bir süreç. Bunun yerine hasta kontrolünü deriye yapıştırılan elektronik sensörlerle gerçekleştiren Illinois Üniversitesi araştırma ekibi, deneklerin bacak, kalp ve beyin faaliyetlerini izlediklerini söylüyorlar. Aldıkları sonuçların geleneksel yöntemlerle elde edilen ölçümlerle uyumlu olduğunu söyleyen araştırmacılar, elektronik dövmelerin kuvözdeki bebeklerin kontrolünde özellikle yardımcı olacağını düşünüyor. Illinois Üniversitesi'nden Profesör Todd Coleman, elektronik dövmenin beyin fonksiyonlarının izlenmesinde karşılaşılan önemli bir engeli ortadan kaldırabileceği inancında. Doğallık Beynin doğal ortamda nasıl çalıştığını görmek isteyen araştırmacılar, laboratuvarda kablolar bağlamak suretiyle gerçekleştirilen deneylerden istedikleri sonucu alamıyorlar. İleride elektronik dövme vasıtasıyla bu sorunun aşılabilleceği tahmin ediliyor. Fakat elektronik dövmenin uzun süreli kullanımında karşılaşılan zorluklar var. İnsan derisi kendini sürekli yenilediği için, elektronik sensörlerin de en az iki haftada bir yenilenmesi gerekecek. Derinin üst tabakasındaki hücreler ölüp yerlerine yeni hücreler geçtiği zaman, sensörün ömrü tükenmiş oluyor. TRT Haber
  25. Yasal olmayan şekillerde satılan lensler kör edebilir Gençler arasında kullanımı yaygın olan kontak lensler, yasal olmayan şekillerde satılıyor ve uzmanlar görme bozukluklarına sebep olabileceği konusunda uyarıyor. Kozmetik amaçla kullanılan renkli, desenli lensler moda için tarz için veya kıyafet uyumu için aksesuar olarak tercih ediliyorlar. Lady Gaga, Marilyn Manson gibi ünlülerin tercih etmesiyle popülerliğini artıran bu lensler kişilerin göz rengini ve görünüşünü değiştiriyor. Uzmanların asıl uyardığı konuysa, aksesuar olarak bunları kullanan gençlerin aralarında lenslerini değiş-tokuş etmeye başladıkları ve göz enfeksiyonu gibi hastalıkların bir diğerine bulaşmasının kaçınılmaz olduğu. Kontak lens kullanımı zaten uzun süreli kullanımlar için uygun olmayan bir yöntem, hele hele bir de doğru kullanılmayınca kornea ülseri ve enfeksiyonları gibi ciddi görme bozukluklarına sebep olabilirler. Aşırıya kaçıldığında ise körlüğe varan sonuçlarla karşılaşılabilir. Lenslerin kontrollü bir şekilde sadece yetkili optik merkezlerde ve medikal dükkanlarda satılıyor olması gerektiği fakat durumun hiç de böyle olmadığı bir gerçek. Hatta lenslerin kuaförler, güzellik merkezleri ve market reyonlarında satılması göz ardı ediliyor. Yetkililer lenslerin yasal yollarla temini konusunda uyarıyor ve böyle yapmadıkları takdirde göz hastalıkları yaşayabileceklerini hatırlatıyor. Huffington Post