Dogru_Yol

Üye
  • İçerik sayısı

    1.928
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Days Won

    20

Dogru_Yol kullanıcısının paylaşımları

  1. Göz Yanıltması (Noktalar)

    Sayın can bey Emeğine sağlık....teşekkürler..... Bu resime dikkatli bakıp odaklanmak gözleri bozar başı döndürür.....
  2. Sadece Bir Karınca Değil O

    İtalyan yazar Lucianno düşünce suçlusuydu. 4m2 lik bir hücreye mahkum oldu, hem de tam 17 sene için ! O kahrolası hücreye yerleştiği birinci gün herşey normaldi. Aradan birkaç hafta geçti. Lucianno düşünmeye başladı "burada 17 sene nasıl geçer..." Aradan aylar geçti. Sanki her geçen gün biraz daha mahkum oluyordu zavallı hücresinde. Bir sabah bir karıncanın burnunu ısırmasıyla uyandı Lucianno. Onu büyük bir titizlikle parmağının ucuna alıp "acaba" dedi. Acaba bu karıncayı yetiştirip kendime bir dost yapabilir miyim? Dedi. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu ve bunu denemeye değerdi. Karıncayı yanı başında duran küçük sehpaya koydu. Karınca karıncalığını yapıp, kaçmaya çalıştıysa da Luci bırakmadı onu. Etrafını çevirerek karıncanın kaçmasına engel oldu. Onunla konuşmaya ve onu eğitmeye kararlıydı. Başarabilse yalnızlığı sona erecekti. Karınca ile tam 3 sene uğraştı. Karşılıksız da olsa konuştu ve dertlerini anlattı ona. Bir de isim taktı karıncaya Tito. Bir sabah Tito'sunun ona günaydın demesiyle uyandı Lucianno. Bu duyabileceği en muhteşem sesti. Büyük bir heyecanla yatağından dışarıya fırlayıp bağırmaya başladı: konuştun, Tito sen konuştun. Nihayet konuştun. Günaydın, günaydın, binlerce günaydın dostum. Artık bir dostu vardı Lucianno'nun ve bunu hiç kimse bilmiyordu. Tito'nun varlığı yazarın en büyük sırrıydı. Kimse duymamalıydı. Gardiyan duymamalı, bu rüya bitmemeliydi. Bu büyük dostluk tam 17 sene sürdü. Hiç kimse bilmedi Tito'yu. Lucianno, Tito'ya tüm bildiklerini öğretti. Konuşmayı, okumayı, yazmayı, dans etmeyi, şarkı söylemeyi, fikir üretmeyi... bildiği herşeyi öğretti. Kah ağladılar, kah güldüler. Aradan tam 17 yıl geçti ve bir gün asık suratlı, soğuk yüzlü gardiyan kapıyı araladı. Hazırlan yarın çıkıyorsun dedi beton sesli gardiyan. Gardiyan gittikten sonra Lucianno ağlayarak karıncaya döndü "bitti Tito. Bitti büyük dostum. Yarın çıkıyoruz, yarın özgürüz." Dedi. Tito da ağladı. Yazar Tito'ya sordu, "söyle dostum yarın çıkar çıkmaz ilk ne yapalım?" Tito: "gidelim bir bara ve hayvan gibi içelim." Dedi. Gülüştüler. Sabaha kadar uyumadılar. Hayal kurup bu fare kapanından farksız lavabolu dikdörtgenin ilk defa tadını çıkarttılar. Bir anda sanki hücre genişlemiş gibiydi. Sabahın ilk ışıklarıyla son kez açıldı demir kapı.. Kapıdan çıkarken son kez geri döndü ve ranzasına baktı İtalyan yazar. Sadece şu iki kelimeydi ağzından dökülen. "vay bee..." dışarı çıktılar. Tito Lucianno'nun omuzundaydı. Sabahın körüydü ve mevsim kıştı. Kar lapa lapa yağıyordu. Lucianno bavulunu havaya fırlattı ve "özgürlük" diye bağırdı. Tito da bağırdı. Yağan kar umurlarında değildi. Yürüdüler, kara inat yürüdüler. Özgürlük sıcaklığına kar mı dayanır kış mı? ... Nihayet bir barın önüne geldiler. Tito sordu: "şimdi biz buraya girebilecek miyiz?" avazı çıktığı kadar "biz artık özgürüz" diye bağırdı Lucianno. İçeri girdiler. İçeride sızmız kalmış üç beş adamla kasanın başında uyuklayan barmenden başka kimse yoktu. Bir masaya oturdular. Bir ara Lucianno'nun gözü masanın yanındaki aynaya ilişti. Hapisten çıkarken yaptığı gibi yeniden mırıldandı, "vay bee". Saçları bembeyaz olmuştu, yüzü buruş buruştu. Yaşlanmıştı Lucianno. Tebessümüne aradan sızan birkaç damla gözyaşı karıştı. "barmen bize iki bira getir" diyebildi titrek bir sesle. Barmen yerinden fırlayıp biraları getirdi. Bir adamın iki bira istemesinin sebebini bilmiyordu. Bilmesi de gerekmiyordu, bilmek de istemiyordu zaten. Biraları bıraktı ve kuş tüyü kasasına geri döndü. Lucianno omzundaki dostunu bardağın içine attı. İçtiler.. Tito da içti. İçtikçe keyiflendiler. Bir ara Tito, bardaktan fırlayıp masanın üzerinde dans etmeye başladı. Elini yüzüne koyup masanın üzerine abanmış olan Lucianno büyük bir gururla kendi yetiştirdiği dostunun dansını izledi. Bir an durdu ve "ne günlerdi be Tito" dedi. Dertleştiler, biraz sonra yine dans etmeye başladı. Tito dans ediyor, Lucianno korkunç bir keyifle bu muazzam manzarayı izliyordu. Bunu mutlaka birilerine anlatmalıydı. İyi bir şey yapmanın belki de en keyifli yanıydı onu biriyle paylaşmak. Ama Lucianno bu keyfi 17 sene hiç yaşamadı. Özgürlüğünün bu birinci gününde yıllarca gizli tuttuğu bu büyük ve onur verici sırrı birileriyle paylaşmalıydı. Etrafına baktı. Barmenden başka kimse yoktu. "barmen, barmen!" diye seslendi. Barmen yarı uykulu, Lucianno'nun masasına geldi. Lucianno dans eden Tito'yu işaret ederek, büyük bir heyecanla "barmen şuna bir baksana, şuna bir bak..." dedi. Barmen sessizce parmağını Tito'nun üzerine götürdü. "çok affedersiniz beyefendi" diyerek karıncayı ezdi... İŞTE O KARINCA Alıntı
  3. Sadece Bir Karınca Değil O

    Sayın bybasri Allah razı olsun.....benim için bir dileyen binler bulsun.....bende teşekkür ediyorum.....
  4. Belki...

    Sayın zeynepkrtas Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler..... bir melek olup gelebilseydim yanına sacını oksar bi opucuk kondurup giderdim. Not: Bu konu hikaye değil şiir....sayfanı aşk şiirleri bölümüne taşıyorum....
  5. Hangisini Arabanıza Alırdınız?

    Sayın cemre Emeğine sağlık....teşekkürler.... Arabamı bir kenara bırakıp taksi durdurup hepsini alırım.... Not: Sayfanı zeka soruları ve bilmeceler bölümüne taşıyorum....
  6. Neden Olabılır?

    Sayın cemre Emeğine sağlık....teşekkürler..... Şuan kafam karışık bende bulamadım..... Not: Sayfanı zeka soruları ve bilmeceler bölümüne taşıyorum.....
  7. Vefa Borcu

    Size katılıyorum..... Sayın seyhan Emeğine sağlık....haber için teşekkürler....
  8. Çok Düşük Kolesterol de Kanser ve Alzheimer Nedeni

    Sayın sümeyye Emeğine sağlık....bilgi için teşekkürler.... Ben bu konuya manevi gözle bakıyorum.....kaderde varsa Kanser veya Alzheimer yaşanır yoksa yaşanmaz diyorum....
  9. Üşüyorum...

    Sayın zeynepkrtas Güzeldi....emeğine sağlık....teşekkürler...... Ruh, bedenden kopuyor, Sen yoksun, Yaşayan bir ölü vücut. Alışamıyor sensizliğe...
  10. Aşkları Engel Ve Baskıları Tanımadı...

    Sayın zeynepkrtas Emeğine sağlık....teşekkürler..... Çiftimizi tebrik eder ömür boyu bir yastıkta mutlulukla yaşlanmalarını dileriz.... Ayrıca şu fikrimde paylaşmak isterim..... Gençlerimizin biri 23 diğeri 18 yaşında.....ve bu yaşlarda insanların kişlikleri tam oturmamış ve her konuda olgun fikirler başlamamış olur....evlilik çok büyük sorumluluk....eğer olgun yaşlarda fikirlerde olsaydılar belkide hem birbirlerine hem hayata hem evlilik sorumluluğuna çok farklı bir gözle bakarlardı....yani herkese tavsiyem evlilik için acele etmeyin ve özellikle engelli insanlar acele etmeyin.....her konuda olgun fikirlere sahip olduktan sonra evliliğe adım atın ki huzurlu güzel bir şekilde o yuvayı ilerletebilesiniz.....
  11. Güneş Karda, Plajdan Daha Tehlikeli!

    Sayın sümeyye Emeğine sağlık....bilgi için teşekkürler.....
  12. Susmaz Yüreğim Sessiz Çığlıktır...

    Sayın zeynepkrtas Çok güzeldi.....emeğine sağlık.....teşekkürler..... Kırılır,kalem kırılır Susmaz yüreğim sessiz çığlıktır…
  13. Erkeklere 8 Nasihat...

    Sayın zeynepkrtas Çok güzeldi doğruydu.....emeğine sağlık....teşekkürler.... Bayanlar dikkatinizi çekerim bayların bunları yapması yine bayanlara bağlı.....her konuda yuvayı dişi kuş yapar....tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır....
  14. Sadece Bir Karınca Değil O

    Sayın bybasri Rica ederim özür dileyecek bişey yok ki....? Hikayeden siz anladığınızı yorumladınız ben anladığımı yorumladım.....bütün okuduklarımızı herkes farklı anlayıp farklı yorumlayabilir.....kuran okunduğu zaman da herkes kendince anlayıp yorumlar....düşünceler farklı farklıdır.
  15. Artık Hepsi Milletin Evladı

    Artık Hepsi Milletin Evladı Tokat’ta şehit düşen 7 askerden 3’ü dün toprağa verildi. Kemal Bide’nin cenaze töreninde konuşan Albay Celal Çürek, şehidin ailesine “Kemal sizin evladınızdı, şimdi tüm Türk ulusunun evladıdır” diye seslendi. TOKAT’ın Reşadiye İlçesi’nde devriye görevi sırasında teröristlerin pususunda şehit düşen 7 asker için dün Tokat İl Jandarma Komutanlığı´nda askeri tören düzenlendi. Jandarma Uzman Çavuş Harun Arslanbay, Jandarma onbaşılar Fatih Yonca ve Cengiz Sarıbaş ile jandarma erler Onur Boztemir, Kemal Bide, Ferit Demir ve Yakup Mutlu için Tokat İl Jandarma Komutanlığı bahçesindeki törene protokol ve askeri erkan ile şehit yakınları dışında kimse alınmadı. Tokat İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Hüseyin Tosunlu´nun konuşmasının ardından dua edildi. İl Müftüsü Abdurrahman Koçak´ın okuduğu dua sonrasında omuzlara alınan cenazeler memleketlerine gönderildi. 84 günü kalmıştı Şehit Jandarma Er Kemal Bide (21) için Ordu’nun Çayıralan Beldesi Merkez Cami önünde düzenlenen törende konuşan Ordu Jandarma Komutanı Jandarma Albay Celal Çürek, şehit ailesine başsağlığı dileyerek, “En değerli varlığınızı kaybetmenin derin üzüntüsünü sizlerle paylaşıyorum. Kemal sizin evladınızdı, şimdi tüm Türk Ulusunun evladıdır” dedi. Terhisine 84 gün kala şehit olan Bide’nin cenazesi kılınan namazın ardından Belalan Mahallesi’ndeki aile kabristanında toprağa verildi. Ağıtlar Kürtçe Şehit Er Yakup Mutlu, Muş’un Bulanık ilçesine bağlı Örenkent köyünde toprağa verildi. Törende Kürtçe konuşan baba Kazım Mutlu “Biz burada askeri, polisi suçlamıyoruz. Onların suçu yok. Vatan sağ olsun. Kanın durmasını istiyoruz. Bahçeli ve Baykal bu acıyı yaşamıyor. Çünkü askere giden çocukları yok. Bizim çocuklarımız şehit oluyor. Biz barış istiyoruz” dedi. Kürtçe ağıt yakan şehit Mutlu’nun nişanlısı Semra Yalçın’ı yakınları teskin etmeye çalıştı. Gitti kınalı kuzum Şehit jandarma er Onur Boztemir, Adıyaman’ın Tut İlçesi´ne bağlı Yaylımlı Köyü’nde, 3 bin kişinin katıldığı törende son yolculuğuna uğurlandı. Anne Ayşe Boztemir “Bana şehit olacağını söylemişti. Gitti kınalı kuzum. Ama onun yerine Soner’imi de göndereceğim” diye ağıt yaktı. Keskin nişancıydı Jandarma Uzman Çavuş Harun Arslanbay’ın babası Hamdi Arslanbay (65) “Oğlum keskin nişancıydı. Pusuya düşürülmüşler. Aksi takdirde oğlum onları tek tek avlardı” dedi. Harun Arslanbay’ın kız kardeşi Elif Arslanbay “Allahım ağabeyimi melek edip uçurdun. Bacısını da şehit bacısı yaptın. Yeğenim, ‘Babam gelecek beni öpecek’ derdi. Şimdi nasıl öpecek” diyerek ağıt yaktı. Arslanbay’ın cenazesi bugün Adana’nın Yumurtalık İlçesi’nde düzenlenecek törenin ardından köyünde toprağa verilecek. Saçları hatıra kaldı Tokat’ta şehit düşen Cengiz Sarıbaş’ın (20) askere gitmeden önce uzun olan sarı saçlarını kestiği ve “Bunlara bakınca beni hatırlarsınız. Benden size bir anı olsun” diyerek ailesine bıraktığı ortaya çıktı. Acılı anne Gülyaz Sarıbaş’ın Bahçelievler, Kocasinan´daki tek katlı gecekondusunda gece boyu oğlunun saçlarını okşayarak göz yaşı döktüğü bildirildi. Ağabey Vural Sarıbaş ise kardeşinin devriye görevine çıkmadığını, kendisi gibi Sivas’a hastaneye giden arkadaşlarıyla birlikte sivil bir minibüs içinde pusuya düşürüldüğünü öne sürdü. Sarıbaş bugün toprağa verilecek. Er Fatih Yonca’nın cenazesi Hatay’ın İskenderun İlçesi Bekbele Beldesi’nde, Ferit Demir’in cenazesi ise Muş’un Malazgirt ilçesinde bugün toprağa verilecek. Harun, Fatih, Cengiz, Onur, Kemal, Ferit, Yakup: Burada EDİRNE’de Trakya Üniversitesi Balkan Yerleşkesi’nde ellerinde Türk bayrakları ve şehitlerin fotoğrafları bulunan öğrenciler bir dakikalık saygı duruşunda bulundu, İstiklal Marşı’nı söyledi. Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bölümü 3’üncü sınıf öğrencisi Muhammed Sole, şehit askerlerin adlarını tek tek okudu. Bu sırada diğer öğrenciler hep bir ağızdan, ‘burada’ diye karşılık verdi. Tokat’taki tören için cenazelerin il jandarma komutanlığına getirilişi sırasında ellerinde Türk bayrakları olan 5 bin kişi, `Kahrolsun açılım’ sloganları attı. Özellikle genç kızlar ve kadınlar gözyaşlarını tutamadı. Vatandaşların alınmadığı törenin ardından cenazeler Jandarma Komutanlığı’nın önünde bekleyenlerin duaları ile memleketlerine uğurlandı. Bizi bırakma ŞEHİT annesi Dilber Bide (41) oğlunun Türk Bayrağına sarılı tabutuna sarılarak, “Oğlum beni niye bırakıp gittin. Ben seni bu yüzden mi gönderdim. Biz senin bayraklı tabutuna mı sarılacaktık” diyerek ağıt yakıp gözyaşı döktü. Baba Cemal Bide soğukkanlılığını tören boyunca korurken kız kardeşi Özlem ise ağabeyinin tabutuna sarılarak, “Bizi bırakıp gitme” diye ağladı. Şehit Cengiz Sarıbaş’ın İstanbul Kocasinan’da oturan babası Mutallip Sarıbaş, evin önünde koruma görevi yapan bir askere sarılarak ağladı. Bütün şehitlerimizin ailelerinin başı sağolsun.... Allah'tan rahmet sevenlerine sabır diliyoruz.... Bütün şehitlerimize Allah Rızası İçin Fatiha....
  16. Özgürlük Üzerine !

    Kendinizi uzaydan dünyaya bakıyor farzedin! Uzaydan dünyaya baktığınızda doğadaki herşeyi görüyorsunuz.Tek başına yaşayan ilkel bir insan gördünüz. Ama hiç bir duyu organını kullanamıyor,yaşamını sürdürmek için hiç bir silahı yok,bulunduğu noktadan 3 saat uzaklıkta bir göl var ve buradada balıklar bulunuyor buraya gittiğinde balıkları tutacak hiç bir silahı yok bir balık yakalamak için 2 saat uğraşmaktadır,bu balık ona o gün sarfettiği enerjiyi depolamasına yetmektedir.Bu kişinin 3 saat gidiş,3 saat geliş ve 2 saat balık tutmak için uğraşması toplam 8 saatini almaktadır.Bunu hergün yapmaktadır.Bu gidiş gelişlerde gittiği yerde bir çizgi oluşmaktadır.Bize biri sorsa bu çizgi nedir diye.Biz hergün gidip geldiğim yer diye cevap veririz.Yalın ayak gittiğinden dolayı ayağında nasırlar oluşmaktadır.Ve ulaşacağı yere giden taşlı bir yol daha vardır ve ayağı nasırlı olduğu için bundan etkilenmemektedir.Bu yol ise 2 saat sürmektedir,gelişte 2 saat sürmekte balık tutması da 2 saat sürmekte toplam 6 saatini bu işe harcamaktadır.Eski gittiği yolu artık tercih etmeyecektir. Çünkü arada 2 saatlik fark bulunmaktadır.İşte 2 bu saat o insanın ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ifade etmektedir.O 2 saatte istediğini yapabilir o insan.Bu aşamada insan hem tarihi hem kendini değiştirmiştir.Yeni yolu seçip eskiyi bırakması tarih kavramını ortaya cıkarmasına yol açmıstır. ALINTI
  17. Artık Hepsi Milletin Evladı

    Şehit Fatih'ten Türkiye'ye 100 liralık ders Jandarma Er Onbaşı Fatih Yonca 10 gün önce izine geldiğinde annesine 'Şafak 87 anne' diyerek sarıldı, izninin ardından birliğine döndü... Döndüğü gün Tokat'ta pusuya düşürüldü, şehit oldu... Annesi, babası, kardeşleri yıkıldı... Şehit Jandarma Onbaşı Fatih Yonca askerlik boyunca aldığı maaşı ailesine gönderiyordu... Ailesine bakmayı birgün bile ihmal etmedi... Yonca ailesinin sıvasız, kapısı naylonla kapatılmış evinde göze çarpan ayrıntı ise devletin yaptığı kömür yardımlarıydı...
  18. Başını Vermeyen Şehit

    Başını Vermeyen Şehit Yarın arifeydi. Öbür günkü bayram için hazırlanan beyaz kurbanlar, küçük Grigal palankasının etrafında otluyorlardı. Karşıda... Yarım mil ötede Toygun Paşa'nın son kuşatmasındân çılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi, sönmüş bir yanardağ gibi, simsiyah duruyordu. Hava bozuktu. Ufku, küflü demir renginde, ağır bulut yığınları eziyor, sürü sürü geçen kargalar tam hisarın üstünden uçarken sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı. Palanka kapı- sının sağındaki beden siperinde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran Kuru Kadı yavaşça kımıldadı; ikindiden beri rutubetli rüzgârın altında düşünüyor, uzakta, belirsiz sisler içinde süzülen kurşuni kulelere bakıyordu. Bunların hepsi Türklerin elindeydi. Yalnız şu Zigetvar... yıkılmaz bir ölüm seddi halinde "Kızılelma" yolunu kapatıyordu. Sanki bu uğursuz kargalar hep onun mazgallarından taşıyor, anlaşılmaz bir lisanın çirkin küfürlerine benzeyen sesleriyle her tarafı gürültüye boğuyorlardı. Kuru Kadı içini çekti. Sonra "Ah..." dedi. İncecik, sinirli boynunun üstünde bir taş topuz gibi duran çıkık alınIı iri kafasını salladı. Yeşil sarığını arkaya itti. Islak gözlerini oğuşturdu. Şimdiye kadar, asker olmadığı halde, her muharebeye girmişti. Birkaç bin yeniçeriyle dört beş topu olsa... bir gece içinde şu kaleyi alıvermek işten bile değildi. Şimdi vakıa müstakildi. Ne isterse yapabilirdi.Palankanın kumandanı Ahmet Bey öteki boy beyleriyle beraber Toygun Paşa ordusuna katılıp Kapuşvar fethine gitmiş... Kapuşvardan sonra Zigetvarı saran ordu kışın aman vermez zoruyla, zaptı yarı bırakarak Budin'e dönünce, o da askerleriyle tekrar palankasına gelmemiş, Toygun Paşa'nın yanında kalmıştı. Bugün Grigal'den altı mil uzaktaydı. Palankaya yalnız Kuru Kadı karışıyordu; esmer, zayıf yüzünü buruşturdu: "Palanka... amma topu tüfeği kaç kişi?" dedi. Bütün genç savaşçıları Ahmet Bey beraberinde götürmüştü.. Hisardakiler zayıflardan,bekçilerden, hastalardan, ihtiyar sipahilerden ibaretti.Hepsi yüz on üç kişiydi! Düşman, galiba öteki palankalardan çekiniyordu: Yoksa burasını bırakmaz, mutlaka almağa kalkardı. Biraz eğildi. İnce yosunlu, soğuk sipere dirseklerini dayadı. Aşağıya baktı. İki üç asker beyaz koyunların arasında dolaşıyordu. Bir tanesi karşısına geçtiği iri bir koçu, başına dokunarak kızdırıyordu, tos vuruyordu. Öbürleri, elleri silahlarında, bu oyunu seyrediyorlardı. Bağırdı: - Oynamayın şu hayvanla... Askerler, başlarını tepelerden gelen sese doğru kaldırdılar. Kuru Kadı'dan hepsi çekinirlerdi. Gayet sert,gayet titiz, gayet sinirli bir adamdı. Adeta deli gibi bir şeydi. Sabahtan akşama kadar namaz kılar, zikreder,geceleri hiç uyumazdı. Daha yatıp uyuduğunu kalede gören yoktu. Vali Ahmet Bey ona "bizim yarasa" derdi. Zavallının sabahı bekleme denilen hastalığını kerametine de yoranlar vardı. Tekrar bağırdı: . - Haydi, artık akşam oluyor, içeri alın onları.Askerler koyunları toplamağa başladılar. Kuru Kadı'nın dirsekleri acıdı. Doğruldu. Tekrar Zigetvar'a bak- tı. Üst tarafındaki göl, kirli bakır bir levha gibi yeri kaplıyordu. Kargalar, havaya boşaltılmış bir çuval canlı kömür ellemeleri gibi karmakarışık geçiyorlar, sükûtu parçalayan keskin, sivri sesleriyle gaklıyorlardı.Kalbinde ağır bir elem duydu. "Hayırdır inşallah" dedi.Canı o kadar sıkılıyordu ki... Elleri arkasında, başı önüne eğik, bastığı siyah kaplama taşlarına görmez bir dikkatle bakarak yavaş yavaş yürüdü. Derin bir karanlık kuyusunu andıran merdivenin dar basamaklarında kayboldu. ... Arife sabahı, herkes uyurken, o, her vakit ki gibi yine uyanıktı! Mescit odasının önündeki taş yalakta, iki büklüm, abdestini tazeliyordu. Giden gece, daha gölge- den eteklerini toplayamamıştı. Bahçeye çıkan kapı kemerinde asılı kandil, sönük ışığıyla, duvarları titretiyordu. - Hey, çavuşbaşı... Hey!... Elindeki ibriği bıraktı. Kulak kabarttı. Bu, kuledeki nöbetçinin sesiydi. Kolları sıvalı, ayakları çıplak, başında takke, hemen yukarı koştu. Merdivende çavuşa rastgeldi. Onu itti. Yürüdü. Nöbetçinin yanına atıldı: - Ne var? - Kaleden düşman çıkıyor. Erguvani bir esmerlik içinde siyah bir kaya gibi duran Zigetvara baktı. Bu kayadan yine koyu, uzun bir karartı süzülüyor, palankaya doğru akıyordu. - Bize geliyorlar... dedi: Çavuşa döndü: - Haydi, gazileri uyandır. Kurban bayramını bugünden yapacağız. Koş. Bana da çabuk topçuyu gönder.Çavuş, bir eliyle bakır tolgasını tutarak, koştu. Merdivene daldı. Kuru Kadı, uzakta, kara yerin üstünde daha kara bir leke gibi yavaş yavaş ilerleyen düşman alayına dikkatle baktı. Gözlerini küçülttü, büyült- tü. Önlerinde birkaç top da sürüklüyorlardı. Binden fazla idiler. Halbuki hisardaki gaziler? Kendisiyle beraber yüz on dört kişi... "Ama, yine haklarından geliriz!" dedi. Uyanan, yukarı koşuyordu. Hisar kapısının iyice bağlanmasını emretti. Sarığını, cübbesini, kılıcını, tüfeğini getirtti. İhtiyar topçu gelince, ona da, hemen "haber topları"nı atmasını söyledi. Bu bir adetti. Taarruza uğrayan bir palanka hemen "İşaret topu" atarak etrafındaki kuleleri imdadına çağırırdı. Biraz sonra düşman hisarın önünde, harp düzeninegirmiş bulunuyordu. Zaplar başsız, gür ejderha yavruları gibi siyah ağızlarını bedenlere çevirmişti. Türkçe bağırdılar: - Size teklifimiz var. Elçimizi içeri alır mısınız? Kuru Kadı: - Alırız. Gönderin, gelsin! cevabını verdi.Bedenler, kalkanlı, tüfekli, oklu gazilerle dolmuştu.Palankanın ruhu, neşesi, keyfi olan iki arkadaş, bu esnada tuhaf tuhaf laflar söyleyip yine herkesi güldürüyordu. Bunların ikisine de "deli" derlerdi: Deli Mehmet,Deli Hüsrev... Serhatın muharebelerinde, hayale sığmayacak yararlılıklarıyla masal kahramanları gibi inanılmaz bir şöhret kazanan bu iki deli, hiçbir nizama hiçbir kayda, hiçbir disipline girmeyen, dünya şerefinde gözleri olmayan Anadolu dervişlerindendi. Her zaferden sonra kumandanlar onlara rütbe, hil'at, murassa kılıç gibi şeyler vermeye kalkınca gülerler: "İstemeyiz, fani vücuda kefen gerektir. Hil'at nadanları sevindirir..." derler, hak uğrundaki gayretlerine ücret, mükafat, övgü kabul etmezlerdi. Harp onların bayramıydı. Tüfekler, oklar, atılmağa; toplar gürlemeğe; kılıçlar,kalkanlar şakırdamağa başladı mı, hemen coşarlar, kendilerinden geçerler; naralar savunarak düşman saflarına saldırırlar... alevi gözlerle takip edilemeyen birer canlı yıldırım olup tutuşurlardı. Kuru Kadı, onların herkesi güldüren münakaşalarını, saçma sapan sözlerini gülümseyerek dinlerken, elçiyi yanına getirdi, iki deli de sustu. Herkes kulak ke- sildi. Bu elçi Türkçe biliyordu. Küstahça tekliflerinisöyledi. Palankayı saran Zigetvar kumandanı Kıraçin'di. Yanında iki bine yakın savaşçısı vardı. Grijgal'in "Vire ile verilmesini istiyordu. Ateşe, nura, haça, İncil"e, Zebur'a yemin ediyor; çıkıp giderlerken muhafızlara hiç- bir ziyanı dokunmayacağına dair söz veriyordu. Kuru Kadı: - Pekâlâ!... Haydi git. Biz aramızda anlaşalım, kararımızı size öğleden sonra bildiririz! diye elçiyi aşağı gönderip kapıdan attırdı. Sonra etrafındakilere döndü. Şöyle bir göz gezdirdi. Sırtının hafıf kamburu içeri çekildi: - İşittiniz ya, gaziler! dedi, Kıraçin haini bizim yüz on kişiden ibaret olduğumuzu anlamış... üzerimize iki bin kişi ile geldi. Teklif ettiği "Vire"yi kabul etmek isteyenler vârsa ellerini kaldırsın! Kimsenin eli kalkmadı. - Öyleyse hazır olalım. Haydi... Bir gürültüdür koptu; - Hazırız... - Hepimiz, hepimiz... - Hepimiz, hepimiz hazırız. - Kılıçlarımız, kalkanlarımız yağlı. -(~klanmı~ havlı_ - Yatağanlanmız keskin... - Bugün nusret bizim. - Amin, amin... Kuru Kadı, "Ey alemlerin rabbi" diye ellerini kaldırdı. Bir duaya başlayacaktı. Deli Mehmet yalın kılıç karşısına dikildi. Palabıyık, gök gözlü, geniş beyaz çehresi, yeni doğmuş bir ay gibi parlıyordu: - Duayı bırak, efendi dedi, gaza duadan faziletlidir. Gel... Lütfet. Bize şu kapıyı aç. Kalbindeki korkuyu at. İşte hepimiz hazırız. Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kaçırmayalım. Kuru Kadı'nın elleri aşağı düştü. Deli Hüsrev de arkadaşının yanına sokulmuştu. Bütün gaziler bu iki delinin arkasına üşüştü. Sanki hepsi bir anda deli oldu- lar... bir ağızdan. - Aç bize kapıyı, aç... diye bağırmaya başladılar.Kuru Kadı'nın iri patlak gözleri yaşardı. Yüzü sapsarı oldu. Uzun siyah sakalı kımıldadı. İki deliyi bile titreten, bütün gazilerin saçlarını ürperten ilahi bir ağıt ahengi kadar etkili sesiyle haykırdı. - Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Süleyman Gazi aşkına şu sözümü dinleyin. Benim muradım sizi gazadan engellemek değildir. Bugün can, baş feda olsun... Özellikle yarın kurban bayramı... Fakat bakınız maksadım ne? Bugün cuma... hem de arife. Bugün hacılarımız Arafat'ta, diğer mü'minler camilerde bizim gibi gazilerin zaferi için dua etmekteler... Bunda şüphesi olan var mı? - Hayır. - Hayır, asla... - Hayır. - O halde münasip olan budur ki, biz de namazla- rımızı eda edelim. Gözlerimizin yaşını dökelim. Dua edelim. Birbirimizle helallaşalım. Sonra gazaya girişelim. Kalanlarımız gazi, ölenlerimiz şehit olsun! Dünyada iyi nam ile anılalım. Ahirette peygamberimizin âlemi dibinde toplanalım... Ne dersiniz? - Hay hay! - Uygun... - Pekâlâ! Gazilerin hepsi buna razı oldu. Öğleye kadar durdu- lar. Abdest aldılar, namaz kıldılar, tekbir çektiler, helallaştılar. Kıraçin'in askeri, sardıkları palankadan yükselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri "Vire" münakaşasının gürültüsü sanıyorlardı. Ansızın, uzaktaki Türk kulelerinden atılan "işaret topları" işitildi. Bu, "Biz, dörtnala geliyoruz" demekti. Kuru Kadı eliyle hisarın kapısını açtı. Grijal gazileri "Allah, Allah" naralarıyla müthiş bir taşkın deniz gibi fışkırdılar. İki koldan hücum olunuyordu. Kollardan birisine Deli Hüsrev, birisine Deli Mehmet baş olmuştu. Ovada, Grijgal'e gelen yollardan bir toz dumanıdır kalkıyordu. Nice bin atlı imdada koşuyor sanılırdı. Düşman, bu hali görünce şaşırdı. İki ateş arasında kaldığı- nı anladı. Halbuki toz duman içinde yaklaşan ancak beş on gaziydi. ... Bozgun başladı. Deli Mehmet'le Deli Hüsrevin takımları düşmanı kaçırmamak için iyice sarıyordu. Kara Kadı cübbesini atmış. Elindeki kılıç, cesaretlendirdiği gazileri arkasından yürüyordu. Deli Hüsrev, bir sarhoş gibi Kıraçin'inalayına dalmış kesiyor, kesiyor... inanılmaz bir çabuklukla kaçanlara yetişiyor, ikiye biçiyordu. Kuru Kadı'nın gözleri Deli Mehmet'i aradı. Bakındı, bakındı. Göremedi. Acaba o muydu? Yüreği ağzına geldi. Düşman safına karışıp kaynaşan kolun arkasında iri bir vücut yereuzanmıştı... Elli altmış adım kadar kendisinden uzaktı... Siyah, yüksek atlı bir şövalye, uzun bir kargıyı bu uzanmış vücuda saplıyordu. Durmadı. İlerledi. Koşarken ayağı bir taşa takıldı. Yuvarlanıyordu. Kılıcı ile fırladı. Hemen toplandı. Kalktı. Düşen kılıcını aldı. Doğ- ruldu. Koşacağı tarafa baktı. Şövalye atından inmiş,kargıladığı şehidin başını teninden ayırmıştı. Bu anda,bu kestiği baş elinde, yine siyah bir şeytan gibi şahlanan atma sıçradı. Kaçacaktı... Kuru Kadı, bütün kuvvetiyle ona yetişmek için koşarken, baktı ki sol ilerisinde Deli Hüsrev kalkanını sallayarak, avazı çıktığı kadar bağınyor, - Mehmet, Mehmet!... Canını verdin!... Bâşını verme Mehmet!... Bu nara o kadar müthiş, o kadar tesirli, o kadar yanıktı ki... Kuru Kadı: "Vah Deli Mehmet'miş!" diye olduğu yerde dikildi kaldı. Durur durmaz, o an, kırk adım kadar yaklaştığı kesik başlı şehidin yerden fırladığını gördü. Nefesi tutuldu. Şaşırdı. Bu başsız vücut uçar gibi koşuyordu. Kendi kellesini götüren zırhlı şövalyeye yetişti. Eliyle öyle bir vuruş vurdu ki... Lanetli hemen yüksek atından tepesi üstü yuvarlandı. Götürmek istediği baş elinden yere düştü. Deli Mehmet'in başsız vü- cudu canlıymış gibi eğildi. Yerden kendi kesik başını aldı. Hemen oracığa yorgun bir kahraman gibi, uzanıverdi. Bunu Kuru Kadı'dan başka kimse görmemişti. Herkes kaçan düşmanı kovalıyordu. Yalnız Deli Hüsrev, - Yüzün ak olsun, ey yiğit! diye bağırdı. Sonra Kuru Kadı'ya doğru koşarak sordu. - Nasıl, gördün mü bu civanı? - Görmedin mi? Kuru kadı sesini çıkaramadı. Gördüğü harika onu dondurmuştu. Olduğu yerde öyle dimdik kaldı. Sanki ölmüştü. Deli Hüsrev, onu hızla sarstı. - Ne durursun be can! Ne olsun, haydi gazaya. Düşman kaçıyor... Deli Hüsrev'in kalkması Kuru Kadı'yı baştan can verdi, "Allah Allah" diyerek ileri atıldı. Mücahitlere karıştı. Cenk akşama kadar sürdü. Er meydanının kanlı yüzüne "gece siyah saçlarını" dağıtırken çağırıcının - Gaziler hisara! Sesi duyuldu. Dönen gaziler içinde kılıcından kan- lar damlayan Kuru Kadı, birkaç sipahi ile dışarıda kaldı. Yaralıları taşıttı. Şehit olanları saydırdı. Bunlar tam ondokuz kahramandı.:. Düşman altmış dört ceset bırakmış, diğer ölülerinin hepsini kaçırmıştı. Kuru Kadı sabahtan beri yemek yememiş, su içmemiş, durup dinlenmemişti... Toplattığı şehitleri hisarın önündeki mey- dana yığdırdı. Şehit Deli Mehmet'in cesedini kendi buldu. Kesik başı koltuğunda, uyur gibi, sakin yatıyordu. Olduğu yerde gömdürdü. Sonra yanındakileri. savdı. Butaze mezarın başına çöktü. Ezberden "Yasin" okumağabaşladı. Dışarılarda kimse yoktu, yalnız uzakta palanka kapısındaki nöbetçi dolaşıyordu. Kuru Kadı okurken, önündeki mezarın birden yeşil yeşil nurlarla tutuştuğunu gördü. Sesi kısıldı. Dudaklarını oynatamadı.Çeneleri kitlendi. Bu yeşil nurun içinde Deli Mehmet'in kanlı boynuna sarılmış beyaz kanatlı bir melaike, hem onu nurdan elleriyle okşuyor, hem açık alnını öpüyordu. Bu sıcak, bu yeşil nur büyüdü, taştı, bütün âlem bu nurun içinde kaldı. Kuru Kadı'nın gözleri kamaştı. Ruhu yandı. Kendinden geçti. Onu, daha ilk defa böyle derin bir uykuya dalmış gören yoldaşları zorla kaldırdılar. Koltuklarına girdiler: - Haydi, kapı kapanacak dediler, içeri gir. Kuru Kadı'nın dili tutulmuştu. Cevap veremedi. Sarhoş gibi sallana sallana hisara girdi. Hâlâ titriyordu. Palankanın içinde Deli Hüsrev'in menzilinden geçerken durdu. Kulak verdi; ağlıyor mu, inliyor mu di- ye... Hayır, Deli şıkır şıkır atını kaşağılıyor, keyifli bir türkü söylüyordu. Seslendi: - Hüsrev. - Efendim?... Kapı açıldı. Kaşağı elinde, kolları, paçaları sıvalı, başı kabak Deli Hüsrev... daha Kuru Kadı bir şey sormadan, - Gördün mü Deli Mehmet'in zevkini? dedi. - Siz de benim gibi buradan gördünüz mü? - "Gözlüye hotti gizli yoktur!" Küttedek kapıyı, kapadı. Yine türküsüne başladı. ... Kuru Kadı palankada sabahı dar etti. Güneş doğmadan, Deli Mehmet'in mezarına koştu. Artık bütün günlerini bu mezarın başında geçiriyordu. Bu mezarın daimi ziyaretçisi oldu. Büyük bir taş yontturdu. Yazdırdı. Başına diktirdi. Beş vakit namazlarını bile cemaatine bu kabrin başında kıldırmak isterdi. Artık ne hacet dilese, ona nail oluyordu. Grijgal'de, komşu palankalarda Kuru Kadı için "Deli oldu" diyorlardı. Her an "sonsuzluk" badesini içmiş ezeli. bir sarhoş gibi nihayetsiz bir kendinden geçme,sonsuz sınırsız bir şevk, sükûn bulmaz bir heyecan için- de yaşıyordu. Fakat nasıl "deniz çanağa sığmaz"sa,onun büyük sırrı da ruhuna sığmadı. Taştı. Huruç günü gördüğü harikayı herkese anlatmağa başladı. Hatta daha ileri gitti, çok iyi okuduğu "Mevlid-i Şerif" lisanıyla o gün gördüğünü yazdı. Yüzlerce beyitlik bir destan düzdü. Ama o eski şevki kayboluverdi. Ruhuna koyu bir karanlık doldu. Kalbine acı bir ağırlık çöktü. Artık Deli Mehmet'in yeşil nurdan mezarı içinde sürdüğü ilahi zevki göremez oldu. Bu mahrumiyet onu delirtti. Yemekten içmekten kesildi. Bir gün, yine perişan kırlarda dolaşırken Deli Hüsreve rast geldi. Meğer o da gezini- yormuş. Elindeki yayıyla yavaşça Kuru Kadı'nın arkasına dokundu. - Ahmak, dedi, niye gördüğünü halka söyledin? Adam gördüğünü kaale geçirirse kazandığı hali kaybeder. Eğer sussaydın, gördüğün keramete ölünceye kadar şahit olacaktın... Kuru Kadı yere diz çöktü, ağlamaya başladı: - Çok perişanım diye inledi, lütfet. Gel, beni gaflet uykusundan uyandır. Benim o görnüş olduğum durum ne hikmettir? İçinde benimle senden başka onu gören oldu mu? - Bir gören daha var. O "can" herkese görünmez. - Kimdir? - Bilemezsin... - Başkaları görmedi de, biz ikimiz niçin gördük? - a şehitlik müjdesidir!" İkimiz de mutlaka şehit düşeceğiz!... Kuru Kadı, gittikçe öyle serseri, öyle perişan, öyle berbat oldu ki... kendisini o kadar seven Vali Ahmet Bey bile Budin'den gelince, onun hallerine dayanamadı.Nihayet "bu deli bir kişidir. Palankada hizmetinden istifade olunamaz" diye geriye göndermeye mecbur oldu.Aradan epey zaman geçti. Serhadde değil, hatta Grijgal hisarında bile herkes Kuru Kadı'yı unuttu. Yalnız yazdığı destan okunuyor, hiç unutulmuyordu. On iki sene sonra... Zigetvarın zaptı akabinde yaralılar toplanırken, meşhur kahraman Deli Hüsrevin bir gülleyle parçalanmış cesedi yanında, uzun boylu, ak saçlı, ak sakallı,yeşil cübbeli bir şehit buldular. Kıbleye yüzükoyunuzanmış yatan bu şehidin büyük, yeşil sarığı, henüz bozulmamıştı. Üzerinde hiçbir silah yoktu. Yarası nere- sinden olduğu belli değildi. Günlerce süren kuşatma esnasında hiç kimse böyle bir adam görmemişti. İnceden inceye araştırma yapıldı. Kim olduğu bir türlü anlaşılamadı. O vakit birçok gazilerin "gayb ordusundan imdada gelmiş bir veli" sandıkları bu şehit, acaba, Grijgal hisarının o eski deli kadısı mıydı?..........
  19. Oğlum Sen Mi Geldin ?

    Oğlum Sen Mi Geldin ? Susar bazen insan, Konuşacak çok şeyi olmasına rağmen ve belki de bağırması çağırması gerekirken bile susar… Hesap sorması gerekirken hatta isyan edecekken bile susmasını başarır bazen. Dedim ya bazen tüm susamışlığına rağmen susar. Sadece susar insan!!! Bugün dilimden ne bir kelime dökülebildi nede her hangi bir düşünce geçti aklımdan. Tek bir kelime , sadece tek bir kelime gözümün önünden geçip duruyor ve benim elimi kolumu bağladığı gibi kan akıtıyordu yüreğimden. Adını bilmiyordum aslında, öğrenebilirdim; ama öğrenmedim çünkü gördüğüm yazının devamını okuyamadım. Bildiğim tek şey bir ananın evladıydı o da. Kokusunu duyduğunda çocuklaşan ama kocaman bir adam. Yolunu gözlüyordu anası, belki hayaller kuruyordu gelişinin ardından oğlunun. Mesela düğününü düşünüyordu onun, düşünürken de aklından gelin adaylarını geçiriyordu belki; hani belki geliniyle arasında ki diyaloglar bile gelmişti düşünürken oğlunun evliliğini. Bir anlıkta olsa, torunları sarmıştır boynunu yada; en azından oğluna sarıldığı o an defalarca gelip gülümsetmiştir yüzünü annesinin. Genç adam yorulmuş olabilirdi mümkündü bu, annesini özlüyordu büyük ihtimal ve belki de annesinin aklından geçen eşini, eşi olacak sevdiğini. Her şey gelecekteki güzel günlere dairdi, annesiyle ayrı yerlerde kurdukları düşler bile bir gelecekte birleşiyor ve birbirlerinden habersiz gülümsetiyordu ikisini de. Annesi gelinine kızarken hayal ederken kendini, o aynı düşünceyle ne yapması gerektiğini soruyordu belki de… Olur ya şimdiden düşünmek gerekirdi böyle şeyleri zamanı gelince orta yolu bulabilmek için. Bilmiyordu gerçi bulamıyordu ne yapacağını ya düşünmek mutlu ediyordu uzaklarda kalmış bedenini… Bildikleri tek şey ikisi de acıya yer vermiyordu hayallerinde. Bir gün o kurşun gelipte ruhunu alana kadar genç adamın, devam etti düşlerdeki yolculuğu anası gibi isimsiz kahramanın. Bir gün hiç bilmediği bir yerde, insanları korumak için verdikleri görevi yerine getirmek için çalışırken. Bir kurşun, tek bir kurşunla kaybetti hayallerini ve kırmızımsı bir nehre aktı tüm umutları gözlerini kapatırken yaşama genç adam. Annesinin gözleri geçerken aklından, son kez baktı mavi gökyüzüne de tek bir pişmanlık duymadan yitip gitti kaybolan umutlarının ardından. Ana ya bu hissetmişti muhakkak. Hissetmişti de konduramamıştı o güzel evladına, hayra yordu bu yüzden büyük ihtimal. Hani rüyada görülen ölüm ömrü uzatırdı ya ona yordu özlem dolu kalbi. O gün kapı çaldığında da doğru düşünmüşüm diyerek açtı kapıyı. Kepten gözleri görülmeyen askere sarıldı hemen. -Oğlum sağ salim döndün ya… Bir yaş aktı sarıldığı askerin yanaklarına. Askerler ağlamaz mıydı, boş versenize. Bir ana yüreğinin sıcaklığını, özlemini her zerresinde hissedipte sonra oğlunuz şehit oldu cümlesini kuracak kişi kim olursa olsun nasıl dayanırdı böyle bir duruma. Asker olmak işe yarar mıydı böyle bir durumda… Dedim ya adını bilmiyorum askerin. Nasıl öldüğünü de bilmiyorum aslında. Bir kurşun diyip geçtiğime bakmayın okumaya dayanmadı yüreğim annenin o sözünü duyunca. Her şeyin başlangıcı bir kurşundan geçiyor ya hani ondan öyle dedim ve geçtim. Adını bilmediğim o askerden söz etmeden duramayacağını bildiğim için sadece, sadece o ananın acısını duymasam da bu sabah onunla birlikte ağladığımı söyleyebilmek için... Söylerken aslında, aklımdan geçirdiğim lanetlere rağmen susmam gerektiğini hatırladığım için; küçücük bir kurşunun ardına sığındı yüreğim. Adını bilmiyorum, nasıl öldüğünü… Bildiğim tek şey annesi kapıyı o diye açarken, aslında tüm umutlarının kızılımsı bir denizde kaybolduğunu anlatmaktı dileğim… Suskunluğumu bozmaya çalışmaktı benimkisi anlayacağınız. Öyleydi ya düşünüyorum da susmak en iyisi galiba… Çünkü bazen susar insan. Tüm susamışlığına, hesap sorma açlığına rağmen susar. Acı öyle bir çöreklenir ki kalbinin tam ortasına, yapacak hiçbir şey bulamaz susmaktan başka. Bu nedenle ben de o asker için susuyorum şimdi. Sadece susuyorum annesinin düşlerine düşen ve hayatın acımasızlığında kaybolan o isimsiz kahramanın ardından. Susamışlığıma rağmen , Ben susar…
  20. Kore Şehidi

    Kore Şehidi Olay 1974 yılında yapılan Kıbrıs Harekatı'nda yaşanmış. Savaş sırasında bir gün, bizim askerlerden birinin yanına bir başka Mehmetçik gelmiş. Biraz hoşbeşten sonra, ailesine ulaştırması için ona bir mektup vermiş. Bizimki, "Kardeşim savaştayız. Kimin ne olacağı belli değil ki. Belki sen gidersin de, ben kalırım" dese de diğer asker, sürekli, "Hayır sen gideceksin, ben kalacağım," diyormuş. Sonunda başa çıkamayınca razı olmuş. Mektubu götüreceğine söz vermiş. Bir daha o askeri görmemiş. Bi süre sonra da olayı unutmuş. Savaştan yıllar sonra, askerlikle ilgili eşyalarını karıştırırken bir anda eline o mektup geçmiş. Verdiği sözü tutmamış olmanın rahatsızlığıyla hemen mektubun üzerindeki adrese doğru yola çıkmış. Giderken de, "Döndüyse kendisini görürüm, şehit olduysa ailesine başsağlığı dileyip mektubu veririm" diye aklından geçiriyormuş. Sonunda evi bulup kapıyı çalmış. Kapıyı açan yaşlı teyzeye, Kıbrıs'ta birlikte savaştıkları oğullarından bir mektup getirdiğini, kendisiyle görüşmek istediğini söylemiş. Kadın şaşkınlık içinde adamı içeri buyur edip kocasının yanına götürmüş. Yaşlı adam olayı dinledikten sonra, "İyi de evladım, bizim Kıbrıs'ta savaşan bir oğlumuz yok ki" demiş. Ardından da diğer odaya gitmiş ve elinde bi fotoğrafla geri dönmüş. Resmi bizimkine göstererek, "Sana mektubu veren bu muydu?" diye sormuş. Bizim Kıbrıs gazisinin gözleri parlamış: "Evet, işte bu askerdi. Ama Kıbrıs'ta savaşan oğlunuz yok demiştiniz." Anne çoktan gözyaşlarına boğulmuşmuş bile. Baba ise başını sallayıp üzüntülü bi sesle, "Evet bu bizim oğlumuz. Ancak Kıbrıs'ta değil, yıllar önce Kore'de şehit oldu" demiş
  21. Dur Yolcu

    Dur Yolcu Dur yolcu!Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak,bir devrin battığı yerdir. Eğilde kulak ver,bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız,gölgesiz yolun sonunda, Gördüğüm bu tümsek,anadolu'nda, İstiklal uğruna,namus yolunda, Can veren Mehmet'in yattığı yerdir, Bu tümsek,koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, Mehmet'in düşmanı boğduğu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir. Düşün ki,hasrolan,kan,kemik,etin, Yaptığı bu tümsek,amansız,çetin. Bir harbin sonunda,bütün milletin, Hürriyet zefkini tattığı yerdir.
  22. Yüzbaşı Faruk

    Yüzbaşı Faruk İSTANBUL HÜKÜMETİNİN Harbiye Nazırı Ziya Paşa her zaman ki yumuşaklığı ile “Beyler…” dedi “...İngilizlerle kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit’i işgal ediverdiler.” Sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları ile doluydu. Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı birkaç gerici subay dışında hepsi, Anadolu’ya geçmeye çoktan hazır, Ankara’nın İstanbul’da kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi. Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü: “Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.” “İçeri al.” Nazır subaylara bilgi verdi: “Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.” Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi. Kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi: “Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.” Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki yazıya bakarak, yumuşak bir sesle, “Oğlum...” dedi, “...dün akşam Beyoğlu’nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?” “Evet, efendim, doğru.” Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi: “Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?” “Hayır, efendim, gördüm.” Nazırın canı sıkıldı: “Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti.” “Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?” Ziya Paşa ellerini kederle açtı: “Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile.” Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kımıldamadı: “Paşam, birde beni dinlemenizi rica ediyorum.” Nazır bıkkınlıkla, “Söyle bakalım” dedi. “Balkan Savaşı’nda teğmendim. Çanakkale Savaşı’nda üsteğmen, Suriye Cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem.” Harbiye Nazırı bozuldu: “Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.” Yüzbaşı sükûnetle “Anladım efendim” dedi, apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı: “Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim.” Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların İstanbul Hükümetini tutan bir kaçı dışında hepsi ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü. Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular.
  23. Komando Şiirleri

    Komando Şiirleri ŞIRNAK Normal Değil Anormal Havası Memleket Değil Terörist Yuvası Ölmeden Dönersem Yoktur Tersi Neyini Anlatayım Senin ŞIRNAK.. Dağları Var Baş Belası Kızları Var Asker Hastası İnsanı Var Kan Meraklısı Neyini Anlatayım Senin ŞIRNAK.. Atılan Kurşunu Taşmı Sandın Göklere Çekilen Çaputmu Sandın Gabar'a Gideni Dönmezmi Sandın Sen Benim 12 Ayımı Çaldın Ben Senin Neyini Anlatayım ŞIRNAK... ŞIRNAK DAĞLARI Akşam oldu güneş batıyor Düşman gelmiş pusu atıyor Zalimler gelmiş kurşun sıkıyor Meskenim oldun şırnak dağları.. Pusu dedikleri bir mezar İçinde yılan akrep gezer Azrail oturmuş ferman yazar Ne oldu bana Şırnak dağları.. İnsan bir gül gibi elbet solacak Siyah gözler kan ile dolacak Mezar taşımın üstüne kuşlar konacak Mezarım oldun Şırnak dağları... AĞLAMA ANAM Asker oldum bileğim bükülmez kurşun yesem kanım dökülmez Şırnağın Kahrı çekilmez Oğlun asker diye ağlama anam.. Rüyamda gördüm ana kucağı Uyandım baktım asker ocağı Felek vurdu kalbime bıçağı Yoluma bakıpta ağlama anam.. Yapraksız dalda bülbül ötermi Komando askerin derdi bitermi 15 ay saymakla bitermi Beni düşünüpte ağlama anam... BORCUM VAR Alışmışım ocağına Zor geliyor hasretin bana Bir borcum var bu vatana Bester dereleri beni bekler anne.. Arasıra dalarım ben yeri gelir ağlarım ben Şırnak kartalıyım ben Gabar beni bekler anne.. Nöbetteyim sıra bende Dönüş Mayıs 17'de Ölürde gelirim belkide Cudi beni bekler anne... ŞIRNAKDA ASKERLİK Sen haftada üç kez banyo yaparken Ben içmeye su bulamıyordum Sen modayı takip ederken Ben pkk izleri takip ediyordum Sen istediğinde telefon ederken Ben mektup yazmaya vakit bulamıyordum Sen sıcak yemeği beğenmezken Ben tarihi geçmiş konserve yiyordum Sen boş silah ile nöbet tutarken Ben mermi ağırlığından yürüyemiyordum Sen hasretini masaya yazarken Ben hasreimi zalim Gabar'a Cudi'ye Curaf'a Bester Dereler'e yazıyordum...
  24. Komando Olmak Onurumdur

    Komando Olmak Onurumdur Olur ya, bir çatışmada ölürsem, Arkamdan yas tutmayın. Bırakın toprağımda rahat içinde yatayım. Bedenimden komandomu çıkarmayın, Onlar benim onurumdur, Ölünce kefenim olacak... Başımdan mavi beremi çıkarmayın, O benim şanım,şerefim olacak... Ayağımdan botlarımı çıkarmayın, Onlar nice yollar aşacak, Şehit olursam Sırat köprüsünden geçecek... Elimden tüfeğimi almayın, O benim mezarıma sembol olacak... Yaramın kanını silmeyin, Ahirette hesabı sorulacak... Göğsümden kör kurşunu çıkarmayın, O benim madalyam olacak... yukardaki şiir, Hakkari - Çukurca - Üzümlü Jandarma Sınır Karakolu'nda görevliyken 12 Aralık 1993 günü saat 21.00 sıralarında bölücü eşkiya ile yapılan silahlı çatışmada kahramanca çarpışarak şehit düşen Mustafa oğlu, Sakarya 1972 doğumlu Jandarma Komando Onbaşı Zekeriya Gülyaman'ın (1972/4) şahsi eşyaları içerisinden çıkmıştır.
  25. Şehit Er 'in Son Mektubu

    Şehit Er'in Son Mektubu yaşasaydım aranızda olacaktım.. yaşasaydım sen ağlamayacaktın anne.. kahpe bir kurşun alnımdan vurmasaydı sizin gibi bayrak salacaktım meydanlarda.. omuz omuza yürüyecektim anne.. tıpkı serin bir sabah HERŞEY VATAN İÇİN diyerek dağlara yürüdüğüm kardeşlerim gibi anne.. zonguldaklı teğmenim metin gibi.. kayserili kayhan gibi.. karamanlı ismail gibi.. sivaslı ilhan gibi.. yozgatlı erol gibi.. konyalı aydın gibi anne.. omuz omuza yürüyecektik vatan için.. vatanım için anne.. kahpe kurşun alnımdan vurmasaydı.. sana mektup yazacaktım anne.. konyalı aydını anlatacaktım sana.. annesi ellerine kına yakıp.. git oğul demiş.. eğer o çapulcu sürüsünden korkarsan sütümü emeğimi haram ederim demiş.. aydın korkmadı anne.. dağlar soğuktu.. silahlar ellerimize yapışıyordu ama.. aydın üşümedi anne.. vuruldu düştü yere.. teğmenim yere baktı.. karamanlı vuruldu bayrağa baktı.. sivaslı vurulduğunda bir bozkurt seslendi anne.. biz kankardeşiydik anne ama can kardeşi olmak farklıydı.. canımız bayrakta birleşsin diye dağlara yürümüştük o sabah.. canlar bayrakta birleşiyor.. anne intikamımım için mi sokaklardasın.. anne..!! çaresizliğinden dolayı mı böyle iki büklüm ağlamaktasın.. üzülme toprak kokulu annem.. üzülme.. sen gel kabrime.. mezarıma.. gel ki.. melekler iniyor seni teselli için anne.. ben seyrediyorum seni doya doya yüzüne bakıyorum.. sen de beni özlediğince al yıldızlı bayrağımı seyret anne.. teğmenim metin söz verdi anne.. KANINIZ YERDE KALMAYACAK..!! biz ölmedik anne.. şehitler ölmez derdin ya sen.. melekler arkadaşımız oldu anne.. sadece ben değil.. trabzonlu da burada.. aydının elleri hala kınalı.. Anne Teğmenim Metin'e de ki: koca bir şehit ordusu gökyüzünde nöbet tutuyor..!! elleri tetikte.. gözleri bayrakta.. nefeslerini tutmuş bekliyorlar anne.. bu topraklar tanır.. gökyüzü şehitlerinin yere inişini.. çanakkale tanır.. kıbrıs semaları hala şehit kokar anne.. teğmenim Metin'e de ki: bekliyoruz.. 30 bin canın intikamının saatini .. anne..!!! ağlama dua et.. bekle.. döneceğim serin bir sabah.. ellerinden öpeceğim.. sen de kurşunun girdiği yerden öpeceksin.. alnımdan öpeceksin anne..