nasip53

Üye
  • İçerik sayısı

    74
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    1

nasip53 kullanıcısının paylaşımları

  1. [Soru]Nöropatik Ağrılar.

    Rabbim herkeze sabır ve acil şifalar versin.
  2. İslam Kütüphanesi (Sesli Kitaplar)

    Allah c.c. razı olsun kardeşim..
  3. Hatmimize katılmayı herkezi bekliyoruz..
  4. Kök Hücrelerden Bağırsak Dokusu Üretildi

    itinayla beklşiyoruz..
  5. Bir Dua Bir Hadis

    Teşekkür ediyorum.. Allah razı olsun..
  6. Ağaçtan Kemik Olur mu" Demeyin

    bilim adamlarına başarılar diiyoruz..
  7. Linge tıkmamadan yorum yaptım.. Şimdi tıklayınca ... O grafikde, bazı dallarda başvurular olmuş,, elemeler olmuş..Birinciliğe laik değerde bazı dallarda 1. gösterilmemiş..
  8. Bunu okuyunca aklıma şu geldi...Anaokul çocuklarına denirya hepiniz birincisiniz..Bu mu?.. unutmak mı? ..önemsememek mi?..Bu işler ile uğraşanlar adına üzüldüm...
  9. Bir Sızı Var İçimde

    kimin yok ki!
  10. Konya�da Canlı Kök Hücre Nakli Yapıldı!

    hayırlısı....
  11. Kestane İle Gelen Sağlık

    kestane kebap, yemesi sevap..
  12. Doymuş Yağların Vücutta Kritik Görevleri Var

    doymuş yağların kritik görevi kilo yapmak mı? tabiki rolleri vardır..karbonhidratlar, proteyinler bitince yağa ihtiyaç var.. peki o denge nasıl sağlancak..bazıları aşırı diyete giriyor..onlar için vucutda belirli miktarlarda doymuş yağ olmalı..olmazsa kişide olmadık durumlar ortaya çıkabiliyor.. normal insanlar zaten yediği besinlerden gerekli yağı alıyorlar.. burada önemli olan denge.. aşırıya kaçmama. ahada doktor dedi vucudun doymuş yağa ihtiyacı var deyip sınır aşılırsa vucudun genleşme sınırıda aşılmış olur. bakmışsın kocaman biri olmuşum..
  13. FDA'dan Kök Hücre Tedavisine İzin...

    maşallah.. engelli arkadaşlarımız kök hücre tedavisi hakkında ajan gibi olduk..sürekli bilgi topluyoruz.. bakalım verilerin potansiyeli ne zaman kinetiğe dönüşecek..hadi hayırlısı..
  14. Türkiye Halk Bankası ve Engelleri

    onlar aşmışlar.. baksana! engel bile tanımıyorlar.. başkasının derdi halkbankasını mı germiş..
  15. "Kök Hücre Mükemmeliyet Projesi" geliştirdi

    hadi hayırlısı..
  16. Elleriniz Eski Gücünü Kazanacak!

    inme, parkinson, serebral palsi, gelişimsel koordinasyon bozuklukları, kırık ya da tendon tamiri gibi sorunları olan hastalarına el cerrahileri sonrası rehabilitasyonu için iyi bir gelişme....
  17. Sevdiğiniz Meyveye Göre Karakteriniz

    mandalinayı seviyorum. inciri seviyorum. karayemişi seviyorum.. en en çok dersen.. yaz ortası inciri, kış başlangıcı mandalinayı severim. en en olarak vesselam..
  18. Birbirimizi anlamak için biraz daha gayret edip şu noktaları dikkate almalıyız! İşte, insanların birbirini yanlış anlamasına neden olan kritik 9 iletişim sorunu: Unutmayınız ki, ¤ Sizin düşündüğünüz ¤ Sizin söylemek istediğiniz ¤ Söylediğinizi sandığınız ¤ Söylediğiniz ¤ Karşınızdakinin duymak istediği ¤ Onun duyduğu ¤ Onun anlamak istediği ¤ Onun anladığını sandığı ¤ Onun anladığı ...arasında farklar vardır. Bir daha başlayabilseydim yaşama, ikincisinde daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmazdım, Sırt üstü yatardım, neşeli olurdum, İlkinde olmadığım kadar çok az şeyi Ciddiyetle yapardım. O kadar temiz olmazdım, Daha çok risk alır, daha çok seyahat eder, Güneşin doğuşunu daha fazla seyreder, Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehir aşardım. Görmediğim yerlere gider, Daha çok dondurma, daha az bezelye yerdim. Sorunlarım daha gerçekçi olurdu, Hayali problemlerim ise daha az. Hayatın her anını gerçekçi ve üretken yaşayan insanlardandım. Elbette mutlu anlarım oldu ama, Yeniden başlayabilseydim eğer, Yalnız mutlu anlarımın olmasına çalışırdım. Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten: Anlar, sadece anlar, Sizde anı yaşayın, ''Şimdi'' yi yakalayın. Termometresi, bir şise suyu, şemsiyesi Ve paraşütümü almadan Dışarı çıkmayan insanlardandım. Eğer yeniden başlayabilseydim, İlkbaharda ayakkabılarımı fırlatıp atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, Çocuklarla oynardım Bir şansım daha olsaydı eğer
  19. Ölümsüz İlk Hayvan

    ölümsüzlüğü aramaya ne gerek var ki! bak bilim adamıda itiraf etmiş uygun koşullar tam intibak etse bile, bu dünyada herşeyin sonu olduğu gibi hücreler kendini nekadar yenilesede birgün kendini yenileyecek ömrü olmuyak. baki hayat zaten ölümsüz maymundan falan filandan türedik denilirse işde böyle ölümsüzlüm mücüzesi peşinde koşulup durulur mahiyet toprak ve ölümsüzlüğe merhaba ben geldim deyiş.
  20. Ey habibim sen olamsaydın kainatları yaratmazdım" hadisi, hadisi kutsimidir ? Başta bu hadis-i kudsinin kaynağını vereceğiz Ayrıca bu hadis-i kudsinin manası ve hakikatını vereceğiz "Levlâke" hadîsinin kaynakları şudur El-Leali-l Masnua Suyutî 1/272; >-; -Esrar-ül Mertüa Aliyy-ül Kari sh: 295-296; aynı eser Tahkik Muhammed Said Zalûl sh: 194; El- Feraid-ül Mecmua fevkani sh: 326; Keşf-ül Hafâ-Aclunî 2/164; Şerh-üş Şifa Aliyy-ül Karî 1/6 Hem El- Hâfız Aclûnî hem de, Aliyy-ül Karî eserlerinde "Levlâke" sözü mânası itibariyla hadîs olmasa dahi, mânası itibarıyla doğru ve haktır demişlerdir Aynı kanaati İbn-i Teymiyye dahi fetva kitabı 10/ 96-98'de izhar etmiştir Divan ve tasavvufki kitaplarından me'haz olarak bir kaçının tda ismini veriyoruz: Levami-ül Ukul Ni'metullah bin Veli sh: 15: Divaın-ı Mevtana Câmî sh: 4; Divan-ı Şeyh Ahmed-i Cezerî 1/190 ve hakeza Divan-ı Mevlâna Hâlid, Mektubat-ı Imam-ı Rabbanî ve bütün bunların yanında umum ümmetin telâkki-i bil-kabulü "Levlâke" hadîsinin hakikatı şudur Kainattaki bütün kemalatın menşei ve esası nur-u Muhammedidir Her şey, kemalini ve cemalini O’nunla buldu Sorduğunuz soruya iki şekilde cevap verilebilir 1- anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kağıttan ibaret kalır Allah bu dünyayı ve içindekileri, kendi cemalini ve kemalini görmek ve göstermek için yarattı Cemalini ve kemalini göstermek istediği şuur sahibi mahlukatın başında da, insan gelmektedir Kendisi kendine layık bir şekilde cemal ve kemalini tefekkür etmektedir Fakat insan dediğimiz mahlukun, Allah’ın istediklerini kendi başına anlaması mümkün değildir Madem kainat insan için yaratılmış, ve madem insan yalnız başına İlahi hakikatı anlaması mümkün değildir Öyleyse insanların nazarını mahlukattan ve masivadan çekecek Peygamberler olacaktır Bu peygamberlik makamı, Allah’ın en çok sevdiği insanlardan oluşacaktır Bu peygamber dediğimiz seçkin insanların arasında da vahiyde belirtildiği gibi, en sevgili kul ve en şerefli kişi Hz Muhammed’dir( asm) 2- Hz Muhammed ( asm)in duası, bu kainatın yaratılması için bir sebeptir Yani Asrımız alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiye “Allah, ezeli ilmiyle Peygamberimizin, kainatın ve cennetin yaratılması hususunda ki ısrarlı ve ihlaslı duasını kabul etti ve bu kainatı halk etti” İşte O’nun bu duası olmasaydı Allah kainatı ve içindekileri yaratmazdı Çünkü O zat (asm) bütün enbiyanın seyyididir, bütün evliyanın reisidir O geldikten sonra dünya rahata kavuştu Bu noktadan O’na olan sevgi, başka bir sevgidir Fakat madem Allah’ın zatı mahlukatın zatına benzemez Ve hadsiz derecede mükemmel ve alidir Elbette sıfatları da benzemez Yani ilmi, iradesi, kudreti ve muhabbeti de mahlukatın sıfatlarına benzemez Allah’ımızın Peygamberimize olan muhabbetini aklımızla anlamamız mümkün değildir Çünkü Allah’ın ne sıfatlarını, ne zatını ne de fiillerini aklımız almıyor Elbette muhabbet-i ilahiyeyi de anlamamız iktidarımız haricindedir “Nur-u muhammedî” ne demektir? “Allah göklerin ve yerin nurudur (onları varlık nuruna kavuşturandır)” (Nur suresi, 35) Nur, her çeşit karanlığın, zulmetin zıddı İlim nurdur; cehalet karanlığını yok eder Hidayet ayrı bir nur; dalâlet onunla ortadan kalkar İman da nurdur, küfür karanlıklarını mahveder Her nur bir zulmeti giderir ve bir hakikati gösterir İşte, bu âlem yaratılmazdan önce her şey yokluk karanlığında idi Cenâb-ı hakk lütuf ve ihsanıyla bu karanlığa son verdi ve bütün varlıklara çekirdek olacak ilk mahlûkunu yarattı Bu varlık nur-u muhammedî idi “Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur” hâdis-i şerifi üzerinde biraz durmak gerekiyor Çünkü, bu konuda bir takım yanlış yorumlar yahut yersiz itirazlar eksik olmuyor Bilindiği gibi canlıların bütün karakterleri genetik şifrelerinde yazılı Bu yazı, kader kalemiyle işlenmiş bir ilâhî program Bir tohumdaki şifrede ne ağacın şeklini, ne gövdesinin sertliğini, ne yaprağının yeşilliğini, ne de meyvesinin tadını bulabilirsiniz Dna’da bütün bu özellikler baz sıralaması şeklinde yazılı, ama o program ne serttir, ne yumuşak; ne yeşildir, ne kırmızı Bunların hepsi o şifrede bir plan, bir program olarak mevcut, ama ağacın bütün özelliklerini o şifrede aynen bulmaya çalışmak da boş bir çaba Bu noktayı dikkate almadan, bütün mahlûkatın nur-u muhammedî’den yaratılışını düşünen adam, yıldızlarla, ormanlarla, denizlerle bu nur arasında bir benzerlik kurmaya kalkışır ve aldanır Bizim yaptığımız planlar da bir yönüyle öyle değil mi? Bir evin bütün bölmeleri plandadır, ama plandaki mutfakta yemek pişiremezsiniz “nasıl esmada bir ism-i azam var, o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki, o da insandır” ( sözler ) İsm-i azam, bütün isimleri içine aldığı gibi, nakş-ı azam olan insan da bütün varlık âleminde tecelli eden isimlere mazhar “bir şey mutlak zikredilince kemâline masruftur” kaidesince, insan denilince de insanlık âleminin en ileri ferdi ve risalet semasının güneşi olan hz Muhammed (asm) akla gelir Bütün ilâhî isimler ilk defa nur-u muhammedî de tecelli etmişler Meselâ, onda muhyi isminin tecellisi var ve o nur hayat sahibi Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa onda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir Ama, bütün hayat çeşitleriyle resulullah efendimizin (asm) o pak ve münezzeh ruhu arasında bir ilişki kurmaya kalkışmanın da yanlışlığı ortadadır Bir başka misâl: muhafaza etmek, hıfzetmek bir ilâhî fiil Nur-u muhammedî de hafiz ismi de tecelli etmiş ve daha sonra yaratılacak “levh-i mahfuza”, “çekirdeklere”, “yumurtalara”, “nutfelere” ve nihayet “hafızalara” bir çekirdek gibi olmuş “mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır Hem öyle bir çekirdek ki; âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin numûnesini ve esasatını câmi' olsun” (sözler) Vahdetü’l-vücut meşrebinin sahibi Muhyiddin arabi hazretlerine göre, ebede kadar yaratılacak bütün varlıkların mahiyetleri (kendi ifadesiyle ayan-ı sabiteleri), tâbiri caizse nuranî bir çekirdek halinde, Allah’ın ilminde mevcuttu Bütün mahiyetleri icmalen taşıyan bu ilk taayyün mertebesini muhyiddin arabî hazretleri, “hakikat-ı muhammediye”, “âlem-i vahdet”, “vücud-u icmâli”, “nur-u muhammedî” gibi isimlerle dile getiriyor Buna göre, nur-u muhammedî, bütün mahiyetlerin ortak ismidir ve eşyanın yaratılmasıyla bu mahiyetler ilim dairesinden kudret dairesine geçmişlerdir imam-ı rabbanî hazretleri de şöyle buyurur: “hakikat-i muhammediyeden terakki vaki oldu mânâsında yazdığım cümleye gelince, bu hakikatten murat, o hakikatin zıllıdır ki o hakikat için “hazret-i ilmin icmâlinden ibarettir” demişler ve “vahdet” tabirini kullanmışlardır”(mektûbat c 2) Âlem-i vahdet, muhyiddin arabî hazretlerinin ilk taayyün mertebesine verdiği dört isimden birisi Bilindiği gibi vahdet birlik mânâsına geliyor, kesret ise çokluk Çekirdekte vahdet vardır ve bu vahdetten kesret doğmuştur Onlarca dal, yüzlerce meyve, binlerle yaprak kesreti ifade ederler ve bu kesret âlemi bir vahdetten doğar Sonsuz yıldızların kaynaştığı sema, yine sonsuz canlıların oynaştığı yer yüzü, sayısını bilemediğimiz melekler âlemi ve daha nice varlıklar hep kesreti ifade ederler ve bunların tamamı âlem-i vahdetten, nur-u muhammedî’den doğmuşlardır Nur külliyatından önemli bir ipucu: “muhakkak, semavat ve arz bitişik idiler, biz onları ayırdık” meâlindeki âyet-i kerime’nin değişik tefsirleri nazara sunulduktan sonra şu mânâya da yer verilir: “mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki: nur-u muhammediyeden (asm) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisâl ettirilmesine işarettir” Mesnevî-i nuriye Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, bu hikmet âleminin yaratılış çekirdeği olan nur-u muhammedî’den âlem safha safha yaratılmış Bütün fizik âleminin, semavat ve arzın yaratılışı da bu kaide çerçevesinde gerçekleşmiş Bu nurdan, bir “madde-i aciniye” yaratılmış ve bu öz macun, bu şifre mahlûk; göklerin ve yer küremizin yaratılmasında esas olmuş “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler Şeklinde ifade edilir Belki de, göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya nur-u muhammedî’den gerçekleştirilmiş, bu safhada ise nur-u muhammedî’den bir öz madde yaratılmış ve göklerin ve yerin yaratılmasında bu çekirdek esas olmuştur Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması ilâhî hikmete en uygun olanıdır Maddenin nurdan yaratılması garip karşılanmamalı Nitekim madde dediğimiz şeyin, aslında, kesifleşmiş bir enerji olduğu bilinmektedir Atomun, parçalandığında enerjiye dönüşmesi, işin temelinde kuvvet ve kudretin bulunduğunu gösterir Bunlar ise kesif ve maddî değil, lâtif ve nuranîdirler “melekler nurdan yaratıldı Cinler ise dumanlı alevden yaratıldılar” hâdis-i şerifi cinlerin de nur-u muhammedî’den doğrudan yaratılmayıp bir başka şekilde, yahut bir başka safhada var edildiklerini bize ders verir “hiçbir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin” meâlindeki âyet-i kerimeye göre, her şey Allah’ı bilmekte, hamd ve tesbih etmektedir Kâinatın gerek ilâhî ilimdeki ilk icmâline, gerek şehadet âlemine çıkışındaki o çekirdek varlığa “nur-u muhammedî” denilmesinden anlaşılıyor ki, Allah’ı bilmede, onu hamd ve tesbih etmede en ileri mertebe Allah resulüne (asm ) aittir Bütün ilâhî isimlerin en ileri mertebesine de, o (asm) mazhardır Kâinatın yaratılmasından asıl gaye o’dur Diğer varlıkların yaptıkları bütün ibadetler, erdikleri bütün marifetler ve zevk ettikleri bütün muhabbetler onun yanında ancak bir gölge gibi kalır “hem ism-i âzama mazhar olan resul-i ekrem aleyhissalâtü vesselâm'ın bir âyette mazhar olduğu feyz-i ilâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir” Sözler Demek ki, o ilk yaratılışta ruh-u muhammedînin ulviyeti, parlaklığı ve berraklığı diğer bütün mahiyetleri âdeta gölgede bırakmış ve o ilk çekirdek varlığa nur-u muhammedî denilmiş
  21. Dile Gül Koymak...

    <P align=left>Dile Gül Koymak... Konusmasindan anlasilir insan. Güzel konusmasindan… Kalpten kalbe yol vardir derler. Bunu biraz daha degistirerek söylersek: Dilden kalbe yol vardir. Gönlü yumusak insanlarin konusmalari da yumusak ve ilimlidir. Onlar asla kalp kirmaz. Çünkü bir mihenk vardir gönülde; sözünü önce ölçer biçer sonra muhatabina sunar. Kati kalpli insanlar ise, bu mihengi yitirmistir. Gönül kayaliklarinda paramparça olmustur mihenkleri. Nereye vuracak ve sözünü tartacak? O altin ile bakiri birbirinden ayiramaz artik. Olur olmaz yerde kelâm eder, ya bas kirar, ya da göz çikarir. Ilik meltemler gibi soluklar gerek bize. Gönüllere ulastiginda, bahar çiçekleri açtiran. En sert yürekleri dahi yumusatan, yoguran, sekillendiren… “Tatli söz yilani deliginden çikarir.” denmis, derler. Ne kadar dogru. En öfkeli oldugumuz anlarda bile yüregimizdeki karanligi gündüz aydinligina çevirir güzel bir söz. “Söz ola kese savasi Söz ola kestire basi Söz ola ahulu asi, Yag ile bal ede bir söz.” diyor Yunus. Elbette öyledir. En karamsar ve kaos yüklü anlari bile cennet iklimine çevirir, alimli ve iç açici bir söz. Bu sebepten, güzel ve nazik konusan insanlarin pek düsmanlari olmaz çevrelerinde. Bilmeden bir gönül kirarlarsa, hemen tamir ediverirler bir kaç kelimeyle. Mayalarinda yalan olmadigi için, inandirici bulur çevreleri böyle kisileri. Zaten yalana ihtiyaçlari da yoktur, böyle gönül ve söz ustalarinin. Bazen bilmeden açtiklari yaralar olur elbet gönüllerde. Ama bu bilmeden olur çogu kez. Lâkin o yarayi dudaklarindan akan bal gibi kelimelerle, sihirli cümlelerle bir anda iyilestirirler. Asla baska bir zamana birakmazlar açtiklari yaralari, olusturduklari çizikleri. Aninda pansuman eder ve tedaviye geçerler. Aci konusan insan böyle mi? Dil yayindan karsidakine firlattiklari kirici söz oku, paramparça eder muhatabin yüregini. Onlar dönüp bakmazlar bile. Hani yolda arabayla bir hayvani veya insani ezen acimasiz soförler vardir; arkalarina bile bakmadan kaçip giden… Aynen öyledir bu zalimler de… Kirdiklari kalbin çirpinislari ve yanaklardan sizan damlalari görmezlikten gelip, dönüp giderler. Öylelerini akrebe benzetebiliriz. Sokmaktan zevk alan acimasiz akreplere… Dillerini de, zehirli ignelere… Arkadas! Inancin yumusak ikliminde bir meltem yumusakligina çevir sözlerini. Yüregi kirgin olanlarin doktoru ol, masum gönüllerin cellâdi degil! Yarali gönüllere Hizir gibi yetis. Onlarin kirginliklarini gider. Yaralarina söz merheminden sür. Gönlünden akip gelen ve kelimelerle harmanlanip, dövülüp sekillenen manevî iksirinle onlari iyilestir. Bak bu hususta Hz. Ömer ne diyor: “Ey Kâbe seni bin sefer yiksam yine yapabilirim. Ama kirik bir kalbi asla!” Iste bu derece zor durumda olan bir kirik kalp eger onarilirsa sen artik Halk’in sevgili kullarindan olduguna inanabilirsin. Çünkü bir hadis-i serifte söyle diyor, Nebiler Nebisi: “Gerçek mümin, elinden ve dilinden baskalarinin zarar görmedigi kisidir.” Bir gün sahabiler, Nebiler Nebisi’nin yanina varip, ihtiyar bir kadini övüyorlar. “Söyle ibadet ediyor, böyle namaz ve oruç tutuyor.” Peygamber Efendimiz: “Çevresine davranislari nasil o kadinin?” diye sorunca, sahibiler: “Çevresine hep kötü davraniyor, Ya Resulullah. Konusmasiyla kalp kiriyor.” diyor. Bunun üzerine Resûlü Ekrem: “Söyleyin o kadina, cehennemde yerini hazirlasin.” diyor. Iste dost! Tatli dil ve aci dil arasindaki fark, cennet ile cehennem arasindaki fark gibidir. Sen diline ister gül koy, istersen bal ve gönüllere cennet asa bir iklim ör. Istersen kor koy, baskalarini alev alev yak. Tercih senin
  22. Üç nokta

    Eşyaya vurulan fanilik mührü insanoğlu içinde geçerlidir. Hayat denilen kredi bir gün bittiğinde kaçınılmaz son gerçekleşir.Kuşkusuz tadını çıkarmakta olduğumuz şu hayatın herhangi bir yerinde ölümü tadacağız. Evrende her şey buna işaret ediyor:Sararan yapraklar… Batan güneş… Solan gül… Susan bülbül… Kuruyan pınar… Savrulan kül… Kainatta cari olan bu kevni ayetlere rağmen dünya hayatı bize ölümü unutturmak üzere dizayn edilmiştir; bize düşen görev ise hatırlamaktır… Çünkü ölüme ayarlı hayatlar anlamlıdır… Hayat anlamını kaybetmişse insan sadece yer yüzünde bir yüktür… Tüm beklentilerini dünyaya bağlayanlar için ölüm felakettir… Bunun içindir ki; Sekülerizm ölümü hayatın dışına itti… Modernizme göre ölüm doğanın korkunç cezasıdır… Ölüm düşüncesi kalkarsa bu defa insanlar yaşadıkları hayatı sonsuzlaştırmak isteyecektir… Şayet ölüm gerçeği rahatsızlık veriyorsa yaşamda ciddi problem var demektir… Çağın insanı ölümle başı belada … Bu güne kadar ölümü öldürme girişimleri hep hüsranla sonuçlandı… Peki nedir bu ölüm? Ölüm bir hiçlik midir? Hayatın dışına çıkmak mıdır yoksa deruni bir hayata dahil olmak mıdır? Bir ceza mıdır yoksa ödül müdür? Ölüm bir kurtuluş mudur veya kurtuluşa giden yolda bir yok oluş mudur? Şimdi ölüm üzerine felsefe yapmak üzerimize görev değil… Ancak fena aleminde bu mutlak gerçeği fark etmek durumundayız… Hem de tüm derinliği ile… Ölüm bir sırdır… Var olmanın sırrı da; ölümdür… Ölüm muammasını çözmek mi? Onu geçiyoruz o malum gerçek… Mukadderat mutlaka gerçekleşecektir… Ölümün üzerindeki esrar perdesi vahyin ışığı ile kaldırabiliyoruz… Görüyoruz ki; kimi için z******* olan ölüm kimi için de zirvedir… Bazılarının felah ve ferahı olurken çoğununda helakı olabiliyor… Özetle ölüm; hasret yurdundan vuslat yurduna intikaldir…ALLAH ’ın çağrısına icabettir… Kefen hayat sahnesinde inen son perdedir… Ölüm; yeniden dirilmek için toprağa düşmektir… Ölüm bir oluştur… Bir geçiştir… Bir dönüştür… Yaşarken ALLAH ile beraberliği yakalayanlar için ruhun ten kafesinden kurtuluşudur… Ölüm; son uyanıştır… Düşlerden hayallerden uyuşmuşluktan uyutulmuşluktan uyanmaktır… Yeni bir hayata doğrulmaktır… Önemli olan ise Azrail’in kabzı İsrafil’in Sur’u ile değil Cebrail’in soluğu ile uyanmaktır… Ölüm; son nokta değil üç noktadır… Ölümü düşünmek kendini fark etmektir… İlahi adaletin tecellisi için ölüm gereklidir…Gündemlerinde ölüm olanların hayatında zulüm olmaz… Günahlar yaşamda yer bulamazlar… Çünkü günahlara karşı önemli bir dezenfektedir… Hırslarımızı yenmek öfkelerimizi frenlemek şehvetlerimizi dizginlemek arzularımızı kontrol için ölüme müracaat edeceğiz… Ölüm; dünyanın kasvet ve gafletlerine direnen ruhlar için bir özgürlüktür… Ölümle aramızdaki mesafeyi kısa tutabilirsek; hayatın bağ ve bağlantıları özgürlüğümüzü kısıtlamayacaktır… Ecele soğuk durulan tul-i emele teslim olmaktan kurtulamadılar… Yaşarken ölü ölü iken yaşayanlar vardır… Yaşarken ölenler kalbi mühürlenenler ve ruhlarını satanlardır… Ölü iken yaşayanlar ise vahye şahitlik edenler ve şehadet şerbetini içenlerdir… Önemli olan öldükten sonra yaşayabilmektir… Ölümsüz eserler bırakmaktır… Yaşarken ölenlerden olmamaktır… Nasıl ölmeleri gerektiğinin sırrını çözenler nasıl özgürleşebileceklerinin de çözümüne ulaşmış oldular… Artık onları kimse sömürgeleştiremez… Yaşarken ‘‘ ölüm bilinci ’’ni kuşananlar görürler ki ölüm denen olgu gerçek yaşamın ta kendisidir… Ölümü ciddiye almayıp istiskal edenler ölmeden önce sürünürler… Ölümden kaçarlar fakat gizlenemezler korunamazlar… Müstekbirlerden mütekebbirlerden ölüme direnenler oldu… Yazgı değişmedi… Sonrasında da sonuç değişmedi… Ölenler mumyaları külleri eşyaları ehramları sfenksleri ikonları türbeleri anıt mezarları büstleri heykelleri lahitleri hatıraları ile yaşatılmak istense de bunlar mezarın içindeki gerçeği ve kaderi değiştirmiyor… Bir defa ölmeye gör irade yok… İnsiyatif yok… İmkan yok… Ölümün üzerindeki gayb perdesini kurcalayanlar kehanet veya cehalet duvarına başlarını çalanlar neyi çözebildiler? Astrolojik ve parapsikolojik yöntemlerle ecele tarih belirleyenler hangi şeytanın güdümünde olduklarının farkına ne zaman varacaklar? Genelde insanlar iki sınıftır: Ölümden korkanlar ile ölüme koşanlar… Bir tarafta ölümü özleyenler diğer tarafta ölümü öteleyenler… Şimdilerde ölüm özlenesi bir durum olmaktan çok uzak… Emr-i Hak vaki olduğunda korunamayacağımıza göre hangi konumda bu emri karşılamamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor… Ölümün bizi nerede beklediğini bilemediğimize göre onu her yerde beklemek durumundayız… Her bir gün son günümüz ola bilir… Kaldı ki ölümü korkunç gösterenlere rağmen alışmak gerekiyor… Çünkü Azrail blöf yapmıyor… Müslümanca ölme sanatını ve seviyesini yakalayabilmeliyiz… ‘‘ Hayatta başarılı olmanın yolları ’’nı… ‘‘Mutlu olmanın teknikleri ’’ ni…‘‘ Kazanmanın yöntemleri ’’ ni… ‘‘ Kişisel gelişim dersleri ’’ ni yeterince öğrendik… Birazda; mutlu başarılı temiz onurlu özgür ve güzel bir ölümün nasıl gerçekleştiğini öğrenmemiz gerekmiyor mu? Evet öncelikle ölmeyi öğrenmek… Çünkü bu bir tercih konusudur: ‘‘ Ey iman edenlerALLAH’ tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkun-sakının ve siz ancak Müslüman olmaktan başka ( bir tutum üzerinde ) ölmeyin.’’ ( Ali İmran-102 ) Nasıl ölmek istediğimize karar vereceğiz… Hangi ölümü tercih ettiklerini belirleyenler yaşam tarzlarınıda netleştirmiş olurlar… Ölmeden önce Hayy ve Kayyum olanın hayat kitabı ile hayat bulanlar ölümleri ile de övgüye mahzar olurlar… Vahyin nuruna kapalı bir kalp ise zaten ölüdür… Sürekli ölümle sıcak temas halinde olmamız gerekiyor… Tüm yalınlığı ile seyredip dokunmamız lazım; soğuk duş etkisi yapsa da… Yoksa bu rehavet ve ataletten başka türlü nasıl kurtulabiliriz? Konfora lükse savurganlığa ve savrulmaya karşı ölüme tutunacağız… Hz. Aişe (r.a.) ya kalbinin katılığından şikayet eden bir hanıma o söyle diyor: ‘‘ Ölümü çok hatırla kalbin yumuşar.’’ Ölümün eksene alındığı bir hayatta yürüyüş ‘‘ illiyyin ’’ edir… Hayat merkezli bir ölümün varacağı yer ise; ‘‘ siccin ’’dir… Orjinal Link: TEVBE EDENLERİN SİTESİ Ölüm, Üç Nokta - TEVBE EDENLERİN SİTESİ Ölümün moduna girerek diri kalabiliriz… Yeniden direniş ve diriliş için ölümle iletişimin güzel ve güçlü olması gerekir… Yaşama tutkulu ölüme uzak duranların durumu kötüdür… Rasul (s.a.v ) korkulan akıbete işaret ediyor: ‘‘ Aç insanların sofraya üşüştükleri gibi düşmanımız olan insanların size karşı birleşip saldırmaları yakındır. ’’ Biri sordu: ‘‘ Acaba o gün sayıca az mı olacağız? ’’ ‘‘ Hayır bilakis siz o gün sayıca çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer-çöp gibi dağınık olacaksınız.ALLAH düşmanlarınızın kalbinde sizin korkunuzu çıkaracaktır. Sizin kalplerinizede vehen atacaktır. ’’ ‘‘ Vehen nedir ya RasulALLAH ? ’’ ‘‘ Dünya sevgisi ve ölüm korkusudur. ’’ ( Ebu Davud ) Öyle ki artık ölümü kanıksadık… Ölüm bize işlemez oldu… Ölüm rutine geçti…Sarsmıyor ürpertmiyor…Üzerinde durmaya değmeyen sıradan bir olguya dünüştü… En yakınlarımızın ölümü bile etkilemez oldu; bir nedamet bir hareket görülmüyor… Ölümden sonrası yatırımlarda bulunan kim? Ölümsüz eserler bırakan kim? Gazetelerdeki ölüm ve taziye ilanları ilgimizi çekmiyor… Çünkü reklam ve rekabet dünyasının aboneleriyiz… Ölümü eskittik… Yoğunuz yorgunuz ölümü anmaya vaktimiz yok! Ölenleri gönderdiğimiz gibi ölümü de hayatımızdan çıkardık… Dostlarımızın dünyaya kapanan gözleri biz yaşayanların gözlerini açmıyor… Doğum günleri kutluyoruz ölüm günlerini yaşamdan silmek istercesine… Ağaran saçımız kırışan alnımız yükselen koleströlümüz hipertansiyonumuz.azlan romatizmamız tıkanan damarlarımız ölüm sinyalleri gönderiyor… Duyan gören ilgilenen kim? Ölüm meleğinin randevusuz geleceğini her an bir sürpriz yapacağını unutuyoruz. Kimse kendisine kefeni yakıştırmıyor… Herkes erken diyor… Gündemimizde günlüklerimizde neden ölüme yer yok? Oysaki dünya işlerimizi bitirmeden Azrail işimizi bitirebilir… Ölümü dışarıda tuttukça savruluyoruz… Gözümüz dünyadan başka bir şey görmez oluyor… Unutuyoruz ölümü hesaba katmayan ölümü göze almayan onurlu ve özgür bir yaşama kavuşamaz… Kaliteli ölümler için kaliteli hayatlar lazım… Dünyada ‘‘ bir yolcu gibi olma ’’ bilinci köreldi… Artık herkes hancı kims yolcu belli değil… Ölenlerimize ağıt yakan çok öğüt alan yok… ‘‘ Bize nasihat et ey ALLAH ’ın Rasulü ’’ diyen Hz. Ömer (s.a) e hitaben Peygamberimiz (s.a.v ): ‘‘ Öğüt verici olarak ölüm sana yeter ey Ömer! ’’ Ölüm susmayan bir nasihatçı artık oda etki etmiyor… Kuşkusuz ölüm kapımızı çalacak fakat o anı belirleyen biz olmayacağız… Azrail ( a.s ) pazarlık payı bırakmıyor… Vekaleten ölüm yok… Niyabeten ölüm yok…Sehven ölüm yok… Ölümün ihalesi hilesi şikesi tatili iptali de yok… Takdim tehir yok… İmtiyaz iltimas yok… Erken ölüm yoktur tıpkı ötelenmiş ölümün olmaması gibi… ‘‘ Ölüm saati ’’ ile kimse oynayamaz… ‘‘ Uzatma dakikaları ’’ yoktur… Yaşlılıkla emeklilikle doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi yoktur… Ölüm bizi eşitleyecektir… Teneşire ünvansız ünüformasız gideceğiz… Ölüm kişiye özeldir paylaşılmaz… Ölüm sınır sınıf tanımaz… Yalnız sırayı bozmaz… Her gün ölümün arefesindeyiz ölümden sonrası bayram mıdır hüsran mıdır cevap aramıyoruz… Ölüme ilaç aramayın! Ölümün kendisi ilaçtır… Hedonizme Konformizme Modernizme karşı en etkili ilaç… Şehveti öfkeyi ihtiras ve nefreti teskin eden ilaç… Mezar kapısını kapatmaya yeltenmeyin… Çünkü en kalıcı son kalıcı tek kalıcı konut; kabirdir… Ölüm düşündürücüdür… Ölüm dönüştürücüdür… Tabii ki; akleden kalbi olanlar için… Uyku ölümün provasıdır… Ölümle barışık olmayı ölüme yakın durmayı bizlere öğretiyor… Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor ki; İslamsız geçen günler ölü zamanlardır… Kur’an’sız zikirsiz evler kabristan hükmündedir… Duyarsız duasız yürekler haraptır… ALLAH’ın Kitab’ını ölü kitabı haline getirenleri siz yaşıyor sayabilir misiniz? Ruhlarını şirk ve zulümle kirletenleri siz onların cesetlerini zemzemle yıkasanız da Kabe’nin örtüsü ile kefenleseniz de Hacer’ül-Esvedi mezar taşı yapsanız da Kabe’nin eşiğine gömseniz de gidecekleri yer bellidir… Vahiyle dirilmeyenlerin imanla ölmeleri ne kadar mümkün? Müminler için hayatta şaşmaz ilke şudur: Ömürde ölümde ALLAH içindir… ‘‘ Deki;… hayatım da ölümüm de alemlerin rabbi ALLAH içindir. ’’ ( En’am-162 ) Hayatı ve ölümü yaratan O değil mi? Elbette her şey O’nun için ve O’na göre olacaktır… Hayat ve ölümün ALLAH için olması ne demektir? Bunu kimden öğreneceğiz? Sorunun cevabını almak için Kerbela’ya gitmemiz gerekiyor… Evlad-ı Rasul’un akan kanları ve göz yaşları bize cevaptır… Hüseyin’in açtığı çığır ve Zeyneb’in yükselen çığlığı her şeyi açıklıyor… Hüseyin (r.a ) bağırıyor: ‘‘ Eğer Hz. Muhammed (s.a.v )’in dini benim kanım yere dökülmeden hayatını sürdüremeyecekse ben şehadete hazırım. Onursuz bir hayatı yaşamaktansa şerefli bir ölümü tercih ederim. Bu yolda şu ölümden daha ötesi var mı? Öyleyse hoş geldi sefa geldi ölüm! ’’ Çünkü onlar için zulüm ve zillet altında yaşamak her gün ölüm demekti… Bir defa ölmek yeter bu dünya tekrar tekrar ölmeye değmez… Ölümü sevenler ölünce sevinirler… En şerefli ölüm; şehadettir… Yani; ölümün Musabcası Hamzacası Hüseyincesi… Ölü toprağı serpilmişlere verilen mesaj: Ölüme selam… Ölüm onların değil onlar ölümün peşindedirler… Hoş geldin Ölüm meleği diyorlardı… Bize gelince hep ‘‘ başkasının ölümünü ’’ konuştuk… Kendi ölümümüz bizi meşgul etmedi… Başkasının cenaze namazını kıldık… Kendi cenaze namazımızı gıyabi olarak kılabilirdik düşünemedik… Mezar taşlarını okuduk geçtik kendi mezar taşlarımıza nasıl bir not düşeceğimizi bilemedik… Vasiyetin sünnet olduğunu haturlamaz olduk… ‘‘ Er kişi niyetine ’’ ‘‘ Hatun kişi niyetine ’’ denilmezden önceki niyetimizi samimiyetimizi sorgulamadık… Bu arada baktık ki; Kur’an bize soruyor; ‘‘ Eynel meferr- Kaçış nereye? ’’ Bu ağır soruyu nasıl cevaplayacağımızda yine Kur’an öğretiyor: ‘‘ Fefirru ilALLAH-ALLAH ’a koşun… ’’ Biliyoruz ki;ölüm genetiktir… Geri döndürülmez bir gerçekliktir… Yarın bizi bize soracaklar… ‘‘ Mutlak sorgu ’’ odan önce yüzleşebilsek tüm yaptıklarımızla… Toplu tevbe seanslarımız olsa… ‘‘ Bu gün benim son günüm ’’ bilinci ile her gün yeniden doğsak inanıyorum ki hayatın kontrolünü elimize alabiliriz… O zaman her gün diri bir kalp diri bir ruh ve diri bir irade ile sorumluluklarımıza sarılırız… Yaşarken ölümle sözlü olduğumuzu sakın unutmayalım… Ölümün hakkını vermemiz lazım… Bunun için hayata yeni bir format atmanın tam zamanıdır… Hz. Muhammed ( s.a.v ) in parmak bastığı gerçeğe dönelim: ‘‘ Akıllı kimse kendini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. ’’ ( Tirmizi )
  23. "Eğer sizin duanız olmazsa ne ise yararsınız ?" buyurmakta Yüce Mevla.Duanın gücünü hepimiz hayatımızda bir şekilde yaşamışızdır. Büyüklerin eli öpüldüğünde onlardan dua istenir. dua et yeter denilir. Kiminin parası kiminin duası deyisinde de dikkat çekilmek istenen kelime Duadır. Hayal bile edilemeyecek şeyleri gerçekleştiren, üzgün yüzlerin bile gülümsemesine sebep olan yine Duanın gücüdür. Dua aslında yaratıcıyla olan bağlantının teyidi bir yerde ispatidir. DUA yaptığın kadar kul, kabul edildiği kadar sevgilisindir Rabbin katında. Kuran'a Göre Dua "Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamlarına gelen dua, Kuran'a göre "kulun bütün benliğiyle Allah'a yönelmesi" ya da "gücü sınırlı ve sonlu bir varlık olan insanın, sınırsız ve sonsuz bir kudret karşısında acizliğini kabul ederek yardım dilemesi" şeklinde tanımlanmaktadır. Allah inancı olan her insanın çeşitli şekillerde dua ettiği bir gerçektir. Ancak insanların oldukça büyük bir kısmı duayı, sadece darlık ve sıkıntı anında elden gelen tüm ihtimaller denendikten sonra Allah'ı hatırlamak şeklinde anlamaktadırlar. Bu insanlar üzerlerindeki sıkıntı geçince bir sonraki darlık ve sıkıntı anına kadar Allah'ı unutur ve ondan bir şey talep etmeyi akıllarının ucundan dahi geçirmezler. İnsanların başka bir bölümünde de son derece hatalı bir dua anlayışı hüküm sürmektedir. Bu insanlar için dua, küçük yaşlardan itibaren ailenin yaşlı bir ferdi tarafından öğretilen anlaşılmaz bazı sözlerdir. İnsanların bu tür dualarında Allah'ın varlığı, birliği, büyüklüğü, kudreti, insanları sürekli olarak görüp-işittiği, dualara icabet edeceği fazla düşünülmez. Önceden ezberlenmiş olan dua kalıpları tekrarlanır, durur. Oysa kitabımızın da konusu olan, Allah'ın Kuran aracılığıyla insanlara duyurduğu dua çok farklıdır. Kuran'a göre dua etmek, Allah'a ulaşabilmenin en kolay yoludur. Şimdi Allah'ın sıfatlarını bir düşünelim. O, insana şah damarından daha yakın olan, her şeyi bilen, işitendir... İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah'tan gizli kalmaz. O halde samimi olarak Allah'tan bir istekte bulunmak için insanın sadece düşünmesi bile yetmektedir. İşte Allah'a ulaşmak bu denli kolaydır. İnsan kulluk bilincinde olduğu sürece Allah Katında bir değer kazanabilir. Bu yüzden insanın Allah'a yönelmesi, hataları konusunda Allah'a itirafta bulunması ve sadece Allah'tan yardım dilemesi gerekmektedir. Bunun dışında bir davranış tarzı Allah'a karşı büyüklenmektir ki, Kuran'da bunun cezasının sonsuz cehennem olduğu bildirilir. Günümüz toplumlarında dikkat çeken bir gerçek, diğer birçok ibadet gibi duanın da terk edilmiş bir gelenek olarak düşünüldüğüdür. Aslında bu düşüncenin gelişmesinin perde arkasında "Allah'tan bağımsız, kendi kendisine işleyen bir dünya" olabileceği telkini yatmaktadır. İnsanların büyük bir kısmı ister istemez yaşantılarının başlangıcından sonuna kadar tüm olayların kendilerinin ve çevrelerindeki insanların kontrolünde cereyan eden olaylar olduğunu düşünürler. Bu yüzden de ölümle burun buruna gelmeden ya da çok büyük bir felaketle karşılaşmadan Allah'a dua etme ihtiyacı duymazlar. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Bu yanılgıda öyle bir noktaya gelenler olur ki, bunlar duayı adeta geçmiş zamanlardan günümüze kadar ulaşmış bir sihir tekniği olarak algılarlar. Halbuki dua, yaşamın geneline yayılacak başlı başına bir ibadettir. İnsanların tamamı duaya muhtaçtır. Fakir ve zor şartlar altında yaşayan birinin zengin bir insana göre duaya daha fazla ihtiyacı olduğunu düşünmek, dua konusunu temelinden yanlış anlamak demektir. Maddi durumu iyi olan, hayatta tüm istediklerine kavuştuğunu düşünen bir insanın duaya ihtiyacı olmadığını düşünmek son derece hatalıdır. Çünkü bu durumda dua etmenin tek sebebinin dünyevi arzuların tatmini olduğu anlamı çıkmaktadır. Oysa müminler hem dünya hayatları için, hem de ahiretleri için dua ederler. Dua beraberinde tevekkülü de getirir. Dua eden insan, karşısına çıkabilecek zor ya da kolay her türlü durumu, tüm olayları, kainatın Yaratıcısı ve Hakimi olan Allah'ın takdirine bırakmış demektir. Bir problemi çözmenin ya da önlemenin bütün yollarının evrendeki tüm kudretin sahibi olan Allah'a dayandığını bilmek, tüm işleri ona havale etmek ve sadece ona dua etmek, mümin için bir ferahlık ve güven kaynağıdır.
  24. ’ın Yaratma Sanatını Görebilmenin Yolu: Tefekkür Tefekkür etmek evrendeki herşeye ’ın üstün yaratma sanatının birer delili olarak bakmaktır. Sözgelimi pencereye bakmakla pencereden bakmak bir değildir. Pencereye bakanlar belki pencerenin üzerindeki lekeleri görür ya da pencerenin çerçevesi camı gibi bir takım yapısal özellikleri hakkında görsel bilgi sahibi olurlar. Pencerenin muhteşem bir dünyaya açıldığını düşünüp buradan dışarı bakanlarsa bu pencerenin ardındaki güzellikleri seyrederler ve bundan sonsuz keyif alırlar. Bu anlamda tefekkür etmek çevremizdeki güzellikleri görebilmemize yarayan bir nimettir. Tefekkür sayesinde karşılaştığımız görüntülerin her biri bize Yüce Rabbimiz’in azametini sonsuz rahmetini ve üstün yaratma sanatını gösterir. İnsanlar gün içinde birçok konu hakkında düşünürler. Ancak bu düşüncelerin büyük bir kısmı ahireti için fayda vermeyecek "boş ve gereksiz" insanı hiçbir sonuca vardırmayan insana hiçbir şey kazandırmayan yararsız düşüncelerdir. Oysa önemli olan insanın yaşamının her anında olayların sebeplerini hikmetlerini araştırarak gerçek anlamda “derin bir şekilde” düşünmesidir. “Derin bir şekilde” düşünmeyi başaran bir insan bir meyve örneğin bir portakal yerken bile bu meyve hakkında tefekkür eder; portakalın kuru bir topraktan bu kadar lezzetli ve sulu bir meyve olarak hem de dilimlenmiş bir şekilde çıktığını insanın ihtiyaç duyduğu vitaminleri içerdiğini ve tam da insanların bu vitaminlere ihtiyaç duyduğu kış mevsiminde yetiştiğini düşünür. Bu şekilde derin düşünen bir mümin çevresindeki her incelikte 'ın kudretini ve sanatını görür O'nu tesbih eder ve 'a yakınlaşmaya bir yol bulur. Müminlerin bu vasıfları Kuran'da şöyle haber verilmektedir: “Onlar ayakta iken otururken yan yatarken 'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi 191) Düşünce Tembelliğinden Kurtulmak İnsanların düşünmelerini engelleyen birçok neden vardır. Bunlar insanı düşünmekten gerçekleri görmekten alıkoyabilir. Bu yüzden her insanın kendisine olumsuz yönde etki eden sebepleri teşhis etmesi ve bunların etkisinden kurtulması şarttır. Derin düşünmeyi engelleyen en önemli etkenlerden bir tanesi düşünce tembelliğidir. Düşünce tembelliğinden dolayı insanlar herşeyi hep gördükleri ve alıştıkları şekilde yaparlar. Örneğin; Kişinin hep alıştığı şekilde hareket etmesi Zor ve zahmetli bile olsa her konuda yalnızca bildiği yöntemleri uygulaması Hiç yeni bir fikir getirmemesi ya da farklı bir yöntem denememesi Eksik olduğunu bildiği konularda kişilik özelliklerini iyi yönde değiştirme ihtiyacı duymaması; gibi davranışlar yoğun düşünce tembelliğinin en belirgin göstergelerindendir. Oysa insan tefekkür etmekle gelişir. Doğruları görebilme yeteneğinin artması adalet duygusunun güçlenmesi her konuda akledebilme özelliği ve benzeri meziyetlerin kazanılması da tefekkür vesilesiyle gerçekleşir