Can Sengul

SiteYöneticisi
  • İçerik sayısı

    3.187
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    44

İletiler bölümüne Can Sengul kullanıcısının eklediği dosyalar


  1. Amerika'da 50 katlı bir ötelin en üst katından genç bir kız kendini aşağıya atmış o sırada üst katların birinde pencereden dışarı seyreden bir Fransız,kızın yukarıdan geldiğini görünce hemen kollarını açmış ve kızı yakalamış.

    - Hayatım bak ne kadar genç ve güzelsin, neden intihar ediyorsun, bak hayat ne kadar guzel.

    Şimdi seninle bir Fransız lokantasına gideriz, karnımızı doyurduktan sonra bir diskoya gideriz, dans edip içki içeriz ondan sonra da benim odaya gelir sevişiriz diyince kız birden 'Genemi seks' diye bağırıp adamın kollarından kurtulup kendini aşağıya bırakmış.

    Otelin orta katlarında bir İtalyan, kızın geldiğini görünce kollarını açıp yakalamış. O da Fransız gibi,

    - Neden intihar ediyorsun güzelim, şimdi seninle bir İtalyan lokantasına gidip nefis bir spagetti yeriz, sonra da diskoya gidip eğleniriz, oradan çıkıp benim odaya geliriz sana İtalyan erkeklerinin gücünü gösteririm, diyince kız yine 'Genemi seks' diye çığlık atarak onun da kollarından kurtulup kendini asağı atmış.

    Bu sırada otelin 10.katında dışarıyı seyreden Temel, kızın geldiğini görünce kollarını açıp yakalamış.

    - Uyy ne kadar güzel kızsın daa; neden ölmek isteysun? Hacan şimdi bir lokantaya gidip karnımızı doyururuz ondan sonrada biraz eğleniriz, daha sonra gelip seni odana yatırırım, bende kendi odama yatarım,dinleniriz, diyince kız hayretler içinde 'Ya seks' diye sormuş.

    Bu soruyu duyan Temel kollarını yanlara açıp 'Orospiii' diye bağırarak kızı aşağıya bırakmış...


  2. MECNUN ... [/size] Zamanin birinde alim zatlardan biri bir nehir kenarinda namaza durmus..

    Mecnun tam o sirada sözde alim zatin önünden geçmis..

    Adam öfkeyle namazini bozarak:

    'Bre melun görmez misin ki namaza duruyorum, ne diye önümden geçersin?' der.

    Mecnun'un cevabiysa ilginçtir:

    'BEN LEYLANIN ASKIYLA SENIN NAMAZ KILDIGINI GÖRMEZKEN, SEN MEVLANIN ASKIYLA BENI NASIL GÖRDÜN...?'

    Sahte dindarlara ve aski böyle yasayamayanlara ithaf edilir...


  3. Eskiden kadin olmak daha kolaydi.

    Kadinlar sadece evde olur, yemek yapar, cocuk bakarlardi.

    Sadece esinin geliri dusukse kadin calisirdi ve calisan kadina acinirdi.

    Kadin calisiyorsa, evine bakamayacagi dusunulurdu,zaten kadin bekarken calisiyor idiyse bile evlenince evinin kadini olurdu. 90'li yillara gelindiginde kadin sadece evde olmak istemedi, artik calismak ekonomik olarak ozgurlesmek istiyordu.

    1.gif

    Once universite okumaya ,sonra calismaya basladi. Bu kadinin hosuna gitmisti.

    Calisiyor, istedigi gibi harciyor, geziyordu.

    Artik calisan kadin evli olmak degil bekar olup gununu gun etmek istiyordu.

    Yasasin ozgurluk...

    2.gif

    Calisan kadin artik iskolik olmustu, calisiyor ve yuksekliyordu.

    Zirveye ulasmisti. Bircok sirkette once orta kademe, sonra ust

    kademe yonetici kadin oldu.

    Doksanlarin sonuna gelindiginde sirketler yalniz ve iskolik 30lu yaslarinda kadinlarla doluydu..

    Bu calisan kadina yetmedi, citayi biraz daha yukseltti.

    3.gif

    Artik hem evli ve hem de basarili calisan kadin olmaliydi.

    Calisan kadin etrafina bakindi. Basarili, parali koca adaylari gozden gecirildi.

    4.gif

    Adaylardan kel, sisman ve kisa boylu olanlar hemen elendi.

    Ince ruhlu, saraptan anlayan, 14 Subat'ta muthis surprizler

    yapabilen, kimsenin bilmedigi yerlerde basbasa tatillere goturen, yasamayi

    seven ve bol bol espiri yapanlar hemen kapisildi.

    Yurt disindan gelinlikler getirtildi. Otellerde muhtesem dugunler yapilip, Maldivler'e ya da Bali'ye balayina gidildi.

    5.gif

    Balayindan sonra calisan kadin hizla is basi yapti.

    Gunduzleri toplantidan toplantiya kostururken artik aksam yemegini de dusunmeye baslamisti.

    Aksam ne yenmeli, nereye gidilmeli, esinin gomlekleri, pantolanlari utulu mu, kiyafetleri kuru temizlemeciye

    gitti mi geldi mi, marketten alinacaklarin listesini cikar, is cikisi git al, eve gel, aksam yemegini hazirla....

    6.jpg

    Calisan kadin artik mutluydu. Gece yatagi sicacikti.

    Uzulunce derdini paylasan, hastalaninca ona bakan, aglayinca destek

    olacak bir omuza, goz yaslarini silecek sevkatli ellere sahipti. 15 saat

    kosturmak kadina viz geliyordu. Etraf bu sekilde kosusturan, ev ile is

    arasi cift vardiya calisan Kadinla doluydu.

    7.gif

    Zaman geciyordu. Calisan kadin 35 ine yaklasiyordu.

    Biyolojik saati "be bek, be - bek" diye uyari vermeye basladi.

    Evet calisan kadin hemen cigliklar atmaya basladi "Bebek de yaparim kariyer de " diye...

    Calisan kadinlar hemen sosyetik kadin dogumcularin randevularini

    doldurdular.

    Calisan kadinlar ajandalarina ve islerinin temposuna

    uygun zamani secip hemen mikroenjeksiyonla bebek yapmaya basladilar.

    1-2 ay sonra guzel haberler sirayla gelmeye basladi,calisan kadinlar hamileydiler.

    8.jpg

    Calisan kadin hem hamile, hem guzel olmak istedi.

    Hemen diyetisyenlere kosulup, ozel hamile diyetleri alindi, bol bol

    kivi yenmeye baslandi. Eskisi gibi tatli, tursu, borek, erik aserilmiyor,

    karpuz, kivi ve mango isteniyordu gecenin bir yarisi eslerden.

    Calisan kadin cocugunu eski usul buyutmeyecekti. Hemen onlarca

    hamilelik, bebek buyutme kitaplari alindi, bir cok internet

    sitesine uye olundu, Yoga ve anne-baba kurslarina yazilindi.

    9.gif

    Calisan hamile kadin artik gun gun takip ediyordu bebeginin gelisimini.

    Bugun 43. gun, bebegim uzum tanesi gibi... 59. gun, parmaklari olustu... 89.

    gun, bugun ilk defa hickirdi... 210 uncu gunden sonra artik bebegin

    matematik zekasinin artmasi icin Mozart dinletilecek.

    10.gif

    Calisan kadin artik anneydi. 3-4 aylik izinden

    sonra calisan kadin oldurucu diyetlerle zayiflayarak incecik bir sekilde isbasi yapmisti.

    11.gif

    Artik basarili bir yonetici, iyi bir es ve anne olarak 24 saat calisiyordu.

    Bebek buyudukce, sosyallesmesi icin calisan kadin cumartesilerini

    cocuguna ayirdi. Artik tum anneler topluca etkinliklere katilmaya

    basladilar. Yas gunu partileri, tiyatrolar,piyano dersleri, basketbol,

    tenis ve yuzmekurslarinin biri bitiyor, digeri basliyordu.

    12.gif

    Calisan kadina bu da yetmedi. Artik hem calisiyor, hem

    iyi bir es olmaya gayret ediyor ve hem de annelik yapiyordu. Calisan

    kadin citayi birkez daha yukseltti.

    O artik evinde katkisiz, saglikli ekmekler, receller yapmali,

    organik gidalarla, vitamini bol sebze yemekleri hazirlamali,

    cocuguna ve esine ozel gunlerde pastalar yapabilmeli, bu pastalari cok guzel susleyebilmeliydi.

    Butun calisan kadinlar yemek yapma kurslarina kosmaya basladilar.

    13.gif

    Evlerine ekmek yapma makinalari aldilar,

    toplanti aralarinda bir birlerine yemek tarifleri vermeye

    basladilar, "Dun nefis bir cavdarli ekmek yaptim, istersen tarifini

    vereyim" "Ben de hafta sonu harika bir pasta yaptim. Evdekiler bayildi. Bir

    aksam gelin de size de yapayim" Bakalim calisan kadin bundan sonra citasini nereye yukseltecek?

    14.gif

    Gelelim erkege...

    Bu surec icerisinde calisan erkek ise citasini hic yukseltmedi.

    80 lerde, 90 larda ve 2000 lerde hep TV izliyor,bira iciyor ve maca gidiyordu...

    15.gif

  4. ÇOCUK VE RESİM

    ÇOCUĞU TANIMA YÖNTEMİ OLARAK RESİM

    Çocuk Resimleri Bizim için Ne ifade eder?

    1.Resimle Anlatım:Çocuğun çizgileri onun kızgın yada saldırgan olup olmadığını,renkler mutluluk düzeyi hakkında mesaj vericidir.

    2.Yansıtma:Resim çocuğun kişiliğinin aynasıdır.Resimler çocuğun dünyasının kağıda yansımasıdır.

    3.Bilgi verici:Nesneler,insanlar yaşadığı ortamdan seçilir.Şimdiki ilgiler,değerleri,üzüntüleri,ilişkileri eğilimleri hakkında bilgi değeri taşır.

    4.İletişim : Çocukların resimleri çevreyle olan ilişkilerini yansıtırken ilişki kurmalarınıda kolaylaştırır.

    5.Yaratıcılık:Yaratıcılığın temeli ilk çocukluk dönemine dayanır.Çocuğun bedenini keşfetmesiyle başlar,sonra karalamalar ve kelimelerle beslenir.

    Çocuk resimleri çocuğu tanırken zeka ve kişiliği anlamada ,çatışmaları keşfetmede bizim için önemli materyallerdir.

    Tüm gelişim alanlarında olduğu gibi resim gelişimi de zeka düzeyine paralel gider.Yaşa uygun düzeyde performans gösterilmeyen çizimler bir gelişim geriliği olabileceği yönünde mesaj verir.

    GELİŞİM DÜZEYİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNDE RESİM

    Çocuk Resminin Gelişim Aşamaları:

    Çizim,mekan kullanımı ve renk seçimi açısından değerlendirme yapılır.

    Karalama Dönemi (1;6- 4 yaş): İlk dönemlerde kağıt üzerine gelişli güzel bir takım çizgi ve karalamalar çizilir.Zaman içinde karalamalar daha hedefli ve organize olmaya başlar.

    a)kontrollü karamlalar: 2 yaş düzeyinde gözlenir.El-göz koordinasyonunun gelişmesi ile daha belirginleşir.

    B)İsimlendirilen karalamalar:Anlamsız karalamalar isimlendirilmeye başlanır.2-3 yaşlarında karalamalara isim verilmeye başlanır.şekiller bir birinin aynı olsa da çocuk tarafından farkı isimlendirilir. 3yaş dolaylarında baştan bacaklı basit insan resimleri çizilmeye başlanır.

    Renkler bilinçsizce seçilir ve kağıt gelişli güzel kullanılır.

    Şematik Öncesi Dönem(4-7 yaş): 5-6 yaşlarında çocuk kendi duygu ve düşüncelerini anlamaya başlar.Anlaşılan bu düşünce ve duygular resme yansımaya başlar.En sevdiği konu insan figürür.Yakın çevrede kullanılan ve görülen nesnelerde resme girmeye başlar.

    Çocuklar özellikle kişilik ve gelişim özelliklerini gösteren resimleri anlatma ve gösterme eğilimi gösterirler.

    Mekan Özelikleri:Resimler bir sıra izlemeksizin kağıdın üzerinde gelişli güzel yer alır.Çocuk ana renkleri tanımaya başlamıştır.Bilinçli renk seçimleri başlar ancak gerçeğe uygun boya kullanılmaya bilir.

    Şematik Dönem (7-9 yıl):Kavram biçimleri kesinlik kazanmaya başlar.Çizgiler nesneleri sembolize etmek için çizilir.Röntgen resim özellikleri görülür.Objeler gerçek büyüklüğünden çok çocuk için anlam derecesine göre çizilir.

    Çocuk kağıdı üç bölümde kullanır.yer hava gök. Resmi sıralar halinde yapar.

    Renk seçimleri gerçeğe uygun yapılır.

    Gerçekçi Resim (9-12) :Bu dönemde çocuk ,gerçeği resmetmeye başlar.Resimde gölge ışık görülmez.Resimde bütünden çok detaylar üzerinde durulur.Fantezi resimlerine rastlanır.

    9 yaşından itibaren , resimde nesnelerin önde arkada oluşuna dikkat edilir.Resimlerde bir kompozisyon vardır.

    Renkler gerçeğe uygun seçilir.Ancak ışık ,gölge oyunları görülmez.Yakınlık,uzaklık hataları görülmez.

    Görünürde Doğalcılık Dönem ( 12-14 yaş): Çocuk bu dönemde gördüğü objelerin orantılarını,boyutlarını,derinliklerini çizgilerine yansıtır.

    Renk en iyi şekilde kullanılmaya başlanır.Resim yapma isteği gidikce kaybolur.

    PROJEKTİF AMAÇLA RESMİN KULLANIMI

    1.Kişilik Ölçütü : Karen Machover testi

    2.Başkalarıyla olan ilişkileri Anlamak: Grup resimlerinden özellikle çocuğun grup içinde çocuğun kendini algılama ve diğer bireyleri algılama şeklini anlamak için yararlanıla bilir.(bir aile çiz testi)

    3.Grup Değerlerinin Ölçümü:Grup değer yargılarını anlamak için kullanıla bilir.

    4.Tutumlar Anlamak:Kişilere karşı tutumları hakkında bilgi almak.

    ÇİZGİLERİN YORUMU

    Büyüklük:Çok büyük ve çok küçük resimler anlamlı olabilir.

    Büyük Resimler :Sayfanın tamamını kaplayan çok büyük resimler

    Küçük Resimler:Birkaç cm büyüklüğünde ki resimler

    -İç kontrol zayıflığı

    -hiperaktivite

    -Dikkat dağınıklığı

    -Saldırganlık

    -Ürkek

    -Benlik Saygısı düşük

    -İçe dönük

    Abartılı Çizimler: beden kısımlarının abartılarak büyük veya küçük çizilmesi

    Baş

    Zihinsel açıdan kendini yetersiz gören çocuklar

    Ağız

    Konuşma ve dil problemi olan çocuklar

    Bağımlı çocuklar

    Gözler

    Göz bebeği olamadan çizilen resimler görme problemi olan çocuklar

    Güvensiz ve şüpheci

    Ayaklar

    Güven isteği,

    Kaygı

    Burun

    Solunum güçlüğü çeken çocuklar

    Kulaklar

    İşitme problemi

    Kuşkucu,(başkaları tarafından dinlenme )

    Cinsel Organlar

    Saldırganlık

    Dürtü kontrolü zayıf

    Eksik ve Unutulan Çizgiler:Bazı beden kısımlarının çizilmemesi veya belirgin olmaması

    Eller

    Güvensizlik

    Çevreye uyumda güçlük

    Kollar

    Güvensizlik

    Güç ve kuvvet azlığı

    Bacaklar

    Çocuğun kendini desteksiz

    Hareketsiz algılaması

    Ayaklar

    Kendine güvensizlik

    Burun

    Benlik saygısı düşük

    ağız

    İlişki kurmakta zorluk

    PSK.SİNEM ERUSTA


  5. Sosyal Fobi ile Başetme

    ; SOSYAL FOBI (SOSYAL KAYGI)

    Sosyal fobi kavramı ilk defa 1903 yılında fransız psikiyatrist Janet tarafından tanımlanmıştır. Şimdiki modern formuyla ise ilk defa, 1966 yılında ingiliz psikiyatrist ve davranış terapistleri Marks ve Gelder tarafından ; ortaya konmuş, daha sonra üzerinde çalışılmaya devam edilmiştir. 1980 yılında resmi olarak DSM’;ye alınmış, 1990 yılında da uluslararası hastalık sınıflandırmasının düzenlendiği ICD –; 10’;da yerini almıştır. Sosyal fobi son yıllarda araştırmaların yoğunlaştığı bir konu olarak önemini gün geçtikçe arttırmaktadır.

    Sosyal fobi; kişinin sosyal faaliyet ve aktivitelerde bulunma ve katılmaya karşı geliştirdiği kaygı durumu olarak tanımlanabilir. Tek başına korku ve kaygı olmadan yapabildiği faaliyetleri, başkalarının önünde aynı rahatlıkla yapamaması olarak belirtmemiz mümkündür. Bu kaygı durumundan kurtulmak için de; sosyal ortam ve faaliyetlere katılmama, çekinme veya uzak durması ile belirginleşerek ortaya çıkar.

    Bir dereceye kadar sosyal ortamlardan korku normal kabul edilmelidir. Çekingenlik yada utangaçlık da, kişiye ciddi bir yük ve korku getirmiyorsa problem olarak yer almaz. Bunun hastalık olup olmadığına, kişinin yaşadığı engellenmeler ve kısıtlanmalar karar verecektir. Sosyal fobi diyebilmemiz için; kişinin istediği halde, korku ve kaygı oluşturan sosyal faaliyet ve ilişkilere katılamamasıdır.

    Sosyal fobi, tek bir boyutu olmayan, azdan çoğa doğru genişleyebilen bir yelpazede ele alınmalıdır. Karşı cinsten biri ile sohbet ederken ortaya çıkan korku ve kaygı halinden; tanıdık biri ile karşılaşıp konuşma zorunda kalacağını düşünerek sokağa çıkmamaya kadar varabilen genişliğe sahiptir. Ancak bu yelpazenin her iki boyutu da tedavi edilmesi ve düzeltilmesi gereken bir problem olarak görülmelidir.

    Sosyal fobisi olan kişiler kaygı durumuna düşmemek için de farklı kaçınma yollarına müracaat ederler. Bu kaçınma davranışları; korkulan ortama girmeme (sosyal etkinliklere girmeme ve okul fobisi gibi), korkulan ortamı terketme, konuşulanı işitmezden gelme, hastalanma, zıtlaşma, göz temasına girmeme, ilgisiz şeyler düşünme, hayallere dalma, konuyu değiştirme ve alkol kötüye kullanımı olarak özetlenebilir. Böylece kendilerini kaygı oluşturabilecek durumlardan soyutlayarak; küçük düşmemiş, utanç verici bir olay yaşamamış ve benliğinin bütünlüğünü korumuş olur.

    Sosyal fobisi olan kişiler hata yapma, gülünç duruma düşme yada kendilerine yakışmayacaklarını düşündükleri davranışları yapma korkusu içindedir. Sosyal faaliyetlerde arka plana itilmiş olmaktan, dostça olmayan bir şekilde kendilerine davranılmasından, aptalca görünmekten, kontrolü kaybetmekten, panik yaşamaktan, ne söyleyeceğini bilememekten ve bir de bunlara eşlik eden birçok fiziki belirtileri yaşamaktan korkmaktadır. Bu fiziki belirtileri; ellerde terleme ve titreme, yüz kızarması, ses kısılması ve titremesi, kaslarda gerginlik, çarpıntı ve gögüste sıkışma hissi, sıcak ve soğuk basmaları, mide rahatsızlıkları, baş ağrısı olarak sıralayabiliriz.

    Sosyal fobi, kaygı bozuklukları sınıfında yer alan fobik bozuklukların bir alt sınıfıdır. İki farklı düzeyde ortaya çıkabilmektedir. Birincisi; genel sosyal fobik durumdur ki; her türlü sosyal ve toplumsal koşulda ortaya çıkabilmektedir. Genel sosyal fobilerde kaygı oluşturan başlıca durumları şu şekilde sıralayabiliriz:

    ;

    Ø ; ; ; ; ; Başkalarından yardım isteme, yer veya adres sorma

    Ø ; ; ; ; ; Başkaları seyrederken yazı yazma veya imza atma

    Ø ; ; ; ; ; Amirleri, üstleri veya otorite olan kişilerle ilişkiler

    Ø ; ; ; ; ; Samimi olmadığı insanların gözünün içine bakma

    Ø ; ; ; ; ; Parti ve eğlence gibi sosyal faaliyetlere katılım

    Ø ; ; ; ; ; Toplu taşıma araçlarında karşılıklı oturma

    Ø ; ; ; ; ; Birşeylerle uğraşırken seyredilme

    Ø ; ; ; ; ; Başkalarının önünde yiyip içme

    Ø ; ; ; ; ; Sınav veya yarışmalara katılma

    Ø ; ; ; ; ; Toplulukta telefonla konuşma

    Ø ; ; ; ; ; Diğer kişilerle karşılaşmak

    Ø ; ; ; ; ; Topluluk önünde konuşma

    Ø ; ; ; ; ; Genel tuvaletleri kullanma

    Ø ; ; ; ; ; Karşı cins ile olan ilişkiler

    Ø ; ; ; ; ; Yeni birileri ile tanışma

    Ø ; ; ; ; ; İlgi odağı haline gelme

    Ø ; ; ; ; ; Sorulara cevap verme

    Ø ; ; ; ; ; Başkaları ile tartışma

    Ø ; ; ; ; ; Misafir kabul etme

    Ø ; ; ; ; ; Spor faaliyetleri

    Ø ; ; ; ; ; Sesli sunumlar

    Ø ; ; ; ; ; İş görüşmeleri

    Ø ; ; ; ; ; Müzik

    İkincisi ise öznel sosyal fobilerdir ki; sadece belirgin sosyal veya performans koşullarında ortaya çıkabilmektedir. Yukarıda sayılan durumlardan herhangi birisi, bu öznel koşulllardan biri olabilir. Ancak bu öznel durum kişi için önemli bir probleme ve zorluğa işaret etmektedir. Örneğin; karşı cins ile ilişkilerdeki daha önceki başarısızlık ve küçük düşürücü deneyimler, bireyleri sadece bu durumda kaygı durumuna sokabilir.

    Çocuklarda sosyal fobi sıklıkla okul fobisi, sınav korkusu veya başka çocuklar tarafından gülünç bulunma duygusu olarak kendini gösterir. Okul fobisi olan çocuklarla yapılmış çalışmalarda, bu çocukların % 40’;ında sosyal fobiye rastlanmıştır. Sosyal fobi yaşayan çocuklarda, performansının değerlendirme korkusu yüksekse; sınavları yarıda kesebilir ve genelde sınav sonuçları diğerlerine göre daha düşük olabilir. Bu da diğerlerine göre daha kötü okul başarısını beraberinde getirir. Okul başarısızlığı genelde, öğrenmeye katkı sağlayıcı faaliyetler içinde yer alan sözel sunum, sorulara cevap verme veya sınav korkusu ile, otorite durumunda bulunan öğretmen ile olan kaygılı ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Özellikle performansının değerlendirilme kaygısı, öğrencinin kendi davranışlarına yoğun olarak eğilmesine, sosyal ortamda kendini ele verebilecek titreme, kızarma, terleme, ses kısılması gibi yönlerine yoğunlaşmasına yol açtığından, dikkat ve konsantrasyon bozukluklarına, bilgilerini yazıya veya ifadeye dökememesine yol açmaktadır.

    Sosyal fobi, genellikle kendine güven duygusunun azlığı ve eleştirilme korkusu ile ilişkilidir. Sosyal fobili olan kişiler sıklıkla kendilerini ağır eleştirmekte, başkalarının kendilerindeki eksiklikleri ve gerçek hatalı yönleri görmelerinden korkmaktadır. Kendilerini beğenmeyen ve kabul edemeyen kişiler, bu eksiklik ve hataları nedeniyle sosyal olarak itilme ve dışlanma korkusu yaşamaktadır. Yoğun olarak kendileri ve kendi eksik buldukları yönleri ile ilgilenen bu kişiler, toplumdaki diğer bireylerin de aynı şekilde hareket ettiklerini, kendilerinde kusur ve eksiklik aradıklarını varsayarlar. Bu yoğun kendine dönüş, aslında kendilerinde varolan güçlü yönlerin farkedilmemesine, gerçek performanslarını sergileyememelerine yol açmaktadır.

    Sosyal fobi problemi olan kişilerin, sıklıkla başkaca psikolojik problemleri de bulunmaktadır. Sosyal fobi ile devam eden en sık problemler; panik atak, fobik rahatsızlıkların farklı şekilleri (agorafobi gibi), yaygın anksiyete bozukluğu, depresif ve somatik şikayetler, ; alkol ve ilaç kötüye kullanımı ile uyuşturucu sayılabilir. Depresyon sosyal fobiye eşlik eden veya bir sonucu olarak ortaya çıkan, çeşitli araştırmalara göre % 14 –; 50 oranında görülen bozukluktur. Depresyon, sosyal fobinin oluşturduğu mesleki ve özel hayata ilişkin ; memnuniyetsizlik ile sosyal engellenmelerin sonucu olarak kendini geliştirir. Relatif yüksek oranda intihar düşünceleri ve denemeleri (% 15) sosyal fobiye eşlik eder.

    Alkoliklerle yapılan çalışmalarda, sosyal fobili bireylerin 9 kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Yine sosyal fobili bireylerde alkol kullanımı, diğerlerine göre 2,5 kat daha fazla olarak bulunmuştur. Bunların dışında sosyal fobili bireylerde; yalnız yaşama eğilimi yüksek, eğitim seviyeleri düşük, ekonomik açıdan başkalarına daha bağımlı, istikrarsız bir hayat çizgisi, sosyal açıdan yalıtılmışlık, cinsel problemler normale göre yüksektir.

    Sosyal fobi, agorafobiden sonra korku bozuklukları içinde 2. sırada yer alır. Sosyal fobinin görülme sıklığına ilişkin farklı araştırmalara dayalı farklı sonuçlar olmasına rağmen, genelde kabul gören Amerikan ve batılı toplumlarda % 2,3, ülkemizde ise ruh sağlığı araştırması sonuçlarına göre erkeklerde % 1,1 kadınlarda ise % 2,3 oranındadır. Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha fazla görülmesine rağmen, kliniklere veya tedaviye başvurular erkeklerde daha fazladır. Bunda toplumda cinsiyetlere yüklenmiş farklı rol ve davranış kalıplarının önemli olduğunu söylemek mümkündür.

    Sosyal fobinin başlama yaşı oldukça erkendir. Geçici sosyal korkulara çocukluk ve gençlik yıllarında sık rastlanır. Sosyal fobi, diğer anksiyete ve korku bozukluklarına göre daha yavaş gelişir. İlk belirtisi genellikle belirgin bir utangaçlık ile çekinikliktir. Sosyal fobiler büyük oranda 15 ile 20 yaş arasında, genellikle öncesinde de panik bozukluk ve agorafobi belirtileri ile başlar. Genelleştirilmiş bir yaklaşımla sosyal fobinin başlama yaşı 13 olarak kabul edilebilir. Hastaların % 40’;ında başlangıç yaşı 10 yaşından önce iken, yaklaşık % 95’;i 20 yaşından önce başlamaktadır.

    Daha küçük yaşlarda önemsenmeyen ve özellikle toplumumuzda terbiyeli, utangaç kabul edilme eğiliminde olan bu kişilerde, kliniklere ve tedaviye ergenlik döneminde daha yoğun başvurulmaktadır. Özellikle ergenlik dönemi sosyal fobiklerde daha yoğun ve kaygılı olarak yaşanmakta, ergenliğin getirdiği problemlere, sosyal fobiye özgü problemler de eklenmektedir. Farklı problemler veya bozukluklarla kliniklere yapılan başvurular sonucunda da, sosyal fobiler tespit edilebilmekte, klinik veya tedaviye geliş nedeni depresyon, agorafobi veya anksiyete bozuklukları olabilmektedir.

    Sosyal fobi oluşumuna ilişkin farklı görüşler bulunmakla beraber, nedenlerini fizyolojik ve psikososyal olarak ikiye ayırabilmek mümkündür. Araştırmalarda, aileleri sosyal fobi özellikleri gösteren bireylerde hastalığın görülme oranı, diğerlerine göre 3 kat daha fazladır. Ayrıca sinir sisteminde bulunan dopamin ve serotonin gibi nöral ileticilerin seviyelerinin de normale göre farklı düzeylerde olduğu görülmüştür.

    Sosyal fobiyi oluşturan faktörlerden psikososyal nedenler; çocuğun doğumundan itibaren öncelikle içinde yaşadığı aile, daha sonra da akraba ve aile çevresi ile okul ve arkadaş çevresi olarak sıralanabilir. Aile çocuğun temel eğitimini aldığı, kişilik özelliklerinin şekillendirildiği, zihinsel yeti ve becerilerin oluşturulduğu, duygusal yaşantıların ve tepkilerin geliştirildiği bir ortamdır. Aile çocuk için; karşılıklı güven ve sevgi alışverişine dayalı iletişim ortamı, özgüven ve özerkliğin sağlanması, zihinsel ve duygusal gelişimine yardımcı olabilecek şartların verildiği bir ortam oluşturmalıdır. Korumacı değil, geliştirici; cezalandırıcı değil destekleyici, bağımlı değil özgüveni sağlayıcı yaklaşım benimsenmelidir. Ailenin dışında, diğer çevresel koşullar da bu yapıyı destekleyecek biçimde şekillenmelidir. Böyle bir ortam çocuğun psikolojik olarak sağlıklı yetişmesine imkan verecektir. Psikolojik olarak sağlıklı yetişen bir birey; kendi olumlu ve olumsuz yönlerini tanıyan, bir birey olarak değerli olduğunun farkına varan, yaşam için gerekli özgüveni oluşturabilmiş, toplumda sağlıklı ilişkiler kurup, bunları geliştirebilen bir kişidir. Bu kişilerde de sosyal fobi oluşma riski, diğer psikolojik rahatsızlıklarda olduğu, gibi son derece azdır.

    Tersi durumlarda, çocuklar tanıdık olmadıkları ortamlarda aşırı ürkek, sessiz, hareketsiz, utangaç bir tavır sergileyebilirler. Bazen de böyle bir durumda ağlama, anne-babaya yapışırcasına sarılma, onlara dokunma, yanlarından ayrılamama, huysuzca davranışlar içine girebilirler. Toplulukla oynanan oyunlara katılmaz, uzaktan bakmakla yetinir hatta bir köşeye sinip, kendilerini gizleyerek olanları izlerler. Oyunlara katılsalar bile diğerlerinin sözleri doğrultusunda ve önemli roller almadan hareket eder , oyun kuruculuk yapamazlar. Oynanan oyunlarda geri planda kalırlar. Okula gitmek istemeyip, türlü yakınmalarla evde kalmak isterler. İlerideki hayatlarında da benzer davranış kalıplarını sergilemeye devam edeceklerdir.

    ;

    Sosyal fobili yetişkin bireylerde yapılan araştırmalar sonucunda aşağıdaki özelliklerin daha çok görüldüğü belirlenmiştir:

    Sosyal fobili bireylerin aileleri, çocuklarının diğer ailelerle olan iletişimlerini daha az desteklemişler, yeni sosyal deneyimlerden alıkoymuşlar, kendi çocuklarına göre diğerlerinin düşüncelerine daha fazla değer vermişler ve evde katı disiplin kuralları uygulamışlardır.

    Sosyal fobikler normal bireylere göre, herşeyi daha olumsuz değerlendirme eğilimindedir.

    Negatif sosyal durumları daha çok kendi içsel değerleri ile değerlendirirken (beceriksizlik, zayıflık, vs.), pozitif durumları daha çok dış faktörlere (şans, kader, diğerlerinin olumlu tutumu, vs.) bağlama eğilimindedir.

    Sosyal fobikler kendileri ile ilgili anormal olumsuz değerlendirmeler yapmakla kalmaz, diğerlerinden de böyle negatif değerlendirmeler bekleme eğilimindedir.

    Bu negatif değerlendirmeler sosyal fobiklerde başkalarının bu kişilere verdikleri tepkilerinden değil, kendi önyargı ve yanlış değerlendirmelerinden gelir.

    Sosyal fobikler sosyal faaliyetlerde, artmış bir fiziksel gerginlik ve diğerlerinin de görebileceği şekilde buna uygun fiziksel belirtiler (terleme, titreme, kızarma, vs.) gösterirler.

    Sosyal fobikler kendilerinin fiziksel belirtilerinin, diğerleri tarafından abartılmış bir şekilde algılandığını düşünmektedir. Örneğin, elleri titreyen biri, bunu herkesin gördüğünü ve sürekli titreyen ellerine baktıklarını düşünmektedir.

    Sosyal fobikler mükemmeliyetçi bir anlayış sergilemekte, hata olmaması prensibini savunmaktadırlar.

    ;

    Sosyal fobi tedaviye oldukça iyi cevap veren ve ayrıntılı tanımlanmış bir rahatsızlıktır. Tedavi sürecinde ilaç ve psikososyal tedavi yaklaşımları tek tek veya birlikte kullanılabilir. Tek başına ilaç tedavisi ile kesin sonuç alınması daha güç olabilmekte, 6 ay ve daha uzun süreli ilaç kullanımları sonucunda dahi, ilacın kesilmesinden sonra hastalık tekrar başgösterebilmektedir. Bu nedenle sosyal fobilerin tedavisinde, ilaç ve psikolojik tedavilerin birlikte uygulanması önerilmektedir.

    İlaç tedavisinde en çok SSRI grubu antidepresan ilaçlar tercih edilmekte olup, yan etkilerinin azlığı ve uzun süreli kullanımlara müsait olmaları nedeniyle avantajlıdırlar. Doktor kontrolünde kullanıldığında bağımlılık yapmayan bu ilaçlar, en az 6 ay kullanılmalı ve tedaviye alınan cevaba göre kullanım süresi tedaviyi yürüten uzman doktor tarafından belirlenmelidir.

    Psikolojik tedavi yaklaşımında; ağırlıklı olarak bilişsel –; davranışsal psikoterapiler, sosyal beceri eğitimleri, gevşeme egzersizleri, bireysel ve sosyal etkinlik tedavileri ile grup terapileri uygulanabilmektedir. Psikolojik tedavilerle bireyler, yanlış düşünce ve davranış kalıplarını tanıyabilmekte, önyargıları ile kendilerine yönelik olumsuz tutumlarını değiştirerek, daha gerçekçi beklenti ve davranış kalıpları oluşturabilmekte, başaçıkma stratejileri geliştirebilmekte, eksik olan sosyal becerileri kazanmakta ve iletişim güçlerini arttırmaktadır.

    Uzm. Psikolog Ahmet V. Türker


  6. VERIMLI DERS ÇALISMA YÖNTEMLERİ

    Ögrenmeye karsi istekli ve ögrenme için gerekli yeteneklere sahip olma, ögrenmede basariyi etkileyen en önemli etmenlerdir. Ancak, bazi yetenekli ögrencilerin yeterince çaba gösterdikleri halde bekledikleri verimi alamamaktan yakindiklari görülmektedir. Bu durum genellikle çalisma yöntemlerini kazanamamis olmaktan ileri gelmektedir. Verimli ders çalisma ve etkin ögrenmenin en temel kosulu bu konuda istekli ve kararli olmaktadir. Isteklilik ve kararlilik, çalisma davranislarinizi olumlu olarak etkileyerek verimli ders çalismanizi ve etkin ögrenmenizi saglayacaktir. Ikinci olarak yapmaniz gereken, kendi kosullariniza göre bir çalisma sistematigi gelistirmek ve sistematik içerisinde olumlu ders çalima aliskanliklari kazanmaktir. Her bireyin kisilik yapisi, algilama özellikleri farkli oldugundan, gelistireceginiz bu sistematigin kendinize uygun olmasina özen göstermelisiniz.
    Insan, hangi limana gidecegini bilemezse hiçbir rüzgar onun için yararli olmaz.

    Basariya giden yolda ilk adim, kendinize açik seçik bir amaç (hedef) belirlemek.

    Çabanin ve zamanin en ekonomik biçimde kullanilmasinin ön sarti çalisma saatlerinin bir programa baglanmasidir. Bir ögrenci okulda geçen saatlerinin disinda kalan saatleri ayirmalidir. Çalisma, eglenme ve dinlenme zamanlarini düzenli bir programa baglayamayan bir ögrenci, zamanin çogunu arkadaslariyla gezip tozarak, surada burada oyalanarak geçirme egilimi gösterebilir. Düzenli bir çalisma programi yapmak belli saatlerde bile islerin yapilmasi aliskanliginin kazanilmasini saglar. Çalisma zamaninin günün belli saatlerinde olmasi kisiyi çalisma için hazirlik yapmaya sevk eder. Örnegin her gün saat 15:00 - 18:00 arasini çalismayi ayirmis ve bunu bir süre düzenli bir biçimde uygulamis olan bir kimsede artik saat 15:00 ile ders çalisma eylemi arasinda bir çagrisim bagi kurulmus olacaktir ve hergün saat 15:00 ona çalisma saatini hatirlatacaktir. Hatta bu aliskanlik daha da yerlesirse kisi saat 15:00 olunca ders çalismak için bir iç gerilim duyacak. Bunu yapmazsa rahatsiz olabilecektir.

    Verimli Ders Programi Nasil Hazirlanir ?

    Zamanini verimli kullanmak isteyen ögrenciler, öncelikle TV seyretmek, arkadaslariyla bulusmak kendine zaman ayirmak gibi ugraslarla ders çalismak arasinda seçim yapmak durumundadirlar. Bu seçimi yaparken dikkat edilmesi gereken önemli nokta, bunlardan hangisinin öncelikli oldugunun bireyce saptanmis olmasidir. Ders çalisma programi yapmadan önce, zamaninizi nasil kullandiginizi çok iyi bilmelisiniz. Burun için, bir not defteri edinmeli ve bu deftere, uyanma ile ögle yemegi arasi, ögle yemegi ile aksam yemegi arasi, aksam yemegi sonrasi ile uyku arasi neler yaptiginizi not etmelisiniz. Ancak bu saptamalariniz isiginda, kendinize uygun bir ders çalisma programi hazirlayabilirsiniz.

    Bir ders çalisma programi hazirlarken, sunlara dikkat etmelisiniz:

    * Aylari gösteren takvim edinmelisiniz.
    * Ders çalismaya ayirmayacaginiz günleri (tatil, bayram vs.) isaretlemelisiniz.
    * Kendinizi bir hafta gözlemlemeli, en çok hangi zamanlarda verimli ders çalistiginizi saptamalisiniz.

    Günlük program yaparken su noktalara öncelikle yer vermelisiniz:

    * Uykudan uyanis saati
    * Kahvaltinin bitis saati
    * Okul ya da dershaneye gidis gelis saatleri
    * Yolda geçen süre
    * Yemek için verilen aralar
    * Çalisma için ayirdiginiz süreler (baslama ve bitis saatleri)
    * Dinlenme, eglenme, TV seyretme gibi ugraslar için saptanan zamanlar
    * Tekrarlar için ayrilan zamanlar
    * Ev ödevlerine ayrilan zaman
    * Uykuda geçen süre

    Planli Çalisma: Hangi dersi ne kadar ve ne zaman çalisabileceginizi, zamani en verimli sekilde nasil kullanacaginiz belirlemektir.

    En kullanisli çalisma plani, haftalik çalisma planidir. Bu plani yaparken dikkat etmeniz gereken en önemli unsur, ders çalismanizi engelleyecek etkenlerin en az oldugu saatleri saptamaktir.

    * Ögrencinin kendi kisiligine en uygun çalisma yeri ve saati seçilmelidir.
    * Her ders için yapilmasi gereken ders yükü hesaplanmali, en az "iyi" puan almak için ne kadar çalisilmasi gerektigi tahmin edilmelidir.
    * Öncelikle en zor gelen dersten çalismaya baslanmali, bu ders için hergün belli bir çalisma süresi ayrilmalidir. Baslangiçta zor gelen ders için en fazla süre ayrilmali; derse karsi yeterli istek olusturulmalidir.
    * Ders çalismak için belirli bir yer ayrilmali ve bu yer çalismanin disinda, baska hiçbir is için kullanilmamalidir. Eger bu yerin baska isler için de kullanilma zorunlulugu varsa bazi ufak degisiklikler yapilabilir. Örnegin; yemek masasinda çalisacaksa yemek yeme ve çalisma esnasinda masaya farkli örtüler serilebilir.
    * Çalisma yeri, ders çalismaya uygun olmalidir. Örnegin: yatakta çalismak yerine masa basi, kütüphane tercih edilir.
    * Ders çalisma miktari konusunda kurallari belirlemek gerekir. Bu kurallar çalisilacak malzemeye ya da zamana göre ayarlanmalidir. Örnegin "matematikten 10 yeni testi defterime çözmeden masadan kalkmayacagim. "veya "hergün 2 saat matematik çalisacagim..." gibi.
    * Ögrenci kisildigi zaman çalisma yerinden ayrilmalidir. Ama kendinize ayrilmadan önce küçük bir bölüm daha bitirmek ya da bir iki dakika daha masada kalmak sartini koymalisiniz. Örnegin: 5 dakika daha çalisip veya iki test daha çözüp su içmeye gidecegim... gibi.
    * Çalisma ortami dikkat dagitici ögelerden arindirilmali ve çalisma için gerekli malzemeler hazir bulundurulmalidir. Örnegin: Cografya çalisirken atlas ne kadar gerekli ise; ayni anda masada spor mecmuasinin bulunmasi da o derece dikkati derse vermeyi güçlestirebilir.
    * Çalisma süresi yavas yavas artirilmalidir. Dikkati 10 dakikada dagilan ve halay kurmaya baslayan bir ögrenciden bir saat masadan kalkmamasini beklemek gereksiz bir zorlama olacaktir.
    * Çalisma ve basarma hedefleri baslangiçta ulasilabilinecek düzeyde tutulmalidir. Ögrenci kapasitesinin üzerinde çalisma yükünün altina girerse, sikilip programdan vazgeçebilir. Uyarici kontrolü gelistirmek zaman alan bir olaydir. Mantikli bir planlama veya planda bazi degisiklikler yaparak programi sürdürmek, tamamen birakmaktan daha iyidir.

    UNUTMA !

    Önceden ne kadar çalisacagini belirlemezsen çalisma sonunda çok az sey hatirlarsin ....

    Çalisma zamani gibi çalisma yerinin de belli olmasi, verimli çalisma için gerekil kosullardan biridir. Çalisma yerinin sade dösenmis iyi isilmis sessiz bir yer olmasi iyi olur. Ne var ki, birçok ile bugün ancak tek bir odayi isitabildigi için ayri bir çalisma odasina sahip olma imkani pek az ögrenciye nasip olan bir lükstür. Bu durumda ögrenci oturma odasinin belli bir kösesini çalismak için ayirabilirse çok iyi olur. Bu çalisma yerinde ders kitaplari, sözlük, atlas, ansiklopedi gibi yardimci kaynaklar, cetvel, gönye gibi ders araçlari elini attigi yerde bulabilecegi sekilde yerlestirilebilir. Böyle düzenlenmesi çalisma ortama ile ders çalisma davranisi arasinda bir çagrisim bagi kurulabilir ve her zaman ders çalistigi yere oturan kisi ders çalisma davranisi arasinda bir çagrisim bagi kurulabilir ve her zaman ders çalistigi yere oturan kisi ders çalisma geregini duyabilir. Yatarak divanda uzanarak çalismayi gerektiren islerin yürütülecegi yerler degildir. Ancak roman ya da gazete okumak, siir ya da yabanci dilde sözlük listesi ögrenmek gibi etkinlikler kisa zaman araliklarla ve gürültülü ortamlarda beklerken yapilabilecek islerdir. Bu gibi zaman araliklarinin bos geçirilmeyip daha az bir zihinsel çalismayi gerektiren okumalarla ve ögrenilenlerin tekrarlanmasi ile degerlendirilmesi yararli olur.

    DAHA ETKILI DERS ÇALISMAK IÇIN YAPILABILECEK DÜZENLEMELER

    * Mümkün ise hergün ayni masada ders çalismaya baslayin.
    * Ders çalisilan yerde dersten baska hiçbir sey yapmayin.
    * Masayi soba veya kaloriferden uzak, fazla sicak olmayan bir yere kurun.
    * Derse baslamadan önce çalisilan odayi havalandirin.
    * Derse çalismadan önce fazla karbonhidratli yiyecekler (Ekmek, makarna, kek... gibi) yemeyin.
    * Mümkün oldugunca gürültüsüz bir yerde çalisin.
    * Çalisilan yer ne rahat ve ne da çok rahatsiz edici bir yer olmamalidir (Sandalye fazla yumusak veya fazla sert olmalidir).
    * Ders araçlari ihtiyaç duyuldugunda hemen alinabilecek bir yerde olmalidir.
    * Masanin üstünde sadece çalisirken gerekli seyleri bulundurun. Diger seyleri mutlaka kaldirin.
    * Daha önceki islediginiz, konulari, mutlaka çalisma programi dahilinde zihninizde canli tutmalisiniz. Konular belli bir sistem içerisinde çalisilmalidir.

    ÇALISMA SÜRESI

    Bir ögrencinin bastan sona kadar dikkatli ve etkinligini koruyarak sürdürebilecegi uzunluktaki süre o ögrenci için en uygun çalisma süresidir. Sürenin çok olmasi verimliligin azalmasina neden olur. Bunun yerine, böyle uzun çalisma süresinin bir kismi baka bir etkinlige ayrilarak daha verimli bir sekilde kullanilabilir.
    Aralarinda uzun dinlenme süreleri bulunan kisa süreli çalismalar ise, uzun dinlenme sirasinda kazanilmis bir çok bilgi ve becerinin unutulmasi ve meydana gelene bu kayip yüzünden konuya isinmak zorlastigindan etkili ve verimli bir çalisma yöntemi degildir.
    Bundan baska, çalisma ve dinlenme sürelerinin orani, ögrenilecek parçanin türüne göre degisir. Içerigi bakimindan kavranmaya, dikkatli bir çözümleme ve yeniden bütünlestirmeye gerek gösteren konularda çalisma süresinin uzun olmasi gerekir. Olgulari ve onlarin arasindaki yasa ve ilkeleri kavramayi gerektiren konulari ögrenmek için dikkatin uzun süre belli bir noktada yogunlastirilmasi sarttir. Örnegin tarih, cografya, biyoloji gibi dersler, birbirlerinden kopuk olaylar ve olgular siralanmis olarak ele alinirsa konularin, ayrintilara önem verilen ve ardindan dinlenme sürelerinin oldugu çalisma olacaktir.
    Olaylarin nedenlerinin arastirilmasi, olgularin arkasindaki ilke ve yasalarin anlasilmasi, geçmise bakarak gelecege iliskin tahminler yapilabilmesi çok daha derin inceleme ve düsünmeyi gerektirir. Örnegin, tarih dersinde Osmanli Devleti'nin duraklama dönemindeki siyasal olaylarin kronolojik sira ile ögrenilmesi isteniyorsa kisa süreli alistirmalar olumlu sonuç verir. Ama duraklamanin siyasal ve ekonomik nedenleri, duraklama döneminde ülkenin siyasal ve ekonomik durumu ve bunun daha sonraki dönemlere etkilerinin arastirilmasi ve ögrenilmesi daha uzun süreli bir çalismayi gerektirir.
    Çalisma ve dinlenme sürelerinin uzunlugu yasa ve konuya bagli olmakla birlikte ara vererek çalismanin her zaman tek parça ve daha yogun çalismadan daha iyi sonuç verdigini söyleyebiliriz. Uzun ve tek parça çalisma sürelerinde ilgi azalir ve yorgunluga neden olmaktadir (Kisa ve bitirilmis is, uzun isten daha çok kisiyi güdüler. Ayrica, dinlenme süresinde zihin ögrenilen konuya mesgul olmaya devam eder. Bu da dogru tepkilerin yerlesmesine, buna karsilik yanlis tepkilerin unutulmasina yardim eder. Bu bakimdan zaman zaman ara vererek çalisma, yogun çalismadan daha etkili bir ögrenmeye olanak verir.
    Ders çalisma planinizi dengeli yapiniz, belli derslere agirlik vererek digerlerini ihmal etmeyiniz.

    Ders çalisma programinizi üç asamada hazirlayiniz.

    1. Asama: Her dersten çalismaniz gereken konulari saptayiniz.
    2. Asama: Çalismaniz gereken dersleri ve konulari haftanin günlerine bölerek yerlestiriniz.
    3. Asama: Okuldan gelis zamani ile uykuya yatis saati arasinda kalan çalisma sürenizi hesaplayiniz.
    * Ayni türden dersleri pespese çalismayiniz.
    * Günlük çalisma sürenizi 4-5 saat olarak belirleyip, bunu ihtiyaca göre azaltir ya da artirabilirsiniz.
    * Planinizda derslere vereceginiz çalisma sürelerinin dersin özelligine ve dersteki basari durumuna göre ayarlayiniz.
    VERIMLI DERS ÇALISMA YÖNTEMLERI Ögrenmeye karsi istekli ve ögrenme için gerekli yeteneklere sahip olma, ögre nmede basariyi etkileyen en önemli etmenlerdir. Ancak, bazi yetenekli ögrencilerin yeterince çaba gösterdikleri halde bekledikleri verimi alamamaktan yakindiklari görülmektedir. Bu durum genellikle çalisma yöntemlerini kazanamamis olmaktan ileri gelmektedir. Verimli ders çalisma ve etkin ögrenmenin en temel kosulu bu konuda istekli ve kararli olmaktadir. Isteklilik ve kararlilik, çalisma davranislarinizi olumlu olarak etkileyerek verimli ders çalismanizi ve etkin ögrenmenizi saglayacaktir. Ikinci olarak yapmaniz gereken, kendi kosullariniza göre bir çalisma sistematigi gelistirmek ve sistematik içerisinde olumlu ders çalima aliskanliklari kbir kimsede artik saat 15:00 ile ders çalisma eylemi arasinda bir çagrisim bagi kurulmus olacaktir ve hergün saat 15:00 ona çalisma saatini hatirlatacaktir. Hatta bu aliskanlik daha da yerlesirse kisi saat 15:00 olunca ders çalismak için bi r iç gerilim duyacak. Bunu yapmazsa rahatsiz olabilecek tir.Verimli Ders Programi Nasil Hazirlanir ?Zamanini verimli kullanmak isteyen ögrenciler, öncelikle TV seyretmek, arkadaslariyla bulusmak kendine zaman ayirmak gibi ugraslarla ders çalismak arasinda seçim yapmak durumundadirlar. Bu seçimi yaparken dikkat edilmesi gereken önemli nokta, bunlardan hangisinin öncelikli oldugunun bireyce saptanmis olmasidir. Ders çalisma programi yapmadan önce, zamaninizi nasil kullandiginizi çok iyi bilmelisiniz. Burun için, bir not defteri edinmeli ve bu deftere, uyanma ile ögle yemegi arasi, ögle yemegi ile aksam yemegi arasi, aksam yemegi sonrasi ile uyku arasi neler yaptiginizi not etmelisiniz. Ancak bu saptamalariniz isiginda, kendinize uygun bir ders çalisma programi hazirlayabilirsiniz. Bir ders çalisma programi hazirlarken, sunlara dikkat etmelisiniz:* Aylari gösteren takvim edinmelisiniz.
    * Ders çalismaya ayirmayacaginiz günleri (tatil, bayram vs.) isaretlemelisiniz.
    * Kendinizi bir hafta gözlemlemeli, en çok hangi zamanlarda verimli ders çalistiginizi saptamalisiniz. Günlük program yaparken su noktalara öncelikle yer vermelisiniz:* Uykudan uyanis saati
    * Kahvaltinin bitis saati
    * Okul ya da dershaneye gidis gelis saatleri
    * Yolda geçen süre
    * Yemek için verilen aralar
    * Çalciler bu bölümleri hemen yakalar ve degerlendirir. Not tutmak, derse aktif katlimi ve dikkat arttirmayi saglar. Konuyu dinlerken tutulan notlar, konularin akilda kalmasini kolaylastirir. Derste tuttugunuz notlari sonradan temize de çekebilirsiniz. Böylece konulari yeniden yorumlayabilir, ayrintilar üzerinde çalisabilirsiniz. Bu çalismayi hemen dersi izleyen günlerde yaparsaniz ögrenilenler akilda daha iyi kalir.
    Kisaca; Okumanin % 20'si
    Okuyup, sonradan dinlemenin % 40'
    Okuyup, dinledikten sonra yazilan % 60'i bellikte kalir.
    Unutmaya karsi en iyi ilaç:
    Tekrar............. Tekrar................ Yine Tekrar!

    Düzenli tekrar yapmayan ögrenci, daha önce ögrendigi bilgiler çok az hatirlayacagi için, bilgiler arasindaki baglantiyi kurmakta zorlanir ve verimi düser. Bu da zaman ve emek kaybidir. Kisir döngüye ve umutsuzluga yol açar.
    Düzenli tekrar tekniklerinin uygulanmasiyla, daha çok seyi hatirlamak mümkündür.
    Sistemli bir tekrar programi sizlere, su çok önemli 3 seyi kazandirir.
    1 Ögrenme
    2 Düsünme
    3 Hatirlama
    Ama dikkat!
    Insan ögrendiklerini çok çabuk unutur.

    % 100 ögrendigimiz bir seyin (ki bu mümkün degil) 20 dakika içerisinde yarisini, 60 dakika içerisinde % 70'ini gün sonunda da % 80'ini unuturuz. Ama unutma hiçbir zaman O düzeyine inmez.
    Unutmayi engellemek için çalisma aralarinda zihinsel tekrar yapma, düzenli not tutma ve tekrar amaçli özetler çikarma, aksam yatmadan önce yaptiginiz kisa tekrarlar ögrendiginiz bilgilerin kaliciligini attiracaktir.

    En çok neleri unuturuz ?

    * Adlar,
    * Rakamlar ve tarihler,
    * Istenmeyen seyler,
    * Zor ögrenilmis, tam olarak kavranmamis konular,
    * Inançlarimiza ve ön yargilarimiza ters düsen (garip) gerçekler,
    * Kisa sürede ve zorla ögrenmek zorunda kaldiklarimiz,
    * Basarisizliklarimiz,
    * Ögrenmeye çalismadan rastgele edindigimiz bilgiler,
    * Ögrendikten sonra üzerinde yeterince düsünmedigimiz konular,
    * Yorgun, hasta, isteksiz ve sikintili anlarimizda ögrenmeye çalistigimiz bilgiler,
    * Uzunca bir sürede çalisarak, ara vermeden ögrenilenler,
    * Anlayamadigimiz, bize "anlamsiz" gelen seyler

    UNUTMA
    Basarmak için unutmayi unutmalisiniz !
    Verimli Çalismayi Engelleyen Tuzaklar.
    (Lütfen azaltmaya çalisin!)

    * Gözlerini yapamadiklariniza çevirmek
    * Müzik esliginde çalismak
    * Zorlanilan derslerin dislanmasi,
    * Asiri kaygi (güvensizlik)
    * Yatarak (uzanarak) çalismak,
    * Çalisma aninda hayallere dalmak,
    * Çalisma aninda hayallere dalmak,
    * Uzayip giden telefon konusmalari yapmak,
    * Motivasyon noksanligi, Isteksizlik.
    * Günlük ayrintilara bogulmak,
    * Çalismayi tamamlamadan birakmak,
    * Amaçlarin özellikelrin belirlenmesi,
    * Arkadaslara "hayir! Diyememek,
    * Televizyona takilip kalmak,
    * Dersler, konular hakkinda yetersiz bilgi sahibi olmak,
    * Düzenli tekrarlar yapmamak
    * Plansiz programsiz çalismak,
    * Kendinizi baskalariyla kiyaslamak,
    * Zamani denetleyememek,
    * Çevrenizin sizden beklentilerinin yüksek olmasi,
    * Sinav bilgi ve tekniklerini yeterince bilmemek,
    * Çalisma aninda uygun dinlenme araliklarini vermemek,
    * Yanlislardan ders almamak, noksanlari gidermemek,
    * Çözümlenemeyen ailevi veya kisisel sorunlar içinde bogulmak,
    * Fazla dis açik olmak,



    UNUTMA!
    Bosa geçen zaman geleceginizdir.



    Psikolojik Danışman SEDAT KAVAL
    Konunun Eklenme Tarihi : 30.04.2006 09:48:09

  7. ANKSİYETE NEDİR?

    Anksiyete, ;;genelde ;;her insan tarafından yaşanan bir duygudur.

    Amaç:,yaşamın sürdürülmesi ve uyum davranışının gelişimini sağlamaktır. Ancak bir yere kadar sağlıklı olan bu duygunun yaşanması, bir noktadan sonra kişinin yaşamını ve diğer insanlarla olan ilişkilerini olumsuz olarak etkilemeye başlar. Bunaltı duygusu, olaylara içerdikleri tehlikelerle orantısız, uygunsuz ve abartılmış yanıtlar verilmesine neden olur.

    Bunaltı yani anksiyete, çeşitli bedensel ve ruhsal belirtilerle kendini gösterir. Başlıca ;; belirtiler arasında çarpıntı, kalp hızında artma, tansiyon yükselmesi veya düşmesi, yüz kızarması, nefes darlığı, yorgunluk hissi ve çabuk yorulma, titreme, karın ağrısı, bulantı-kusma, ağız kuruluğu, sık idrara çıkma, terleme ve ateş basması sayılabilir. Sıklıkla gözlenen ruhsal belirtiler ise, kontrolünü yitirme, aklını yitirme ve ölüm korkusudur. Tüm bu belirtiler, kişide endişe, dehşet, tedirginlik, gerginlik, sinirlilik ve çaresizlik gibi duyguların yaşanmasına neden olur.

    Bunaltı, kalıtımsal, biyokimyasal, çevresel, kişisel etmenlerle ortaya çıkabildiği gibi,

    çeşitli hastalıklar ve kullanılan bazı ilaçlara bağlı olarak da oluşabilir.

    Bunaltı en sık gözlenen ruhsal belirtilerdendir. Fobiler, panik bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk gibi çeşitli tipleri mevcuttur. Bunların arasında en sık karşılaşılanı fobiler, yani korkulardır.

    ;;

    Bu belirtilerden bazılarının klinik depresyonun belirtilerine benzediğini farketmişinizdir. Her iki hastalığın belirtileri arasında bir benzerlik var; çünkü bazı psikolojik problemler benzer belirtiler gösterir ya da bazı kişiler birden fazla sorundan şikayetçidir. Bu önemli bir noktadır; eğer klinik psikolojik sorununuz varsa profesyonel yardım almanız gerekmektedir. Bu konuyu doktorunuzla paylaşmayı ihmal etmeyiniz.


  8. Sosyal Fobi; sosyal ortamlarda diğerleri tarafından incelendiği, eleştirilme yada küçük düşme korkusunun yaşanmasıdır.

    ; Sosyal fobi iki farklı şekilde görülür.

    Genel Sosyal Fobi: Korkular hemen her durum için geçerlidir.

    Özel Sosyal Fobi: Yalnızca özel bazı durumlar için geçerlidir. (Başkalarının önünde konuşmamak yemek yiyememek gibi.)

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Kişi bu korkusunu yaşamamak, kaçınmak için bu tür sosyal ortamlara girmekten kaçınır. Kaçınma sonucu olarak; kişinin sosyal mesleki yada aile yaşamı etkilenir.

    Sosyal fobisi olanlar genelde aşağıdaki durumlarda sosyal fobi belirtilerini yoğun olarak yaşarlar. ;

    Topluluk önünde konuşmak.

    Bir işle uğraşırken seyredilmek.

    Başkalarının önünde yemek yemek-içmek.

    Otorite konumundaki kişilerle temas etmek.

    Misafir kabul etmek

    Başkaları ile tartışmak

    Toplulukta telefonla konuşmak.

    Tanımadığı kişilerin gözlerinin içine bakmak,

    Ilgi odağı olmak.

    Başkalarının önünde yazı yazmak.

    Bu durumlardan birine maruz kalan Sosyal Fobisi olanlar şu belirtileri göstermektedir:

    Çarpıntı

    Titreme

    Terleme

    Kaslarda gerginlik

    Midede rahatsızlık hissi

    Göğüste sıkıntı hissi

    Sıcak yada soğuk basması

    Başta ağırlık hissi-Baş ağrısı

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Bu durumda kişi zaman içerisinde bu belirtilerle yaşamaya alışabilir. Ancak belirtiler hayatının değişik alanlarını kısıtlamaya başlar ve bu durumda bir profesyonelden yardım alması zorunlu olur.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobikler yeni bir ortama girmekte, sosyal ilişkiler geliştirmede zorlanırlar. Çünkü temelde bir güven eksikliği vardır. Kişi kendini pek çok konuda yetersiz hisseder, kendisini savunamaz, sürekli suçlar, eleştirir. Başkalarıyla konuşmak, rekabet etmek veya tartışmayı gerektiren ortamlardan kaçar. Bunun sebebi ise herkesin kendisinden DAHA IYI olduğu korkusudur. Sosyal fobik insanların içlerinde sanki dış dünyadan herkesin kendisini izlediği ve değerlendirdiği inanışı vardır. Tedirginliklerinin nedeni budur.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobiklerin büyük çoğunluğu bu belirtileri 10 yaşın altında iken verirler. Sosyal fobiklerin %90’;dan fazlası 20 yaşın altındadır. Sosyal fobinin başlama yaşının erken olması ciddi sorunlar doğurur. Okul başarısı etkilenir. Bazıları okulu bırakmak zorunda kalır.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobi çocukluk döneminde ebeveynlerle nasıl ilişki kurulduğu ile çok ilgilidir ve yıllar geçtikçe toplumsal hayata girdikçe kişinin fobisi gelişir. Çocukluk döneminin 1-3 yaşları arası "özerklik evresi " olarak bilinir. Bu evre çocuğun anne bağımlılığından uzaklaşıp kendi ayakları üzerinde durabildiğinde başlar. Bu dönemde çocuklar bağımsızlık gereksinimi duyarlar ve bu ihtiyacın karşılanabilmesi için de bağımsız olmak isterler. Eğer bu dönemde sürekli cezalandırılır, aşırı korunur ya da anneye bağımlı biçimde yetiştirilirse çocuk bu baskı sonucu oluşan ezikliğin kızgınlığını ve utancını yaşamaya başlar. Utanç duygusu kişiye yerleştikten sonra artık yaptığı seçimlerin doğruluğu konusunda suçluluğa kapılır ve haklarını savunamaz. Utangaç çocuklardaki suçluluk duygusu, çocuğun hareketlerini kısıtlar. Çevresinde huzursuzluk doğuracağı ve cezalandırılacağı endişesiyle sadece kendisine verilenlerle yetinir. Yeni bir işe girişmekte ve başlamakta zorluk çeker. Yeteneklerini geliştirmekten, hakkı olan şeyleri istemekten kaçınır. Böyle bir çocukluk yaşayan kişinin girişimcilik ya da bağımsızlık duygusunun geliştiği söylenemez. Bu koşullarda büyüyen çocuklar büyük ihtimalle pasif, çekingen ve utangaç yetişkinler olurlar.

    SOSYAL FOBİNİN TEDAVİSİ

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; İlaçla Tedavisi: ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobi iyi tanımlanmış bir durumdur ve tedaviye iyi yanıt verir.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; İlaç tedavisinde genellikle depresyonda da kullanılan antidepressanlar kullanılır. En az 6 aylık tedavi önerilir. Ancak bu devrede ilaç kesildiğinde kendiliğinden tekrarlar görülebilir. Daha uzun süreli kullanım önerilir. Hastaların en sık yaptığı yanlış: sıkıntılar hafiflediğinde ilaç kullanımını aksatmalarıdır. Bu yüzden hastalık belirtileri tekrar ortaya çıktığı için hastalık müzmin (kronik) bir hal almaktadır ve kişinin tedavi olamayacağı gibi yanlış bir kanıya saplamasına neden olmaktadır. ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Psikolojik Tedavi: ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobide psikoterapi uygulamanın gerekçesi hastaların negatif yoldaki inançları ile (sosyal ortamlarda başarısızlığın kaçınılmaz olduğu gibi ) yüzleşmelerini sağlamaktır. Sosyal fobinin temelinde bu tür inanların yer aldığı düşünülmektedir. ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Hipnozda sosyal fobide psikoterapiye yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Hastanın sosyal ortamlara uyumu için ve sıkıntı duygusunu yenmesi için oldukça yararlı bir yöntemdir. ;

    ; Sosyal fobi iki farklı şekilde görülür.

    Genel Sosyal Fobi: Korkular hemen her durum için geçerlidir.

    Özel Sosyal Fobi: Yalnızca özel bazı durumlar için geçerlidir. (Başkalarının önünde konuşmamak yemek yiyememek gibi.)

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Kişi bu korkusunu yaşamamak, kaçınmak için bu tür sosyal ortamlara girmekten kaçınır. Kaçınma sonucu olarak; kişinin sosyal mesleki yada aile yaşamı etkilenir.

    Sosyal fobisi olanlar genelde aşağıdaki durumlarda sosyal fobi belirtilerini yoğun olarak yaşarlar. ;

    Topluluk önünde konuşmak.

    Bir işle uğraşırken seyredilmek.

    Başkalarının önünde yemek yemek-içmek.

    Otorite konumundaki kişilerle temas etmek.

    Misafir kabul etmek

    Başkaları ile tartışmak

    Toplulukta telefonla konuşmak.

    Tanımadığı kişilerin gözlerinin içine bakmak,

    Ilgi odağı olmak.

    Başkalarının önünde yazı yazmak.

    Bu durumlardan birine maruz kalan Sosyal Fobisi olanlar şu belirtileri göstermektedir:

    Çarpıntı

    Titreme

    Terleme

    Kaslarda gerginlik

    Midede rahatsızlık hissi

    Göğüste sıkıntı hissi

    Sıcak yada soğuk basması

    Başta ağırlık hissi-Baş ağrısı

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Bu durumda kişi zaman içerisinde bu belirtilerle yaşamaya alışabilir. Ancak belirtiler hayatının değişik alanlarını kısıtlamaya başlar ve bu durumda bir profesyonelden yardım alması zorunlu olur.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobikler yeni bir ortama girmekte, sosyal ilişkiler geliştirmede zorlanırlar. Çünkü temelde bir güven eksikliği vardır. Kişi kendini pek çok konuda yetersiz hisseder, kendisini savunamaz, sürekli suçlar, eleştirir. Başkalarıyla konuşmak, rekabet etmek veya tartışmayı gerektiren ortamlardan kaçar. Bunun sebebi ise herkesin kendisinden DAHA IYI olduğu korkusudur. Sosyal fobik insanların içlerinde sanki dış dünyadan herkesin kendisini izlediği ve değerlendirdiği inanışı vardır. Tedirginliklerinin nedeni budur.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobiklerin büyük çoğunluğu bu belirtileri 10 yaşın altında iken verirler. Sosyal fobiklerin %90’;dan fazlası 20 yaşın altındadır. Sosyal fobinin başlama yaşının erken olması ciddi sorunlar doğurur. Okul başarısı etkilenir. Bazıları okulu bırakmak zorunda kalır.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobi çocukluk döneminde ebeveynlerle nasıl ilişki kurulduğu ile çok ilgilidir ve yıllar geçtikçe toplumsal hayata girdikçe kişinin fobisi gelişir. Çocukluk döneminin 1-3 yaşları arası "özerklik evresi " olarak bilinir. Bu evre çocuğun anne bağımlılığından uzaklaşıp kendi ayakları üzerinde durabildiğinde başlar. Bu dönemde çocuklar bağımsızlık gereksinimi duyarlar ve bu ihtiyacın karşılanabilmesi için de bağımsız olmak isterler. Eğer bu dönemde sürekli cezalandırılır, aşırı korunur ya da anneye bağımlı biçimde yetiştirilirse çocuk bu baskı sonucu oluşan ezikliğin kızgınlığını ve utancını yaşamaya başlar. Utanç duygusu kişiye yerleştikten sonra artık yaptığı seçimlerin doğruluğu konusunda suçluluğa kapılır ve haklarını savunamaz. Utangaç çocuklardaki suçluluk duygusu, çocuğun hareketlerini kısıtlar. Çevresinde huzursuzluk doğuracağı ve cezalandırılacağı endişesiyle sadece kendisine verilenlerle yetinir. Yeni bir işe girişmekte ve başlamakta zorluk çeker. Yeteneklerini geliştirmekten, hakkı olan şeyleri istemekten kaçınır. Böyle bir çocukluk yaşayan kişinin girişimcilik ya da bağımsızlık duygusunun geliştiği söylenemez. Bu koşullarda büyüyen çocuklar büyük ihtimalle pasif, çekingen ve utangaç yetişkinler olurlar.

    SOSYAL FOBİNİN TEDAVİSİ

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; İlaçla Tedavisi: ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobi iyi tanımlanmış bir durumdur ve tedaviye iyi yanıt verir.

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; İlaç tedavisinde genellikle depresyonda da kullanılan antidepressanlar kullanılır. En az 6 aylık tedavi önerilir. Ancak bu devrede ilaç kesildiğinde kendiliğinden tekrarlar görülebilir. Daha uzun süreli kullanım önerilir. Hastaların en sık yaptığı yanlış: sıkıntılar hafiflediğinde ilaç kullanımını aksatmalarıdır. Bu yüzden hastalık belirtileri tekrar ortaya çıktığı için hastalık müzmin (kronik) bir hal almaktadır ve kişinin tedavi olamayacağı gibi yanlış bir kanıya saplamasına neden olmaktadır. ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Psikolojik Tedavi: ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Sosyal fobide psikoterapi uygulamanın gerekçesi hastaların negatif yoldaki inançları ile (sosyal ortamlarda başarısızlığın kaçınılmaz olduğu gibi ) yüzleşmelerini sağlamaktır. Sosyal fobinin temelinde bu tür inanların yer aldığı düşünülmektedir. ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Hipnozda sosyal fobide psikoterapiye yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Hastanın sosyal ortamlara uyumu için ve sıkıntı duygusunu yenmesi için oldukça yararlı bir yöntemdir. ;

    ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; Tek başına yada ilaçla birlikte yapılan psikoterapi sosyal fobide oldukça faydalı neticeler verir.

    ;


  9. DEPRESYON

    Depresyonun temelinde daha önceden isteyerek ve severek yaptığı günlük aktivitelere karşı isteksizlik ve hayattan zevk alamama durumu vardır. Ek olarak kişide kederli ve üzgün bir duygu durum ile birlikte görülen bazı değişiklikler zamanla oluşur. Bu durumda kişi her şeyi olumsuz olarak değerlendirerek karamsarlık düşünceleri ile geçmişi ve geleceği düşünmeye başlar. Bu düşünceler istemese de kişinin aklına gelir. Yani günlük yaşantıda her şeyin olumsuz taraflarını görür.

    Yalnız normal sınırlarda kabul edilecek gün içerisindeki duygulanımdaki çökkünlükler depresyon sayılmaz. Depresyon diyebilmemiz için aşağıda sıralanmış belirtilerin gün içerisinde hemen hemen gün boyu ve en az son on beş gündür devam ediyor olması gerekir.

    * Hemen her gün ve günün büyük bir kısmında gözlenen çökkün bir duygu-durum hali(kendini mutsuz, ağlamaklı, kederli hissetme hali).

    * Hemen her gün yaklaşık gün boyu süren tüm ya da çoğu etkinliğe karşı ilgi ve zevk almada azalma (daha önce keyif alınan işler, hobiler ve alışkanlıklardan artık hoşlanmama, bıkkınlık, cinsel isteksizlik ).

    * Diyet uygulanılmamasına karşın önemli derecede kilo kaybı ya da alımı ( bir ay içinde vücut ağırlığının %5 'inden fazlasının artması ya da azalması) ya da hemen her gün iştahta artma yada azalmanın olması.

    * Hemen her gün uykusuzluk ya da aşırı uyku hali.

    * Hemen her gün olağan beyinsel ve vücutsal işlevsellik, hareketlilik halinde azalma ya da huzursuzluk.

    * Hemen her gün halsizlik, yorgunluk hisleri, daha önceki günler kadar enerjik hissetmeme.

    * Hemen her gün kendini değersiz hissetme, küçük görme, kendini beğenmeme, suçlu ya da günahkar hissetme hali.

    * Hemen her gün düşünme ya da konsantrasyon yeteneğinde azalma olması (konuşulanlara, okunan şeylere, izlenilen dikkatini verememe, gibi) ya da kararsızlık hali.

    * Tekrarlayan ölüm düşünceleri intihar planları veya eylemlerinin varlığı.

    YUKARI DA SIRALANAN BELİRTİLERDEN EN AZ BEŞİNİN (İLK İKİ BELİRTİDEN EN AZ BİRİ BULUNMAK ÜZERE), EN AZ İKİ HAFTA SÜRESİNCE VAR OLMASI DURUMUNA "MAJOR DEPRESYON" DENİR.

    Ve bu durumda:

    -Depresyonun bir hastalık olduğunu kabul edin ve bir uzmandan yardım isteyin.

    -Her insanın hayatının belli bir döneminde depresyon geçirebileceğini düşünün.

    -Depresyonun bir zayıflık ve güçsüzlük belirtisi olmadığını düşünün.

    -Çok önemli kararları hemen vermemeye çalışın.

    -İnsanlardan uzak kalmamaya çalışın.

    -Televizyondaki şiddet ve korku filmlerini izlememeye çalışın. Hobilerinize yönelik ya da komedi programlarını izlemeye çalışın.

    – Sizi hüzünlendirdiğini düşündüğünüz şarkılardan uzak durun.

    -İsteksizlik düşüncelerine rağmen, küçük de olsa faaliyetlerde bulunun (yürüyüş, bir arkadaşla sohbet, elişi, yemek, tamirat vb.).

    Diğer Belirtiler:

    Geçmişte yaşanmış olayların olumsuz ve kötü taraflarını görerek kendisini suçlu ve cezalandırılmış hisseder. Aynı şekilde geleceği de umutsuz ve karamsar görerek gelecek adına çaresizlik düşünceleri iyice pekişir. Kişi hayatından zevk alamaz hale gelerek hatta yaşamanın anlamsız olduğunu düşünecek kadar kendini çökkün hissedebilir. Bu olumsuz bakış günlük hayatına, kişiler arası ilişkilere yansıyarak onun okul ve/veya iş hayatındaki performansının düşmesine neden olabilir.

    Depresyon Oluşma Nedenleri:

    Kişide depresyon oluşması için belli bir kişiyi olumsuz yönde etkileyen stres etkeni veya yaşanan bir olay olabilir. Kişiler arası ilişkilerdeki olumsuzluklarda kişiyi depresyona sokabilir. Özellikle günümüzde psiko sosyal stres etkenlerinin artması ile toplumu oluşturan bireylerin depresyon geçirme riski artmıştır. Depresyon hiçbir dış etken olmadan da kendi kendine kişide endojen dediğimiz şekli ile zamanla gelişebilir. Depresyondaki kişinin düşünce yapısı birtakım özellikler sergiler ve düşünmesini sağlayan beyin hücreleri ve bu hücrelerin içinde bulundukları ortamda da birtakım değişiklikler ortaya çıkar. Yapılan araştırmalarda varılan sonuçlardan biri de yaşam olaylarının beyin hücreleri üzerinde etkisi olduğu, ya da vücudumuzun, sinir sistemimizin yapısında ve düzenindeki bir değişikliğin düşüncelerimizi etkileyebildiğidir.

    Depresyon Tek Tip midir?

    Melankolik tipte özellikle sabahları çok yoğun çökkünlük hissi ile beraber hemen her şeye karşı zevk kaybı, aşırı yorgunluk ve halsizlik görülür. Atipik şeklinde ise genellikle uyku ve iştah azalması olan tipik şekilde olanın tersi olarak, ;uyku ve iştah artışı ön plandadır. Mevsimsel tipte; tekrarlayan mevsimle birlikte depresyon belirtileri vardır. Tipik depresyonda ise azalmış uyku, iştah, enerji görülür.

    Depresyonun Fiziksel Belirtileri Nelerdir:

    Depresyondaki kişi bedensel şikayetler diyebileceğimiz; Baş ağrısı, kas ağrıları, aşırı yorgunluk ve halsizlik, sindirim sistemi rahatsızlıkları, kalp ve dolaşım sistemi şikayetleri, cinsel işlev bozuklukları ve buna benzer bedensel yakınmalar ile de çoğunlukla doktora başvurabilir.

    Depresyonun Tedavisi Nasıl Olmalıdır:

    Depresyon tedavisi son zamanlarda oldukça kolay hale gelmiştir. Bu tedavi duygular, düşünceler ve davranışlar üzerinde çalışmakla da olabilir, ilaç tedavisi ile de olabilir. Uygun olduğuna karar verilmesi için bir uzman (psikolog/psikiyatrist) tarafından değerlendirilmek yeterli olacaktır. Uzman ile yüz yüze görüşmek tedavi başlangıcını oluşturacak ilk adımdır. Uzman, bilimsel ve ölçülebilir yöntemlerle sizi değerlendirecek ve en uygun tedaviyi size önerecektir.Bilişsel olumsuzlukları ve öğrenilmiş çaresizlik düşüncelerini gidermek için psikoterapiye ihtiyaç vardır. İlaç tedavisine de ''serotonin '' ve '' noradrenalin'' üzerinden etki yapan antidepresan dediğimiz ilaçlar kullanılır. Yine de ilaç tedavisinin hızlandırılabilmesi için psikoterapiye ihtiyaç vardır. ;; Depresyonu oluşturan nedenlere yönelik olarak psikososyal stres faktörlerinin de ortadan kaldırılması süreç içerisinde iyileşmeyi hızlandıracaktır. Bu dönem içerisinde kişinin hayatını mevcut depresyonun ez az şekilde etkilemesi için, durumun bir psikolog tarafından değerlendirilmesi ve vakit geçirilmeden tedaviye başlanması önemli olabilmektedir.

    Depresyon tedavisi ilerledikçe kişiler bu değişiklikleri fark edebilmekte ve bu değişiklikler bilimsel yöntemlerle ölçülebilmektedir. Depresyonun tanısı ve tedavisi tüm dünyada uzmanlar tarafından üzerinde çalışılan ve üzerinde fikir birliğine varılmış uygulamaların yer aldığı bir alandır.

    -İsteksizlik düşüncelerine rağmen, küçük de olsa faaliyetlerde bulunun (yürüyüş, bir arkadaşla sohbet, elişi, yemek, tamirat vb.).


  10. Anksiyete ve Tedavisi ;

    Ne oranda görülmektedir?

    Toplumda görülme oranı %3 olup, hayat boyu rastlanabilme oranı % 5 civarında saptanabilmiştir. Tüm kaygı bozuklukluklarının %12 sini oluşturduğu belirlenmiştir

    Kimlerde daha çok görülmektedir ?

    Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha yaygın görülmektedir. Vakaların yarısından çoğu çocukluk ve erişkinliğe geçiş döneminde başlamaktadır ancak yirmili yaslardan sonra da başlayabilmektedir. Yaslılıkta en çok görülen kaygı bozukluğudur ( yaşlılıkta görülen kaygı bozukluklarının % 60’;ini oluşturur).

    Nasıl bir kişilik yapısına sahiptirler ?

    Çekingen ve bağımlı bir yapıları olup, kendilerine güvenleri azdır. Çoğu vakada toplusal ili?kilerinde arka planda durmak yeğleyip, aşırı kırılgan, utangaç, eleştiriye çok duyarlı, çabuk yıkılan kişiler oldukları görülmüştür

    Hastalıkta rolü olabileceği düşünülen ortak ailesel ,gelişimsel özellikler

    Annenin sureciden gerilim ve kaygısının önemli olduğu düşünülmektedir. Ana-babanın çocuğu aşırı derecede koruyup, kollaması seklinde bir ortamın rolü olabildiği gibi bunun tam tersi çocuğun bakımının ihmal edilmesi ve ilgi gösterilmemesi de etken olabilmektedir. Hastalarımızın çocukluklarında yüksek bir oranda anne baba ayrılığı (ya da vefatı) olduğu belirlenmiştir. Fırtınalı bir çocukluk donemi geçirmişlerdir.

    Kalıtımın rolü var midir ?

    Hastalığın birinci derece akrabalarda görülme oranı, normallere kıyasla 5 kat daha yüksek bulunmuştur.

    Stresli olayların hastalığa etkileri

    Yapılan bir çalışmaya göre hastaların % 30’;unda, hastalığın stresli bir olayla başladığı belirlenmiştir. Hastalığın stresli olaylarla alevlenebilecegi unutulmamalıdır

    Tedavi

    En az 1 yıl sure ile ilaç tedavisi yanında , kişinin beklentileri, düşünüş biçimini değiştirme, gevşeme eğitimi, belli durumlardan kaçınma gelişmiş ise kaygıya yol açan etkenlerle yüzleştirme gibi yaklaşımların olduğu bilişsel tedavi uygulanmalıdır

    Yaygın anksiyete bozukluğu neden önemlidir ?

    Hastalık yüksek bir oranda alkol ve uyuşturucu madde kullanımı ile gitmektedir. Kişiler başlangıçta kaygılarını azaltmak için bu maddeleri kullanmakta, ancak sonra bunlar hastalığın gidisini daha kotu bir şekilde etkilemektedir.

    Başka ruhsal hastalıklarla birlikte bulunma oranı yüksektir (saplantı-zorlantı bozukluğu, depresyon,sosyal fobi,panik bozukluk gibi). Bu hastalıklara ilerleyen dönemlerde dönüşebilme olasılığı bulunmaktadır.

    Stresle bağlantılı başka hastalıklar (gastrit, irritabl kolon, gerilim tipi bas ağrıları gibi) da buhastalığa eslik edebilmektedir.

    Kişinin endişeleri nedeniyle çevresindekileri kısıtlaması sonrasında ailesel ve mesleki sorunlar oluşabilmekte ,kişi sosyal ortamlardan uzaklaşabilmekte ve ayrılıklar,boşanmalar ,erişkin-çocuk uyuşmazlıkları oluşabilmektedir.

    İntihar riski her zaman akılda tutulmalıdır. Bu depresyon gelişimi ile ilgili olabileceği gibi, çıkabilecek ailesel sorunlar nedeniyle ve kişinin kendini güçsüz ve çaresiz hissetmesi ile ilgili olabilmektedir.

    ;


  11. Tırnak Yeme Alışkanlığı

    Tırnak yeme alışkanlığını çoğunlukla 3-4 yaşlarından önce başlamaz. (Çok ender olarak 5 aylık gibi erken bir dönemde görülebilir). Çocukların %33'ünde tırnak yeme davranışı görülür. Bu oran erken ergenlik cağına kadar sürer. Ergenlik çağına doğru çocukların hemen hemen yarısı tırnak yeme davranışı gösterir.. Ayıca tırnak yiyen çocukların ailelerinin çoğunda tırnak yiyenlere rastlanmaktadır. Bunun için de tırnak yemenin bir taklit olduğu ve büyükleri taklit etmek suretiyle öğrenildiği ileri sürülmektedir

    Tırnak Yeme Alışkanlığının Nedenleri:

    Tırnak yeme, çocuğun yaşamında hangi dönemde ortaya çıkmış olursa olsun kesinlikle bir uyum ve davranış bozukluğu olarak kabul edilmeli ve mutlaka altında yatan sebepler tespit edilerek ortadan kaldırılmalıdır. Tırnak yeme davranışı incelendiğinde, daha çok belirli bir grup sebepten kaynaklandığı gözlemlenmektedir. Bu sebepler aşağıdaki maddelerde gruplandırılmıştır.

    - Üzüntü ve sıkıntı duyguları

    - Gerilim ve kaygı duyguları

    - Öfke ve saldırganlık duyguları

    - Korku

    - Değersizlik ve güvensizlik duyguları

    - Aile içi iletişim sorunları

    Tırnak yeme bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilir. Aile içinde aşırı baskılı ve otoriter bir

    eğitimin uygulanması ve bu çocuğun sürekli azarlanarak eleştirilmesi, kıskançlık, yeterli ilgi ve sevgi görememe sıkıntı ve gerginlik başlıca nedenlerdir

    Örneğin, herhangi bir sebepten dolayı anne – babasına kızan, onlara karşı öfke duyan çocuk tırnak yeme davranışını sergileyebilir. Okulda arkadaşlarına kendini doğru biçimde ifade edemeyen çocuk bu sebeple kaygılanabilir ve bu sıkıntısını tırnak yiyerek ifade edebilir. Çok sevdiği köpeğini kaybeden çocuk, üzüntüsü nedeniyle bu davranışa yönelebilir. Bunun dışında, öğretmeninden veya ailesinden korkan ve cezalandırılma kaygısı taşıyan çocuk tırnak yiyebilir. Aile içinde yaşanan huzursuzluklar, boşanma ve ayrılıklarda sorunun ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir. Ayrıca, kendine güveni olmayan çocuklarda tırnak yeme davranışı daha çok gözlemlenmektedir

    Anne – babanın yaşantısı da önemli bir etkendir. Anne baba geçimsizlikleri, anne babanın sık sık kavga etmesi, ailedeki sorunlar çocuklarda tırnak yeme gibi davranışlara neden olur. Bunun yanı sıra anne babanın aşırı kaygılı olması çocuğu aşırı derecede koruyup kollaması ayrıca anne babanın çocuklar arasında ayrım yapması çocuklar arasında kıskançlığa yol açar. Bu da dolaylı şekilde kendini tırnak yeme olarak gösterir

    Tırnak Yeme Alışkanlığına Karşı Alınacak Önlemeler:

    En etkili tedavi yöntemi, 3-4 yaşlarına kadar bu alışkanlığın anne ve baba tarafından görmezlikten gelinmesidir. Çocuğun bu alışkanlığı kazanmasının neden olan etkenler saptanarak konuya çözüm getirilebilir. Ancak çocuğun kendisini güvensiz hissetmesi halinde bu alışkanlığa yeniden başladığı görülür. Çocuğun gururunu okşayarak, tırnak yemenin onu ne denli çirkin yapabileceği telaşsız biçimde anlatılmalıdır. Özellikle kız çocukları için manikür malzemesi alınarak tırnaklarının manikürlü ve yenmiş biçimleri onlara gösterilmelidir. Daha sonra bu alışkanlık devam ederse:

    Çocuğun gerginlik ve uyumsuzluk nedenleri iyice araştırılmalı ve bunlar saptanarak çözüm getirilmeli

    Çocukları korku, kaygı yaratacak durumlardan uzak tutmak gerekir.

    Küçük çocukların kaygı, korku verici televizyon filmlerini izlemeleri, kavgalı olaylarda bulunmaları çocuğu heyecanlandıracağı için sakıncalıdır.

    Çocuğun ilgisi başka yönede çekilebilir. Televizyon izlerken onun ağzını çiğneyecek bir şeyle meşgul etmek tırnak yemenin yerine geçebilir.

    Çocuğa zaman verilmeli fazla zorlanmamalı

    Çocuğu azarlamak, korkutmak, ceza vermek gibi zorlayıcı yöntemlerin uygulanması yararlı olmamaktadır. Hatta kimi zaman daha ağır duygusal problemlerin çıkmasına neden olabilir

    Güven duygusunun gelişmesini sağlamalı

    Çocuğa yenmemiş tırnağın güzel olduğu fazla üzerinde durmadan anlatılmalıdır

    Tırnak yeme davranışı gerek çocuklukta gerekse ergenlik döneminde çok sık karşılaşılan bir sorun olduğu için hem anne – babalar tarafından hem de tüm toplum tarafından çok kanıksanmış bir davranış olarak görülür. Yalnızca çocukluk ve ergenlik döneminde değil, yetişkinlik döneminde de bu davranışı sergileyen, devam ettiren birçok insan vardır. Ancak bu davranışın çocukluk ve ergenlik döneminde yeterince önemsenmeyerek giderilmesi yetişkinlik dönemi de dahil birçok sıkıntıya yol açabilir. Örneğin, okul veya iş hayatında, tırnağını yediğini gizlemeye çalışan, ancak bu davranışı bırakamadığı için de daha fazla gerginlik yaşayan birçok insan vardır. Sadece bu durum bile kişide gerilim, suçluluk ve öfke (engellenmeye bağlı olarak) duygularına yol açabilir. Bu nedenle davranış iyice kalıplaşmadan, erken dönemde kalıcı bir çözüm bulunmalıdır. Tüm uyum bozukluklarında olduğu gibi, sorunun ortaya çıkmasına sebep olan faktörleri bulup, onları ortadan kaldırmak en kalıcı ve doğru çözümü sağlar.

    Aileler bu davranışın kendiliğinden kaybolmasını beklerler, ancak kendiliğinden geçmez. Ancak ve ancak buna neden olan sebepler ortadan kaldırıldığında geçer.

    Anne – babalara, uzun süren tırnak yeme davranışıyla karşılaştıklarında, bunun altında yatan psikolojik faktörlerin neler olabileceğini öğrenmek ve gerekli önlemleri alabilmek için bir psikologdan yardım almalarını öneriyoruz


  12. Cinsellik veya cinsel istek nedir;

    Bunu anlayabilmek için isterseniz önce kısaca insandan bahsedelim.

    Canlı doğarken tek bildiği şey ölüm dür ve yaptığımız her şey hayatta kalmak için,yaşamak için yaptığımız şeylerdir.

    Yaşamak ,dünyada kalmak bir haz ve zevktir,
    ölüm ise elem ve kederdir,
    insan ve tüm canlılar elemden kaçar hazza yönelirler.
    Her canlı yaşamda kalmayı ister ve bunun için çaba gösterir.

    Yaşamda kalabilmek yani ölmemek için doğuştan var olan bazı yeteneklerimiz vede hislerimiz vardır,bunlar sonradan öğrenilmez,değiştirilemez şeylerdir.Hayvanlarda bunlara iç güdü diyoruz,insanlardakine ise DÜRTÜ ismini veriyoruz.
    Dürtüler biliçaltından gelir.Çok kabaca bir örnek verirsek yeni doğmuş bir bebeğin meme emmeyi bilmesi veya acıkınca ağlaması bir dürtdür.

    Evet cinsellikte bir dürtüdür,hayatın ve de neslin devamını sağlamak için var olan bir dürtüdür.Ama cinsellik ikincil-ikinci sırada bir dürtüdür.
    Birincil dürtüler kişinin o gün için yaşamda kalmasını sağlayan dürtülerdir ki;bunlar yemek yemek ,su içmek,uyumak gibi yapılması gereken yapılmazsa kişinin hayatını kaybetmesine neden olacak dürtülerdir.

    Canlıların hayatta kalmaktan haz duyduklarını ve her şeyi bunun için yaptıklarını biliyoruz.Ama gerçek olan bir şey var,oda her canlının sonunda öleceği,ama biz yaşamaktan bu dünyada olmaktan mutluyuz ve daha uzun kalmak istiyoruz,bunun için ne yapabiliriz??
    Yapabileceğiniz tek şey ama tek şey bir şeyler üretip sizden sonraya bırakmak ,bununda en doğru,basit vede tatminkar yolu bedeninizden bir parça üretmek ve bunu sizden sonraya bırakmak yani çocuk sahibi olmaktır.

    Sahip olunan çocukla canlı bedeninden olan bir parçanın kendinden sonrada dünyada kalacağını bilir ve bir huzur,mutluluk duyar vede dürtülerini tatmin eder.Neden torunların şimdi insanın kendi çocuklarından daha fazla sevildiği hakkında bir fikriniz oluştumu,çünkü torun o kişinin kendinden sonra dünyada kalacak ama kendi çocuğundan daha fazla dünyada kalacak parçasıdır ,garantisidir.

    Bu yüzden insanlar kendi çocuklarını kendileri gibi görüp yapamadıkları şeyleri onların üzerinden yaşamayı isterler ve kendi istediklerinin dışında hareket etmesinden mutlu olmazlar,kabul edemedikleri şey çocuklarınında bir beyni vede hisleri olduğudur,sorunda buradan yaşanır.

    O zaman cinsellik nedir?

    Cinsellik ; bir dürtüdür,ikincil öneme sahip bir dürtüdür,amacı neslin devamını sağlamaktır.

    Neden cinsellik yaşarız;

    - Üremek için;

    - Zevk duyduğumuz için;

    - İletişim ,paylaşım olduğu için; (aynı sinemaya gitmek gibi,el ele tutuşup yürümek gibi bir paylaşım,insanların bir birini tanımasıdır)

    - Nosyon olduğu için; yapılması gerekli olduğuna nandığımız bir şeydir,ne kadar çok sıklıkta yapılırsa o kadar iyi olduğu öğretilir veya öğrenilir.Bazen gelen maillerde veya telefonda sorulur ben haftada şu kadar seks yapıyorum yeterlimi? Neden bana günde 3 vey 4 öğün yiyorum yeterlimi diye sormuyorsunuz,acıkınca yiyorsunuz,sekste acıkınca yapılır,sayısı standartı yoktur,bizse bazı tabularda sıkışıp sekse bazı gereklilikler yüklemişizdir.

    Cinsel arzu nedir?

    Cinsel arzu kişinin karşı cinsle ilişkiye girme arzusu olup bedensel(hormonal) problemi olmayan herkeste mevcuttur.

    Ne zaman cinsel arzu duyarız sorusunu yukarıda anlattığımız konuların ışığında şöyle tanımlayalım isterseniz;
    Bedensel olarak yeterli olgunluğa erişmiş kadın veya erkek o gününü yaşamsal olarak garantiye aldığında cinsel arzu duyar,bunu açıklayan en güzel ata ''sözü fakirin karnı doyunca pipisi kalkarmış ''sözüdür.

    Cinsel arzu kavramı kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişmekle beraber genel anlamda bir eşle seks ilişkisine girmeyi istemektedir.
    Ne kadar isteğin yeterli olduğu ,ne kadarının az olduğu ; ; kadından kadına degişir.

    Bizim toplumumuzda ; kadınların istek ile ilgili sıkıntılarını çeşitli gruplarda incelemek gerçekçi ve faydalı olacaktır;

    Erkekler ve kadınlar kabaca aynı ölçüde cinsel istek duyarlar ama yetiştirilme şartları ,içinde bulunulan koşullar,aile baskısı,ahlaki vede dini etkiler kadınların bu isteklerini baskılamalarını,başka kanallara yönlendirmelerini,veya gösterememelerine neden olur.

    Bu yüzden bu konuda rahat olan ; erkekler geneldecinsel ilişki arzusunu kadınlardan daha sık duyarlar;
    bir bayan olarak eşinizin seksi sizden daha sık vede daha fazla arzu etmesi sizin seks isteği yönünden bir probleminiz olduğu anlamına gelmez.

    Cinsel istek nerelerden doğar;
    binlerce uyarı cinsel istek doğurabilir,
    -görme,
    -koku,
    -duyma,
    -dokunma,
    -tatma,
    -düşünce vede
    - duygular

    Genel olarak neler cinsel isteksizlik yapar;
    -en başta gebe kalma korkusu ,
    -ikinci olarak bakire kadınlarda kızlık zarını kaybetme korkusu özellikle evlilik öncesi ilişkilerde
    -üçüncü sırada eğer kadın seks isterse veya bunu gösterirse partnerin kadın hakkında ne düşünebileceği
    -canının acıyacağı korkusu veya şüphesi
    -çevrenin baskısı vede düşünceleri
    -ahlaksal vede dinsel yasaklamalar
    -aile baskısı vede yetişme tarzı
    -fiziki olmayan nedenler arasında, eşle anlaşmazlık (uyumsuzluk) çok görülen bir nedendir,
    -depresyon
    -partnere güvenmeme
    -erkek partnerin erken boşalması
    -ilişki sırasında acı duyma veya kuruluk
    -cinsel ilişkiye zorlanmak
    -taciz veya tecavuz yaşamak
    -fiziki olarak hormonal bozukluklar
    -çeşitli hastalıklar
    -ilaçların yan etkileri bulunmaktadır.
    - hayatın ileri yıllarında (ileri yaşlarda) bir ölçüde azalır.

    Cinsel isteği olmayan kadın var mıdır?
    Normal hormon yapısına sahip her kadında cinsel istek vardır,cinsel isteksizlik veya zevk alamama veya orgazm olamama gibi şikayetlerle baş vuran kadınların yapılan tetkiklerindede görülmüştür ki ancak bunların %1'inin gerçekten bedensel problemi vardır. Geri kalan %99'luk kesimin problemi tamamen psikolojiktir.

    Cinsel isteksizlik,zevk alamama veya orgazm olamama düzeltilebilinir mi? (eğer bedensel bir neden yoksa)

    Evet ,gerekli zaman vede maddiyat sağlandıktan sonra problemi düzeltilemeyecek kadın yoktur,her kadına istek duyması,ilişkiden zevk alması veya orgazm olması öğretilebilinir.

    Ne kadar zamanda düzelir bu sorun?

    Sorunun düzelmesi kişiden kişiye göre farklılık gösterir,yetiştirilme tarzı,işi,eşi,içinde bulunduğu ortamlara göre bu çok çok değişiklikler gösterir.

    Bedensel sorun olup olmadığı nasıl anlaşılır?

    Yapılacak basit bir jinekolojik muayene vede bir kaç hormon tahlili her zaman fazlasıyla yeterli olmaktadır.

    Cinsel isteksizliği,zevk alamamayı vede orgazm olamamayı isterseniz farklı sosyal gruplarda inceleyelim;

    Bekarlarda ; en büyük korku kızlık zarının zarar görmesi veya acımasıdır,
    -aile baskısıda çok çok önemlidir(bununla ilgili açıklama ilerde vardır)
    gebe kalma korkusuda önemli bir yer teşkil eder.
    Partnerin sizi kötü kadın olarak görüp görmeyeceği düşünceside önemlidir tabiiki,Vede toplumsal baskılar vazgeçilemez bir istek yok edicidir.
    bu yüzden bir çok genç kız ya cinsel arzularını baskılar yada masturbasyona yönelir.Masturbasyonda zara zarar vermez,gebe kalamaz,günah işlememiş,ailesini üzmemiş olur vede ailesindeki erkekleri ; başka bir erkekle aldatmamış olur,çünkü o yaşlarda sevgi farkı ayırt edilemez,partnere sevgi duyarsa ailesine vereceği sevgiden çalıyormuş gibi hissedebilir bazen genç kızlarımız.

    Evli kadınlarda ; evli kadınlar uzaydan mı geliyor hayır onlarda yıllarca bunları yaşayarak yada yaşatılarak büyüyorlar ve bu hisler bir alışkanlık haline geliyor ,daha sonra evleniyorlar.
    Evlilikte sosyal uyumsuzluk,koca ile olan sorunlar vede maddi sıkıntılar isteksizliği yaratabiliyor veya arttırabiliyor.Sizi döven,sevmeyen veya aşşağılayıp kötü davranan birisiyle sevişmek için istek duyabilirmisiniz?Bir çok kadın aile evindeki baskıdan sıkıntılı hayattan kurtulmak için evlenir ve koca evinde daha fazla baskı ile karşılaşır.
    Korunmayı kabul etmeyen çok cocuk sahibi olmayı erkeklik gibi gören kocalar yüzünden gebe kalma vede kürtaj olma korkusu aşayan bir kadın nasıl cinsellik duyabilirki.
    Adatılmak ta kadında cinsel soğukluk yaratır.
    Ayrıca seksi kadının bir vazifesi ,erkeğe vermesi gereken bir hizmet olarak gören bazı erkekler yeterli veya hiç uyarı sağlamadan kadınla ilişkiye girmektedirler buda kadına acı verir ve cinsellikten soğutur.

    Yukarıda yetiştirme tarzı demiştik;düşünün küçük bir kız çocuğusunuz dünyadaki en önemli varlıklar anneniz ve babanız,onlar olmadan yaşayamasınız,onların sevgisi ve ilgisi sizin için hayatta en önemli şey;anne ve babanız veya aile çevresi size söyle bir mesaj veriyorlar daha doğrusu pırıl pırıl daha boş sayılabilecek bir afızaya şöyle bir şifre ,işletim sistemi koyuyorlar;
    bizim kızımız canımızdır,bizi hiç üzmez,biz ona çok güveniriz,asla bizi üzecek hiç bir şey yapmaz.İleri yaşlarda ara sıra mesaj tazelenir,yenilenir,ben kızıma güvenirim,başka kızlar gibi değildir,doğruyu bizi neyin üzeceğini bilir.

    Tamam ana mesaj verildi,yani işletme programı beyne konuldu,anne baba üzülmeyecek,onları üzecek bir şey yapmayacaksınız,onlar üzülürlerse sizi sevmezler sizde onların sevgisi ilgisi olmadan yaşıyamazsınız.Şimdide işletme programının alt şifrelerini koyalım;
    iyi kızlar erkeklerle beraber olmazlar,
    aile şerefimiz çok önemlidir,
    konu komşu neder?
    kızımın bakire olmadığını duyacağıma öleyim daha iyi(bu çok ; yaygındır ,üniversite düzeyinde yaptığım anket çalışmalarında genç kızlara sorulan eğer aileniz bakire olmadığınızı bilse ne olurdu sözüne verilen ilk cevap;

    ''kalp krizi geçirip ölürlerdi her halde''
    ikinci cevap;''beni evden atarlardı''
    üçüncü sıklıkta verilen cevap ise ;''beni öldürüler''olmuştu.

    Proglamlama şöyle devam eder;çevreden vede televizyonlardan verilen haberlerle alt yapı kuvvetlendirilir,mesela şöyle;ayşe hanımın kızı şöyle yapmış,ailesi kahroluyormuş,babasına felç gelmiş veya kalp krizi geçirmiş.Televizyondan ise ,bak aile sözü dinlemeyen kızların sonu budur gibi mesajlar verilir.

    Üçüncü aşamadaki programlama:sen iyi bir kızsın(cinsellik isteyen veya yaşıyanlar kötüdür)beyaz gelinlikle evlenecek,çocuk doğuracaksın.-kadının görevi eşine hizmet ve çocuk doğurmaktır,iyi kadınlar bunu yapar,kötülerin ise hayatlarını yaşama hakkı vardır.

    Daha ağır olarak eğerki onların istemediği şeyleri yapmaya yönelirseniz size soğuk davranıp sevgilerini kısarlar vede siz dünya bu şekilde yaşanamaz zannedersiniz,küçükken ben annem ve babam olmadan hayatta kalamayacağımı -hiç bir zaman için-ve eğer onlar beni sevmezlerse hayatımın biteceğini zannederdimki ,bu bütün çocuklarda böyledir.

    Bier de kız çocuklarının babaya olan sevgisinin paylaşılması gibi hissettirilir karşı cinse olan ilgisi ve kız çocuğu sanki babasından olan sevgisinden çalıyormuş gibi zanneder eğer bir erkeğe ilgi duyarsa ,halbuki ikisi ayrı ayrı hisler vede sevgilerdir.

    Arabamızı aynı yere park etmeyi,aynı yere oturmayı bile alışkanlık haline getirmişken yıllarca çocukluğundan itibaren şartlanmış olarak yetiştirilen bir kişinin tamam sen evlendin 25 yıl sana verdiğimiz mesajları,baskıları vede alışkanlıklarını unut,baskıladığın,ayıp, günah olan hislerini,yönlendirdiğin hislerini canlandır ve düzelt,cinselliğini yaşayabilirsin demekle olmuyor bütün bunlar.

    Ya bu hisler düzelmiyor yada geri gelmiyor vada kadın yıllarca alıştığı dost olduğu zarasız olan masturbasyon alışkanlığından kurtulamıyor,evliliği bambaşka hayal eden erkeğini prensi kendinide pamuk prenses olarak gören kadın gerçek hayatla hele birde erkeğin kaba vede anlayışsız davranışlarıyla karşılaşınca karşı cinsten iyice soğuyor ve cinselliği ya hiç yaşamıyor vede hissetmiyor yada masturbasyonla yaşayıp ilişkiden zevk almıyor.Masturbasyon hayal gücünün veya fantazinin sonsuz kullanımı ile gerçekleşir,kişi bu sırada kendisini ve karşıdakini dilediği gibi düşünür ve sonsuz bir güce sahip olur, bu yüzden de hiç bir cinsel eylem bu sınırsızlıkta ve mükemmellikte gerçekleşmez. Bu da cinsel eylemlerde bazen hayal kırıklığı yaratabilir.Kadın alıştığı bu düzenin dışına çıkıp normal cinsellikten zevk alamaz.

    Kadında orgazm nedir?

    Teknik terimleri bırakıp gerçekçi olalım.Kadın orgazmı erkekten çok çok farklıdır.Erkekteki gibi orgazm ile gelen bir sıvı görsel bir olay yoktur kadın orgazmında.Ve bu her kadından kadına çok çok farklılık gösterir.
    KADIN İÇİN ORGAZM TANIMI: ''Yaşadığınız bir cinsel eylem veya ilişki bittikten sonra gergin kalmıyorsanız,boğazınızda yutamadığınız bir lokma varmış gibi hissetmiyorsanız,kendiniz mutlu vede rahat hissediyorsanız vede sizin için yeterliyse siz orgazm olmuşsunuz demektir.''
    Bırakınız başkaları ne derlerse desinler,ne yazılırsa yazılsın fark etmez,mühim olan sizin gerçeğinizdir.

    Peki bunları yaşayamayan yada hissedemeyenler ne yapacaklar?

    Erişkin kişilerde bunu kendi kendine çözümü çok zordur,en basit vede kolay yolu destek almaktır.

    Nereye başvurup destek alabilirler?

    Gerek bize gerekse bir cinsel işlev bozukluğu ile uğraşan bir terapi merkezine baş vurup destek alıp tedavi olabilirler.

    Yani tedavisi vardır ve ; bu durum düzeltilebilinir mi?

    Evet tedavisi vardır,gerekli koşullar sağlandıktan sonra her türlü sıkıntı gibi buda düzeltilir, kişinin cinsel istek duyması veya cinsel ilişkiden zevk alması veya orgazm olması öğretilir.

    Bu konuda çok başvuru oluyor mu?

    Malesef Türkiye koşullarında bu kadınlarımız içinde sıkça yaşanan bir durum.

    Bize de bu konuda sıkça başvuru oluyor ve destek verip terapiye aldığımız bir çok hastamızın şimdi mutlu ve sağlıklı cinsel hayatı var.

    Mühim olan kadın olmaktan utanmamaktır,cinsellikten utanmamaktır.

    Hayat güzeldir, kadın olmak ; ayrıcalıktır.
    Güzelliği ayrıcalıklı olarak yaşamanın keyfini çıkarın !

    Geliniz size destek olalım, sizde sağlıklı ve mutlu bir cinsel hayata sahip olunuz!!
    Biz kadına saygı duyuyor,cinselliğin her kadının hakkı olduğuna inanıyoruz.

    Bu yüzden cinsellikle ilgili her türlü probleminizi bize danışabilir bu konuda tıbbi ve psikolojik yardim ve destek isteyebilirsiniz

  13. CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞU / CİNSEL İSTEK KAYBI

    Kadın ve erkekte, cinsel istek kaybı, benzer sorunlardır.Cinsel istekler konusunda iki teori öne sürülmektedir:

    Birinci teoriye göre bireylerin cinsel istek düzeyleri birbirinden farklıdır ve bu farklılıklar doğuştan kazanılmış özelliklerdir. Bu nedenle bazılarının cinsel istek veya kapasiteleri çok yüksek iken, bazıları yaşam boyunca çok az cinsel ilgi gösterebilirler. Bu durum, bir ölçüde bireyler arasındaki boy uzunluğu veya göz rengi farklılıklarına benzetilebilir.

    İkinci teoriye göre ise, yaşam olayları veya eğitim ile yasaklanmadığı, bastırılmadığı veya saptırılmadığı sürece cinsel dürtü herkes için çok önemli bir itici güçtür. Klinik deneyimler ikinci teoriyi desteklememize neden olmaktadır. Cinsel istek azalması sorunları olan hastaların genellikle bu kaybı açıklayacak çok sayıda nedenleri vardır.

    Cinsel istek kaybı, isteğin azalması, uyarı sonucu cinsel tepki alındığı halde istek olmaması, uyarı sonunda da cinsel tepki olmaması veya nefret şeklinde ortaya çıkabilir.

    Nefret, cinsel ilişkide bulunamayacak kadar olumsuz duyguların mevcut olması anlamına gelir. Bu, genel olarak her türlü cinsel aktiviteye karşı olabildiği gibi sadece belli bir düşünce, inanç veya davranış şekline karşı da geliştirilebilir (örneğin, oral seks gibi).

    Genel olarak insanlar ödüllendirici bir davranışı tekrarlama eğilimindedirler (cinsel veya başka tür bir aktivite). Tersine, belli bir davranış anksieteye neden oluyorsa, kaçınmaya çalışılır, dolayısıyla nefret ortaya çıkar.

    Cinsel istek kaybı olan insanlarda, çocukluk dönemindeki yasaklayıcı eğitim ve başarısızlık beklentisi, utanç, acı veya yetersizlik korkusu, gerçek yasaklamalar veya acı deneyler kadar önemlidir.

    İstek kaybının aksine, eşler arasında cinsel isteklerin farklı düzeylerde olması, sık rastlanan fakat daha az ciddi bir sorundur.

    Bir ilişki disfonksiyonel hale geldiğinde, sıklıkla eşlerden biri, diğerinden çok daha fazla cinsel yakınlık ister.

    Bu abartılmış farklılıklar, eşler diğer sorunlarını çözüp tekrar iletişim kurabildiklerinde ortadan kalkar.

    Cinsel istek kaybı, çok sayıda seksüel disfonksiyonun seyri sırasında ortaya çıkabilir.

    Organik hastalıklar erkeklerde olduğu gibi, kadınlarda da cinsel tepkileri olumsuz yönde etkiler, fakat genellikle kadınlarda cinsel tepki üzerine etkileri, erkeklerden daha azdır.

    Yine de, diyabetik kadınların % 50'sinin sonunda anorgazmik olacağı bilinmektedir.

    Estrojen eksikliğine bağlı ikincil vajinal atrofi (cerrahi sonrası veya menopoz sonrası), ağrılı ilişkiye neden olur.

    Eğer atrofi çok ilerlemişse krem veya hap şeklindeki estrojenle tedavisi çok başarılı sonuç verir.

    Organik pelvik veya genital hastalıklar da ağrılı ilişkiye ve giderek cinsel istek kaybına neden olabilirler.

    Doğum kontrol hapı kullanan bazı kadınlarda da istek kaybı görülürse de, bu durum daha ziyade psikolojik nedenlerden kaynaklanmaktadır (depresyon, üzüntü, bastırılmış öfke, histerik kişilik, vb. gibi).

    Kronik yorgunluğun kadının cinsel tepkileri üzerindeki etkileri sıklıkla göz ardı edilir.

    Jinekologlara göre, yuvaya gidemeyecek kadar küçük çocuğu olan her kadında, bu tip sorunlarla karşılaşıldığında kronik yorgunluğu akla getirmek gerekir.

    Klinisyenlerin, kadınlarda fiziksel yakınma veya seksüel fonksiyon bozuklukları ile uğraşırken, kronik yorgunluğun da bir neden olabileceğini unutmamaları gerekir.

    Genel olarak, doğum, ameliyat, kanser, sürekli diyet yapma, aşırı kilo kaybı gibi vücut direncini düşüren hastalık ve durumlarda geçici veya sürekli olarak cinsel istek kaybı görülebilir.

    Cinsel fonksiyon bozukluğuna neden olan veya cinsel fonksiyon bozukluğu şeklinde ortaya çıkan diğer sorunlar.

    A- Madde Bağımlılığı

    1- Alkolizm
    2- Diğer Madde Bağımlılıkları

    B- Kişilik Yapısı

    1- Obsesif/Kompulsif Kişilik
    2- Histerik Kişilik
    3- Pasif/Bağımlı Kíşilik
    4- Pasif/Agresif Kişilik

    C- Fiziksel Sorunlar

    1-Fiziksel Hastalìklar, nörolojik bozukluklar, damarsal bozukluklar.
    2-Menopozal Semptomlar, vajinal kuruluk, östrojen yetmezliği.
    3-Doğum Kontrol Hapları
    4-İlaçlar
    5-İnfertilite, özellikle zamanlanmış ilişki

    D- Duygusal Faktörler ve Stres

    1-Bastırılmış öfke
    2-Üzüntü-Yadsıma, suçluluk duygusu, depresyon veya öfke
    3-Depresyon
    4-Gebelik Korkusu
    5-Kişiler Arasında Anlaşmazlık
    6-Bedensel Görüntü Sorunları
    7-Psikozlar
    8-Kronik yorgunluk

    ; ; ;a-Çok Fazla ve Uzun Süre Çalışma
    ; ; ;b-Küçük Çocuk Bakımı

    9-Orta Yaş Krizi

    E- Karşılanmayan Cinsel Değerler


    CİNSEL YANIT SÜRECİ

    Masters ve Johnson(1966), insanın cinsel yanıt sürecinin fizyolojik olarak birbirini izleyen 4 aşamaya ayırdılar:

    1- Uyarılma (Excitement)

    2- Plato(Plateau)

    3- Orgazm(Orgazm)

    4- Çözülme(Resolution).

    1974 yılında Kaplan'ın bunlara daha psikolojik bir boyut olan istek aşamasını eklemesi ve diğer aşamaların birleştirilerek tek başlık altında toplanması ile Kaplan'ın trifazik (üç fazlı) modeli geliştirildi:

    1- Cinsel istek (sexual desire)

    2- Cinsel uyarılma ( sexual arousal)

    3- Doyum (orgazm)

    Önerilen bu fazların herhangi bir yerindeki bozukluk cinsel işlev bozukluklarının sınıflamasına yardımcı olur.

    Fizyolojik, bilişsel ve davranışsal bileşenler içeren ve gelişimsel ve kültürel etkilerle biçimlenen karmaşık bir oluşumdur.

    Androjenlerin erkekte cinsel isteğin önemli bir belirleyicisi olduğuna dair kanıtlar vardır. Hipogonadik (Hormonal seviyesi düşük) ya da kastre (iğdiş edilmiş) erkeklerde dışarıdan verilen cinsiyet hormonlarının (eksojen testesteronun) kesilmesi cinsel ilgide ani bir azalmaya yol açarken bunun tersi olarak dışarıdan verilen hormonlar (replacement therapy) cinsel düşünceleri belirgin biçimde arttırarak bir kaç hafta içinde cinsel isteğin düzenlenmesini sağlar.

    Androjenlerin cinsel dürtü ve davranışları hangi mekanizma ile etkiledikleri tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Ancak hayvan deneyleri beynin bir bölgesinde (median preoptik hipotalamik bölgenin ve bu bölge ile ilişkili limbik yapıların) cinsel davranışın düzenlenmesinde önemli rolü olduğunu göstermektedir. Normal erişkin erkeklerde testosteron kan düzeyleri büyük bireysel farklılıklar gösterir.

    Cinsel dürtü ve davranıştaki bireysel değişiklikler sadece testestoron düzeyleriyle açıklanamamaktadır. Yani cinsellik hormonları ile cinsel istek arasında direkt bağ kurulamamıştır.

    Estrojen gibi steroid ve prolaktin gibi nonsteroid hormonların ve endojen opiyat peptidlerin erkekte cinsel istek ve uyarılma üzerinde etkili olduğunu düşündüren bazı bulgular da vardır. Örneğin yüksek prolaktin seviyeleri kandaki androjen düzeylerinden bağımsız olarak cinsel istek azalmasına yol açabilir.

    Bu, prolaktinin doğrudan bir etkisi olabileceği gibi cinsel dürtülerin devamından sorumlu merkezi dopaminerjik aktivitenin azalmasını da yansıtabilir.

    Erkekte öznel cinsel heyecan ve zevk duygusuna eşlik eden ereksiyon (penisin sertleşmesi) ile belirgin durumdur.

    Kadında ise cinsel organlarda ortaya çıkan hacim değişiklikleri ve ıslanma ile karekterizedir.

    Her iki cinste de cinsel zevkte doruğa ulaşmakla birlikte üreme organlarını oluşturan yapıların ve anüs ve cinsel organlar çevresindeki kasların ritmik kasılması, kalp-damar ve solunum değişiklikleri ve cinsel gerginliğin boşalması ile karekterizedir.

    Erkekte fizyolojik sürecin iki fazı vardır.

    Erkekte boşalmanın en iyi göstergesi ejakulasyon yani boşalma sayılabilir. Kadında da benzer bir boşalma vardır.

    Kaslardaki gevşeme daha ön planda yer alır.

    Nöroendokrin (İç salgı sistemi ve beyinle ilgili) araştırmalar oksitosinle cinsel uyarılma ve orgazm arasında bir ilişki bulunduğunu göstermektedir. Orgazm boyunca psikofizyolojik olarak ölçülen perineal kontraksiyonlar, kan basıncı yükselmeleri ve oksitosin plazma düzeyleri arasında doğru orantı olduğunu göstermiştir.


    ERKEN BOŞALMA

    Tanım:

    Boşalmanın (Ejakulasyon)penis vajinaya girdikten sonra cinsel tepkileri normal olan bir eşi tatmin edemeden olması veya kişinin isteğinden önce olmasına Erken Boşalma (Premature Ejaculation) denir. Genellikle dile getirilmesi güç olduğundan ve göreceli bir kavram olduğundan rastlanma sıklığı konusunda yeterli bilgi yoktur. Ancak 25 yaşın altındaki genç erkeklerin üçte birinde ve 40 yaşın üzerindekilerin % 10'unda görüldüğü sanılmaktadır. Aslında hemen her erkek hayatının bir bölümünde bu sorunla karşılaşabilir.

    En azından ilk cinsel deneyimleri esnasında oluşan gerginlik sebebiyle erken boşalma görülebilir ve zamanla ejakulasyonu kontrol etmeyi öğrenirler.

    Sebepler:

    Erken Boşalmanın birinci sebebi biyolojiktir. Erkekte normal fizyolojik boşalma ve orgazm penis vajene girdikten 2-3 dakika sonra olmaktadır. Oysa kadınlarda normal fizyolojik orgazm ve doruğa ulaşma penis vajene girdikten yaklaşık 12-14 dakika sonra olmaktadır. Ancak çoğu kadın sadece penisin vajene girmesi ile orgazma ulaşamaz diğer cinsel uyarılara da gereksinim duyarlar.

    Kadınların yaklaşık % 10'u ise cinsel uyarılara rağmen hiçbir şekilde orgazm olamamaktadır.

    Diğer sebepler arasında ise günah işleme veya suçluluk duygusu, hastalık kapma, gebe bırakma, başkası tarafından mahrem yerlerinin keşfedilme korkusu; aşırı isteğin verdiği gerginlik gibi psikolojik faktörler önemli rol oynamaktadır.

    Bazen prostat iltihapları veya sinirsel yolları etkileyen hastalıklarda rol oynamaktadır.

    Tedavi:

    Sebebin açığa çıkarılması, endişelerin giderilmesi, sık cinsel ilişkide bulunarak cinsel gerilimin azaltılması bazen işe yarayabilir.
    Erken boşalma eşlerin biri veya her ikisi içinde cinsel sorun halini alırsa tedavisi gerekir.

    Sıkıştırma Tekniği:

    Masters ve Johnson tarafından geliştirilen bu metodda kadın erkeğin penisini boşalma yaklaşana kadar uyarır. Boşalma oluşacağı anda kadın erkeğin penisini ereksiyonun bir kısmı kayboluncaya dek sıkar. Bu teknikde amaçlanan orgazm öncesi hissedilenleri ve geciktirmeyi erkeğe öğretmektir. Elle uyararak hareketsiz bir ilişki ile başlayan bu teknik daha sonra kaydırıcı bir krem kullanarak, kadının üstte olduğu pozisyonda hareketsiz olarak, kadının üstte olduğu pozisyonda hareketli olarak sürdürülür. Masters ve Johnson bu tekniği öğrenerek uygulayanların % 98'inde erken boşalma sorununun ortadan kalktığını bildirmiştir.

    Dur-Başla Tekniği:

    Bu teknikte kadın erkeğin penisini 3 kez ardı ardına boşalma olasıya kadar uyarır, ancak boşalma olmadan önce uyarıyı keser. Dördüncü denemede ise boşalmaya izin verilir. Haftada 3 kez erkek boşalmasını kontrol edesiye değin tekrar edilir.

    Boşalmanın kontrol edildiğinden emin olunduğunda bu işlem kayganlaştırıcı bir kremle denenir. Daha sonraki aşamalarda kadının üstte olduğu pozisyonda hareketsiz olarak, kadının üstte olduğu pozisyonda hareketli olarak ve son olarak yanyana pozisyonda dur-başla tekniği uygulanır. Bu teknikle erkek uyarılma sona erdirilmediği takdirde boşalacağı zamanı öğrenir. Bu tekniği uygulayanların % 90-95'inde boşalmanın 10-15 dakikalara uzayabildiği bildirilmiştir.

    Psikoterapi ve depresyon tedavisi:

    Bazı vakalarda erken boşalma derinlerdeki bir ruhsal çatışmadan veya depresyondan kaynaklanıyor olabilir.

    Bunların açığa çıkarılması, psikoterapi uygulanması veya depresyonun tedavisi erken boşalmayı da engelleyebilmektedir.

    Psikoterapi

    Bu tip tedaviler önceleri marital tedavinin parçası iken giderek bağımsızlaşıp seks terapi (cinsel terapi) adını aldı. Cinsel terapi günümüzdeki kullanımıyla cinsel sorunları olan çiftlere uygulanan bir tür bilişsel davranış tedavisi olarak kabul edilebilir. Tedavi başarısında, uygulanan yöntemin ve terapistin profesyonel becerisinin olduğu kadar çiftin tedaviye uyumunun, düzelme istek ve çabasının da rolü vardır. Tedavi şekilleri, bireysel psikoterapi, çift tedavisi, grup terapi, kendi kendine yardım programları, minimal terapist kontaktı ile terapi olarak sıralanabilir.

    1970 öncesi, psikoseksüel işlev bozukluğunun tedavisi bireysel psikoterapiydi. Klasik psikodinamik teoriye göre seksüel yetersizliğin kökünde erken gelişim dönemi çatışmaları yatar ve cinsel, bozukluk yaygınlaşmış duygusal bozulmanın bir kısmının tedavi edilmesidir. Tedavide, bilinç dışı çatışmaların ortaya çıkarılması, motivasyon, fantezi ve değişik bireyler arası güçlükler üzerinde durulur. Bu yaklaşım cinsel işlev bozukluğunun tedavisini tam olarak sağlayamamış ve sorunun düzelmesi için davranışçı tekniklere ihtiyaç duyulmuştur. Davranışçı yaklaşımlar; çifte yönelik cinsel terapi (dual-seks terapi) davranış tedavisi, grup tedavisi ve hipnoterapidir. Ayrıca davranışçı tekniklerle psikanalizin birleştirilmesiyle oluşan analitik yönelimli seks terapisi de tedavide uygulanabilmektedir



    Çifte Yönelik Cinsel Terapi

    ;

    vg2.jpg
    Masters ve Johnson tarafından geliştirilen bir yöntemdir. Bu yöntemde eşlerle ayrı ayrı görüşülür. Bazı araştırıcılar, görüşmecilerin aynı cinsten olmasını yeğlerler. Görüşmede eşlerin her birinin geçmiş cinsel yaşamları, cinsel yaşamdan ve eşlerinden beklentileri, eşleri ile ilişkilerinin özellikleri araştırılır. Çiftin ilişkisinin uyumu, cinsel sorunlarının niteliği ve boyutları, eşlerin beklentilerine uygun bir değişimin gerçekleşebilirliği değerlendirilir. İlk görüşme aşamasından başlayarak tüm tedavi süreci boyunca en önemli güçlük insanların cinsel konuları konuşmakta çektikleri sıkıntıdır. Çifte cinselliğin doğal ve gerekli olduğu, çektikleri sıkıntının olağan ve herkes tarafından yaşanabilecek bir sıkıntı olduğu anlatılır. Ayrıca, cinsellik üzerine konuşma alışkanlığı olmayan kişilerin, sorunlarını tanımlayacak sözcükleri bulamamaları da beklenir. Hastaların sıklıkla kullandıkları “;olmadı”;, “;başarısız oldum”;, “;normal değildi”; gibi tanımlamalar sorunun niteliğine ilişkin hiç bir bilgi içermez. Bu aşamada karşımızdakini sosyokültürel düzeyine uygun ortak bir dil bularak cinsel işlev aşamalarına yönelik ayrıntılı sorular sorar ve sorunu net olarak anlarız. Çiftle ön görüşmeler tamamlandıktan sonra terapist cinsel sorunun niteliksel ve niceliksel boyutlarını içeren bir tanımlamasını her iki eş için de yapar. Bütün davranış tedavilerinde olduğu gibi sorun alanları belirlendikten sonra, tedavi hedefleri çiftle birlikte saptanır. Görece kısa bir tedavi olan cinsel terapide, çiftin tedavinin anlamını, basamaklarını ve hedefini kavrayıp paylaşması büyük önem taşır, çiftin tedaviye katılımını arttırır ve direnci azaltır. Kuramsal olarak cinsel terapinin hedefi, davranış değişikliği, bilişsel (kognitif) yeniden yapılanma ve fizyolojik yanıtın değiştirilmesi olarak tanımlanabilir.

    Çifte tedavi programına ilişkin ayrıntılı bilgi verilir. cinsel ilişkide ve tedavi sürecinde karşılıklı sorumlulukları olduğu ve sonucu kendi katılımı ile çabalarının belirleyeceği anlatılır. Bir tür ön anlaşma yapılarak tedavi sürecinde cinsel yaşamlarına özel bir önem vermeleri, ev uygulamaları için gerekli koşulları sağlamaları istenir.

    Bütün davranış tedavilerinde olduğu gibi seks terapide de terapist tedavi sürecinde etkin rol alır. Terapistin yönlendiriciliği tedavinin başlarında daha belirginken tedavi sürecinin sonuna doğru giderek azalır ve terapist danışman konumuna geçer. Çiftin genel ve cinsel iletişimi geliştirilirken bir yandan da özel teknikler öğretilmeye başlanır. Çifte cinsel ilişkinin birleşme ve orgazmdan ibaret mekanik bir olay olmadığını göstermek için cinselliğin odağı cinsel organlardan tüm bedene yayılır. Bu çerçevede bir bakış açısı yerleştirebilmek için beklentileri ve alışılmış hedefleri ortadan kaldıran hatta yasaklayan ödevler verilir. Ev ödevleri duyumsal keşif (sensate focus) dönemiyle başlar. Çifte cinsel isteğini belli etme, ilişkiyi başlatma, eşinin cinsel isteğini reddetme durumlarına uygun ifade yolları geliştirmeleri için yardım edilir. Eşler arasındaki cinsel yaklaşımlarda esneklik ve değişkenlik sağlanmalıdır. Genelde seks terapinin yapısı hiyerarşik bir duyarsızlaştırma içerir. Bu temel yapı üzerinde her cinsel işlev bozukluğuna özel teknikler öğretilir. ;

    Prematür ejakulasyon için Masters Ve Johnson'ın “;Squeeze-Sıkıştırma tekniği veya Semans'ın “;stop-start, dur-başla”; tekniği kullanılır. Kaplan' ın vurguladığı gibi prematür ejakulasyon niceliksel terimlerle tanımlanamaz. Önemli olan süre değil ejakulatuar refleks üzerinde istemli denetim olup olmamasıdır. Ejakulatuar denetim, refleks olarak ejakulasyon ortaya çıkmadan yüksek uyarılma düzeylerinin tolere edilebilmesidir. Tedavi, ejakulasyondan hemen önceki duyumların farkındalığını sağlayarak ejakulasyonu denetlemeyi öğretmeyi amaçlar

    Erektil sorunların tedavisi, performans beklentilerini ve anksiyeteyi azaltmaya ve yeterli cinsel uyarılmayı sağlamaya odaklanmıştır. Ön sevişmenin süresi ve çeşitliliği arttırılır, kadının etkin katılımı sağlanır. Duyumsal keşif sırasında spontan ereksiyonlar ortaya çıktığında bunlar paradoksal olarak sıkıştırma tekniği ile yok edilebilir. Amaç her iki eşin de ereksiyonun oluşabileceğine inanmasının ve güven kazanmasının sağlanması ve ereksiyon olmadan da zevk alabileceklerinin öğretilmesidir. Zor vakalarda bunun için sabah veya uyku ereksiyonu da kullanılabilir.

    Davranışçı terapistler, cinsel işlev bozukluğunu öğrenilmiş uyumsuz davranış olarak kabul ederler. Davranışçı yaklaşımlar başlangıçta fobilerin tedavisinde kullanılmaktaydı. Cinsel işlev bozukluğu vakaları da cinsel ilişki fobisi olan hastalar olarak değerlendirilir.

    Geleneksel teknikler kullanılarak, hastada anksiyete yaratan durumlar hiyerarşik bir düzen içinde sıralanır. Standart bir sistematik duyarsızlaştırma programı izlenerek hastanın anksiyetenin üstesinden gelmesi sağlanır.

    Bu program, anksiyete doğuran öğrenilmiş yanıtın, anksiyete karşıtı cesaret verici davranışlarla engellenmesi esasına dayanır. Tedaviye en az anksiyete uyandıran durumun hayal edilmesi ile başlanır ve adım adım en fazla anksiyete uyandıran duruma ulaşılır. Hastanın cinsel ihtiyaçlarını korkmadan ve açıkça ifade etmesi açısından destekleyici yaklaşımların kullanılması da faydalıdır. Hastanın evde uygulamasına yönelik cinsel etkinlik ödevleri verilebilir ve geçmişte en çok hoşlanılan ve başarıyla uygulanan etkinlikler en yukarıda yer almak üzere hiyerarşik bir düzen kurulabilir.

    Hastanın cinsel partnerinin duyarsızlaştırma programına katılımı ile tedavi şekli biraz değiştirilebilir. Bu durumda,hastanın tedavi seanslarında elde ettiği kazançları evde cinsel etkinliğe dönüştürmesine yardım edebilecek işbirliği yapan bir partnere gerek vardır.


  14. Erken Boşalmanın Nedenlerini Biliyor musunuz?

    Erken boşalmanın herzaman en önemli nedeni psikolojiktir ve genellikle cinsel ilişkinin kendisine yada cinsel ilişkideki partnere karşı duyulan kaygıya dayalıdır. Erken boşalma en yaygın cinsel işlev bozukluklarıından biridir ve erkeklerin %14 ile %75’nin hayatlarının bir döneminde erken boşalma yaşamış oldukları bilinmektedir.

    Bazen, genç erkeklerde görülen erken boşalmanın nedeni cinsel deneyimin az olmasıdır. Erkekler genellikle ilk cinsel deneyimlerinde yada cinsel ilişkileri arasındaki süre çok uzadığında erken boşalma yaşamaktadır. Bu konudaki deneyimleri arttıkça boşalmalarını kontrol etmeyi öğrenirler.

    Şayet, deneyim kazanmış olmasına rağmen erkek orgazm olmasını kontrol edemediğini farkederse, erken boşalmanın nedeni muhtemeln psikolojiktir. Belki cinselliğe karşı derin bir kaygı duymaktadır. Belki partnerine karşı çözümlenememil bir öfkesi vardır

    Erken boşalmanın bir diğer nedenide partnerin gebe kalmasından duyulan endişe olabilir. Bazı erkekler kadının vajinası dışında bir yere, vücuduna, boşaldıkları takdirde partnerlerinin gebe kalmayacağını zannederler.

    Stres elbetteki erken boşalmanın en önemli nedenidir. Eğer bir erkek çeşitli gevşeme teknikleri ile stresi kontrol etmeyi ve stresle baş etmeyi öğrenirse, boşalmasını kontrol etmeyide öğrenir. Cinsel ve cinsel olmayan çözümlenememiş yada ifade edilememiş psikolojik çatışmalar üzerinde çalışmak da etkili olabilmektedir.

    Erken boşalma nadiren hastalık, yapısal yada fiziksel problemden kaynaklanmaktadır.


  15. Vajinismus : Vajinismus cinsel ilişkiye girmeye müsaade etmeyecek şekilde vajinal kasların dış 1/3 ünde gözlenen istem dışı oluşan şiddetli kasılmalarla ; kendini gösteren bir rahatsızlıktır.Vajinismusta oluşan kasılmalar o derece şiddetli olabilir ki genellikle ; ilişkiyi imkansız hale getirmektedir.

    Vajinismus gibi ağrılı cinsel ilişkiye neden olan rahatsızlıklarda öncelikle temel kural jinekolojik muayene yapılarak ilişkinin oluşumuna engel olan organik bir bozukluğun olup olmadığının kesin olarak belirlenmesidir.

    Bu tür rahatsızlıklarda belirgin bir fiziksel patoloji tespit edildiğinde etkene yönelik cerrahi uygulamalara nadiren gerek duyulabilinmektedir. Ancak yanlış bir kanı olarak genellikle eski bir yöntem olarak uygulanan hymenotomi adı verilen kızlık zarının kesilerek açılması konunun yeterince anlaşılamamasından kaynaklanmakta idi. Bu gün ise bu yöntemin ; sorunun çözümünde hiçbir değerinin olmadığı bilinmektedir.

    vg.jpg

    ;

    Soruna ; neden olan etkenler çoğunlukla ; genç kızlık yıllarından itibaren cinsellik ve kızlık zarı hakkında bilinç altına yerleşmiş yanlış bilgiler, cinsel eğitim eksikliği, yaşanmış kötü cinsel tecrübeler , ; toplumsal baskılar ; gibi oldukça geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.

    Hasta ve eş için oldukça sıkıntılı bir durum olan vajinismus vakalarında rahatsızlık, ; eşin duyarlı ve paylaşımcı yaklaşımı ile aile içerisinde yıllarca saklı kalabilmekte ve ; çiftin bir süre sonra cinselliğe duyarsızlaşmasına yönelerek cinsel soğukluk ve duyarsızlık çıkmazına doğru. İlerleyen komplike problemlere de zemin hazırlamaktadır.

    Vajinismus ; sorununa sahip çiftlerde tedavi için yönelim, çoğu zaman artık aileye yeni bir bireyin eklenmesi gerektiği dönemlerde artmaktadır. Genellikle hanımlar bu olayın yakın arkadaş ve aileleri tarafından duyulmaması için büyük bir çaba içerisinde girmektedirler. Yaşanan tüm bu kısır döngüler tedavi ile rahatsızlığın çözüm sürecinde gecikmelere neden olabilmektedir.

    Vajinismus tedavisi zor bir rahatsızlık mıdır?

    Kesinlikle hayır, bu gün artık bu sorun hakkında doktorlarımızda yeterli bilgi ve deneyim kazanmaktadırlar. Uygun tedavi yöntemleri ve çalışmalarla artık sorunun çözümü ; oldukça kolay ve başarı şansı bir o kadar yüksektir.Yeter ki uygun metodlar ve doğru ekip çalışması yapılsın.Tedavide başarıyı arttıran esas unsur, bu tür hastalıkların tedavi basamaklarında olmazsa olmaz kuralı olan jinekolog-psikolog ; ikilisinin ortak çalışmasında yatmaktadır.

    vg2.jpg

    ;

    Vajinismus sorunu erkekte de ; problemlere neden olabilir mi?

    Sorunun tedavisi süreci uzadıkça erkekte kendine güvensizlik, cinsellikten soğuma, ereksiyon problemleri gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya kalma riski de doğabilmektedir.

    Ayrıca cinsellik gibi insan fizyolojsi ve aile içi bağlarda önemli bir role sahip doğal bir sürecin yaşanamaması psikolojik sorunlarla beraber aile içi sosyal sorunlara da neden olabilmektedir.

    Tedavide değişik tedavi yöntemleri var mıdır. ? ;

    Tedavinin belli bir süreci vardır ve ; uygun metodlar uygulandığı sürece başarı hemen hemen kesindir. Ana temadan uzaklaşarak ve kestirme yollara sapılarak yanlış uygulamalara yer verilmediği sürece başarının yakalanması ve tedavi sonrası kalıcı iyileşme ; sağlanmasını mucizevi bir sonuç olarak görmemekteyiz


  16. Evlilik ve Evlilik Sorunları

    Evliliğinizde:

    go.gifDuygusal uzaklaşma hissediyorsanız

    go.gifİlişkinizde sevginiz dışındaki öğeler daha ön plana çıkmış ve bundan bir sıkıntı duyuyorsanız

    go.gifCinselliğinizde belirgin bir azalma varsa

    go.gifTartışmalarınızda boşanma sözcükleri de havada uçuşmaya başlamışsa

    go.gifArtık evliliğiniz neşe ve canlılık vermiyor bunun hatta tam aksini getiriyorsa.

    go.gifKendinizi daha güvensiz hissediyorsanız

    go.gifKıskançlık ve şüphelerinizde artış varsa

    go.gifArtık tartışmalarda karşılıklı taviz vermiyorsanız ve tartışmaları kontrol etmeniz güçleşiyorsa

    go.gifEşiniz artık size hediye almıyor yada sizi hatırladığını hissettirmiyorsa

    go.gifArtık eşiniz dışında bazı erkeklerin çok daha iyi koca olabileceği duygusu yoğunlaşmaya başlamışsa.

    Bu on paslı maddenin bir tekinin olması demek evliliğinizin tehlike çanları çaldığı anlamına gelmez.

    Her bir maddeyi 1 risk puanı olarak kabul edin ve çıkan puanı 10'la çarpın, çıkan sonuç yüzde cinsinden risk puanınızı verecektir. %50 nin üzerine çıkan durumlar artık belirgin anlamda ilişkide sorun olduğunun göstergesidir. Bu on riskli başlığı düzeltmek ve değiştirmek mümkündür. Değişim yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdır.Burada önemli olan değişimin istediğiniz yönde olmasıdır.

    Dünyanın en eski ve kalıcı kurumlarından bir tanesidir evlilik. Yüzyıllar boyu değişen dünyamızda, eski Romadan beri kalan en sağlam kurum demek de doğru olur. Eski Romadan beri diyoruz, çünkü bugün ki anlamda evliliğin kurumsal yapısı o günlerde belirlenmiştir. Tabii evlilik sorunlardan uzak değil.

    Son yıllarda belki de en çok zorlanan kurumlardan bir tanesi olmuştur. Rakamlar çok yanıltıcı olabilir. Örneğin İngiltere’de evlenen her iki kişiden biri on yıl içinde boşanmaktadır. Ülkemizde ise boşanma oranları yıllık %1 in çok altındadır. Bu rakamsal olarak bizde boşanmanın az olması, Türkiye'de evlilikler daha mutlu anlamına gelmemektedir. Bizde mutsuz ama evli çiftlerin sayısı azımsanmayacak derecededir.

    Evlilik aslında birbirinden farklı iki insanın paylaşmaya başladığı yeni bir hayat dönemi olarak değerlendirilir. İnsan hayatındaki her değişim strese sebep olur ancak evlilik gibi köklü değişimlerin yeri daha bir farklı olmaktadır. Şöyle düşünün kültürel olarak aile yaşantısı olarak birbirinden farklı iki kişinin aynı evi aynı zaman ve mekanı paylaşmaya başlamaları hayatınızda ne kadar radikal bir değişimdir.

    Hele birde eşinizle öncesinde tam tanışmadığınızı düşünün. Belki de hep güzel saatleri paylaştınız ve birbirinize göstermek istediğiniz yüzünüzü gösterdiniz. Gülünecek neşeli anları paylaştınız. Ancak artık evlisiniz ve iki kişilik düşünmek zorundasınız.

    Bu durumda kendinizi kısıtlanmış gibi hissetmeniz gayet doğaldır. Karşı tarafın da aynı duyguları paylaştığını unutmayın. Bunu böyle düşündüğünüzde karşılıklı anlayışla bazı sorunların üstesinden gelebilirsiniz.

    Her iki zaman içerisinde çözülecektir. Ancak bunun yanında yeni yaşamınızda sorunlar ortaya çıkabilir.

    TİPİK EVLİLİK SORUNLARI:

    İletişim kuramama ve uzlaşmada güçlük: Bu problem gerçektende çiftler arasında oldukça sık görülür. Çiftler ya tartışmaz (“nasılsa bir şey değişmiyor”) ya da tartışır ancak uzlaşamaz. Genellikle herkes kendi söylemek istediğini söyler ancak karşı tarafı gerçekten dinlemez. Tartışamayan çiftler için durum daha kötüdür. Çünkü tartışmanın yerini akıl okuma almıştır(örnek: Kadın:Artık bana hiç dokunmuyor. Muhtemelen beni sevmiyor acaba bir başkası mı var? Erkek: Dokunursam gene seks istediğimi düşünecek ve beni reddedecek ben en iyisi televizyon seyredeyim. Kadın: Şimdide televizyonu açtı bu kesin beni sevmiyor, yüzsüzlük etmeyim gidip yatayım. Erkek: Bu saatte yatılır mı, bu kadının bana hiç tahammülü yok.)

    Aldatma (sadakatsizlik):

    Burada bahsedilen çiftlerden birinin ya da her ikisinin böyle bir deneyim yaşadıktan sonra evliliği sürdürmek zorunda kalması ya da evliliği sürdürmek istemesi durumunda yaşanacaklardır. En sık iki soru; “bu şartlarda gerçekten devam etmeli miyiz?” beni hala aldatıyor mu?

    Kaynana sorunu:

    Burada asıl sorun çiftlerin kendi aile düzenlerine sınır çizememiş olmasıdır. Böyle bir sorunu batılı literatürde bulmak çok güçtür. Ancak bizler bu sorundan kaynaklanan soruna her gün tahmin edemeyeceğiniz sıklıkta rastlıyoruz.

    Bilinen Tipik sorunlar:

    Kaynanamla altlı üstlü oturuyoruz. Her şeyimize karışıyor.

    Kocam sürekli onlarda yemek yemek istiyor.

    Kocam sürekli onlara harcıyor bizle ilgilenmiyor.

    Her hafta sonumuzu her tatilimizi onlarla geçirmek istiyor.

    Yukarıda bahsedilen sorunlar çoğunlukla evlilikle ilgili ciddi sorunlara neden olabiliyor. Kaynanasıyla rekabet halinde ki bir kadın kocasından bu durumun acısını farklı dolaylı yollarla çıkarmaya (yatakta isteksizlik, farklı önemsiz konulara öfkelenme gibi ) çalışıyor. Bunu da yapamazsa öfkesini ya çocuklarından (dayak vs) ya da kendisinden çıkarıyor olabilir (baş ağrısı,boyun, bel ağrısı, konversif bayılmalar vs).

    Yeni yaşamınızda değişen bir şey de artık düzenli bir cinsel yaşamın başlaması. Özellikle toplumumuzda insanların büyük bir çoğunluğu ilk cinsel deneyimlerini eşleri ile yaşamaktadırlar. Daha önce yaptığım bir araştırmada erkeklerin % 40'ı ilk deneyimlerini kendi eşleri ile geçekleştirdikleri görülmüş. Bu oran kadınlarda daha da yüksek çıkmıştır.

    Dolayısıyla tecrübesiz iki insanın bir araya gelmesi üstelikte yanlış bilmeleri nedeniyle bazı cinsel sorunlar da karşımıza çıkmaktadır.

    En sık, evliliğin ilk günlerinde cinsel birleşmeyi başaramama karşımıza çıkmaktadır. Bunun temelinde bazı törelerinde etkisi vardır. Kapıda birileri sizden haber beklerken sınavdaki bir genç gibi performans kaygısı yaşayan ve cinsel organında sertleşme sorunu yaşayıp ilişkiye girmeyenlerle sıkça karşılaşmaktayız.

    Bazen de cinsel ilişkide yaşayacağını sandığı için kendini aşırı kasan ve bu nedenle ilişkiyi başaramayan genç kızlarla da karşılaşmıyor değiliz. İlişkiye müsaade etmeyecek kadar vajina kaslarında kasılma ile giden duruma ise vaginismus diyoruz.

    Bu ve buna benzer cinsel içerikli aksaklıklar evlilikte eşleri dışa yöneltmekte yani sadakatsizliğe itmektedir.Sevgiyi ve ilgiyi dışarıda arayan eşler bunu bazen zina bazen de duygusal olarak aldatmaya çevirmektedir.İstatistiklere göre evli erkeklerin %35 i eşlerini aldatmaktadır.Bu oran kadınlarda biraz daha az olmakla birlikte azımsanacak bir rakamda değildir.Bu tür dışa açılımlar eşler arasındaki bağı azaltmakta ,birlikteliği zorunluluğa çevirmektedir.Sadece eşe değil çocuklara olan ilgide azalır.Özellikle duygusal aldatmalarda eşlerin yaptığı her şey göze batar,bir beğeni eksikliği ortaya çıkarır ki buda kavgayı kaçınılmaz kılar.

    Evlilik sorunlarının başında ülkemizde özellikle ekonomik sorunlar gelmektedir.Ekonomik olarak zayıf olan evliliklerde sorun çıkma yada sorun yaratma olasılığı ekonomik yönden güçlü bir evliliğe göre daha fazladır.Maddi olarak sıkışan çiftler bir savunma mekanizması olarak saldırganlıklarını birbirlerine yöneltirler.Böylece eşler arasında gerginlik ve sürekli birbirlerine güvensizlik ve suçlamalar yaparlar.Buda evliliğin geleceğini tehlikeye düşürür.

    Evlilik içinde çok çeşitli varyasyonlarda sorunlar çıkabilmektedir.Bunda en büyük sebep sevgi azlığı, kurum içi demokrasi ve saygı azlığı , eşlerin depresif düşünce modu , anlaşamamazlık , çocuk sorunları , ailelerin baskısı gibi çeşitlilikler gösterebilmektedir.Bunlarda özellikle tarafların aileleri birçok soruna neden olabilmektedir.Öyleki ülkemizde gelin-kaynana sürtüşmesi yıllardan beri bir sorun yumağı olmuş sonu ölümlere varan birçok anlaşmazlık çıkarabilmiştir.

    Evlilik sorunlarında diğer önemli bir nedense eşlerden birinin özellikle erkeğin alkol ve kumar alışkanlığıdır.Bu durumda kadın mağdur durumlara düşmekte ve evliliğe sorunlar silsilesi oluşturmaktadır.Ancak kronik bir alkol yatkınlığı yoksa erkeğin alkole yönelmeside yine evlilik içi bir sorundur.

    Aile içi şiddet, eşe ve çocuklara uygulanması açısından büyük önem taşımaktadır.Yine aile içi ensest ilişkiler , çocuk istismarları evlilik sorunlarının en kirli yüzüdür.

    Genellikle evlenirken kurdukları hayaller ve hayat beklentilerini evlilikte gerçekleştiremeyen insanların evlilik yaşamları sürekli olarak sorunlu geçer ve sonu büyük olasılıkla boşanmayla biter.Evlenmeden önceki duygusal hazırlık süresinde birbirlerini iyice tanımadan evlenen çiftler anlaşamama gibi bir sorunla karşı karşıya kalırlar.Evlendikten sonra iki kişilik düşünmek zorunda kalan eşelere ağır gelen bu durum kişinin kaçınma-yaklaşma anksiyetesi yaşamasına neden olur.Özellikle özgürlüklerin kısıtlanması kişide içten içe bir öfke ve isyan oluşturur.Eğer eşe duyulan sevgi bu öfke ve isyandan aşağıda kalırsa evlilikte sorunlar baş göstermeye başlar.Bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu eşler arası açıklık,doğruluk ve yalınlıktır.Sorunlarını açıkça ve objektif olarak paylaşan çiftler bu sorunları çok rahat aşarlar.Ancak evlilik içinde eğer demokratik bir ortam ve kişisel haklara saygı yoksa zaten bu paylaşımın oranı oldukça düşmektedir.Buda çözümlenemeyen sorunlar anlamına gelmektedir.

    Tüm bu durumlar bazen kendiliğinden çözülebilir ancak bazen de çözümlenemeyen basit sorunlar ayrılmaya varacak nahoş durumlarla karşımıza çıkmaktadır. Eğer bir iletişim sorununu kendiniz çözemeyecekseniz sorunun çözümü için bir profesyonele başvurmaktan çekinmemelisiniz.

    Evlilik sorunlarının tedavisi:

    Çiftlere :

    go.gifAile danışmanlığı yapılıyor.

    go.gifİletişim eğitimi veriliyor.

    go.gifRahat tartışabilmeleri sağlanıyor.

    go.gifAnlaşamasalar bile uzlaşma öğretiliyor.

    go.gifÇift olarak yaşam repertuarları genişletiliyor

    Öncelikle hangi durumda kaygılanalım ve hangi durumda evliliğimiz tehlike sinyallerini veriyor ve bu konuda bir adım atılması lazım.

    Evlilik ve Terapisi 2000 adlı çalışmamda İstanbul’da evliliklerin %16'sının boşanmayı düşündürecek düzeyde kötü olduğunu buldum. Ancak bunun yanı sıra kadınların %36'sı evliliğini orta derecede yani sorunlarla baş edebilir ve belirgin düzeyde uzaklaşmanın olmadığı bir içerikte değerlendirmiştir. Tabi bir çok basın organındaki, evliliklerin çoğu sorunluymuş gibi izlenim veren yazıları şaşırtacak bir sonuç da var. Bayanların % 48'i evliliğini iyi diye nitelendirmektedirler. Burada değerlendirdiğimiz çiftler, evlilikleri 16 ile 22 yıl arasında olan çiftlerdi. Burada geleceğimiz konu, evlilikler niçin bazı çiftlerde kötüye gider de bazılarında iyiye gider. Birçok kadın yaşadığı evlilik sorununu çözme yada kötüye gidişi önleme anlamında hep bir çaba içindedir. Bu sitedeki sayfada bir dizi içinde evlilik sorunlarından başlayıp çözüme doğru bir çizgide beraberce ilerleyeceğiz. Öncelikle hangi durumda kaygılanalım ve hangi durumda evliliğimiz tehlike sinyallerini veriyor ve bu konuda bir adım atılması lazım.


  17. Yürüyemiyorlar ama golf oynuyorlar !!! b.100.100.16777215.0.stories.engelli1.jpTürkiye Golf Federasyonu Başkanı Ahmet Ağaoğlu , "Çoğunluğu omurilik felçlisi olan engelliler, Almanya ’dan getirttiğimiz özel sandalyelerle golf oynuyor" deyince hem çok şaşırdım, hem çok heyecanlandım. Gözümün önüne yürüyemeyen ama özel sandalyeleriyle iki ayağının üzerine doğrulup golf sopası (club) ile topa vuran engelliler geldi.

    Türkiye Golf Federasyonu Başkanı Ahmet Ağaoğlu , "Çoğunluğu omurilik felçlisi olan engelliler, Almanya ’dan getirttiğimiz özel sandalyelerle golf oynuyor" deyince hem çok şaşırdım, hem çok heyecanlandım. Gözümün önüne yürüyemeyen ama özel sandalyeleriyle iki ayağının üzerine doğrulup golf sopası (club) ile topa vuran engelliler geldi.

    Golf oynamaları bir yana, unuttukları ayaklarının üzerinde durma duygusunu nasıl yaşadıklarını merak ettim. Türkiye Golf Federasyonu , engelliler golf takımı oluşturmak için tanesi 18 bin Euro’ya mál olan altı sandalyeyi Almanya’dan getirtti. Sadece bu özel sandalyelerin getirtmekle kalmadı ve engellileri evlerinden alıp antrenmanlara getiren, kolayca binip inilen özel bir minibüs dizayn ettirdi. Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı (TESYEV)ile işbirliği yapıldı. 60 engellinin golfe yatkınlığı, Alman Engelli Golf Milli Takımı ’nın antrenörü tarafından test edildi ve içlerinden en kabiliyetli 9 kişi seçildi. Ahmet Ağaoğlu , daha önce golf oynamayı aklından bile geçirmeyen engellilerin, gelecek yıl turnuvalara katılıp derece bile alabileceğini söylüyor.

    BU TECRÜBEYİ KAÇIRMAK İSTEMEDİM

    Altı yıl önce, balkon demirinin kenarında otururken dengemi kaybedip düştüm. Tedavi sırasında, iki yıl sonra yüzde 100 yürüyebileceğimi söylediler. Ama dört ay sonra, "Bu kadar, daha fazlası yok" dediler. Bu fikre alışmak iki yılımı aldı. Tüm günümü evde geçirirken, Omurilik Felçlileri Derneği ’ne üye oldum ve el sanatları kursuna gitmeye başladım. Şimdi dernekte el sanatları öğretmeni olmak için uğraşıyorum. Golf seçmelerinden eve gelen bir telefonla haberim oldu. Hiçbir şekilde yapamayacağımı düşünüyordum ama böyle bir tecrübeyi kaçırmak da istemedim. Beni seçeceklerinden hiç umudum yoktu, buna rağmen seçmelere katıldım. Kazandığımı öğrenince, bir şeyler başardığımı hissettim, kendime güvenim geldi. Ailem başlarda "Nasıl gidip geleceksin" diyerek çok karşı çıktı. Evim merdivenli ve merdivenlerden otura otura inebiliyorum.

    İKİ AYAĞIM ÜZERİNDE DOĞRULMAK HER ŞEYDEN DAHA HEYECANLIYDI

    Erdal Özdemir, 37

    12 yıl önce bir trafik kazası sonucu omurilik felçlisi oldum. Beş yıl hiç evden çıkmadım. Yaşadığım evde asansör yoktu ve benim cüssemde bir adamı kucakta indirip çıkarmak zorunda kalıyorlardı. Hayatımın bundan sonrasının böyle geçeceğini kabul ettiğimde giriş katında bir daireye taşındım. Evin tamamını kendime göre değiştirdim. Normal evlerde kapı genişlikleri 90 cm.’dir, ben bir metreye çıkardım. Lavabonun etrafında tekerlekli sandalyeyle manevra yapacak alanım yoktu, böyle bir alan açtırdım. Tekerlekli sandalyede, insanlara aşağıdan bakıyordum. Bu sandalyeler sayesinde ayağa kalktığımda duruş açım değişti, insanlara tepeden bakıyormuşum gibi hissettim. Ayağa kalktığımda denge sorunu yaşadım, metabolizmam değişti. İki ayağım üzerinde doğrulmak her şeyden daha heyecan vericiydi.

    SOLAĞIM VE TEK ELİMLE OYNUYORUM

    Tayfun Aksoy, 34

    14 yıl önce askerde yüksekten düşüp omurilik felçlisi oldum. Yıllardır ayağa kalkmamıştım, bu sandalyeler sayesinde ayağa kalkınca bağırsaklarım, böbreklerim daha iyi çalıştı. Çünkü sürekli oturunca iç organlarımız da sıkışıyor. Engelliler Yıldız Milli Takımı ’nda basketbol oynadım. Ama yaşım ilerledikçe hantallaştım ve basketbolu bıraktım. Golf yaşıma daha uygun. Golf oynayanlar normalde golf sopasını iki eliyle tutar ve vuruşu öyle yapar. Ben hem solağım, hem de bel hakimiyetim olmadığı için tek elimle atıyorum.

    Serap Beşer 29 Omurilik Felçlileri Derneği Beykoz Şube Başkanı

    BAŞLANGIÇTA ÇOK TEDİRGİNDİM

    Hepimizin engel durumu farklı. Kimimiz hiç yürüyemiyor, kimimiz destekle ayağa kalkabiliyor ve birkaç adım atabiliyor. Ben sekiz yıl önce geçirdiğim bir trafik kazası sonucu omurilik felçlisi oldum. İki ayağımın üzerinde durarak golf oynayabileceğimi söylediklerinde çok tedirgin oldum. Seçmelere ısrarlar üzerine katıldım. Bu iş en çok ailemin hoşuna gitti. Herkes, bu halde nasıl golf oynadığımızı soruyor. Kimsenin aklına bizim golf oynayabileceğimiz gelmiyor, şaşırıyorlar.

    ALMAN HOCA , DAHA ÖNCE OYNADIN MI DİYE SORDU

    Mehmet Kazan 27 Türkiye Sakatlar Derneği İstanbul Şubesi Denetim Kurulu Üyesi

    7 yaşımdan beri ortopedik felçliyim. İltihaplı romatizma ile başlayan hastalık sonucu engelli oldum. Bastonla yürüyebiliyorum. Seçmeler için eve telefon geldiğinde, bu iş nasıl olacak diye şaşırdım. Golf oynayacağımı tahayyül bile edemezdim. Ama seçmeler için gelen Alman hoca vuruşlarımı görünce, daha önce golf oynayıp oynamadığımı sordu. Oynamadım deyince, "Demek ki Türkler doğuştan golfçü" diyerek espri yaptı. Golf oynamayı çok sevdim, çok zevkli bir spor. Aynı zamanda İstanbul Belediyesi Ağaç AŞ ’de muhasebeciyim. Şefim ve müdürüm haftada iki gün, antrenman için izin vermese buraya katılamazdım.

    KENDİME GÜVENİM GELDİ

    Mehmet Ordu , 44

    Çocuk felci geçirdiğim için engelliyim. Kendimi bildim bileli böyleyim ve ayağa kalkmak gibi bir özentim yok. Sporu seviyorum. Aynı zamanda 10 yıldır İstanbul Engelliler Dostluk Kulübü’nde basketbol oynuyorum. Haftada iki kez basketbol, iki kez de golf antrenmanına gidiyorum. Golf kolay gibi gözüken ama zor bir spor. Golf oynarken kendime güvenim geldi. Sağlam insanlar kadar bir şeyler yapabiliyoruz, hatta belki fazlasını.

    Ahmet Ağaoğlu Türkiye Golf Federasyonu Başkanı

    ENGELLİ ALMAN GOLFÇÜYÜ GÖRDÜM TÜRKİYE ’DE NEDEN YAPILMASIN DEDİM

    Türkiye ’deki engelli nüfusu 8,5 milyon kişi. Yani aşağı yukarı toplam nüfusun yüzde 15’ine tekabül ediyor. Kaba bir hesapla toplam lisanslı sporcu sayımızın yüzde 15 kadarının engelli sporcu olması gerekiyor. Engelli golfü özellikle Almanya ’da çok yaygın. Avrupa ’da 9 ülkede oynanıyor. İki yıl önce Alman Bedensel Engelliler Golf Milli Takımı ’nın antrenörü bir turnuva için Antalya ’ya gelmişti. Onun, turnuvaya katılması beni çok etkiledi ve engelli golfünü Türkiye ’de başlatmak istedim. Federasyonlar, sportif başarı elde etme amacı taşısa da, yurt içinde ve dışında iyi dereceler elde etseler de, sosyal sorumluluk projelerinde mutlaka yer almalılar. Bu işe de bu sosyal sorumluluk çerçevesinde el attık. Alman takımının antrenörünü Türkiye ’ye getirip 60 engellinin arasından seçme yapmasını istedik. Özellikle bir kadın ve bir erkek engelliyi o kadar başarılı buldu ki, önümüzdeki yıl turnuvalara katılabileceklerini, hatta derece alabileceklerini söyledi.

    LAF OLSUN DİYE BAŞLADIM AMA ÇOK SEVDİM

    İsmail Şenkal , 35, Omurilik Felçiler Derneği Beykoz Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi

    20 yaşımda futbol oynarken sakatlandım. Bel ağrısı gibi başladı, ameliyatlar geçirdim. Ama yanlış yapılan ameliyatlar yüzünden belimde tümör oluşmuş. Lisanslı basketbolcuydum, yüzerdim ve tüplü dalış yapardım. Golf , dışardan bakınca bana hep sıkıcı gelirdi. Ama müthiş rahatlatıcı ve dinlendirici bir spor. Önceleri güce dayalı sporlar yapıyordum, golf ise tamamen teknik bir dal. İşin doğrusu laf olsun diye başladım ama sonra o kadar sevdim ki, önümüzdeki yıl yapılacak turnuvalara büyük bir şevkle hazırlanıyorum.


  18. ENGELLİ HAKLARI ÖZET LİSTESİ 1. Devlet tiyatroları, gösterilerini özürlülere ücretsiz sunmaktadır.

    2. Türk hava yolları ile seyahat halinde belirlenen esaslar doğrultusunda özürlüler %40 indirimden yararlanabilir.

    3. Devlet Demir Yolları ana hat yolcu trenleri ile seyahat halinde özürlüler %20 indirimden yararlanabilir.

    4. Telsim (Cep Özel Engelliler) - Turkcell (Destekcell) Cep Telefonlarında Görüşme Ücretinden İndirimli Olarak Yararlanılabilir.

    ..>

    5. Türk Standardları Enstitüsü ile birlikte özürlüler için özel düzenlemeleri içeren standartlar hazırlanmaktadır.

    6. Engellilerle ilgili sivil toplum örgütleri, 2908 sayılı kanuna göre dernekler, federasyonlar ve konfederasyon şeklinde örgütlenmiştir.

    7. Engellilerin profesyonel olarak spor yapmaları için devlet bakanlığına bağlı özürlüler spor federasyonları vardır.

    8. Oy kullanırken seçim kurullarının özürlüler için düzenleme yapmaları gerekmektedir. (572 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Madde 26-27)

    9. Belediyeler 572 sayılı kanun hükmünde kararname gereğince özürlülere uygun düzenlemeleri standartlara uygun olarak yapmak zorundadır. (572 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Madde 3-4)

    10. Belediyeler toplu taşıma araçlarından özürlüleri ücretsiz veya indirimli olarak yararlandırmak zorundadır. (572 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Madde 3-4)

    11. 1580 Sayılı Belediyeler ve 3030 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Yasası, belediyelere ait ve belediyeler tarafından işletilen veya kiraya verilen büfeler, otoparklar gibi işyerlerinin özürlüler tarafından işletilmesi konusunda kolaylık getirmiştir. (572 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Madde 3-4)

    12. 18 yaşını bitirmiş ve herhangi bir yerden geliri olmayanlar emekli sandığına veya bulunduğu yerdeki valilik veya kaymakamlık makamlarına başvuru yaparak 2022 sayılı yasa gereğince aylık bağlanmasını talep edebilir.

    13. Engellilerin kullandığı araç ve gereçler il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından karşılanabilmektedir. (572 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Madde 17)

    14. İmar Mevzuatına ulaşılabilirlikle (fiziksel engellerin kaldırılmasıyla) ilgili hükümler eklenmiştir. buna göre, kaldırımlar, yaya yolları, konutlar ve umumi binalar özürlülerin ulaşabilirliğine uygun olarak yapılmak durumundadır.

    15. Engelliler H sınıfı sürücü belgesi alarak özel tertibatlı araç kullanabilirler.

    16. H sınıfı sürücü belgesine sahip olan özürlüler yurt içinden aldıkları özel tertibatlı otomobillerde, katma değer vergisi indiriminden yararlanmakta ve taşıt alım vergisinden muaf tutulmaktadır.

    17. H sınıfı sürücü belgesi olan özürlülerden uygun şartları taşıyanların yurt dışından getirtecekleri özel tertibatlı otomobiller için gümrük vergisi muafiyeti vardır.

    18. El ve ayak fonksiyonunu tamamen yitirmiş bulunan özürlülerin yurt dışından getirtecekleri özel tertibatlı minibüsler gümrük vergisinden muaftır.

    19. Sosyal Güvenlik kuruluşlarınca karşılanan araç ve gereçlerin standartlara uygun olarak sağlanması gerekmektedir. (572 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Madde 20-22-23)

    20. özürlü çocuğun resmi veya özel eğitim merkezlerinde aldıkları gelişim ve eğitime ilişkin giderlerin bir kısmı çalışılan kurum, emekli sandığı ve sosyal sigortalar kurumu tarafından bütçe uygulama talimatları çerçevesinde karşılanmaktadır. emekli sandığına ve sosyal sigortalar kurumu’na bağlı kişilerin çocuklarının özel eğitimleri için 2002 yılı itibarı ile en fazla 245 milyon tl eğitim yardımı yapılmaktadır.

    21. Yükseköğretim kurumuna girmeye hak kazanan ve kayıt yaptırarak öğretime başlayan öğrenci ilk yılında bulunduğu ilin valiliği bünyesindeki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı’na başvurması durumunda, başbakanlık bursundan yararlandırılır.. ayrıca yardımcı ders araç gereçlerinin temini konusunda özürlü öğrenciye destek verilmektedir.

    22. Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünün öğrenci yurtlarından özürlü öğrenciler istemde bulunmaları halinde yararlanabilmektedirler.

    23. Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından uygulanan harç ve öğrenim kredisi tahsisinde %40 ve üzerinde özürlü olduğunu belgeleyenlere öncelik tanımakta ve harç kredisinin geri ödenmesinde yönetim kurulu kararı ile %50 indirim yapılmaktadır.

    24. 2002/58 Sayılı Başbakanlık Genelgesi, özürlülere yönelik bir çok düzenlemenin uygulanmasını içermektedir.

    25. 4760 Sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nun 7. maddesine göre, II sayılı listedeki kayıt ve tescile tabi mallardan, münhasıran aracı sakatlığına uygun hareket ettirici özel tertibatı bulunanların malul ve sakatlar tarafından beş yılda bir defaya mahsus olarak bizzat kullanılmak üzere ve %90 ve üstü oranda raporu bulunan tüm özürlüler yeni otomobil ve bir kısım ticari araçlarda ö.t.v.’den muaftırlar

    26. 197 Sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu’nun 4. maddesine göre, bizzat maluller tarafından kullanılan ve %90 ve üstü oranda raporu bulunan tüm özürlüler motorlu taşıtlar vergisinden müstesnadır.

    27. Serbest meslek erbabı ve ücretli çalışan özürlü vatandaşlarımız ile kendisi özürlü olmasa bile ailesinde özürlü kişi bulunan serbest meslek erbabı ile ücretliler vergi indiriminden yararlanırlar

    28. Kamu kurumlarının sakat memur çalıştırma yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin takip ve denetiminden Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı sorumlu ve yetkilidir

    29. Kurumlarca özürlü vatandaşlarımıza ayrılan boş devlet memuru kadroları için her yılın Nisan-Mayıs, Temmuz-Ağustos veya Ekim-Kasım dönemlerinde sınav açılmaktadır

    30. Sınav duyuruları Devlet Personel Başkanlığı tarafından resmi gazetede, tirajı yüksek ulusal gazetelerde ve TRT Televizyon ve radyo kanalları aracılığıyla yapılmaktadır.kurumlar sınav duyurularında işin özelliği gerektirmediği sürece özür grupları arasında bir ayrım yapamayacağı gibi özür oranında da üst sınır getiremeyeceklerdir.

    31. Sınavlarda özürün özelliğine göre kurumların refakatçi bulundurması gereklidir. Ayrıca özür grupları dikkate alınarak sınav sorusu hazırlamak ve değerlendirmek üzere özel sınav kurulu oluşturulur

    32. İşverenlerin belirli bir mesleği olan özürlüleri öncelikle meslekleri ile ilgili işlerde çalıştırmaları gerekmektedir

    33. Kurum ve kuruluşlar çalışma yerlerini özürlü vatandaşlarımızın çalışmasını kolaylaştıracak şekilde düzenlemek gerekli tedbirleri almak ve özürlü vatandaşlarımızın çalışmaları ile ilgili özel araç ve gereçleri temin etmek zorundadır

    34. Ülkemizde özürlü vatandaşlarımız için Türkiye iş Kurumu, Halk Eğitim Merkezleri, Mesleki Eğitim Merkezleri, Özel Dershaneler, Belediyeler ve özürlülerle ilgili dernek ve vakıflar tarafından meslek edindirme kursları açılmaktadır

    35. Engelli vatandaşlarımızın çalıştığı kamu kurum ve kuruluşu özelleştirme kapsamındaysa, kapatma ve tasfiye halleri dışında özürlü vatandaşlarımız işten çıkartılamaz

    36. Özelleştirme sonucunda özürlü vatandaşlarımızın çalıştığı kurum veya kuruluşun tasfiye edilmesi veya kapatması halinde işine son verirse bulunulan ildeki Türkiye İş Kurumuna başvurulmalıdır. Bu durumda iş kaybı tazminatı, kanunun diğer çalışanlara tanıdığı hakların iki katı oranında ödenmektedir.

    37. Meslek edindirme kurslarından yararlanan özürlü vatandaşlarımıza işe yerleştirmede öncelik tanınır

    38. Gerek kamu gerekse özel sektörde özürlü işçi olarak iş bulmayı sağlayacak kurum Türkiye İş Kurumudur.

    39. Engelli işçiler, diğer işçilere yapılan sosyal yardımlardan aynen yararlanırlar.

    40. Toplu iş görüşmelerinde özürlü işçiler aleyhine hükümler konulamaz.

    41. Engelli vatandaşlarımız kendi işini kurduğunda gelir vergisi indiriminden yararlanabilir

    42. 50 ve daha fazla işçi çalıştıran kamu %4, özel sektör işletmeleri % 3 özürlü çalıştırmak zorundadır.

    43. Ceza paraları özürlü vatandaşlarımızın istihdamı, mesleki eğitim ve mesleki rehabilitasyonu için kullanılmaktadır.

    44. yasal kotasının üstünde özürlü çalıştıran işverenleri sigorta primlerinin yarısı devlet tarafından karşılanmaktadır.

    45. Türkiye’de 268 özel eğitim okulu ve 351 özel eğitim ve rehabilitasyon kurumu vardır.

    46. Tüm İllerde Rehberlik Ve Araştırma Merkezleri bulunmaktadır. özürlü çocuğu olan aileler buralara başvurarak çocukları hakkında danışmanlık hizmeti alabilirler.

    47. Okullarda kaynaştırma eğitimine ağırlık verilmektedir.

    48. Görme engellilere okul öncesi dönemde gündüzlü, ilköğretim düzeyinde yatılı ve gündüzlü olarak eğitim verilmektedir.

    49. İlköğretim okulunu bitiren görme özürlü öğrenciler öğrenimlerine normal okullarda kaynaştırma yoluyla devam etmektedirler.

    50. Braille yazılmış ortaöğretim ders kitapları görme engelliler akşam sanat ve basım evi matbaasında basılıp ihtiyaç sahiplerine talep halinde ulaştırılmaktadır

    51. İşitme engellilere okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde gündüzlü ve yatılı olarak eğitim hizmeti verilmektedir

    52. İşitme engelli öğrenciler meslek liselerine sınavsız yerleşebilmektedirler

    53. Ortopedik özürlülere yatılı ve gündüzlü olmak üzere okul öncesi, ilköğretim ve meslek lisesi düzeyinde eğitim olanağı sunulmaktadır.

    54. Zihinsel engelliler eğitilebilir ve öğretilebilir olarak iki ayrı grup okulda eğitim almaktadırlar. bunlar özür derecelerine göre yapılandırılmış okullarda yada kaynaştırma okulları veya sınıflarında eğitim alabilmektedirler.

    55. Uzun süre hastanede yatan çocuklar için bazı hastaneler bünyesinde “hastane ilköğretim okulları” bulunmaktadır.

    56. Üniversite sınavı sırasında ortopedik ve görme özürü bulunanlar için uygun düzenlenmiş sınav mekanları hazırlanır, görme özürlüler ve az görenler için 30 dakikalık ek sınav süresi verilir, sınav sorularını okuyacak ve söylenecek yanıtları yazacak uygun eğitimde ve düzgün diksiyonlu “yardımcı refakatçi” eşliğinde sınava girme olanağı tanınır.

    57. Az gören üniversite öğrencileri fakülte/yüksekokul/bölüm amirliklerine yazılı olarak başvurarak sınav sorularını büyük puntolu harflerle yazılmış olarak sağlayabilirler.

    58. Ülkemizde rehabilitasyon hizmeti, tıbbi rehabilitasyon merkezlerinde verilmektedir.

    59. Ülkemizde hamilelik döneminde bebeğin fiziksel ve zihinsel özürlü olup olmadığının saptanması amacıyla genetik danışma merkezlerinde genetik danışma hizmeti sunulmaktadır.

    60. Ülkemizde Ankara ve İstanbul’da olmak üzere özürlülere yönelik hizmet götüren iki diş kliniği bulunmaktadır.

    61. Sosyal güvenlik kurumlarında Bağ-Kur hariç olmaz üzere (SSK,Emekli Sandığı) iyileştirme hükümleri sayesinde engelsiz sigortalılara nazaran daha erken emekli olma imkanı sağlanmıştır.

    62. Trafik akışını engellememek koşuluyla park etmeye elverişle alanlara araç park edebilirler. ( Engelli Kimlik Belgesini aracın ön yüzünü görünecek şekilde asmanız önemle rica olunur.)


  19. Bebeklerin bir kısmının kalça ekleminde, çıkığına yol açan sorunlar olabilir. Diğer bir deyişle uyluk kemiğinin üst ucu, kalça ekleminin kapsülünden dışarı çıkabilir. Bebeğinizde böyle bir sorun olması durumunda bunun erken tespiti ve tedavisi son derece önemlidir.

    Doğumsal kalça çıkığı, 800 yenidoğan bebekten birinde görülür. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte genetik, hormonal, mekanik ve çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Bebeklerin % 40'ında çift taraflı çıkık mevcuttur. Kızlarda erkeklere oranla altı kat daha sık görülür.

    Kundaklama, bebeği ayaklarından tutarak baş aşağı sallama gibi uygulamalar eğilimi olan bebeklerde, kalça çıkığına yol açabilir. Bu nedenle böyle geleneksel uygulamalardan kesinlikle kaçınmak gereklidir.

    Doğumsal kalça çıkığı açısından riskli bebekler kimlerdir?

    Ailede veya yakın akrabalarında kalça çıkığı mevcut olanlar. (Bu durum mutlaka doktora bildirilmelidir.)

    Makat gelişi ile doğan bebekler veya anne karnında gebeliğin sonuna kadar başı yukarıda olacak şekilde kalan bebekler.

    Boynunda bir yana doğru doğumsal eğrilik ?'Tortikolis'' olanlar.

    Ayaklarında doğumsal ortopedik şekil bozuklukları olanlar.

    Doğumsal kalça çıkığı nasıl tespit edilir?

    Kalçada mevcut olan bir sorunu, bakar bakmaz görmek her zaman mümkün olmayabilir. Bu nedenle doktorunuz, kontrol muayeneleri sırasında her defasında bebeğinizin kalçalarını da muayene edecektir.

    Doktorunuz, bebeğinizin kalçalarını muayene ederken uyluk kemiklerini nazikçe çekerek ve iterek kalça ekleminde gevşeklik olup olmadığını tespit eder. Daha büyük bebeklerde bebeğin bacaklarının kolayca açılıp açılmadığını kontrol eder.

    Eğer bebeğiniz yenidoğan ise ve sorun çok ciddi değil ise, bebeğinizin iki hafta sonra tekrar kontrol muayenesi yapılacaktır. Ancak sorun daha ciddi ise veya kontrol muayenesinde de bir sorun tespit edilirse, doktorunuz sizi ortopediste yönlendirecektir.

    Bazen bebeğinizin kalçası ultrason ile görüntülenebilir. Dört aylıktan daha büyük bebekler için ise, kalça ekleminin görüntülenmesi için röntgen filmi çekilebilir.

    Doğumsal kalça çıkığı nasıl tedavi edilir?

    Kalçadaki sorunların büyük bir kısmı ?'Pavlik Bandajı'' ile tedavi edilebilir. Bu BANDAJ, bebeğinizin dizlerini birbirinden ayırarak karnına doğru çekilmesini sağlar. Bu bandaj ile tedavi edilen bebeğiniz her hafta doktorunuz tarafından kontrol edilecek ve uyluk kemiğinin kalça eklemi içerisine yerleşip yerleşmediği gözlenecektir ve eğer yerleşmişse bu bandaj gece gündüz 2-3 ay kadar kullanılacaktır.

    Kalça çıkığı olan her yirmi bebekten birinde tedavi için bandaj yeterli olmaz. Böyle bir durumda bebeğinize alçı uygulaması ve bacakların askıya alınması gerekli olabilir. Bazen de kalça çıkığının tedavisi için ameliyat gerekebilir.

    Ne zaman doktora başvurmalısınız?

    Bebeğiniz kalça çıkığı açısından riskli grupta ise ve ultrasonografi kontrolü yapılmadıysa.

    Bebeğinizin bacaklarının boyu birbirine eşit değilse.

    Yürümeye başlayan bebeğinizde topallama farkediyorsanız doktorunuza başvurmalısınız.

    Kaynak


  20. LENFOMALAR (Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu)

    Herbalist Atabay Güveloğlu 1986 dan bu yana,içerisinde doktor hastaların da bulunduğu yüzlerce yaşlı ve genç insanı LENFOMA türü hastalıklardan bitkisel ilaçları ile kurtarmıştır.Hastalar iyileştikten sonra hiç bir tedavi görmeden sağlıklı şekilde 10 yılı aşmış sürede yaşamaktadırlar.Böyle bir sorunla karşı karşıya olanların,kemoterapilerle birlikte veya hemen akabinde 6 ay mutlaka Güveloğlu'nun bitkisel formüllerini ulgulamalıdırlar...

    Lenfomalar ,lenfoid doku kökenli hücrelerin yani lenfositler makrofajlar,bunların öncülleri ve bunlardan türemiş olan hücrelerin malign neoplazmalarıdır.Yani bu kanserler vücudumuzdaki bağışıklık sisteminin anormal çoğalması sonucu gelişir.

    İki geniş lenfoma türü vardır:

    1. Hodgkin lenfoma(Hoçkin lenfoma)

    2. Non-Hodgkin Lenfoma

    Her ikiside lenfoid dokudan köken almasına rağmen hodgkin hastalığı lezyonlarında REED_STERNBERG dev hücreleri vardır.

    Bu girişten sonra bu haftaki konumuz olan NON-Hodgkin hastalığının deri tutulumu ile karakterize iki türü olan Mikozis fungoides ve Sezary sendromu hakkında.Her iki hastalıkta T lenfositkökenlidir. (en sık CD4 fenotipinden) mukozis fungoides inflamatuar premikotik dönemle kendini gösterir.Sonra PLAK dönemi ve tümör dönemi şeklinde ileleme olur.Histolojik olarak,neoplastik T hücrelerinin epidermiste ve üst dermiste ifiltrasyon oluşturduğu görülür. Bu hücreler nükleer membranın belirgin kıvrımlar oluşturması ile karekterize serebriform nükleuslara sahiptir. Hastalık ilerledikçe lenf nodlarına ve organlara yayılım görülür.Mukozis fungoidesin tanısı lenf ve doku biopsisi ile konulur.Sezary Sendromu ,deri tutulumunun jeneralize(yaygın)eritrodermi ile kendini gösterdiği ve serebriform nükleuslara sahip Sezary hücrelerinin lösemik yayılımının görüldüğü bir durumdur.Sezary hastalığının tanısı;periferse Sezary hücrelerinin görülmesi ile konur.Plak yada tümör dönemindeki mikozis fungoides vakalarının %25'inde dolaşımda Sezary hücreleri mevcuttur. Tedavilerİ alkilleyici bir kemoterapötik ilaç Nitrojen Mustard ve Psoralen ve ultraviyole A'(PUVA) nın birlikte kullanılması ile yapılır.Bu tümörlerlü hastalaarın ortalama yaşam süresi 8-9 yıldır.

    HODGKİN'S DIŞI LENFOMALAR Non-Hodgkin Lenfoma

    Lenf sistemi bedenin bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Vücudun hastalıklar ve enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olur. Lenfatik sistem ince lenf damarlarının oluşturduğu ve kan damarları gibidokulara ulaşan ve bütün vücudu saran bir ağ oluşturmaktadır. Lenf damarları renksiz bir sıvı olanlenf sıvısı taşır. Lenf sıvısı enfeksiyonlarla savaşan ve lenfosit adı verilen hücreler içerir. Bu damarlar ağı içinde lenf bezleri adı verilen küçük organlar mevcuttur.Lenf bezleri kümeler halinde, başlıca kol altında, kasıkta, boyunda, göğüste ve karında bulunurlar.Dalak, timus, bademcikler ve kemik iliği de lenf sisteminin birer parçasıdır. Lenf dokusu ayrıca mide, barsaklar ve deri gibi bedenin diğer bölümlerinde de bulunur.Kanser vücüdun temel yaşam birimi olan hücrede başlayan bir grup hastalığın ortak adıdır. NHL'yı anlamak için,normal hücreler hakkında bilgi sahibi olmak ve kanser durumunda neler değiştiğini bilmek yararlı olacaktır:

    Beden pek çok değişik tipte hücreden oluşmuştur. Normalde, hücreler ancak gerek olduğu zaman büyür ve başka hücreler oluşturmak üzere bölünürler. Bu düzenli süreç vücudun sağlıklı kalmasını sağlar. Bazen yenihücrelere gerek duyulmazken de hücreler bölünmelerini sürdürür. Bu durum o bölgede doku miktarınınuygun olmayan biçimde artmasına, dokularda büyümeye, kalınlaşmaya ya da bir kitlenin ortaya çıkmasına yol açar. Bu kitleye tümör denir


  21. SPİNA BİFİDA NEDİR ?

    Spina bifida ikiye ayrılmış veya açık omurilik demektir. Omuriliğin herhangi bir bölgesinin bozuk gelişimine verilen isimdir: Ana rahminde bebeğin omurgası gelişirken bir yanlışlık sonucu bir ya da daha fazla omur kemiği ve omuriliğin bir kısmı iyi gelişemez, omurilik ve sinir sisteminde değişik derecelerde hasar oluşur. Bacaklara, idrar kesesine ve kalın barsaklara giden sinirlerin çalışmaması nedeni ile yaşam boyu sürecek kısmi bir Felç görülür.

    Spina bifidayı daha kolay anlayabilmeniz için önce kısaca sinir sisteminin yapısından söz edelim. Merkez sinir sistemi

    Merkez sinir sistemi sayesinde düşünür, konuşur, hareket eder, hisseder, tadar ve görürüz. Çok karmaşık ve hassas olan bu sistemin en önemli parçaları beyin ve omuril

    iktir.

    Omurga

    Omurga 33 adet omur kemiğinden (vertebra) oluşur. Omurların iki ana görevi vardır. Birincisi hareketlerimizi kolaylaştırmak, ikincisi ise omuriliği korumaktır. Omurganın 5 bölgesi vardır. En yüksek bölgesi boyun yani servikal bölgedir. Burası kafatasının hemen altındadır ve 7 kemikten oluşur. Sonra aşağı doğru 12 torakal (sırt), 5 lomber (bel) ve birbirine yapışık olan SAKRUM ve koksiks (kuyruk sokumu) kemikleri vardır. Spina bifida torakal, lomber veya sakral omurgada görülebilir. Torakal omurgadaki spina bifida önemli hareket ve duyu eksikliklerine yol açarken kuyruk sokumundaki spina bifida yalnızca ufak tefek ayak sorunlarına neden olur.

    Omurilik

    Omurilik bir çok sinirden oluşan bir boru gibidir. Bu sinirler beyinden kaslara giderek hareketleri kontrol eder; ayrıca gövde, kol ve bacaklardan gelen hisleri de beyne taşır. Spina bifidalı bebeklerde omuriliğin arkası kapanmamıştır ve sinirler kesintiye uğramıştır. Bebek sırtında bir açıklıkla doğar ve mesajlar sinirlerinden geçemez. Beyinden bacaklara giden sinirler hedefe ulaşamayınca felç (hareket edememe ve hissetmeme) oluşur.

    Hangi sinirlerin etkilendiği sırttaki kesenin yerine bağlıdır. Kese ne kadar yukarda ise o kadar fazla sinir etkilenmiş demektir. Bu nedenle bazı spina bifidalı çocuklar normale yakın yürürken bazılarının tekerlekli sandalye kullanması gerekir.

    Değişik derecelerde özürlülüğe rağmen pek çoğu başarılı ve üretken bir yaşam sürebilmektedirler. Spina bifida hamileliğin ilk bir ayında oluşur. Siz daha hamile olduğunuzu farketmeden.

    TEDAVİ

    Spina bifidalı kişiler hasta değildirler. Ama vücudun bazı organlarında sorunları olabilir. En çok sinir sistemi (beyin ve omurilik), idrar yolları (böbrek ve idrar kesesi), barsaklar ve kas-iskelet sistemi etkilenir.

    BEYİN VE OMURİLİK

    Beyin ve omuriliği besleyen omurilik sıvısının dolaşımı bozulursa hidrosefali( beyinde sıvı birikimi ) gelişir. Beyni koruyan ve besleyen beyin omurilik sıvısı serbest akamayınca beyinde birikir ve basınç yapar, beyin gelişimini bozabilir. Bu sorun beyin içine şant denen bir hortum konarak çözülebilir.

    Şant

    Spina bifidalı çocukların %80-90'ında hidrosefali gelişir. Şant denilen bir hortum yardımıyla bu durum düzeltilir. Bu hortum omurilik sıvısını beyinden alarak karın boşluğuna taşır. Buradan da sıvı kana karışır. Dışarıdan bakıldıldığında görülmeyen bu borucuk spina bifida ve hidrosefalisi olan herkese takılmaz ama çoğunda gerekir.

    Bazen şant çalışmayabilir: kopabilir, tıkanır, kısalır veya bozulur. Böyle bir durumda bir beyin cerrahi (nöroşirürjyen) bir operasyonla bozulan şantı tamir eder.

    Şantın çalışmadığını gösteren bazı belirtiler:

    Kusma

    Başağrısı

    Görme sorunları

    Çift görme, şaşılık

    Aşırı yorulma

    Kendini iyi hissetmeme

    Gergin omurilik

    Bebek doğunca kesenin kapatılması için sırta küçük bir ameliyat uygulanır. Bu ameliyattan sonra ameliyat yerinde tamir dokusu oluşur. Bu tamir dokusu omuriliğe ya da etraf kemiğe yapışabilir. Bu yapışma sonucu da zamanla omurilik gerilir.

    Tethered kord = Gergin omurilik demektir. Genellikle bu durum büyüme çağında gözlenir.

    'Gergin omurilik' belirtileri:

    SKOLYOZ (omurganın eğrilmesi)

    İdrar veya büyük abdest kaçırma

    Topallama / Yürüme güçlüğü

    Bel ağrısı

    Ayakta şekil bozukluğu veya hissizlik oluşması

    Gerilen omuriliği gevşetmek için bir ameliyat gerekir. Spina bifida ile doğan herkeste omuriliğin gerilme riski vardır ancak sadece bazılarında ameliyat gerektiren sorunlar gözlenir.

    Chiari

    Spina bifida ile doğan bazı bebeklerde Chiari olarak bilinen sorun mevcuttur. Beyindeki bu olay bunu keşfeden bilimadamının adıyla anılmaktadır. Chiari beynin alt kısmının omurga kanalı içine kayması demektir. Bu nedenle hidrosefali de gelişir. Şant takıldığında birçok insanda Chiari nedeniyle bir problem görülmez.

    Chiari nedeniyle oluşabilecek sorunlar:

    Yutma güçlüğü

    Solunum sorunları

    Kol güçsüzlüğü

    Boyun ağrısı

    Bir MR filmi çekilerek ameliyat gerekip gerekmediğine karar verilebilir

    Beyin ve omuriliği değerlendiren testler

    Bu testlerin bazıları doktorunuzun tavsiyelerine göre düzenli aralıklarla yapılmalıdır.

    BT

    Bilgisayarlı tomografi beynin resimlerini çeker. Bu resimler bir bilgisayar ekranında görülür. Bazen daha iyi görebilmek için damardan ilaç vermek gerekebilir. Ağrılı bir test değildir. 5 - 10 dakika sürer.

    MR

    ' Emar ' diye okunur. Manyetik rezonans görüntüleme bir elektromıknatıs, radyo dalgaları ve bilgisayar yardımıyla beynin ve omuriliğin resimlerini çeker. Bazen daha iyi görebilmek için damardan ilaç vermek gerekebilir. Can yakmaz, ancak makine çok ses çıkarır. Hareketsiz durmak gereklidir, küçük çocukları bazen ilaçla uyutmak gerekebilir. 20 dakika veya daha uzun sürer.

    BÖBREK VE İDRAR KESESİ

    Mesane ( İdrar Kesesi )

    İdrar yolları böbrekler, üreterler, mesane ve üretradan oluşur. Böbrekler vücudun ihtiyacı olmayan maddeleri ve atıkları süzerek kanı temizler. Böbrekler mesaneye ÜRETER denilen iki boru ile bağlanırlar. İdrar böbreklerde yapılır, üreterlerden aşağı akar, mesane içine dolar. Mesane idrarla doldukça şişen lastik bir balon gibidir. Çok dolduğunda beyine sinyal gönderir ve boşaltılmayı sağlar.

    Spina bifidalıların çoğunda mesane sorunları vardır. Mesaneyi kontrol eden sinirlerden bazıları çocuk doğmadan zedelenmiştir. Spina bifidaya bağlı olarak mesanede iki tip sorun görülür. Ya kişi mesanedeki tüm idrarı boşaltamaz ve idrar mesanede kalır, ya da mesanesini tutamaz ve idrarı sürekli dışarı akar. Mesanede biriken idrar böbreklere geri kaçarsa böbrek zamanla bozulabilir. Böbrekler farkına varılmadan hasar gördüğünden ürologlar bazı tetkiklerle böbrekleri değerlendirir.

    İdrar yollarını değerlendiren tetkikler:

    Böbrek ultrasonu

    İdrar yollarının resmini çeker, ağrısız ve basittir, kısa sürer, çocuk pek rahatsız olmaz.

    Voiding sistoüretrogram

    Mesaneye bir sonda koyduktan sonra içeri özel bir sıvı verilir. Daha sonra idrar yollarının resmi çekilir. Bu test sayesinde böbreklere idrar kaçağı olup olmadığı anlaşılır. Çok uzun sürmez, biraz rahatsızlık verebilir.

    Böbrek sintigrafisi

    Damardan verilen özel bir ilacın böbreklerden geçmesi ile böbreklerin kanı temizleme hızı ölçülür. Ayrıca böbreklerde bozulma varsa onu da gösterebilir. Kısa sürer, çocuk sıkıntı çekmez.

    Ürodinami

    Mesane duvarının sertliğini gösterir. Mesaneye sonda konularak içeriye su verilir. Su dolarken mesane duvarının sertliği ölçülür. Buna göre ilaç kullanma ihtiyacına karar verilir. Özellikle küçük çocuklarda yapılması biraz zordur.

    Tüm idrar tetkiki - kültür – antibiyogram

    İdrar yollarında iltihap olup olmadığını gösterir, iltihap varsa hangi antibiyotiğin kullanılması gerektiğini belirler. Birkaç damla idrarın özel bir tahlil tüpüne konması ve laboratuara teslim edilmesi yeterlidir, çok kolay bir tetkiktir.

    Kaçırma

    Mesane boşaltılmasının kontrol edilememesi nedeniyle oluşur. Bebeklik ya da çocukluk çağında idrar ya da kaka kaçırıyor olmak çocuğu ve aileyi çok etkilemezken bu durumun ileri yaşlarda devam ediyor olması önemli bir sıkıntı kaynağıdır. Spina bifidalı insanların altlarının kuru kalması, toplum içinde rahat etmeleri ve temizlikleri için çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Ailenin ve çocuğun istekleri de g

    özetilerek, doktorun her

    çocuğa uygun bir çözüm bulması gerekir.

    İdrar Kontrol Yöntemleri

    Bez

    Küçük yaşlarda normal sayılsa da eğitim ve meslek yaşamında büyük sorunlar yaratır. Ailelerin bu konuda bilinçli olarak çocuğu bezden kurtarmak üzere üroloji doktoruna başvurmaları ve önerilen tedavileri uygulamaları şarttır.

    Ayrıca bezli çocuklarda mesanede idrar kalması engellenemediğinden iltihaplar, böbreğe geri akım nedeni ile böbrek hastalığı oluşabilir.

    Kalıcı sonda

    Birçok mahzurları nedeni ile spina bifidalılarda kalıcı idrar sondası uygulanmaz.

    TAK: Temiz Aralıklı Kateterizasyon

    Spina bifidalıların toplum hayatına katılabilmeleri için en kolay çözümdür. Gün içinde düzenli olarak mesaneye sonda koyup boşaltma yapmak gerekir. Bu işleme temiz aralıklı kateterizasyon: TAK denir. Batı ülkelerinde 5-6 yaşlarından itibaren düzenli olarak TAK yapan, eğitim ve meslek yaşamlarını idrar sorunu olmadan sürdüren spina bifidalılar çoğunluktadır.

    İdrar kontrolünü düzenleyen ilaçlar

    Eğer mesaneden idrar kaçıyorsa üropan denilen ve sert mesane duvarını gevşeten bir ilaç kullanılabilir.

    Ayrıca idrar yolu iltihaplanmalarını önlemek için kasık cildi temiz tutulmalı, günde en az iki litre sıvı içilmeli; gazlı içeceklerden, çay, kahve, çikolata ve turunçgillerden kaçınılmalıdır.

    BARSAK VE BÜYÜK ABDEST

    Kalın barsak dışkının toplandığı yerdir, sinir sistemimiz sayesinde dışkılamayı kontrol ederiz. Oysa spina bifidalı hastalarda barsağı yöneten sinirler düzenli çalışamadığı için büyük abdest sorunları görülür: Ya çocuk devamlı kabızdır yahut ta sıkça altına kaçırır. Dışkının barsakta birikmesi barsak sinirlerine zarar verir, ishale ve mesane iltihabına yol açabilir.

    Bazı spina bifidalı çocuklar tuvalete gitmeleri gerektiğini hissedebilirler. Örneğin karında doluluk hissi, guruldama, bacaklarda titreme olduğunda bir kaçırmayı önlemek için hemen tuvalete gitmelidir.

    Hangi yiyeceklerin ve ilaçların dışkılama ihtiyacını arttırdığını veya kabızlık yaptığını takip ederek çocuğun beslenmesini planlamak gereklidir. Kabızlığı yumuşatmak için sulu ve posalı gıdalar bolca yenmeli, doktor tavsiyesine göre mülayim yapıcı ilaçlar veya bitki çayları alınmalıdır. İshal için ise yulaf içeren gıdalar yenebilir. Karın masajı ve egzersiz de dışkılamayı kolaylaştırır. Gerekirse fitil ve lavman kullanılabilir. Çocuğun büyük abdestini hergün aynı zamanda yapması teşvik edilmelidir. Okul ve iş ortamında tuvalet gereksinimini nasıl karşılayacağı konusunda çare aranmalıdır.

    Eğer ayda iki kereden sık kaçırma oluyorsa büyük abdest kontrolu yetersiz sayılır, doktora başvurmak gerekir.

    Kolay büyük abdest yapmak için öneriler:

    1. Çocuk lazımlıkta her gün aynı saatte 20-30 dakika süreyle oturtulup ıkındırılır.

    2. Kabızlık varsa sulu ve posalı gıdalar bolca yedirilir.

    3. Ağızdan müshil ilaçları alınabilir.

    4. Eldivenli bir parmak makata sokularak makat gerilir, aynı anda çocuk ıkındırılır.

    5. Makatta eriyen fitiller veya lavman kullanılabilir.

    KEMİK VE EKLEMLER

    Hareket güçlüğü

    Bacakların ne kadar güçlü ve hareketli olacağı sırttaki kesenin yerine bağlıdır. Eğer kese yüksekteyse bacaklar tamamıyla hissiz ve hareketsiz olabilir. Kese ne kadar aşağıda ise o kadar fazla his ve hareket olacaktır.

    Örneğin eğer sırttaki kese yüksekteyse kalça hareketlerini kontrol eden sinirler etkilenir. Eğer kese aşağıda ise kalça ve diz kasları çalışır ama ayak bileğini kontrol eden sinirler etkilenir.

    Kesenin yerine göre yürüme kapasitesi:

    - Torakal keseli çocuklar - oturma, tekerlekli iskemle

    - Üst lomber keseli çocuklar - cihazla ayakta durma, tedavi amaçlı yürüme

    - Alt lomber keseli çocuklar - Cihazla ve koltuk değneği ile yürüme

    - Sakral keseli çocuklar - Cihazsız yürüme

    Bazı durumlarda kemikleri yürümeye en uygun pozisyonda tutabilmek için ortopedik ameliyat gerekir.

    Skolyoz

    Skolyoz omurganın eğrilmesidir. Skolyoz her yaşta oluşabilmekle birlikte en sık 10 - 15 yaşlarında gözlenir. Omurga eğrildiğinde oturma ve ayakta durma dengesi bozulur. Buna bağlı olarak da yaralar açılabilir. Ağır eğriliklerde akciğerler genişleyemediğinden soluk alıp verme güçlüğü olabilir.

    Gerekirse ameliyatla bu durum düzeltilebilir.

    Duruş Bozukluğu

    Omurga, kalça, diz ve ayak bileğindeki bükülmeler ayakta durmayı ve yürümeyi engeller. Bu bükülmeleri önlemek için düzenli egzersiz ve kontrolleri aksatmamak gereklidir. Bükülmeler çocuğun yürümesine engel olursa ameliyatla düzeltilmelidir.

    Kırıklar

    Bacakların bazı kısımlarında his olmadığından ve kemikler zayıf olduğundan kırıklar sık görülür. Kırık riskini azaltmak için sert hareketlerden ve düşmeden kaçınmak gerekir.

    Kırık olduğunu düşündüren belirtiler:

    Bacakta şişlik, Isı artışı, Kızarıklık, Ağrı

    Ayakta veya bacakta şekil bozuklukları

    Çalışamayan kasların kısalması nedeni ile belirli hareketler engellenir, buna kontraktür denir. Çok uzun zaman tekerlekli iskemlede oturanlarda, egzersiz yapmayanlarda kontraktür daha sık görülür.

    Kaslardaki çalışma dengesizlikleri bacaklarda bükülme, ayaklarda dönüklük gibi şekil bozukluklarına da yol açabilir. Bu sorunların bazıları ana rahminde oluşabilir, bebek ayakları yamuk olarak doğar, bazıları da sonradan ortaya çıkar. Egzersiz ve ateller ile bu sorunların bir kısmı önlenebilir, bazı ağır sorunlarda ortopedi uzmanı

    tarafından ameliyat yapılması gerekir.

    Dejeneratif eklem hastalığı - kireçlenme

    Eklem iki kemiğin biraraya geldiği bölgedir. Eklemler gövdemizi hareket ettirebilmemizi sağlarlar. Örneğin eklemler sayesinde dizimizi, kalçamızı bükebiliriz. Yaş ilerledikçe ve eklemler kullanıldıkça bozulma oluşur, ağrı ve tutukluk başlar. Bazı spina bifidalı hastalarda yürüme farklılıkları nedeniyle bazı eklemler daha fazla yüklendiğinden eklem sorunları daha çabuk ortaya çıkar. Eklem sorunlarını gidermek için istirahat ve ilaç kullanılır. Bazen ameliyat yapılarak eklem tamir edilebilir.

    Kalça çıkığı

    Spina bifidalı hastalarda kalça çıkığı sıkça görülür. Ancak bu çocuklarda gözlenen kalça çıkığı çocuğun yürümesi ve oturması için engel oluşturmaz. Çocukta yürümeyi asıl engelleyen kaslardaki felçtir. Dolayısıyla hastanın ve ailelerin kalça çıkığı konusundaki endişeleri yersizdir. Nadiren kalça çıkığı nedeni ile yürümesi bozulan çocuklarda ameliyatla kalça yerine oturtulur.

    Rehabilitasyon

    Egzersizlere bebeklikten itibaren başlanması ve çocukluk çağı boyunca sürdürülmesi çocuğun gelişmesini hızlandırır. Oturma, emekleme ve yürüme açısından geri kalan çocuklarda egzersiz yararlıdır. Zamanı geldiğinde çocuğun ayakta durabilmesi için gereken basit ayakta durma bacaları veya uzun bacak cihazları kullanılabilir. Ayakta durmanın çok büyük yararları olduğundan tüm çocuklar ayağa kaldırılmalıdır. Ayakta durma şekil bozukluklarını önler, kemikleri kuvvetlendirir ve çocuğun kendine güvenini arttırır. Yürüme için de aynı şeyler geçerlidir. Erişkin dönemde tekerlekli iskemle gereken çocuklar bile küçükken yürümeye teşvik edilmelidirler.

    Fizyoterapist ve Fizik Tedavi uzmanı çocuğun eklem hareketlerini, kas gücünü, kasların sertliğini, hissetmeyi, hareket ve el becerilerini değerlendirir. Anne-babalara germe egzersizleri ve oyunlar gösterilerek eklemleri korumak öğretilir. Özellikle büyüme döneminde bu önem taşır.

    Cihazlar ve tekerlekli iskemle

    Toplum içi yürüme:

    Okulda, evde ve sokakta kendi başına yürüyebilme demektir. Cihaz, yürüteç veya koltuk değnekleri kullanılabilir. Spina bifidalı ve alt lomber ve sakral seviyeli çocuklar toplum içinde rahatlıkla bağımsız olarak yürüyebilirler ama çoğu zaman basit de olsa cihaz kullanmaları gerekir.

    Ev içi yürüme:

    Sadece ev içinde yürüyebilen hastalardır. Üst lomber seviyeli spina bifidalılar bu gruptadırlar ve yürürken gövdeleri ile kalçalarını da destekleyen cihazlar kullanmaları gerekir. Dışarıda her zaman tekerlekli iskemle kullanırlar.

    Tedavi amaçlı (terapötik) yürüme:

    Sadece egzersiz için yürüme demektir. Torakal ve bazı üst lomber seviyeli spina bifidalılar bu düzeydedirler. Ayakta durma ve yürüme bu hastalarda çok enerji sarfiyatı gerektirir, bu nedenle de çok zor yürürler. Ayakta durma kemikleri güçlendirir ve eklemlerin sertleşmesini önler. Ayrıca nefes alıp vermeyi ve mesane-barsak boşalmasını kolaylaştırır. Bu avantajları nedeniyle tedavi amaçlı ayakta durma ve yürüme çalışmaları yapılmalıdır.

    Tekerlekli iskemle kullananlar:

    Hem evde hem toplum içinde sürekli tekerlekli iskemle kullanmak zorunda kalınabilir. Özellikle kesesi sırtta olan çocuklarda bu durum geçerlidir. Tekerlekli iskemle kullananlar bile ev içinde tekerlekli iskemleden yere iner, yerde veya eşyalara tutunarak emekleyebilirler. Tekerlekli iskemle kullananlar genellikle bu sayede tekerlekli iskemlenin giremediği yerlere de ulaşabilirler.

    Bacak Cihazları

    Kısa bacak cihazları (AFO'lar)

    Plastikten veya botlara takılan metal çubuklardan oluşur. Plastikten yapılanlar daha hafif olduklarından tercih edilirler. AFO bacak ve ayak bileğini arkadan sarar ve ayakkabının içine oturur. Eğer çocuk dizlerini dümdüz tutabiliyorsa kısa bacak cihazı yeterlidir.

    Uzun bacak cihazları (KAFO'lar)

    KAFO'lar kısa bacak cihazına eklenen bir diz kiliti ve kalçalara kadar uzanan metal ve/veya plastik parçalardan oluşur. Dizini dümdüz tutamayan, yani kilitleyemeyen çocuklarda kullanılır ve ayakta dururken dizlerin bükülmesini önler. Kısa bacak cihazlarına göre daha ağırdırlar.

    Kalça destekli uzun bacak cihazları (HKAFO'lar ve THKAFO'lar)

    Kalçalarına destek gerektiren çocuklarda bel kemerli uzun bacak cihazları kullanılabilir, eğer öne bükülme çok belirginse o zaman da gövde destekli cihazlar verilir. Bu tip yüksek destekli ve büyük cihazları kullanmak hem aile hem de çocuk için oldukça güçtür.

    Dolayısıyla bu cihaz yapıldıktan sonra mutlaka aile ve anlayabilecek yaşa gelmişse çocuğun eğitimi gerekir. Çocuğa iki temel cihaz becerisini de öğretmek gereklidir. Bunlar, yerde cihazla serbest hareket edebilme ve yerden ayağa kalkabilme, sandalyeye oturup kalkabilmedir. Cihazları kullanırken önemli olan çocuğun cihazı mümkün olan en az yardımla takıp çıkarabilmesi ve cihaz içinde rahat hareket edebilmesidir.

    Emekleyebilen ve emekleyerek istediği yere gidebilen çocukları cihazlayarak ayağa kaldırmak çocuğun hareketini kısıtlıyorsa çocuk bu durumu şiddetle reddeder ve cihazını kullanmaz. Bu çocukları özellikle eğitmek ve ayağa kaldırmak gereklidir.

    Cihaz kullanmada önemli noktalar

    Bacaklarda his kaybı olduğundan çocuklar cihazın vurduğu yerleri hissetmeyebilirler. Yara açıldığında çocuk veya aile farkına varamadan yara derinleşip mikrop kapabilir.

    Çocuğu cihaza alıştırmak için cihazlar ilk alındığında sadece 45 ila 60 dakika takılır, sonra çıkarıp cildin kızaran yerleri incelenir. Eğer kızarıklık cihazı çıkardıktan sonra yarım saatten çok sürüyorsa kızarıklık geçene kadar cihazlar bir daha takılmaz. Kızarıklık geçtikten sonra sadece 20-30 dakika takılır ve takma süresi giderek arttırılır.

    Eğer kızarıklık yarım saatten az sürüyorsa cihazlar bir ila bir buçuk saat süreyle takılır ve takma süresi her gün bir saat arttırılır.

    Cihazın yeni olması dışında bazen de çocuk büyüyüp geliştiği için eski cihazı bası yaralarına neden olabilir. Bu nedenle bacak ve ayaklar her gün yeni kızarıklıklar açısından incelenmelidir.

    Tekerlekli iskemleler

    Bazen tekerlekli iskemle cihazla yürümeye göre daha hızlı ve etkili olabilir. Tekerlekli iskemle seçimi çok önemlidir. Tekerlekli iskemle kullanımını fizyoterapist öğretir. Çocuk yataktan iskemleye, iskemleden yatağa, yerden iskemleye ve iskemleden yere tek başına geçebilmeli, düşerse tekrar iskemleye binebilmelidir. Eğimli zeminde ve kaldırımlarda tekerlekli iskemle ile hareketin öğrenilmesi çok önemlidir.

    Koltuk değnekleri ve yürüteçler

    Koltuk değnekleri

    Dirsekten destekli koltuk değnekleri

    (kanadyen) kullanmak çocuklar için daha uygundur. Bu sayede çocuk elleri ile bir yere tutunabilir. Ayrıca değneklerin uçları biraz büyükçe ve vantuzlu olursa kaymaları da önlenir. Değneklerin ucundaki lastikler eskidikçe yenilenmesi ihmal edilmemelidir.

    Yürüteçler

    Yürüteçler önden demirli veya arkadan demirli olabilirler, bir kısmında iki ya da dört tekerlek bulunur. Önden demirli yürüteçler spina bifidalı çocuklarda pek önerilmez, çünkü kalçada bükülmeyi arttırır, ayrıca çocuğun dengesini kurmasını da zorlaştırır. Arkadan demirli ters yürüteçlerle kalçalarda bükülme önlenir ve çocuk dengesini daha rahat kurar. Ayrıca bu tip yürüteçle masalara ve sıralara yaklaşmak daha kolaydır. Çocuk yorulunca yürütecin arkasındaki demire yaslanarak dinlenebilir. Birçok yürütecin iki ön tekerleği vardır. Küçük tekerlekler çimen ve çamura takılır. Büyük tekerleklerle daha kolay hareket edilir. Dört tekerlekli yürüteçler hızlı hareket eder.

    Koltuk değneklerinden daha büyük olduklarından yürüteçler tekerlekli iskemle ile birlikte taşınamazlar. Yürüteçle birkaç basamak merdiven inip çıkmak mümkündür ancak bir kat merdiven için asansör gerekir.

    CİLT BAKIMI

    Cilt vücudu kaplar ve iç organları korur. Ciltte bir yara oluştuğunda istenmeyen mikroplar vücut içine girerek hastalığa neden olur.

    Bası yaraları

    Bası yaraları cildin aynı bölgesinin uzun süre basınç altında kalmasından oluşur. Bası yarası önce deride bir renk değişikliği olarak başlar. Basınç sürerse deri açılır ve yara büyür. Bu yaralar gövde yükünün bindiği kısımlar olan kaba etler, ayakbilekleri, ayak ve topuklarda sık görülürler.

    Spina bifidalı kişilerde his kaybı olduğundan yani basınç, ağrı ve ıslaklık hissetmediklerinden gövdelerini ne zaman hareket ettirmeleri veya iç çamaşırı değiştirmeleri gerektiğini bilemezler. Ayrıca hareket güçlüğü olduğundan uzun süreler oturmak zorunda olabilirler. Bu da deriye çok yük bindirir, hep aynı kısma binen gövde yükü alttaki damarları sıkıştırır ve kan deveranını bozar. Deri hücreleri oksijensiz kalarak ölürler ve yara başlar. Basınç dışında idrar ve dışkı kaçıran kişilerde temizlik tam sağlanamadığından deride yaralar oluşur. Hissetmeyen bölgelerin korunması çok önemlidir. Soğuk ve sıcaktan cilt korunmalı, bası, sürtünme ve kesilmeler önlenmelidir. Bazen naylon halılarda sürünmek bile yaralar açılmasına neden olabilir.

    Cildi korumanın 13 yolu:

    1. Vücudunuzu temiz tutun. Her gün sabun ile yıkanın ve elbiselerinizi giyinmeden önce mutlaka tamamen kurulanın.

    2. Gövdenizi hareket ettirin. Eğer tekerlekli iskemlede oturuyorsanız her on beş dakikada bir gövdenizi tekerlekli iskemlenin koltuğundan kaldırın. Eğer tüm gövdenizi kaldıramıyorsanız önce sağ sonra sol yarıyı kaldırın.

    3. Gövdenize bakın. Her gün cildinizi gözle muayene edin. Hissetmediğiniz kısımlara özellikle dikkat edin. Renk değişiklikleri, şişlikler, akıntı ve benlere bakın.

    4. Banyodan sonra kurumayı önlemek için cildinize krem sürün.

    5. Yer değiştirirken kendinizi kaydırmayın. Gövdenizi kaldırarak bir yerden bir yere geçin.

    6. Kirli ve ıslak iç çamaşırlarını en kısa sürede değiştirin. Her idrar veya büyük aptest kaçırma olayından sonra kendinizi iyice yıkayıp kurulayın.

    7. Pantolon, etek, ayakkabı ve çoraplarınızın size tam uymasına, küçük gelip sıkmamasına dikkat edin.

    8. Gövdenizin tekerlekli iskemlenize ve cihazlarınıza tam uymasına dikkat edin.

    9. Mümkünse oturduğunuz yerlerde bir yastık ya da oturma minderi kulanın.

    10.Bazen yanıklar oluşabilir.

    • Banyo yaparken suyun sıcaklığını içine girmeden önce ellerinizle kontrol edin. Duşun altındayken veya üzerinize döktüğünüz suya sonradan kaynar su eklemeyin.

    • Güneşe çıkarken mutlaka yüksek koruma faktörlü güneş kremi kullanın.

    • Metaller sıcak havada ısınır. Tekerlekli iskemlenizin metal ayaklıklarına, kemerlerin metal tokalarına dikkat edin. Ayaklarınızda hissetmeme varsa çıplak ayak dolaşmayın.

    • Yanık derinin kızarmasına ve sonra da su toplamasına neden olur. Eğer sadece kızarıklık varsa soğuk pansuman yapın. Eğer su toplama varsa doktorunuza görünün.

    • Üropan, benadryl, tofranil gibi ilaçları kullananlarda terleme daha az olacaktır. Daha az terleyeceğiniz için sıcak sizi daha kötü etkiler. Mümkünse saat 11:00-15:00 arası güneşte durmayın ve şapka giyin.

    11.Yediklerinize dikkat edin. Bası yarası olan kişilerde yaradan dolayı protein kaybı olur. Proteinden zengin beslenme yanısıra C vitamini ve çinko almanız da gerekebilir.

    12.Cildinizin kurumaması için günde 8 bardak su için.

    13.Cildinizde yara açılmamasına çok dikkat edin. Yara açılırsa tedavisi çok zordur. Basınç yaraları bazen o kısmın ameliyatla alınmasına, hatta mikrop kapınca ölüme kadar gidebilen ciddi sorunlara yol açarlar.

    Tedavi

    Eğer kızarık bir bölge fark ederseniz sıkı giysilerinizi ve cihazlarınızı çıkarın ve bir süre kızarık bölgeyi basınçtan koruyun. Eğer cildinizde bir zedelenme varsa ya da kızarıklık geçmezse doktorunuza başvurun. Bazen açık yaralar için pomadlar veya pansuman gerekebilir. Bu sayede iyileşme hızlanır. Akan yaralarda sabun ve su ile temizlik yanısıra yara temizleyiciler de kullanılabilir. Bası yarası üzerine betadin veya oksijenli su sürülmez.

    Lateks allerjisi

    Lateks yani doğal lastiğe birçok spina bifidalı kişinin allerjisi olduğu anlaşılmıştır. Allerjik reaksiyonlar gözlerde sulanma ve yanmadan cilt döküntüsü, öksürük, hapşırma ve ciddi nefes alma sorunlarına kadar uzanabilir. Hastanedeki birçok malzemede ve balonlarda lateks vardır. Lateks ürünlerinden elden geldiğince uzak durmak gerekir. Bütün spina bifidalı çocuklar lateks allerjisi yönünden araştırılmalıdır.

    Dengeli beslenme ve şişmanlığın önlenmesi

    Bacak kasları çalışmadığından yeterli kalori harcamayan bu çocuklarda şişmanlık sık görülen bir sorundur. Çocuğa iyi bakmak kaygısı ile bol bol yemek yedirilmesi çocuğun aşırı kilo almasına neden olabilir. Bunu önlemek için beslenme düzenine çok dikkat edilmelidir.

    Spina bifidalı çocuklar şişmanlayınca yürümeleri, cihaz kullanmaları zorlaşır. Yürüyemeyen çocukların bakımları, taşınmaları büyük sorun olabilir. Çocuğun ihtiyacı kadar yemek yemeye alıştırılması, gerekirse beslenme uzmanına danışılması aşırı kiloyu önleyecektir. Ayrıca egzersizler de düzenli olarak yapılmalıdır.

    Kaynak


  22. Bir insana bir saat boyunca yetecek kadar oksijen üretilebilmesi için kaç bitkiye ihtiyaç vardır?

    Bu soruyu birkaç basamağa ayıralım:

    1. Bir insan bir saatte ne kadar oksijen tüketir?

    2. Bir bitki bir saatte ne kadar oksijen üretir?

    3. Yukarıdaki sorulara dayalı olarak, bir insanın bir saatlik oksijen ihtiyacını karşılayabilmek için kaç bitkiye ihtiyaç vardır?

    İlk sorunun yanıtına bakalım:

    Dinlenme halinde olan, normal ve sağlıklı bir insan, normal günlük koşullar altında bir saatte yaklaşık 53 litre oksijen tüketmektedir. Normal nefes alıp verme süreci içerisinde yaklaşık 500 ml kadar hava akciğerlere alınmakta ve bu havanın bir kısmı daima akciğerlerde kalmaktadır (yaklaşık 150 ml). Normal ve sağlıklı bir insan ayrıca, saatte 720 defa soluk alıp vermektedir. Basit bir hesap ile, normal bir insanın saatte 720 x (500 ml-150 ml) = 252.000 ml hava soluduğu sonucuna ulaşırız. Atmosferdeki oksijen oranı da %21 olduğuna göre, normal bir insanın saatlik oksijen ihtiyacı yaklaşık 53 litre kadardır diyebiliriz.

    Şimdi ikinci soruya geçelim:

    Bir yaprakta, bir saat içerisinde yaklaşık olarak 5 ml oksijen üretilir. Tabii ki bir bitkinin saatte ne kadar oksijen üretebildiğini hesaplamak için, bitkinin yapak sayısı devreye girecektir. Bitkinin yaprak sayısını bu sayı ile çarptığımızda, bir saatte üretilebilecek olan oksijen miktarını yaklaşık olarak elde etmiş oluruz. Bu sayıyı da yukarıda bulduğumuz sayıya böldüğümüzde, normal bir insana bir saat boyunca yetecek miktarda oksijenin kaç bitki tarafından üretilebileceğini hesaplamış oluruz.

    Ancak tabii ki sonuçta elde edeceğimiz bir sayı, bütün koşulların optimum olduğu bir durumda geçerlidir ve sadece tahmini bir değerdir. Söz konusu insanın yaşı, kalp atış hızı (ve buna bağlı olarak değişebilecek olan nefes alıp verme hızı), sağlık durumu, bitkinin türü, ortamdaki su ve ışık miktarı, karbondioksit konsantrasyonu ve daha birçok faktör, elde edeceğimiz sonucu modifiye edecektir.